• Sonuç bulunamadı

Kültürel ve toplumsal dinamikler: modernizm ve postmodernizm

2. KÜRESEL İLİŞKİLER

2.3 Küreselleşmenin Dinamikleri

2.3.2 Kültürel ve toplumsal dinamikler: modernizm ve postmodernizm

19. ve 20. yüzyılda ki gelişmeler daha önce de belirtildiği gibi, kendisini daha önceki toplumsal yapılardan ayıran yeni bir yapılanma meydana getirmiş ve bu yapılanmada “modernlik” kavramı belirleyici olmuştur. Modernizm ise bu sürecin sonucu olarak gelişmiştir. Harvey (1990) modernizmi şöyle açıklamıştır;

“20. yüzyılda genellikle pozitivist, teknoloji merkezli ve rasyonalist eğilimli olarak algılanan modernizm, doğrusal gelişmeye ve mutlak doğrulara inançla, toplumsal düzenin rasyonel bir biçimde planlanmasıyla ve bilgi üretimin standartlaşmasıyla özdeşleştirilir.”

Aydınlanma Dönemi ile özdeş sayılabilecek modernlik, aklı kabul edip, “üst anlatılar”, “teleoloji”, “metaanlatı” olarak da bilinen evrensel doğrular yaratmış ve yerel farklılıkları evrensel ussallığa karşı ve ilerlemenin karşısında bir engel olarak görmüştür. Bu nedenle, standartlaşmış üretim ve bilgi sistemi modernizmin her yere uygulanabilen standart doğrularını oluşturmuştur. Modernliğin siyasi şeklini ise, doğası gereği kendi içinde farklılıkları reddeden ulus-devletlerdir (Harvey, 1990). Dirlik’e (2005) göre, II. Dünya Savaşı’ndan sonra hem burjuva hem marksist sosyal bilimde, modernleşmeci bir anlayışla yerelin reddedilmesi baskın çıkmıştır. Harvey’e (1990) göre, modernizmde evrensel doğruların tüm dünyaya yayılması esastır. Bu durum tüm yerel özelliklerin önemsiz hale gelmesine neden olan, Batı kültürünün egemen olduğu tek yönlü bir aktarımdır.

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında ise kapitalizmin ekonomik ve politik hâkimiyeti altındaki bir toplumda modernizm geç modernizme evirilmiş ve “evrensel” ya da “yüksek” modernist sanat, mimarlık, edebiyat, sistemin sanatı ve pratiği haline gelmiştir. Aynı dönemde modernizm iktidar merkezleri ile çok daha yakın bir ilişki sergilerken, özellikle 1960 ve 1970’li yıllarda modernist düşüncenin bugüne kadar görmezden geldiği haklar ve gruplar, karşı kültür hareketlerine ve modernizm karşıtı akımlar yaratmaya başlamıştır (Harvey, 1990).

Dirlik (2005), bu gruplardan postmodernizme devingenlik kazandıran gruplar olarak söz eder ve modernizmin sorgulanmasına sebep olan birkaç gelişmeyi ise şu şekilde özetler;

• 1960’larda Afro - Amerikanlar ve kadınların siyaset sahnesinde belirmiş olması,

• 1970’lerde üçüncü dünyada ortaya çıkan ve Avrupa merkezci kalkınma modellerinin sorgulanmasına sebep olan, kapitalist kalkınma örnekleri (Avrupa merkezci modellere kendi kültür ve normlarından ilham alan kalkınma modelleriyle karşı gelmişlerdir),

• ABD‘deki halk hareketleri kadın, erkek, siyah, yerli halkların kapitalist toplumun esas probleminin sınıf farklılığı ile ilgili olduğu yönündeki sosyal tezleri sorgulanması,

Bu hareketlerle sosyal kategoriler konusunda yapılmakta olan siyasi manipülasyonun farkına varılmış ve bu olaylar kalkınma modellerinin sorgulanmasına neden olmuştur (Dirlik, 2005).

Yüzyılın sonuna yaklaşırken modernizmin standart kalıplarına karşı toplumsal anlamda, çeşitlilik, farklılık ve bireysellik olumlanırken yerel olan da önem kazanmaya başlamıştır. Dünyanın her yerinde özellikle üniversitelerde, sanat kurumlarında ve büyük kentlerde yaşanan 1968 hareketleri, Harvey’in (1990) de belirttiği gibi kozmopolit, ulusüstü ve küresel bir direniş hareketinin maddi ve politik kökeni oluşturmuştur. Bu hareketler Harvey (1990) tarafından, postmodernizime dönüşün kültürel ve politik habercisi olarak yorumlanmıştır.

