• Sonuç bulunamadı

Ekonomik ve politik dinamikler: kapitalizmin yayılması konusu ulusötes

2. KÜRESEL İLİŞKİLER

2.3 Küreselleşmenin Dinamikleri

2.3.1 Ekonomik ve politik dinamikler: kapitalizmin yayılması konusu ulusötes

Daha önceki bölümde de değinildiği gibi, küreselleşme tanımlamalarında odak genellikle ekonomi dolayısı ile günümüz üretim sistemi olan kapitalizmdir.

Yıldırım’a (2000) göre, küreselleşme, kapitalizmin politik ve ekonomik dönüşümünün doğurduğu bir olgudur. Kapitalizm küreselleşmenin hızını arttırırken, küreselleşme de kapitalizmi kârını arttırmaya yönelik olarak beslemektedir. Böylece serbest piyasa ekonomisi tüm dünya üzerinde hâkimiyet kurmaktadır. Yıldırım (2000), bu durumun 1980’lerde başlayıp 1990 sonrasında küresel ölçekte finans oligarşisine dönüştüğünü belirtir. Küreselleşme olgusu günümüzde kimi düşünürlere göre, toplumlar arası kültür alışverişinin sağladığı olanakla ortak değerler oluşturulabileceği, çeşitliliğin ve farklılığın artacağı bir gelecek idealidir. Diğer taraftan, yerel olanın ve farklılığın olumlanmasının sadece gerçek mantığın maskelemesi olarak görülen ve bütün değerlerin uluslararası kapitalizmin aracı olduğunu, ayrıca küreselleşmenin de kapitalizmin karını arttırması için araç olduğunu savunan karşıt görüşler sunulmaktadır.

Sassen gibi küreselleşmeyi ekonomi temelli açıklayan düşünürlere (neoliberal kanat) göre ekonomik alışveriş kültürel alışverişe dönüşecek ve dünyadaki tüm gerilimler yerini mutlu bir topluluğa bırakacaktır. Bu olumlu görüşün aksine (Marksist analizin hala geçerli olduğunu savunan) Jameson ise küreselleşmeyi tanımlayan şeyi küresel kapitalizm olarak açıklar. Bu görüşe göre, kültürel farklılık gerçek değildir ve mantığı kapitalizmle ile uyumludur. Bunları bir özgürleşme belirtisi olarak yorumlayanlar arkasındaki gerçek mantığı görmezler (Akcan, 2003).

Küreselleşme olgusu farklı düşünce ve gelecek modelleriyle açıklansa da küreselleşmenin temel dinamiğinin ekonomi olduğu söylenebilir. Yırtıcı (2005) da “küreselleşme” isminin altında yatan düşüncenin, bütün dünyanın tek bir “ekonomik mekân” olarak işler hale gelmesi olduğunu belirtir. Öyle ki artık hiçbir kurum yada coğrafya bu sistemin dışında olduğunu kolay kolay kabul edecek durumda değildir.

Achankeng’e (2003) göre, küreselleşmenin arkasındaki asıl prensip ulusal ekonomin, kültürün ve para biriminin “liberalleşmesi”dir. Günümüzde küreselleşmenin en somut olarak görülen etkileri ulus-devletin şehirdeki rolünün azalmasıdır. Özelleştirme bu öncülün devamında gelişir. Bu süreçte özellikle uluslararası ortaklık rol oynar. Bu ortaklık daha sonra tezin üçüncü bölümünde de değinileceği gibi ulus ve kent yönetiminin güç değiştirmesine neden olur. Kürselleşmenin diğer önemli sembolleri ise yatırım alanları ağının genişlemesi, ticaret ve finansal işlemler, sınır geçişi üyelikleri ve ekonomik gelişme için gerekli sermayeyi sağlaması beklenen Doğrudan Yabancı Yatırım (Foreign Direct Investment (FDI)’dır.

Kapitalizmin “ulusötesileşmesi”nin temelinde yarattığı sonuçları Dirlik (2005) altı başlık altında toplamış ve bunları şöyle açıklamıştır.

Dirlik, ilk olarak “Küresel Kapitalizm” olarak isimlendirdiği günümüz üretim sürecinin temelinde yatan şeyin üretimin “ulusötesileşmesi” olduğunu belirtir. Yeni teknolojiler sermayeye ve üretime devingenlik kazandırmıştır. Esnek üretimle birlikte üretimin yapıldığı yer de sosyal ve siyasi müdahalelerden kaçınılacak şekilde sürekli değişmektedir. Bu esneklikten dolayı küresel kapitalizm diğer pratiklerden ayrılarak yeni bir kapitalizm evresi olarak görülmektedir.

