• Sonuç bulunamadı

Hiçbir Hıristiyan devleti, kendi topraklarmda Türklerin bir canıisi bulımnıasma müsaade etmez. Oysa Türkler biitiin Rımılarm kiliseleri olmasını Jıoşgörürler.

Voltaire

Saraybosna 'nın

ambleminde altı zambak çiçeği vardır, bilir mi­

siniz? Ne zorlu bir hayvan, ne keskin bir kılıç, ne bir taç, ne de dini bir simge ...

Bu gördüğüm yakılmış, nefretle bitirilmeye kalkışılmış kente gerçekten bir zamanlar ak zambaklar toplamıymış diyebilirim.

Mostar

için gördüğümüz, izlediğimiz başarılı filmler ve fotoğ­

raflar, orayı ne yazık ki bize yeterince anlatmış olamaz. Ancak seç­

kin bir şeyin izlerini duyurabilmişlerdir.

Titograd'ın

üstüne, Saray­

bosna'nın altına düşen bu kendinden ışıklı kent, Doğu ile Batının, Hıristiyanlıkla Müslümanlığın yan yana geldiği kenttir. Osmanlı ile Orta Avrupa uygarlıklarının birbirini itmeden, saygıyla yerleşip eserlerini oluşturduğu bir zaman var işte karşımda. Şiir dizeleri gi­

bi köprülerinin altından

Neretva Nehrinin

geçtiği bu yere, aldığı ya­

raların derinliğinden ötürü, ara ara gözlerimi kaçırarak bakıyo­

rum.

Arkitekt

dergisindeki verilen onarım bilgilerine bakarsak:

Koski Mehmet Paşa Medresesi 1979, Saat Kulesi 1982, Karagözbey Camii 1987, Vuchijakoviç Camii 1988, Ceyvan-Çehaya Camii de 1987-92

arası resto­

re edilmiş.

96

Şimdi ben savaşın vebal elinin parçaladığı kanattığı bu yerde­

yim.

Bu durumda bile

Mostar,

güzelliğinden arta kalanlarla kendini tanıtıp bana daha da ağır bir hüzün, ağlama isteği veriyor.

İki sert inen yamacın arasındaki vadide akan suya yansıyan köprülerinden birini 1566'da

lıassa mimarı Hayretlin Ağa

yapmış.

Köprü günümüzde bile, mimarinin ve teknolojinin başyapıtı olma­

ya devam ediyor. Köprüyü iki başından kavrayan kulelerden biri havan topu isabetiyle gövdesinden paralanmış.

Kentin elektriği kesik. Kalın kablolarla geçici bir elektrik düze-ni yapılmış.

Tepelerden birkaç silah sesi kuru kuru yansıyor

Mostar'a ...

Sırp Çetnikleri

orada olduklarını hatırlatıyorlar ...

Dünyada tanınmış kent mimarlarından Sırp asıllı Zlatko'nun

'iğreniyorıım bu yaptıklarınızdan,'

diye bağınşını düşünüyorum.

Bir ulustan çıkan canilerin iyi vatandaşlarına, aydınlarına kötü bir tarihi miras bırakmasının acısını düşünüyorum. Bunun dünya tarihindeki en yakın örneği Hitler Almanyasıdır. Alman aydınları aklın yıkıldığı o yılları şiddetle kınarlar.

Osmanlıların yerleşimlerinde çevreyle uyum sağlama ustalık­

ları

Mostar'da

da görülüyor.

Mostar

evlerinin kireç taşından yapıl­

ma kiremitleri, onların doğayla olan ilintisini çoğaltıp bir inci pırıl­

tısıyla yansımalarını sağlıyor. Dağlardan, Sırpların sürdürdükleri top atışlarını dağılan parçalardan geçerken insanlar korunmak için hassa mimarının köprüsü üstüne demir çubuklara astıkları ahşap bir korugan yapmışlar.

Köprünün ortasında durdum.

Barbarların çökerttiği, 1917' de

Komadina Mustafa

Ağa'nın yap­

tırdığı karşıma düşen yıkık köprünün üstünden akıyordu şimdi Neretva ...

Kentin ana caddelerinde HVO'nun askerleri silahla donanmış, değişik yörelere hızla gidip geliyorlardı.

Duvarlara ölüm ilanları yapıştırılmıştı; çoğu da genç kadın, ço­

cuk ve erkeklerindi.

Hıristiyan ve Müslüman mahallelerinin bir yokuşun iki yanın­

dan yükselişini izledim.

Bütün yapılar parçalanmış, kat aralarından fırlamış demir ça­

paklarıyla, barut yanığıyla kararmıştı. Evlerini terk etmemiş bir iki sivil, arkalarından koşan sahipsiz köpeklere bir an bakıp yürüyor­

lardı. Boşnakların söylediği gibi 'Çarşiya'nın yıkık dükkanları,

düş-97

müş kapıları, tezgahları, ateşle kavrulup bükülmüştü. Bir pencere­

deki saksıda çiçekler yanmıştı.

