• Sonuç bulunamadı

8. ŞİİRLERİNDEKİ DİLİ VE ÜSLÛBU

8.4. Kendini Hesaba Çekmesi

Kıymetsiz cevhere benzer.377

Biberle tuz taze yara, Zehir katar hayata, Yaman hatun yahşi ere, Savulmaz töhmete benzer.378

Ayrıca, kocasına itaat eden kadınların azaldığına vurgu yapan şair, şöyle der:

Rüstem Zâl oldu her yeten ayâllar, Erine yâr olan civan kalmadı.379

“para isteyerek el açtı, haram eyle lakin verme paranı” diye insanları uyarmakta383 değil, bilâkis evvelâ kendi nefsine seslenmektedir:

Mahtumkulu, akıl başımdan uçtu, İkbalim kaçmıştır, devletim göçtü, Pir kadılar para ister, el açtı, Haram eyle, amma verme pulunu.384

İnsanın rûhî ve maddi olmak üzere iki tarihi vardır. Rûhî gelişimine dikey, maddi gelişimine ise yatay tarih denir. Dikey tarih veyahut enfüsî tarih insanın mânevî olarak tekâmülüne işaret etmektedir. Yatay tarih veyahut âfâkî tarih ise onun bu tecrübeyi yaşayacağı doğum ve ölüm arasında verdiği vesikalık fotoğrafı gösterir.385 Mahtumkulu da, dışa dönük/âfâkî bir sorumluluğa geçmeden evvel, içe dönük/enfüsî mesûliyetini üstlenmek istemiştir.386 Türkçedeki, “Salâh olmadan ıslâh, reşâd olmadan irşâd olmaz” sözü de bu mânaya gelip,387 Mahtumkulu’nun çizdiği hayat yolculuğu da, bu perspektife uygun bir şekilde yol kat etmek olmuştur. Ayrıca Mahtumkulu’nun dîn-i mübîn-i İslâm algısının, “Körlerin fil tarifi”388 ne

383 Bkz., Kadriye Işıklı, Mahtumkulu Divanında Sosyal Hayat, Fatih Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 2014, s. 150.

384 Firâkî, Mahtumkulu Dîvânı, s. 389.

385 Dikey/enfüsî ve yatay/âfâkî tarih için bkz., Mahmud Erol Kılıç, Hayatın Satır Araları: Modern Zamanda Kendini Bulmak, 9. Baskı, İstanbul: Sufi Kitap Yay., 2021, s. 15-17.

386 Mahtumkulu’nun, “Görür Gözün İlini” isimli şiirinde, “Ey gönül gel, ben sana öğüt vereyim!” diye başlayan dizesiyle, şiirin siyâk u sibakında kendi iç âlemine olan bir seslenme söz konusu olduğu apaçıktır. Müellif umûmiyet îtibâriyle, âfâkî/hâricî/umûmî ahvâlât denilen dışa dönük meselelere geçmeden evvel, enfüsî/bâtınî/husûsî ahvâl dediğimiz insanın iç âlemi, iç dairesi yani kendi nefsine dönük hâdisata bakan husûsat ile ilgilenmektedir. Bilhassa şair, âhiret sorumluluklarına bakan enfüsiyle ilgili meselelerde tafsîlatlı/derinden derine, çok ayrıntılı bir şekilde alâkadar olmuştur. Biz, Mahtumkulu’nun böyle bir ahlâka sahip olduğunu şiirin devamında, “Uzatma sen her cimriye dilini/Yeri vardır, koru sakla belini/Kârun’a benzetme, tut sen elini” diye gelen mısralarında, kalbinin ürperdiği konularda nefsine öğüt vererek, Hacı Bektaş-ı Veli Hazretlerinin nefs terbiyesiyle ilgili söylediği ve tasavvufta edeb kavramına/kuralına gönderme yaptığı, “Eline, diline, beline sahip olmak”

ilkesine âdeta bir telmihât etmesinde görmekteyiz. Şiirin tamamı için bkz., Firâkî, Mahtumkulu Dîvânı, s. 389.

387 “Önce salâh sonra ıslâh” ile ilgili geniş bilgi için bkz., Yılmaz, “Tasavvufi İrşad Önce Salah, Sonra Islah”, s. 7.

