• Sonuç bulunamadı

etmesidir.803 Kibir ve enâniyetin yok edilip tevazunun sergilendiği, tevazu adına bir terbiye mektebi olan tasavvufun eski geleneğinde pek çok yazarların, eserlerinin sonunda “el-fakîr ilâ Rabbihi’l-kadîr” diye imza bulunurdu. Bunlardan biri de Azizüddin Nesefî’dir .804 Neredeyse bütün bölüm başlarında “Zayıfların en zayıfı, fakirlerin hizmetçisi olan ben” diye başlayan Nesefî’ye göre fakr, yoksulluktan ibaret olup, büyük bir nimettir. Avam dervişliğin nimet olduğunun farkında değildir. Bu yüzden de dervişlikten kaçıp büyük bir mihnet olan zenginliğe kaçmaktadırlar. Aynı zamanda fakirliği seçmiş olan Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de, dünya ve âhirette huzura kavuşmak isteyen ashabına dervişâne bir hayatı tavsiye etmektedir.805 Bununla ilgili Resûl-i Kibriyâ Efendimiz (s.a.v.) “Fakirleri arayın, görüp gözetin, size ancak fakirleriniz sayesinde yardım edilir ve rızık verilir”806 buyurur. Nitekim bir kişi Allah Resûlu (s.a.v.)’in huzuruna gelip O’nu çok sevdiğini dile getirince, “Eğer beni seviyorsan, fakirliğe karşı korunmaya bak; çünkü fakirlik, beni sevenlere karşı tepeden gelen selden daha çabuk gelir” diye buyurmaktadır.807

Tasavvuf perspektifindeki fakirlik kavramı yanlış anlaşılmıştır. Mahtumkulu Firâkî’nin fakr kavramıyla ilgili görüşlerine geçmeden önce, bundan önceki bilgilerle çeliştiği gözüken bu yanlış anlamayı düzeltmek için şunu belirtelim ki, tasavvuf ehli sadece ferdî anlamda bir fakirlikten bahsetmişlerdir. Hiçbir zaman cemiyetin ve devletin fakir olması düşüncesini iddia etmemişlerdir. Ferdî anlamda fakirlikten ise mal yoksunluğu değil, Allah Teâlâ’ya muhtaçlık anlamına gelen bir fakirlik kastedilmiştir. Bunu da ancak tasavvufta ileri bir mertebeye ulaşmış zâtlar gerçekleştirebilir. İslâm dini yoksulluğu hoş görüp methetmez. Çünkü maddî yoksulluk zillettir.808 Tasavvuftaki fakirlik anlayışı dünyayı terk etmek değil, kulun Cenâb-ı Hakk’ın celâl tecellîlerine güç yetiremeyeceğine göz yetirip, Allah’ın lutuf ve ihsanını dilemek, nimeti yiyip hamd ve şükrünü yerine getirmektir. “Nefahâtü’l-Üns”

isimli eserde belirtildiğine göre, ziraatla uğraşan bir kimse daha önce yüz kile/ölçek buğday elde ederken, derviş olduktan sonra çalışmayı ihmâl ederek, elde ettiği ürün

803 Ankaravî, Minhâcu’l-Fukarâ, s. 313.

804 Yılmaz, Geçmişten Günümüze Tasavvuf ve Tarîkatlar, s. 96.

805 Azizüddin Nesefî, Tasavvufta İnsan Meselesi İnsan-ı Kâmil, (ter. Mehmet Kanar), 3. Baskı, İstanbul:

Dergâh Yay., 2015, s. 206-207.

806 Ebû Dâvûd, Cihâd, 70.

807 Tirmizî, Zühd, 36.

808 Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, s. 366, 174 nolu dipnot; Ayrıca bkz., Yıldırım, Kesret Çarşısında Bir Hikmet Dükkânı Köstendilli Süleyman Şeyhî Efendi Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri, s. 280.

miktârını doksan kileye düşürürse, eksik olan on kile için cezâlandırılır. Zîra çiftçilik görevinde gevşeklik göstererek mahlûkâtın kursağından on kile eksiltmiş olur.809

Mutasavvıfların savunduğu dervişâne hayat, bulunca tüketmek veya israf etmek değil, dağıtmasını bilmektir. