ltilaf Devletleri geleneksel yönetici sınıfı temsil edenin aruk iktidardan tamamen yoksun kalmış padişahın çevresindeki katipler değil, yeni hükümet merkezi olduğunu anladılar. Do
layısıyla bundan
böyle Ankara hükümeti meşru muhatap olarak kabul edildi.
Genel bir savaş bıkkınlığı havası içinde olan ve tecritçi bir politika izleyen ltilaf Devletlerinin hiçbiri Yunan ordusunun
peşinde yeni bir savaşı göze almak istemiyordu. Fransa ve
ltal
ya Ankara hükümetiyle ateşkes anlaşması yapmayı tercih etti
ler: Ingiltere ise Yunanlıları terkederek onlan kendi kaynakla
rıyla yetinmek zorunda bıraktı. Zaten Fransız hükümeti Ana
dolu'nun
Yunanlılar tarafından işgalini İngilizlerin Ortadoğu'daki eski emperyalist amaçlanın gerçekleştirme politikası
nın bir parçası olarak yorumlamaya başlamıştı. Fransız kamu
oyu ve Dışişleri Bakanlığı, önce Alman yanlısı, savaştan soma da Bolşevik yanlısı olarak gördükleri lttihatçılann aksine Mus
tafa Kemal'i Batı ittifakının makul bir taraftan olarak değerlen
dirdiğinden, Türk ordusuyla kısa zamanda anlaşmaya varılma
sı için baskı yapmaktaydı. 1921 yılının ortalarına gelindiğinde, Fransız basını Mustafa Kemal'i "Bau'nın nesnel müttefiki" ola
rak alkışlıyordu.4 (Bazı Fransız subayların kurtuluş ordusu sa
fında savaşnğı rivayet edilir. )
ltalyan
işgal kuvvetleri ise Türkordusuna
silah satışı veyardımı
yapmıştı. Rusya'daki yeni Bolşevik rejim ise Ankara hükümetiyle bir barış antlaşması imza
lamakla kalmamış, Türk ordusuna mali yardım ve silah sağla
yarak milliyetçi hareketi desteklemişti. Tahmin edilebileceği gibi lngilizler aktif bir çatışmaya girmemeye karar verdikten sonra, Türk ordusunun Yunan kuvvetlerini Batı kıyısına sürüp Ege'ye dökmesi sadece bir zaman mes�lesiydi.
Eylül 1922'den sonra, kurtuluş ordusu Trakya'nın Misak-ı Milli sınırlan içinde olduğu kabul edilen bölümünü almak üzere lstanbul'a doğru yürüdü. ltilaf Devletleri yeni bir barış
.
4 Yves Lelannou, "La fin de l'empire Ottoman vue par la presse française (1918-1923)". Turcica cilt IX/2 ve X, 1978, s. 185.
96
antlaşması için çağrıda bulundu ve sonuçta l 923'te imzalanan Lozan Barış Antlaşması'yla mevcut durum onaylanmış oldu.
Temmuz 1923'te, kaderi 1938'de kararlaşurılan Hatay-İsken
derun bölgesi dışında Türkiye'nin şimdiki sınırlan çizilmişti.
* * *
Osmanlı lmparatorluğu'nun gerileme dönemi boyunca kay
bettiği topraklar üzerinde birçok ulus devleti kurulmuştu;
imparatorluğun sonu ise 1923'te biten uzatmalı savaş sırasında geldi. 1923'te eski imparatorluktan geriye kalan topraklarda Müslümanlar nüfusun yüzde 97 kadarını oluşturuyordu ve bu nüfusun büyük çoğunluğu Türk'tü. Savaş döneminin kargaşa
sı imparatorluktan arta kalan topraklardaki toplumsal yapıyı ve sınıf dengelerini büyük ölçüde değiştirmişti. Kendi projele
rini toplumsal sisteme kabul ettirme girişimi içinde yeralabile
cek aktörler coğrafi ve demografik dinamikler neticesinde bü
yük ölçüde değişmişti. Yukarıda anlatılan ve yeni siyasi biri
min toplumsal yapısını belirlemesi beklenebilecek sınıf çatış
ması, gayrimüslim nüfusun ülkeden çıkarılması ile önceden tahmin edilmeyecek bir yöne sapmıştı.