İkincisi, küresel kapitalizmin “merkezsizleşmesi” yani sistemin merkezi olarak düşünülebilecek herhangi bir bölge ya da ulus saptanamamasıdır. Küresel kapitalizm, kentlerin oluşturduğu ve birbirleriyle olan bağın kendi art bölgeleriyle olandan çok daha güçlü olduğu bir sistemdir.

Üçüncüsü, bu ağı bir arada tutan araçlar olarak ulusötesi (küresel) şirketleşmedir. Ulusötesi şirketler ulusal pazarı ele geçirerek ekonomik faaliyeti yönetmektedirler. Dirlik, ulusötesi şirketleşme ve ulusal pazarın üretimde paylarının %70 ve %30 olduğunu aktarır. Böylece ulus-devletin ekonomiyi içeriden denetleme gücü azalmakta ve ekonomik düzen küresel olarak denetlenebilmektedir.

Dördüncü olarak, üretimin ulusötesileşmesi küresel birleşme ile birlikte parçalanmanın da kökenidir. Bölgesel ekonomik örgütlenmeler küresel düzeyde örgütlenmeyi açığa vururken, ulusların altındaki bölgelerin sermayeyi çekebilmek için birbirleri ile yaptıkları rekabet ise parçalanmayı ortaya koymaktadır. Bu rekabet ortamı 4. Bölümde kentler üzerinden ele alınacaktır.

Beşinci sonuç ise, kökleri Avrupa’da olan kapitalizm ilk defa bu köklerden sıyrılmış ve gerçekten küresel bir soyutlulukla ortaya çıkmıştır.

Son olarak, üretimin ulusötesileşmesi ile eski dünya ayrımları da önemini yitirmiştir. Sosyalist devletlerin yok olmasıyla ikinci dünya zaten yok olmuştur. Üçüncü Dünya ve Birinci Dünya arasındaki ayrım da küreselleşme nedeniyle kuşkulu hale gelmiştir. Geçmişte az gelişmiş olan toplumlar bugün dünya ekonomisinde önemli roller üstlenmektedir. Diğer taraftan da ulusötesi şirketler kendi gelişimlerine küreselleşmeyi dâhil etmiş ve eski kültürel dar kafalılık aniden “uluslararasılaştırma”nın gerekliliği ile terk edilmiş ve faaliyetlerini gitgide yerelin dilinde temellendirmişlerdir (Dirlik, 2005).

“Küresel sermaye ideologları bu durumu “Küresel Bölgeselcilik” ya da “Küresel Yerelcilik” olarak tanımlamaktadırlar, tabii bununla birlikte “Küresel Yerelcilik”in yüzde 70 oranında küresel ve yüzde 30 oranında da yerel olduğunu ekleyerek. Ayrıca sermaye radikal şekilde ekolojik bir slogan yakıştırmışlardır, “Küresel düşün, yerel hareket et.” (Dirlik, 2005)

Kısaca denilebilir ki, esnek üretim örgütlenmesi ile üretim ve tüketim ulusal pazarla sınırlı kalmayıp kendine uygun bir pazara ulaşabilir hale gelmiştir. Böylece üretimde ve tüketimde “yer” kavramı önemsiz hale gelmiş, siyasi ve sosyal baskı yaratmayacak üretim yeri seçimi ve malın tüketime gireceği bir bölge belirlemek önem kazanmıştır. Bu durum, ulusal yönetimin eski öneminin azalmasına neden olmuştur. Ekonomik kontrol, ulusal yönetimden “ulusötesişirketlere” ve uluslararası örgütlere (Dünya Bankası (World Bank, WB), Uluslararası Para Fonu (International Money Foundation, IMF), Avrupa Birligi (Europea Union, EU), ve Dünya Ticaret Örgütü (World Trade Organizaiton, WTO) gibi) geçmiştir. Ekonomik gibi görünen bu uluslararası işbirliği, sınırların önemsiz hale gelmesine ve devletin ekonomik, politik ve diğer alanlarda bağımlı duruma geçmesine neden olmuştur. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan neo-liberal devlet fikri ile ekonomik olarak ulusal yönetimin gücü zayıflamış, böylece kentler ve bölgeler önemli hale gelmiştir (Keleş, 1990).

Dirlik’e (2005) göre, sermayenin ihtiyaçlarına “yeterli” yanıt vermeyen halklar ya da yerler kendilerini onun rotasının dışında bulmaktadır. Daha önce az gelişmiş olarak nitelenen toplumlar sermaye ile işbirliği yaparak kalkınmış, sermaye ise halkları içeriden kontrol ederek dolaşımını sağlayabileceği uysal sınıflar yaratmıştır.