• Sonuç bulunamadı

ce, bu defa da Selanik Üniversitesi Tarih Bölümünde okurken görüyo

ruz onu. 1 977'de de

Gerçek

gazetesini çıkartmaya başlıyor Gümülcine'de.

- Gerçekleri yazıyorsunuz demek, çok güç bir iştir doğrusu.

- Gazetenin adına layık olmaya çalışıyorum. Size kısaca Batı Trakya Türk toplumunun azınlık olduğu günden bugüne kadar, tarihteki Türk milletine kin, intikam hisleriyle dolu Balkan ülkele­

rinden biri olan Yunanistan içindeki yaşama şartlarını anlatacağım.

1911 Balkan Savaşında yenik düştük. Savaş sonrasında 1923 Lozan Antiaşması imzalanırken, Batı Trakya'da, Meriç ile Karasu arasın­

daki ekili toprakların yüzde 85'i o zamanki verilere göre Türk çift­

çisinin elindeymiş. Bunun şu anda tam tersi olmuştur. 70 yıl içeri­

sinde sosyal, ekonomik ve kültürel yapısını toprağa borçlu olan Batı Trakya Türk-Müslüman azınlığın elinden, bu toprağın yüzde 60'ı alınmış, 25'i bırakılmıştır.

- Nasıl olmuş bu topraklara el koyma meselesi?

- Ana hatlarıyla şöyle: Büyük kamulaştırmalarla ... Sanayi bölgesi mi yapacaklar, tasarılar hep, Türklerin ekili arazisine tesa­

düf ediyor, projelerin yüzde 90'ı. Yunanlılar 35.000 dönüm üzerine Batı Trakya'da üniversite kuracaklarmış. Ben çok üniversiteden mezun olduğum için bu fani dünyanın hiçbir yerinde 35.000 dö­

nüm arazi üzerinde bir üniversite tanımıyorum, duymadım da ...

Varsa söylesinler. 1 .5 milyara yaklaşan nüfusuyla dünyanın en ka­

labalık Çin'inde dahi, 35.000 dönüm arazi üzerinde bir üniversite kurulduğunu duymadım. 1 976'da kamulaştırılan arazide, 1993'te 25-30 dönüm üzerinde bazı inşaatlar yapılmıştır. Gümülcine'nin kuzey bölgesinde 1976 yılında askeri amaçla 5.000 dönüm arazi al­

dılar, havaalanı yapacaklarmış. Yıllardır herhangi bir şey de yapıl­

madı. Bir talimgah kurdular, nişan atıp duruyorlar. İkinci kamu­

laştırma nedenimizse, Osmanlı senetlerini tanımıyorlar. Bunlar meradır diye iddia ettiler. Devlet de meralara sahip çıkacak elbet.

1 6 1

Son günlerde de açıkhava hapisanesi yapacağız buralara, dediler.

Biz buna şiddetle karşı çıktık. Mahkemeye başvurduk Şu anda başvurumuz devletin en yüksek mahkemelerindedir. Yarım ağızia yapmayız falan diyorlar, ama inanmayın, mahkeme bu kararı boz­

madıkça, ne yapacakları belli olmaz. Bir de dağ köylerimizdeki soydaşlarımızın Türk aslından olmadıklarını iddia ederek asimile etmek istiyorlar. Çünkü Yunanlılar rahatlarına çok düşkündür. Gi­

dip o dağlık, şartların zor olduğu bölgede yaşamak istemezler.

Dağ köylülerini orada tutmak, ama kendi kalıpları içine sokmak arzusundalar. Üstelik ülkemiz Yunanistan, 1 981 'den başlayarak Avrupa Birliğinin bir üyesidir. 1990'dan beri de Avrupalılarla daha çok kaynaştılar. İlk zamanlar topluluğun adı Avrupa Ekonomik Pazarıydı. Şimdi ise Avrupa Topluluğu denmeye başlandı. Bugün aralarında pasaport, sınır kontrolü falan kalktı. Bir nüfus cüzda­

nıyla insanlar AET'ye dahil edilseler, 12 ülkenin hepsinde serbestçe dolaşırlar, iş de yapabilirler. Oysa biz ha.la bu hakkı kullanamıyo­

ruz. Dağ köylerine gitmek için bile resmi izin kağıdı almak zorun­

dayız.

- Bu duruma olağanüstü bölge yönetimi diyebilir misiniz?

- Sizi geldiğinizden beri sivil polisler açıkça takip etmiyor mu? Yunanlılar adını böyle koymadılar, ama uygulama ortada de­

ğil mi?

- Evet. Dün konsolosluk binasını aramakla vakit kaybetme­

mek için onlara sorduk, arabayla önümüze geçerek sivil polisler yolu gösterdiler.

