• Sonuç bulunamadı

Küresel Rekabet Ortamı – Kentsel Stratejiler ve Mekânsal Dönüşüm

4. ÇAĞDAŞ KÜRESEL İLİŞKİLER İÇERİSİNDE OLUŞAN REKABET

4.1 Küresel Rekabet Ortamı – Kentsel Stratejiler ve Mekânsal Dönüşüm

Günümüzde tüm dünyada örgütlenen ekonomik sistem içinde ekonomik gelişimin katalizörü (Urban Age Conferences, 2007) olarak çok önemli bir konuma gelen kentlerin kentsel kalitelerini arttırmak yeni yatırımları çekebilmeleri ile mümkündür (Sudjic, 2006).

Her ölçekteki kenti etkileyen küresel ekonomik ağı yöneten küresel şirketler, yatırım alanı olarak kentlerin cazibesini artırmış, böylece kentler arasında rekabet ortamı doğmuştur. Küresel ekonominin bir sonucu olan bu rekabeti, Scott (2000), kentler için hem bir tehdit hem de bir fırsat olarak değerlendirmiştir;

“Baskın olarak neoliberal olan dünyada, ulus devletler daha önce sahip oldukları sorumlulukların birçoğundan geri çekilirlerken, ister belirli bölgeler, sektörler, ya da demografik gruplarda olsun, bu bölgeler oldukça katı alternatiflerle yüz yüze gelmişlerdir. Bu demektir ki, ya hiçbir şey yapmamak ve rekabeti yoğunlaştırmak anlamında sonuçlarla yüzleşmek, ya da bölgenin cesaretle karşılamasına imkân verecek ve oyunun meydana çıkan yeni kurallarının avantajını kazandıracak eylem için, yerel kapasiteyi kurmayı denemektir. Bu, yerel rekabete dayalı avantajları ve yığılma ekonomilerini arttırmak için ciddi çabalar içerir.” (Scott, 2000)

Rekabetçiliğin kompleks şekillerine dikkat çeken Jessop ve Sum (2000), küreselleşmeyi yalnızca ekonomik büyümeyi sağlamak için değil extra-ekonomik gelişimi uyandırmak için kent yönetiminin sürdürdüğü sosyal, politik ve ekonomik stratejilerin karışımı olarak görürler (Taşan ve Weesep, 2007). Bu stratejiler;

“eğitim, kamu-özel ortaklık, endüstri-finans ilişkileri, fikri mülkiyet rejimleri, girişimcilik kültürü gibi alanlara hedeflenmiştir. Başka bir deyişle, bir şehir daha fazla rekabetçi olmak için, aktörleri, organizasyonları, karar verme mekânizmaları ile farklı seviyelerde küresel kapital için yarışmak üzere girişimcilik kapasitesine sahip olmalıdır. Amaç küresel kapital akışını elde etmektir ve böylelikle hem ulusal hem de yerel seviyelerde mevcut miktarı artırmaktır.” (Taşan ve Weesep, 2007)

Akpınar (2006), günümüzde yerel yönetimlerin en büyük düşünün “küresel haritada yer edinmek”, “ulus-devletin resmi mekânı başkentin ötesine geçmek” olduğunu belirtir. Yerel yönetimleri bu konuda ön plana çıkaran güç kentsel hükümetten kentsel yönetime geçişten gelir. Bu değişim, kent politikasının yönetimselden daha çok katılımsal bir modele geçişidir. Bu noktada belediye yönetimlerinin görevi, kamu hizmetinden ve yerel sosyal hizmetlerden, ekonomik rekabete özendirmeye kaymıştır (Taşan ve Weesep, 2007). Taşan ve Weesep’e (2007) göre, bu model; “…yerel ve uluslararası yatırımcıların dikkatini çekmek ve özel sektör firmalarını desteklemek için kullanılabilmesi sebebiyle bir yer pazarlama şekli olarak görülebilir.”

Burada, Taşan ve Weesep’e (2007) göre asıl sorulması gereken soru, rekabetçiliğini artırmak için şehirlerin kapsamlı bir strateji izleyip izlemediğidir. Ayrıca, kentler bir firma gibi kendini büyümeye teşvik mi eder? Ya da rekabet avantajını arttırarak kapital akışını yakalamak için bundan menfaat sağlayacak başka gruplar var mıdır? Taşan ve Weesep’e göre, özel sektörden belediyeye kadar, doğrudan ya da dolaysız olarak kentsel yönetimdeki tüm oyuncular kentsel gelişimde rol oynar. Belediye yetkililerinin kentsel gelişim stratejilerinde doğrudan etkisi varken özel sektör bu stratejileri uygulama aşamasında devreye girer ve bireysel projelerde çalışırlar. Organizasyonlar ağda konumlarını daha ileriye taşıdıklarında, kentin rekabet avantajı da artar. Örneğin Londra ve New York gibi birçok ağın parçası olan kentler, ekonominin farklı sektörlerinden organizasyonsal ve kurumsal ilişkiler sayesinde bu ağlara katılırlar. Aynı durumda, gelişmiş kapitalizmin çevresindeki herhangi bir şehir, rekabet avantajını şehrin içinden geçen birçok ağa dâhil olarak ve bu hissedarların dikkatini çekerek rekabet avantajını artırabilir.