388 Filin nasıl olduğu ve şekli hakkındaki hikaye kısaca şöyledir: Hintliler karanlık bir ahıra bir fil koyup o güne kadar hiç fil görmeyen insanlara onu göstermek istediler. Fili tanımak için o yere birçok insan toplandı. Fakat filin bulunduğu yer o kadar karanlıktı ki hiçbir şey görünmüyordu. Onun için insanlar file elleriyle dokunmaya, ellerini filin orasına burasına sürmeye başladılar. Bunlardan birisi filin hortumunu tutmuştu; dışarıya çıkınca sorduklarında. “Fil kalın bir su borusuna benzer bir hortumdur”

dedi. Başka biri filin kulağına dokunmuştu, o da: “Fil bir yelpazeye benziyor” dedi. Bir başkası filin bacağına dokunmuştu: “Fil bir direğe benziyor” dedi. Filin gövdesine dokunan ise: “Fil bir kaya, taht gibi büyük bir kütleye benziyor” dedi. Böylece herkes filin neresine dokunduysa fili öyle ve ona göre anlattı. Her birinin anlattığı başka başkaydı. Fakat ellerinde bir mum, ışık olsaydı, ayrılık kalmaz herkes

benzemediğini, aksine Kurân-ı Kerîm ve Allah Resûlu (s.a.v.)’in mânevî modeline uygun olduğunu ve o istikamette ilerlediğini görmekteyiz.

Mahtumkulu’nun kendini eleştirdiği şiirlerinden biri de, “Dış Kaldı” redifli şiiridir.

Müellif bu şiirinin tamamında enfüsî/bâtınî yani iç âlemine, kendi nefsine bakan meselelerle ilgilenmektedir. Şair öncelikle, gençliğinin boşa geçtiğini yani hakkıyla Allah Teâlâ’ya kullukta bulunamadığını belirtir. Fakat olayı onun bu şekilde dillendirmesi, Mahtumkulu’nun alçak gönüllü ve tevazu sahibi olduğunu bir daha ön plana çıkarmaktadır ki, bu da Müslümanın olgun niteliklerinden biridir. Ayrıca şair, Hakk Teâlâ’ya yaptığı ibadetleri çoğunlukla dile getirmemektedir. Zîra yapılan ibadetlerde bencilliği ifade eden “Ben”in ön plana çıkacağından dolayı şair, aksine yaptığı ibadetleri az görerek “âhiret için daha fazlasını nasıl yapabilirim?”

düşüncesiyle, nefs muhasebesi içerisinde kendini eleştirmektedir:

Ne zevk u sefȃlar yiğitlik ile, Bahar olup geçti, bizden dış kaldı.

Yaşlılık yetişti bin külfet ile, Mizan geçti, hazan geldi, kış kaldı.

Ömrümü sarfettim hay ile vay’a, Kulluk taât eylemedim Hüdȃ’ya, Eşsiz yiğitliği geçirdim zȃya,

Şimdi ne güç kuvvet, ne bir cȗş kaldı.

Şiirin devamında şair, ibadetlerin, özellikle kulun çok değerli ve üstün makama sahip olabileceği zaman olan yani nefsin kaynadığı ve şehvetlerin oynadığı insanın o bahar ve kazanç çağı olan gençlik yıllarında, yoğun bir şekilde yapılması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Ayrıca Mahtumkulu, insan ihtiyarladıktan sonra dünya zevkleri ve şevkleri azalıp güç, kuvvet ve takatten düştüğü gibi arzulara kavuşmak imkânı ve ümitleri kalmadığı devirde, ah etmekten ve pişmanlıktan yani tövbe etmekten (ölümün

aynı şeyi görür, aynı şeyi anlatırdı. “Duygu gözü ancak avuca, ancak köpüğe benzer. Avuç bütün fili birden elleyemez ki. Denizi gören göz başka, köpüğü gören göz başka. Köpüğü bırak da denizin gözüyle bak sen!” Hikayenin detayı için bkz., Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, (ter. ve şerh Ahmet Avni Konuk), 2. Baskı, İstanbul: Kitabevi Yay., 2006, c. 5, beyit: 1255-1302, s. 335-350.

gelmesiyle çoğu kimselere bu tövbe de, nasip olmamaktadır) başka bir şey kalmadığını bildirmektedir. Şiirin devamında şair, kendini şu şekilde eleştirmeye devam eder:

Mahtumkulu, işim kîl u kal oldu, Şom ayrılık ile aklım lâ’l oldu, Bilmedim, ne sevda nasıl hal oldu, Can tenden ayrıldı, kuru leş kaldı.389

Mahtumkulu’nun öz eleştiri yaptığı diğer bir şiiri de “Şahlık İle” isimli şiiridir. Şair burada, kötü eylemler/günahların diğer işler ile aynı olamayacağına ve dolayısıyla haramî, fitne rüsvâlık yapan kimselerle dostluk kurulmaması gerektiğine dikkat çeker.