Bu olaylar kapitalist ekonomik sistemin yok olması anlamına gelmiyor, tersine sermayenin yerel olanı da içine aldığı ve sermayenin dünyanın her yerine yayıldığı yeni bir ekonomik düzene işaret ediyordu. Bu anlamda yerele olan bakış değişmiştir ve artık tüm dünya toplumları, Dirlik’in (2005) küresel kapitalizm olarak adlandırdığı, bu sistem bir parçası haline gelmiştir. Ekonomik faaliyet ulusun altındaki bölgelere yerleşirken, kendine özgü kültür ve toplumsal özelliklerle var olan ulus ve siyasi şekli ulus-devletin çözülmüş ve eski önemini kaybetmiştir. Tam da bu noktada sadece ekonomik anlamda değil kültürel, sosyal ve toplumsal anlamda eski sınırların önemini kaybettiği ve küresel bir etkileşimle yepyeni bir dünya düzeni oluştuğunu söyleyebiliriz.

Dirlik’e (2005) göre, üçüncü dünya küresel kapitalizme dâhil olmuştur. Bu anlamda Çin özellikle ilgi çekicidir. Mao önderliğinde olsun, Mao sonrası yıllarda olsun Çin liderler Üçüncü Dünya ülkesi olduklarını, sosyalist olduklarını iddia etmişler ve kapitalist dünya sistemi ile ilişki kurmayan bir kalkınma stratejisini benimsemişlerdir. Ancak Çin, özellikle doksanların başında kapitalizme açılışından bu yana, küresel sermayenin oyun alanı olarak tanımlanmaktadır. Kıyısal alanlarının Japonya, Kore, Tayvan gibi bölgesel ekonomilerle bağ kurması sonucu ulusal sınırları tartışmalı hale gelmiştir. Çin ekonomisi küreselleşirken, altındaki yörelerin yabancı sermayeyi

çekme çabası, ekonominin istikrarsız gelişimini ve merkez ve yerel arasında ilişkinin değişmesine neden olmuştur. Yaşanan bu dönüşüm Çin’de siyaset ve kültür alanında rekabet yaratmıştır. Bu rekabet, küresel “küreselleşmiş ekonomi ve kültüre dahil oluşuna göre tanımlanan bir toplum”, ulusal “Çinlileri her yerde başkalarından ayıran bir Çinlilik kavramı” ve yerel “yaşadıkları yere göre Çinlileri birbirinden ayıran” kültürler arasında açığa çıkmaktadır (Dirlik, 2005).

Yerelin böyle bir ilgiye tabi olması, ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda önemli bir dönüşümü beraberinde getirmiştir. David Harvey ve Fredric Jameson gibi araştırmacılar postmodernizm ile ‘Geç Kapitalizm’ ya da ‘Küresel Kapitalizm’ gibi adlarla tarif edilen kapitalizmin arasında bir ilişki olduğunu belirtirler. Öyle ki Jameson (1994) postmodernizmi, Geç Kapitalizm’in “kültürel mantığı” olarak temellendirmiştir. Bu tip tezlere göre, küreselleşen dünyanın postmodernist ortamında gelişen iletişim teknikleri yeni olanaklar yaratıyormuş gibi görünse de, aslında kapitalist ekonomik yapının amaçlarına hizmet etmekten öteye geçmemektedir. Marksist analize göre, kültürel üretimi yani üstyapıyı belirleyen ekonomik altyapıdır. Bu anlamda, küreselleşen dünyadaki tüm kültürel üretim, onun küresel (çok uluslu) kapitalizmle olan ilişkisi bağlamında açıklanabilir (Akcan, 2003). Postmodernist bir düşünce tarzının gelişmesi, modernist teleolojinin reddi ile yerelin ön plana çıkması ve dünya ölçeğinde iletişimin artması tüm bunlarla birlikte gelişen teknolojilerinin sağladığı imkânlarla üretimde uluslararası iş bölümünün sağlanması kültürel, sosyal, toplumsal birçok alanda daha önce hayal bile edilemeyecek düzeyde bir hareketlilik yaratmıştır. Bu hareketlilik farklı kültürel yapıları çakıştırmış ve sonuçları sanat ve mimarlık gibi alanlara yansıyan eklektik bir tarz ortaya çıkarmıştır. Lyotard eklektizmi çağdaş kültürün başlangıcı olarak tanımlamıştır; “insan reggae dinler, bir Western seyreder; öğlen yemeğinde Mc Donald’s yer, akşam yerel mutfak çeşitlerinden; Tokyo’da Paris parfümü sürer, Hong Kong’da ‘retro’ giyinir.” (Harvey,1990)