20. Yüzyılın son çeyreğinden bu yana hâkim sektör olan üçüncül sektörler ya da hizmet sektörleri olarak bilinen sektörleri kente çekmek rekabet ortamı içerisinde ekonomik canlanmayı sağlamaya yönelik en önemli stratejiler olagelmiştir. Bu yönelim içinde kültür de yatırım kaynağı olarak kullanılmıştır. Bu stratejilerin başlangıç noktası her zaman altyapının ve kentin mekânsal yapısının dönüştürülmesi olmuştur (Baniotopoulou, 2000). Bu anlamda uluslararası ekonominin yeniden yapılanması ile yeniden şekillenen kentsel alanlar, kapitalist ekonominin bir önceki döngüsü tarafından talep edilen şeyle çok az benzerlik gösteren yeni gerekliliklere uygun olarak dönüştürülmüştür (Gomez, 1998). Lash ve Urry, üretim endüstrilerinin egemen olduğu önemli endüstriyel kentlerin çözülme sürecinde bağımlı mekânsal strüktürü ifade etmek için‘mekânsal uygunluk’ (‘spatial fix’) terimini kullanmışlardır (Gomez, 1998).

Geç 1980’ler ve 1990’larda endüstriyel dönemden post-endüstriyel döneme geçişte gerileyen Avrupa kent ekonomileri, krizden kurtulmak için kentsel tasarım modelleri denemişlerdir.

Günümüzde ise yalnızca Avrupa kentleri değil hemen her kent küresel sermaye akışı içinde yatırım çekebilecek yeni çevrelere ve düzenlemelere ihtiyaç duyarlar (Taşan ve Weesep, 2007). Bu düzenlemeler, küresel ekonomik sistemin öncü sektörleri olan gayrimenkul ve finans sektörü ile küreselleşme olgusunun ön plana çıkardığı diğer bir sektör olan kültür endüstrileri ve buna bağlı ikincil sektörlere odaklanmaktadır. Madanipour’e (2007) göre, küreselleşen ekonomi içinde hareketli kaynaklardan fayda elde etmek isteyen yerel yönetimler, kentlerini farklı ve cazip noktalar haline getirmek zorundalar. Bu sayede yerel ekonomi için iş olanakları sağlanabilineceği düşünülmekte, bu sebeple yatırımları, ulusal ve uluslararası şirketleri ve turistleri çekebilmek için rekabet halindedirler. Bu süreçte kamu otoriteleri de rekabet halinde bir şirketin yönetimi gibi kentsel gelişim için kentsel çevreyi geliştirmenin yollarını ararlar ve küresel pazarda bu ürünü tanıtmayı hedef alırlar.

Gospodini’e (2002) göre, küresel ağda güçsüz pozisyondan güçlü duruma geçmek için kentlerin yönetimlerinin görevi, bu süreçte giderek artan ölçüde kentsel koşulları cazibe amaçlı iyileştirmektir ve bu durum yeni bir kentsel politikaya yol açmaktadır. Kentsel büyüme ve gelişim için sermayeyi teşvik etmek, kentin ekonomik yaklaşımını değiştirmek (vergi indirimi, mülk ve ulaşım donanımı), kentin mekânsal yapısını ve altyapısını yatırım sağlayacak şekilde değiştirmek (imaj oluşturmak) “yeni kentsel ekonomi” olarak genellenir. Bu yaklaşımlar arasında kültür endüstrileri en yaygın ve kentlerde yeni ekonominin en açık görünüşüdür.

Yırtıcı’ya (2005) göre, hızla endüstrileşen, servis sektörünün öne çıktığı, yeni iletişim ve bilişim teknolojilerinin geliştiği bir dünyada kapitalizmin kendi içinde yaşadığı dönüşüm kentlerde de köklü bir değişime neden olmuştur. Kentsel kalkınma için sanayiyi merkeze koyan arayışlar yerine özellikle kültür endüstrilerinin hâkim olduğu yeni bir kentleşme anlayışı doğmuştur.

Kısacası uluslararası yatırım tüm dünyaya yayılırken kentler bu yatırımı çekebilecek benzer eğilimler göstermektedir. Yerel yöneticiler tarafından “yatırım dalgasının ihtiyaç duyacağı alt yapıyı hazırlamak” ve “kültüre, sanata ve spor organizasyonlarına yatırım yapmak” (Aksoy, 2009), dünyaca ünlü mimarlarla çalışmak, büyük kentsel dönüşüm projeleri başlatmak, kentin kamusal alanlarına yatırım yapmak yada çok katlı prestij binaları inşa etmek, vb. günümüzün

kentlerinde en önemli eğilimler olmuştur. Bu eğilimlerin hepsi kentlerin yüz yüze kaldığı ekonomik problemleri çözmeyi amaçlamaktadır (Gomez, 1998). Gospodini’ye (2002) göre, küresel çağda kentsel ekonomi ve kentsel tasarım arasındaki ilişki, tarih boyunca kentsel formların kurucusu olarak, tersine dönmüş gibi görünür. Kentsel çevrelerin kalitesi yüzyıllardır şehrin ekonomik gelişmişliğinin sonucu olagelmişken, günümüzde kentsel mekânın kalitesi ekonomik gelişimin ön koşulu olmuştur ve kentsel tasarım ekonomik gelişim anlamında yeni bir rol üstlenmiştir. Bu bağlamda mimarlık, kentsel tasarım ve kent planlama “bilinçli” olarak kullanılan araçlar haline gelirken, özel sektörün yatırımlarını kolaylaştırmak üzere piyasayı devletin düzenleyici sisteminden kurtarma ihtiyacı ve yerel yönetimin güçlendirilmesi, günümüz yönetimlerinin kentsel stratejilerinin en önemli bileşenini oluşturmaktadır.

4.2 Çağdaş Küresel İlişkiler İçerisinde Kentlerin Mekânsal Dönüşümü