Savaşın ilk aylarında dünya haber ajanslarının yaydığı görün­

tülerde sık sık, narin bir minarenin tam ortasından aldığı bomba yarasının açtığı oyuk gösteriliyordu. O minarenin yükseldiği cami­

nin yanından geçtim,

Mostar'ın

evlerine doğru yürüdüm. İnsana baktığında mutluluk veren o saygılı yapıların tümü bombalanmış, yakılmış, deşilmişti ...

Yarısı çökmüş bir evin üst katından bakan iki yaşlı, bezgin adam bana bakarak işaret ediyorlardı,

" Gel"

diye.

Ve bana böylece uzak menzilli silahlarla, bazukalarla, havan toplarının, bombaların açtığı yıkıntı ve oyukların farkını öğrettiler.

Çocuklarla kadınları yolladıklarını, orada ayrılmadan bekleyecek­

lerini de anlatabildiler.

O ev, çoktan ev olmaktan çıkmıştı. Tabanın bir yanında duru­

yordunuz, öteki bölümü alt kata göçmüş ... Pencereleri kapı gibi kullanılıyordu.

Mostar 'da

beklemelerinin anlamını kavramak için herhalde orada yaşamak gerekiyordu.

Onlardan vedalaşıp ayrıldım.

Bu yapılan kıyıını dünyanın bilincinde hep canlı tutmanın yol­

larını bulmalıyız.

İnsanın toplumsal varoluşu içinde, onu en değerli kılabilecek aklıyla birlikte vicdanı değil midir? Tüm bu acıların, cinayetierin en yakın örneklerini İkinci Dünya Savaşını gören ve bilenlerin, ya­

şayan pek çok tanığı var hala dünyamızda. Ben Rumeli'de olanları anlatırken hangi sözcüğü bulmalıyım ki insanları irkiltip vicdanla­

rını ve akıllarını harekete geçirebileyim, evet evet hangi sözcüğü ...

Kana bunca alışmış bu dünyalıları kim kıpırdatabilir yerlerin­

den, kim kim?

Bir kentin, insanlarının, amansız katilleri bunca intikam duy­

gusunu 600 yıl nasıl kuşaktan kuşağa iletmiş olabilir?

Bir Hırvat yazar, "

Katillik Sırpların genlerinde midir? "

diye sorar­

ken, belki de kendi ulusunun aynı genleri taşıyan faşist,

' Ustaşa'

çe­

tecilerini unutuyor olmalıydı.

Kent estetiğinin çağımız için en iyi örneklerini oluşturan bu yerler, tüm dünya tarafından dikkate alınıp yeniden onarılmalıdır.

Bunlar canlandırılarak, geçmişin önemli bir kültür mirası hiç ol­

mazsa bir bölümüyle yeniden insanlığa kazandırılabilir. Çünkü Sırp eşkıyalarının yaptığı öyle bir zaman kıyıını var ki, artık dünya

98

tarihine bir daha geri döndürülemez.

Şarkiyyat Enstitiisünü

imha ederek, 200 bin belgeyi de yok etmişlerdir.

Vakıf kayıtları, tapıı-ka­

dastro üniteleri, nüfus kayıtları

da bu tümüyle yok edilenler arasın­

dadır. Onlar durmadan bilinçli olarak tarihin belleğini silmektedir­

ler ...

Ünlü Sırp yazar İvo Andriç,

'Drina Köprüsü'

adlı romanında Osmanlı yapılarına, köprülerine duyduğu hayranlığı anlatırken yi­

ne de, Osmanlı yönetimindeki Sırpların da

'hep o günü '

beklediği­

nin altını çizer.

Sırpların bugün yaptığı etnik temizlikteki söz konusu olan halk, üstelik yeniden tekrarlıyorum Osmanlıyla birlikte Saraybos­

na'ya gelmemiştir; oranın yerleşik halkıdır.

Spilt'e dönüyoruz.

Hiç keyfim yok.

Bir ara lokantaya giriyoruz.

Bir delikanlı, elindeki gazeteyi sallayarak,

'Slobodna Dalmacıja'

diye dalıyor kapıdan. Herkes fırlayıp

'Slobodna Dalmacıja'a

satın alı­

yor. Bu da Saraybosna'da yayınlanan

'Oslobodenje'

gibi anti-faşist bir dayanışma gazetesi.

Otel Marian'a geç saatte giriyoruz.

Verdiğim sözü tutarak Mısırlı Doktor Abdullah'a telefon edip not bırakıyorum ...

"Mostar 'ı görmek kararı zor, ama doğruydu. Çok sarsıcıydı savaşı görmek. Fakat size yine de her şey için teşekkür ederim."

Sabah gün doğarken Doktor Abdullah beni telefonla arıyor.

"Sağ salim döndüğünüz için vicdanım rahattır şimdi,"

diyor.

Vicdan sözcüğü günümüzdeki konuşmalarda, artık ne kadar az geçiyor.

Assuanlı doktoru hep iyilikle anacağım.

Assuan da masal güzeli bir kentti.

Benim güzel kentlerimin en başına, şimdi tarihin cellatlar tara­

fından bir anı ya dönüştürülen Mostar'ı da katıyorum.

99