Sınıf dengelerindeki ani veya tedrici değişmeler ancak önce
den var olan çelişkilerin analizi yoluyla arilaşılabilir. Ama böy
le bir analiz, çatışmaların nasıl sona erdiğini kendi başına açıklayamaz. Devletler arası sistemin dayatmaları ve savaşın getirdiği yıkım olmasaydı, bürokrasi ile Hıristiyan burjuvazi arasındaki çatışmanın, burjuvazinin mücadele alanından bu şekilde tamamen çıkarulmasıyla sonuçlanmayacağını kesi�lik
le söyleyebiliriz. Gerçi sınıf çauşması etnik ve dini terimlerle ifade bulmuştu, ama daha barışçı şartlar alunda, ittihatçıların politikaları, pazar üzerindeki siyasi kontrolün artması ve bur
juvazi içinde Hıristiyan olmayan unsurların payının büyüme
siyle sonuçlanabilirdi. Tarihi olaylar başka türlü gelişseydi so
nuçların neler olabileceğine ilişkin araştırmamızı sürdürürsek, Birinci Dünya Savaşı olmamış olsaydı, bürokrasinin değişmiş bir toplumsal yapıda yeniden yönetici sınıf olmayı başarma�ı
nın ihtimal dahilinde bulunduğu söylenebilir. Bir başka deyiş-97
le, iktisadi dönüşüm süreci üzerinde bir ölçüde siyasi kontrol kurnıayı amaçlayan iktisadi politikalarla, bürokrasi artık ürü
nü daha etkin biçimde temellük edecek ve denetleyecek bir konuma gelebilirdi. Ama bunların hepsi pazarın hakimiyeti
nin gittikçe arttığı ve ticaret burjuvazisinin büyüdüğü bir sos
yo-ekonomik bağlamda gerçekleşecekti. Böylece, bürokrasi bu bağlama uymak zorunda kalacak ve hakimiyetini, sayılan pa
zara paralel olarak büyüyen tüccarlar, sanayiciler ve şehirli or
ta sınıf üzerinde sürdürıııek zorunda kalacaku. Devlet aygıtı ayrıcalıklı konumunu korurken kapitalizmin gelişmesi müm
kün olur muydu? Bürokrasi ile tüccar sınıfı arasındaki ilişki açısından bakıldığında, durum özerk bir devlet sınıfının he
nüz filizlenen kapitalist gruplar üzerinde vesayetini kurduğu Japonya'ya benzer. Japonya'da kapitalizme geçişin özgüllüğü
nün, bürokrasiriin gerek toprak sahibi sınıfa, gerekse burjuva
ziye doğrudan bağımlı olmamasından kaynaklandığı ileri sü
rülmüştür. Bu bağımsızlık bürokrasiye yeni iktisadi örgütlen
me biçimlerini teşvik edebilmek için devlet kaynaklarını kul
lanma imkanını sağlamışur. 5 Osmanlı örneğinde de, dış tehdit ve iç karışıklık nedeniyle harekete geçen bürokratlar, iktidarı
ele geçirip devlet aygıtını güçlendirmek amacıyla örgütlenmiş
lerdi. ]aponya'daki benzerleri gibi Osmanlı bürokratları da toprak sahibi bir sınıftan bağımsız hareket edebilme gücün
deydiler. Yine Japonya'daki gibi kamu kaynaklarını ticaret sı
nıfının belli kesimlerini desteklemek ve yönlendirmek için kullanmışlardı. Ama, Meiji bürokratları köylülüğün proleter
leşmesini onaylar ve hızlandırırken, Osmanlı yönetici sınıfı toprakta küçük mülkiyeti korumuş ve dolaylı da olsa destek
lemişti. Bir başka deyişle, Osmanlı lmparatorluğu'nda gerçek
le�ebilecek her türlü kapitalizme geçiş, hakim ve korunan top
lumsal ilişki olan bürokrasi-bağımsız köylülük ilişkisinin kıyı
sında yavaş yavaş ilerlemek zorundaydı.
Osmanlı lmparatorluğu'nda bir tüccar sınıfının gelişmesi
5 Theda Skocpol ve Ellen Kay Triınberger, "Revolutions and the World-Histori
. cal Development of Capitalism", B.H. Kaplan (der.) Social Change in the Capi
talist World Economy, Sage 1978.
98
.
beraberinde proleterleşme getirmedi. Çoğunun kendi toprak-lan da otoprak-lan mevsimlik işçiler dışında, hizmetlerde ve sanayide
çalışan ücretli işçilerin sayısı, 20. yüzyılın başında en fazla
.
200-250.000 civanndaydı. (Türkiye'nin şimdiki sınırları esas alındığında bu rakam daha da düşer.)6 Bu nedenle, bürokrasi
tarunda köylü üretiminin çözülmesine karşı direnme eğilimi gösterirken, tüccar sınıfı esas olarak küçük meta üretiminden gelen artık ürünün pazarlanmasıyla uğraşıyordu. Sırf bu açı
dan bakıldığında, Osmanlı örneği ile Fransa'nın kapitalizme geçişi arasındaki benzerliklere değinmek yararlı olabilir. Fran
sa' da da merkezi otorite köylülüğün mülksüzleştirilmesine karşı direnmiş ve küçük mülkiyetin devamını sağlamaya çalış
mıştı. Merkezi otorite güçlü kaldığı müddetçe, küçük mülki
yeti korumada başarılı oldu; birkaç coğrafi bölge dışında bera
berinde köylülüğün proleterleşmesini getiren çitleme hareket
leri görülmedi. Fransa'da da kapitalist üretim ilişkileri temel tanmsal yapının dışında gelişti ve tüccar sınıfı esas olarak kü
çük meta üretiminden gelen artık ürünle iş yaptı!7 Devlet ay
gıtının sürekliliğine son veren ve sonunda kapitalist sınıfın doğrudan siyasa� temsiline imkan veren 1 789 Devrimi'ydi.
