• Sonuç bulunamadı

3. KENTLEŞME VE ÇAĞDAŞ KÜRESEL İLİŞKİLER İÇERİSİNDE

3.1 Kentleşme

3.1.1 Geleneksel kent anlayışı ve dönüşümü

İlk yerleşim mekânlarından günümüze kadar kentler, zamanın koşulları ve düşünce anlayışı ile şekillenmişlerdir. İnsanlık tarihi içinde yaşanan her dönüşüm kenti ve onun fiziksel mekânını da belirlemiştir. İnsanların avcılık, toplayıcılık ve tarımsal faaliyetlerle yerleşik hayata geçtiği Mezopotamya, Antik Yunan ve Anadolu kentleri, uygarlık tarihinin ve kentleşmenin başlangıcı olarak kabul edilir. Yüzyıllar içinde ticari ilişkiler, keşifler, savaşlar ve işgaller yeni kent ve yerleşim alanlarını ortaya çıkarmıştır (Torunoğlu, 2005).

Zamanla değişen ekonomik ve toplumsal yapının etkisi ile tarımsal yerleşmelerden, ticaretin belirleyici olduğu kentlere doğru bir dönüşüm yaşanmış ve mevcut ekonomik yapılanma kentlerin toplumsal ve fiziksel yapısını belirlemiştir.

Harvey’e (1993) göre kent, belirli bir teknoloji kullanılarak inşa edilmiş ve belirli bir üretim tarzı bağlamında yapılandırılmıştır. Bu anlamda dinin önemli bir rol oynadığı erken ortaçağ kentleri önemli bir dönüşüme sahne olmuştur (Keles, 1990). Harvey’in (1993) “tüccar kapitalizmi” olarak isimlendirdiği sistem ortaçağ kentlerinde ortaya çıkmıştır. Marx’a göre, “Ortaçağ, tarihin yeri olarak kır ile başlar ve daha sonraki gelişimi kent ve kır karşıtlığı ile sürer.” Feodal ekonominin egemen olduğu ortaçağ Avrupa kentleri; yerel, içine kapalı ve kırsal alana dayalı bir karakter sergiler. Ortaçağ kentleri, tüccar faaliyetlerinin denetlenebileceği ve düzenlenebileceği “feodal denizde feodal olmayan adalar” (Poston, 1952) olarak tanımlanmaktadır. Ortaçağın sonlarına doğru bazı kapitalist örgütlenme biçimleri sanayi üretiminde kullanılmaya başlanmıştır. Kent yapısı da zamanın karakteristik özelliklerini yansıtacak şekilde inşa olmuştur. Erken ortaçağ döneminde kale, dinsel kurum ve pazar yeri üçlüsü görülürken, tüccar faaliyetlerinin egemen olmaya başladığı büyük kentler, konut ve faaliyet ayrışması gösterecek şekilde gelişmiştir (Harvey, 1993). Burjuvazinin tarih sahnesine çıkması ve kent ortamında ticari faaliyetin belirleyici olması ortaçağ kentlerinin karakterini belirlemiştir (Torunoğlu, 2005).

3.1.2 Sanayi devrimi ve sonrasında kentleşme

Üretimin toprağa bağımlı olduğu, belirli malların belirli yerlerde üretildiği ve coğrafi konumlarına göre belirli malların üretiminde uzmanlaşan sanayi öncesi kentleri, bilim ve teknolojideki gelişmeler, aydınlanma sürecinin yansımaları ve özelliklede sanayi devrimi ile çok önemli bir dönüşüm geçirmişlerdir. Küreselleşme olgusunun açıklandığı bölümde de değinildiği gibi, sanayi devrimi ile başlayan çok hızlı makineleşme, planlanmış işgücü ile daha fazla üretimi hedef alan yeni bir üretim anlayışını getirmiştir. Bununla birlikte zihniyet ve davranışlar yeni kapitalist üretim biçimine uygun hale getirilmiş ve geleneksel kent yapısı sarsılmaya başlamıştır (Keleş, 1990).

Kapitalizm tarihsel gelişimi içerisinde üretimin kırsal bölgelerden kentlerde yoğunlaşmasını kolaylaştıran bir ortamın oluşmasını sağlamıştır. Bu durum kentin, daha önceki yüzyıllardan farklı bir şekilde, öne çıkmasına neden olmuştur. 18. ve 19. yüzyıldaki hareketlilik, kent ve kır arasındaki dengeleri değiştirmiş, yeni iş olanakları kentlere büyük insan nüfuslarının göç etmesine neden olmuştur. Bu dönemde teknolojik gelişmelerin sağladığı olanaklarla kentlerde büyük mekânsal düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Eski kent yapısı sanayiye uygun olarak yeniden düzenlenmiştir. Büyük demiryolu ağlarının yapımı insan ve meta hareketini olanaklı hale getirirken, tren garları kentlerin simgeleri yapıları olmuştur. Kentin farklı bölgeleri arasındaki iletişimi sağlayacak büyük bulvarların açılması ve göç hareketinin sonucu olarak artan konut ihtiyacının karşılanması amacıyla büyük konut alanları kentlerin görünümünü radikal bir biçimde değiştirmiştir (Yırtıcı, 2005). Ulaşım sistemlerinin sağladığı olanaklar 19. yüzyılda kentlerin büyümesine yol açmıştır. Barınma ve çalışma yerleri birbirinden ayrılarak, uydu ve bahçe kentler ortaya çıkmıştır.