Küreselleşen dünya kimi düşünürlere göre kültürel ve toplumsal olarak yeni olanaklar ve dünya barışı için bir yol olarak görünmektedir. Bazı az gelişmiş toplumları demokratikleştirmesi, “çokkültürlülük”, “farklılık” ve “çeşitlilik” gibi söylemler, kültürel iletişim ve devamında “hibritleşme” olumlanmaktadır.

Kimlerine göre ise, bütün bunlar sermayenin tüm dünya halkları ve kültürlerinin içine sızmasının ve onu araçsallaştırmasıdır. Dahası kültür üreticileri yukarda da değinildiği gibi popüler kültüre hizmet etmekte, farklılık, çeşitlilik, çokkültürlülük gibi

günümüz söylemleri küresel kapitalizme ve postmodernist bir düşünce yapısına katkıda bulunmakta ve gerçekleri görmezden gelmektedir.

Diğer önemli bir konu da; küreselleşmenin yaratığı eşitsizliktir. Küreselleşme ile sermayenin büyük kentlerde yoğunlaşması kır-kent dengesini alt üst ederken, gelir dağılımında eşitsizlik yaratmaktadır. Yıldırım’a (2000) göre, küresel sermayenin örgütlenme şekli yeni bir toplumsal katman oluşturmuştur. Hizmet sektöründe çalışan beyaz yakalı işçiler olarak bilinen bu yeni sınıfın talepleri mekânın belirleyicisi olmuştur. Harvey’in (1990) belirttiği gibi, üstün zevk kıstasları üzerinden edinilmek istenen büyük kârlar, bu yeni orta sınıfın beğenisini oluşturur. Bu beğeni moda olanda, nostaljide, benzeşimde, kitsch’de yoğunlaşır. Bu sınıf Yıldırım’a (2000) göre, hem kültürel nesnelerin üreticisi hem de tüketicisidir. Bunun nedeni kültür üretimi günümüzde promosyonda, ambalajlama da ve ürün tanıtımının başarılı bir gösteriye dönüştürülmesi anlamına gelmektedir. Diğer taraftan hizmet sektörü bir yandan nitelikli işgücü gerektirirken beraberinde niteliksiz işgücü de gerektirmekte bu durum da kent mekânında kendini hissettirmektedir. Kültürel mevcut değerlerini kalkınmacı bir ideolojiyle kullanan kentler ve bu kentlerdeki fiziksel dönüşüm gelecek bölümlerde tartışılacaktır.

Diyebiliriz ki, ulusal ekonomi bir yandan “ulusötesileşirken”, teknolojik gelişmelerin sağladığı olanakla bilginin yayılımı artmış ve ulusal kültürel ve sosyal yapı da küreselleşmiştir. Bir önceki bölümde de değinildiği gibi, bu durum eski dünya ayırımlarını önemsiz hale getirmiş ve daha önce gelişmemiş olarak nitelendirilen toplumların kültürlerine ilgi artmıştır. Daha önce azgelişmiş olan halklar bugün çok önemli roller üstlenmeye başlamışlardır. Uluslararası kurum ve akademiler çevre ülkelerden aydınlarla dolmuştur. Dünya üzerinde her anlamda hareketlilik yaşanmaya başlamıştır ancak bu hareketlilik, bazıları için serbest geçiş imkânı ile çok kolay olurken, bazıları için vize odalarında geçen günlerin sonunda kazanılan bir hak olmuştur.

Kısacası gelişen ulaşım ve iletişim olanakları uzaklık kavramını önemsiz hale getirmiş, kültürel, sosyal ve toplumsal özellikler etkileşime girerek eskisinden farklı yeni içerikler kazanmıştır. Özellikle de 21. yüzyılın kavramı küreselleşme olmuştur.