- Bunu hep yaparlar.

Helsinki İnsan Hakları İzleme Komitesinin 20 Nisan 1992'deki İkinci Yunanistan raporunda,

" Ekim ayında komitemiz görevli olarak Kornotını (Giimülcine), Xantı (İskeçe) bölgelerinde bulundukları sürece polis tarafından sivil bir arabay la takip edilmişlerdir,"

diye açıklar.

- Sizin milletvekilliğiniz de bu olanlara bakarsak açıkça çeliş­

ki ortada Yunan Parlamentosundaki Demokrasi gösterisinde siyasi hayatınız nasıl geçti?

- Benim 4-5 ay milletvekilliğim oldu. Fakat çok olaylı bir dö­

nemle başladı bu. Gümülcine'deki seçim sandıklarını askeriye çe­

virdi. Gece ikilere kadar oy atmak isteyen insanlarımızı bekleten askerler onları engellediler. Oy çalmalardan sonra bile 26.000 reyle ben milletvekili seçildim. O dönem parlamentodaki durum da ger­

gindi.

Yeni Demokrasi Partisinin

149 sandalyesi var. Pasok da solla ittifak yaparak milletvekilierini seçtirdiler. Sol ittifakla Pasok, bu

1 62

sosyalist partiler bu dayanışmayla bile parlamentoda ancak 150 sandalyeyi tamamlıyorlardı. Söyledim ya

Yeni Demokrasi

ise 149'da. Ben anahtar durumundaydım. 1 oyumla parlamentoda dengeyi değiştiriyordum. O zaman

Serçotakis

Cumhurbaşkanıydı.

Papazlar özellikle başta olmak üzere bütün kuruluşlar Cumhur­

başkanına mektuplar, telgraf çektiler. Bizim

Gümiilcine Metropolili Damaskinos'un

başkanlığındaki, bütün dini teşkilatlarıyla. Günlerce matem çanları çaldılar, yürüyüşler yaptılar, bildiriler dağıttılar.

İmzalar toplayarak Cumhurbaşkanına "Ne yap yap, Özal'ın temsil­

cisi bu Türk milletvekiliyle parlamentoda hükümet kurulmasına müsaade etme," diye başvurdular. Biliyorsunuz hükümet kurma görevi, en çok milletvekili çıkarmış partiye verilir. Bu da

Mit­

çotakis'e

verildi.

Mitçotakis

de Cumhurbaşkanına,

"Ancak Türk mil­

letvekilinin oyuyla kurabiliriz hükümeti,"

dedi.

"Ben böyle kurulması ta­

raftarı değilim. Ne yapmalıyız?"

Yeni Demokrasiye geçersem oyları 151 oluyor. Her şeyden evvel Yunanistan'ın kötülüğünü isteyen bi­

ri değiliz biz.

"Benim katılımımZa hükümet kurulacaksa, kuru/sun, "

de­

dim. Türk değil de Yunanlı olsaydım, o siyasi koşullarda ya dışiş­

leri bakanı, ya başbakan olmam gerekiyordu. Yeni Demokrasideki­

ler ister istemez sonunda bana yanaştı,

"Gel bizimle ol,"

dediler. Ar­

dından Sol İttifak, komünistler yaklaştı.

"Sen bizim partiye gel,"

de­

diler.

':Ama bir şartımız var, kendine Türk demeyeceksin . "

Bakın bütün bu konuşmalarda ben yalnız değildim. Tanıklar var. Sadık'la iki avukat arkadaşın yazıhanesinde oluyordu, bu siyasi konuşmalar.

Onlara dedim ki,

"Ben size, Meclise bir teklif götüreyim. Başkanmız Florakis 'le yapacağımız görüşmeden sonra, o basma nasıl isterse öyle açıklama yapsın. Fakat beni de konuşmalarımda serbest bıraksm." "Ol­

maz,"

dediler.

"Florakis 'in dediğini demelisin." " Florakis benim dediğimi dese olmuyor mu?"

Sıra Pasok'a geldi beni aramaları için.

Orada da Sol İttifakın desteğiyle çıkan bağımsız bir milletveki­

li vardı, şimdi adını hatırlayamıyorum. O telefon edip,

"Sayın Ro­

dop/u dedi, lütfen Atina 'ya gelin, görüşe/im. Görüyorsunuz hükümet kurma işi sonuçta ikimize kaldı. Beni dinliyor musunuz?"

Artık bu aca­

yip kargaşaya, saçmalamaya ben de şaşırıp kalmıştım.

"Duyuyo­

rum,"

dedim.

"Bakın bana Türk denilmiş, Müslüman denilmiş, şu anda konu bu değil. Siz de benim gibi parlamentonun bir üyesisiniz, çözüm bulmaya çalışalım."