19. Yüzyılın sonunda dönemin hâkim düşünce tarzı modernizm, kırdan kente yaşanan yoğun göç, makineleşeme ve hızlı bir sanayileşmenin etkisiyle mimari çevrede oluşan büyük değişimle ilişki içinde kentsel bir olgu olarak varlık bulmuştur (Harvey, 1990). 20. Yüzyılın başında fordist sistemin üretim ve pazarlama anlayışı, mekânı müdahale edilebilir ve homojen bir bütün olarak ele almış, bu anlayış rasyonel planlama ilkeleri çerçevesinde kentsel coğrafyanın işlevsel parçalara ayrılmış bir makine olarak ele alınmasına neden olmuştur (Yırtıcı, 2005). Kentte yaşanan örgütlenme ve yoksullaşma gibi problemlere yanıt aramak üzere modernistler insan yaşamını çevreleyen yapılı çevrenin nasıl olması gerektiğini araştırmışlardır. Bu dönemde modernist mimarlar süslemeden ve romantizmden

uzak, geleneksel ve yerel özelliklere karşı evrensel bir bakış açısıyla tüm geleceğin kentlerini yaratmaya koyulmuşlardır (Harvey, 1990).

İkinci Dünya Savaşı’nın sonrasında, savaş sırasında aşırı derecede rasyonalize olmuş bir dizi sanayi dalı (otomobil, gemi yapımı, çelik vb.) büyük gelişme göstermiş ve kurulduğu yerlerde yüksek düzeyde işgücü gereksinimi doğurmuştur. Bu sanayilerle birlikte montaj ve yan sanayi sektörel bir gelişmeye kaynak olmasının yanı sıra gelişmenin kent merkezinden çevre yerleşimlere yayılmasına neden olmuştur ve kentler desantralizasyona uğramıştır. Ulusal, bölgesel yani mekânsal kalkınmanın araçları bu sanayilerin yer seçimine bağlı hale gelmiştir. Sanayi kentsel gelişimin anahtarı olurken, artan otomobilleşme ve gelişen ulaşım olanakları ekonomik faaliyetlerin kent içinde daha da dağılmasına ve kentsel ölçeğin büyümesine neden olmuştur. Kentleşme, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya genelinde hızlı bir şekilde yayılan bir süreç haline gelmiştir (Kaygalak ve Işık, 2007). Bu dönemde kente ve planlamaya bakış açısı da değişmiş ve Garnier’ın 1903 Doğrusal Sanayi Kenti, Camillo Sitte ve Otto Wagner’ın düzenlemeleri, Le Corbusier “Yarının Kenti” ve 1924 Paris için Plan Voisin önerisi, Frank Lloyd Wright 1935 Broadacre projesi 1970’lerde yerini faklı bir bakış açısına bırakmıştır (Harvey, 1990). Harvey (1990), 20. yüzyılın ikinci yarısında postmodernist bir bakış açısının kente ve kentsel planlamaya getirdiği farklı yaklaşımı, Jonathan Raban’ın 1970’de yazdığı “Soft City” kitabı üzerinden açıklamıştır. Raban, rasyonel planlamanın, kenti ekonomik determinizmin kurallarına göre katmanlaştıran tezi reddetmiş ve kenti bir “ansiklopedi” ya da “üslupların pazaryeri” olarak tanımlamıştır. Yüzyılın özellikle ikinci yarısında bireysel kimliklerin geliştirilmesine verilen önem, kente bakışı da etkilemiş ve kentin meslek ve sınıf ayrımlarına göre katı biçimde katmanlaşmasını öngören bakış açısı yerini toplumsal ayrımların sahip olunan nesneler ve görünümler tarafından belirlendiği bireycilik ve girişimcilik ortamına bırakmıştır. Çiçekoğlu’na (2003) göre;

“…gösteri, o güne dek görülmemiş şekilde kutsanıyordu. Referanslarını Las Vegas’tan ve Disneyland’dan alan, Robert Venturi gibi mimarların savunduğu (Las Vegas’tan Öğrenmek), Charles Jencks gibi eleştirmenlerin kuramlaştırdığı (Post- Modern Mimarlığın Dili) ve mimarlıkta post-modernizm diye bilinen jargonu inşa eden yeni estetiğin en parlak devirleriydi.”

Modernist bakış açısının uygulamaları yerini tarihin farklı zamanlarından alınmış üsluplara, süslenmiş yüksek bloklara, sipariş üzerine yapılmış konutlara bırakmıştır. “Kentsel yeniden canlandırma” fikri “kentsel yenileme”nin yerini alırken, işlevlerine

göre parçalamış kentsel planlamanın yerini, farklılaşmış mekânların birleşimi, “çoğulcu” ve “organik” olan “kolaj kent” almıştır (Harvey, 1990).

Yüzyılın sonunda uydu iletişim sistemlerinin devreye girmesi ve iletişimin hızının artmasıyla, zamanın mesafeden bağımsız hale gelmesi ve neo-liberal devlet fikrinin ortaya çıkması ile ekonomik olarak ulusal yönetimin gücünün zayıflaması gibi küreselleşme olgusunu destekleyen çok önemli gelişmeler olmuş ve bunlar kentleşme süreçlerinin dünya genelinde yayılmasına, hızlanmasına, az gelişmiş ülke kentlerinin öne çıkmasına ve en önemlisi kentlerin eskisinden çok daha önemli hale gelmesine neden olmuştur.

3.2 Küreselleşen Ekonomik İlişkiler Bağlamında Kentin Değişen Anlamı