Fânîye aldanmaması ve seher vakti390 kalkıp, tenha bir yerde sabah namazını edâ ederek, Allah Teâlâ’yı daha çok zikretmesi gerektiğini nefsine seslenir:

Denk olurmuş sanma sen, işin bed-ef’âllik391 ile, Hiç bir zaman denk olmaz, eşek bedev392 şahlık ile, Kardeş olma bir haramî, fitne rüsvâlık ile,

Başını kavgaya salma mal-ı dünyalık ile, Kalk, seher yâd eyle Hakk‘ı, ağla tenhâlık ile.

“Kötülüğün unutmadın” diye nefs eleştirisi yapan Mahtumkulu, hiç haram yemeden zaman zaman sûfî olduğunu belirtir. Kimi zaman da, ne sipahilik ne de mollalık ile meşgul olmadığını söylemesi ise, nefsine neyin doğru veya neyin yanlış olup olmadığını kısaca nefs mücadelesi yaptığını gösterir. Husûsî ahvâl eleştirisi yapan şair şöyle der:

Sen nasıl, Mahtumkulu, kötülüğün unutmadın,

389 Şiir için bkz., Firâkî, Mahtumkulu Dîvânı, s. 359.

390 Yapılan duaların ve ibadetlerin makbul olduğu özel zaman dilimlerinden biri olan seher vakti, tan yeri ağardıktan yani imsakten sonra başlayan ve güneşin doğmasına kısa bir süre kalmasına kadar süren zamandır. Gecenin son bölümü olan seher vaktini uyanık olarak ihya edenlere ise “seherî”

denilmektedir. Bkz., Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 310; Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri Ve Deyimleri Sözlüğü, s. 423.

391 Bed-efâl: Kötü işler/eylemler, günahlar. Bkz., Мередов, Магтымгулынын Дүшүндиришли Сөзлүги, III бөлүм, с. 1130.

392 Bedev: Özel cins koşu atı. Bkz., Мередов, Магтымгулынын Дүшүндиришли Сөзлүги, I бөлүм, с.

112; Berdimuhamedow, Türkmen Diliniň Düşündirişli Sözlügi, I tom, A-Ž, s 133.

Zaman zaman zalim oldun, gördüğünden dönmedin, Zaman zaman sûfî oldun, hiç haramdan tatmadın, Bilmedim ki, hangisi oldun, belli bir iş tutmadın, Ne sipahilikte oldun, sen ne de mollalık ile.393

Müellifin “Üstâda Belli” isimli şiirinde, iç dairesine/âlemine yönelik yaptığı tenkit söylemi de şöyledir:

Haram yeyip, kanlar döktün ellinde, Gel ne iş bitirdin seksen yaşında, Dönüp yaman yoldan, gez sen kullukta, Cennet deyip yaşa tama’da394 belli.395

Enfusî eleştirisi yapan Mahtumkulu, nefsine neyin hoş geleceğini ya da neyin iyi gelmediğini sınamak için, özüne emir verici ifadeler kullanmaktan da geri kalmamıştır. Bu ise Mahtumkulu’nun, irşâd hizmetinde yaptığı en zirve noktasıdır:

Mahtumkulu, çok sevdalı başın var, Ömrün uzak, yüzü aşan yaşın var, Kendini bil, başkayla ne işin var,

393 Şiir için bkz., Firâkî, Mahtumkulu Dîvânı, s. 705.

394 Kaynak olarak kullandığımız eser Türkiye Türkçesine aktarılarak yapılan çeviri olduğundan dolayı, dikkat ettiğimiz ilk hususlardan birisi çevirinin kalitesi olmuştur. Bu sebeple şiirleri eserimize almadan evvel, kendi eleğimizden eleyip, çalışmamıza dahil etmişizdir. Burada dikkatimizi çeken husus ise,

“tama’” yerine “ateş” kelimesinin yazılmış olmasıdır. Fakat, “bir tane kelime, ne fark eder” diyemeyiz.