Devrim eski rejim yerine kapitalist çıkarlara şu veya bu ölçüde
'
hizmet etmeye eğilimli bir yönetim getirdi, fakat aynı zaman-da zaman-da köylülüğün mülkiyet haklarını sağlamlaştırdı.
Devrimci bir kopuş olmadığı müddetçe Jön Türklerin toplu
mu yukarıdan değiştirme girişimi devletin rolünde bir sürekli
liği varsayıyordu. Böylece, bürokrasi, vesayeti altında tutarak geliştirmeyi istediği çıkar gruplarınca içerden fethedilene ka
dar, devlet yapısı kapitalist isteklere karşı özerkliğini koruya
caku. Öte yandan, bağımsız köylülüğe sağlanan siyasi destek, kapitalist sektörün hızla büyümesini engelleyecek ve bunun
6 Paul Dumont, "A propos de la 'classe ouvriere' Ottomane a la veille de la revo
lutionjeune Turque", Turcica, cilt IX/l, 1977, s. 240.
7 Tanmsal yapı ile devleti.o niteliği arasındaki ilişkiyi ele alan geniş bir literatür vardır. Buradaki tartışmayla en doğrudan ilişkili olanlar, Barrington Moore, Jr.,
Social Origins o
f
Dictatorship and Democracy, adlı kitabı (Beacon 1966) ve Robert Brenner'in "Agrarian Class Structure and Economic Development in Pre
Industrial Europe" (Past and Present, Şubat 1974) başlıklı makalesidir.
99
yerine kapitalizmin bürokrasi aracılığıyla gelişmesini ve daha karmaşık biçimde olgunlaşmasını mümkün kılacaktı. Jön Türklerin gerçekleşmeyi istediklerine alternatif diğer bir senar
yo da Latin Amerika'daki gelişme çizgilerine benzer bir "orta sınıf isyanı" olabilirdi. Ama, bu senaryonun gerçekleşmesi iki nedenle mümkün değildi. Birincisi, Latin Amerika'da orta sınıf içinde toprak sahibi oligarşinin sanayi üretimine geçerek fark
lılaşmış bir bölümü yeralmaktaydı. Bu nedenle, isyanın bir yö
nü de sınıf içi çatışmaydı ve esas olarak oligarşiyi temsil eden siyasi otorite iktidar mücadelesi yapan yeni gruba bütünüyle karşı değildi. Osmanlı örneğinde ise bürokrasi varlığını küçük üreticilere, yani kapitalist gelişmenin en çok tehdit edeceği ta
bakaya borçluydu. Dolayısıyla bürokrasi dizginleşmemiş bir kapitalizm projesini hoş karşılayamazdı; ve bürokrasi karşı çıktığı takdirde de "orta sınıf'ın haşan şansı azalırdı. ikinci ve daha önemli neden, bürokrasi gibi burjuvazinin de sınıf çatış
masını ideolojik olarak sapmış bir şekilde algılamaları, yani te
mel sorunlarını dini ve etnik terimlerle görmeleriydi. Bu ne
denle Hıristiyan burjuvazi mücadelesini esas olarak siyasi oto
riteyi etkileyecek toplumsal talepler yoluyla değil, devletler arası arenaya çıkardığı etnik ve dini özerklik talepleri yoluyla dile getirmeyi amaçladı. Yani, Hıristiyan ticaret burjuvazisi, . devlet nüfuzu altına alarak kendisi için sınıf olına seçeneğine sahip olamadı. Özellikle son dönemlerde, Babıali'yi kendi çı
karları doğrultusunda yönlendirilecek bir siyasi otorite olarak görmüyorlar, Osmanlı devletinin ele geçirilecek ve kullanıla
cak meşru bir alan olduğunu kabul etmiyorlardı. Hıristiyan burjuvazi, Osmanlı devletinin meşruluğunu reddedip impara
torluğun parçalanmasını yeğleyerek, bir "orta sınıf' devrimi yoluyla hakimiyet kazanma ve siyasal iktidara aday olma olası
lığını da yitirdi. Azınlık burjuvazisinin siyasi iktidarı isteme
mesi ve isteyememesi Türkiye'de devletin ve yönetici sınıfların daha sonraki gelişmesini belirleyen en önemli etmendi.
Bürokrasinin yönetici sınıf olarak özel bir konumda olması
nın ve toprak sahibi bir ticari oligarşinin bulunmamasının, Os
manlı toplumsal gelişmesini dünyadaki diğer örneklere benzer
100
.