Atina'ya gittim. Yardımcı olmaya çalıştım. Ka­

muoyu da gittikçe parlamentoya baskısını artırıyordu, beni isteme­

diklerini belirterek. Sonuçta benim Türklüğüm sayesinde, partiler

1 6 3

birleşip hükümeti kurdular. Benim oyumla koalisyon olmayacaktı, ama ne yapalım artık koalisyon yapalım bari dediler. Sayın Profe­

sör

Zoğotas'ı

başbakan yaptılar.

Mitçotakis, Papandreıt, Flm·akis

ortak hükümet oldular. Bu elbette bir seçim hükümeti oldu, hemen de seçime gittiler. Kasım ayında yapılan seçimlerin ardından, nisan ayının 8'inde ikinci seçimi ilan ettiler. Tarihin cilvesine bakın ki, cumhurbaşkanı seçimleri de yapılacak. Yine hiçbir parti çoğunluk­

ta değil. Yine ihtilaflar başladı. Serçotakis aday,

Karammılis

aday ...

Yeni Demokrasi Karamanlis'i

destekliyor.

Pasok,

sosyalistler, komü­

nistler

Serçotakis 'i

. . . O an yönetirnde olan Cumhurbaşkanını yani.

Ben de ona oy kullandım, ve benim oyumla 151 oldu oylar. 151 oy da yetmiyor, çünkü baraj var. Üçte iki çoğunluk gerek. Neyse o za­

manın Cumhurbaşkanı

Serçotakis,

Meclis Başkanı

Çaldar'a

telgraf çekiyor, mektup gönderiyor. "Sayın Meclis Başkanı ... Bu devletin resmi Cumhurbaşkanı benim. Çünkü unutmayın, Türk milletveki­

linin vermiş olduğu oyla 1 51 çoğunluk sağlanmıştır." Anlıyor mu­

sunuz, bu belgeler Yunan Parlamentosunda şimdi. İsteyen gidip görebilir, araştırabilir.

- Meclisteki ilişkileriniz, bu anlattıklarınızdan sonra daha da ilginç olmuştur, değil mi?

- Evet. Yunan Meclisinin tarihinde ilk defa,

'Batı Trakya Türk azınlığı '

adına diyen milletvekili benim. bu büyük onur benim kıs­

metim oldu. Zabıtlara da geçti. Bu bence çok daha önemli. Ben ko­

nuşmamı yaparken eski Yunan başbakanlarından yanımda oturan­

lar vardı. Onlardan tepki gelmesini bekledim,

'Tiirk'

kelimesi nere­

den çıktı diye. Böyle bir şey olmadı. Kelimelerimi sert kullanma­

dım. Ahenk içerisinde,

Türk-Miisliiman

azınlığının eğitim sorunlrı, nedir, ne değildir diye dört defa Türk-Müslamın azınlığı' cümlesi­

ni kullandım. 1988'de Türk adıyla açılan derneklerin kapatılmasıy­

la ilgili mahkeme kararında herkes ayaklandı. Avukat Mehmet Müftüoğlu, Ahmet Faikoğlu, -biri Pasok'tan, biri Yeni Demokrasi­

den milletvekiliydiler- gelip

"Biitiin kuruluşlar yiiriiyüş yapacak, bu işin öncüliiğünii sen yapmalısm. Aklı başmda hareketler lazını şimdi.

Beklenmedik olaylar, taşkmlıklar çıkabilir, sen bu işi yönet, "

dediler. Bu­

nu da onurla kabul ettim.

- Yunan parlamenterlerinin Türk azınlığına yaklaşımı görü­

lüyor ki Şovence. Bu anlayış için ne diyorsunuz?

- Ben yapım itibariyle Şoven değilim. Şimdi öyle bir dünya­

dayız ki, hayale, heyecana kapılıp siyaset yapılmaz. Her şeyden önce evrensel insanlık değerlerine sahip olmak gerek. Dünyanın

1 64

nüfusu beş milyarı geçiyor. Bir vapurda, bir trende, bir uçakta, 20 ulustan, 20 dinden insanla karşılaşmanız mümkündür. Gelin gö­

rün ki, burada bir Yunanlıya siz, nesiniz dediğinizde, o

"Yunanlı­

yım,"

diyor ki bu normaldir. O zaman bana da sen nesin denildi­

ğinde, ben de

"Türkiim,"

diyebilmeliyim. Fanatik düşünceler insanı geriletir. Ben hiç kimseye, hiçbir zaman faşistçe duygular besleme­

dİm, öyle de davranmadım. Bununla da çok onur d uyarım.

Helsinki Watch'ın 20 Nisan 1992 İkinci Rapor Göç Konusu De­

ğerlendirmesine yeniden bakalım:

" ... Yunan hükümetinin taraf oldu­