Zîrâ tercümedeki bir kelimenin dahi farklı olması demek, özellikle divan şiirlerinde birçok şeyin yanlış algılanmasına yol açması demektir. Örneğin bu kıtada olduğu gibi. Elimizin altında bulunan çevirilere baktığımızda bu kıta, “Cennet deyip yaşa ateşte belli” şeklinde geçmektedir. Bu kıtanın mânasına baktığımızda ise Mahtumkulu, kulluk görevini yerine getirmekte ve cennet deyip yaşamaktadır. Fakat garip olan şu ki, bu yaşam “ateşte belli” gibi bir yanlış algı oluşturmaktadır. Hâlbuki müellifin kast ettiği

“Cenneti tama’ ederek yaşa” yani onu arzulayarak isteyerek yaşa demektedir ki, bu duruma açıklama getirmek istememizin sebeplerinden biri olmuştur. Diğer sebep ise, çeviriyi yapan kolektifin kusurlarını aramak değil, bilâkis “kul olur hata yapar” düşüncesiyle bu konuyu izah etme gereği duymuşuzdur.

Doğru basılı olan kıta kaynağı için bkz., Мередов, Магтымгулынын Дүшүндиришли Сөзлүги, I бөлүм, с. 326; III бөлүм, с. 816; Biray, Mahtumkulu Divanı, s. 533; Aşyrow, Magtymguly Eserler Ýygyndysy, I jilt, s. 484. Hatalı basılı olan kıta kaynakları için bkz., Annagurban Aşırov, Mahtumkulu Bütün Eserleri, (ed. Abdurrahman Güzel ve kolf.), Ankara: Türksoy Yay., 2014, c. I, s. 480;

Mahtumkulu Firâkî, Mahtumkulu Dîvânı, (ed. Abdurrahman Güzel ve kolf.), 1. Baskı, İstanbul:

Akademik Kitaplar Yay., 2014, s. 380.

395 Şiirin tamamı için bkz., Firâkî, Mahtumkulu Dîvânı, s. 380-381.

Haberdar ol, Hak’tan uzak olmayın.396

Bizim bu izah ve değerlendirmelerden anladığımız şudur ki, Mahtumkulu, sadece öz eleştiri yapmak ile kalmamış, bir yandan enfüsî tebliğ ve irşâd faaliyetini de devam ettirmiştir. Nitekim iç âlemi eğitimden geçmiş insan, iç ve dış dengeyi sağlamış, diğergamlık ve fedâkarlık gibi erdemlerine ulaşmış demektir. Böyle bir insanın yüzü nûrânî, sözleri de rabbânîdir. Hem hâliyle, hem de kâliyle etkilidir. Böyle kişiler toplum içinde insanların etrafında kümelendiği sevgi merkezleri gibidir. İşte Mahtumkulu’nun sadece Türkmenler arasında değil, tüm dünyada sevilmesinin ve saygı hürmetle anılmasının sebebi de budur. Dolayısıyla toplumun akışına kapılmayıp, aksine halkı da irşâd etme gayreti içerisinde olmasıyla beraber, dinin emir ve yasaklarını da hassasiyetle koruyan Mahtumkulu Firâkî, can ve gönülden irşâd hizmetinde bulunan “gureba” sûfîlerden biri olmuştur ki, bir bakıma irşâd hizmeti denilen bu sıfatın sâhiplerinin “garibler” olarak adlandırılmaktadır. Ayrıca bazı yörelerde sûfilere “gurebâ” adı verilmektedir. Nitekim “Sizden önceki devirlerde ‘akıl ve fazîlet’ sahibi olanların yeryüzünde ilâhî buyruklara karşı yapılan bozgunculuğa engel olmaları gerekmez miydi? Ancak onlardan bu vazifeyi yaptığı için kurtardığımız kimseler pek azdır”397 âyet-i kerîmesi gereği, toplum içindeki irşâd sorumluluğu taşıyan insanların ihmâlinin hem kendilerini, hem de toplumları helâke götüreceğine işâret etmektedir.398 Bu mukaddes emanete sahip çıkan Mahtumkulu da, irşâd sorumluluğunu ihmâl etmemiş, hatta günümüz modern insanlarının hayatında da, bu mübarek tebliğ hâlâ etkisini göstermektedir.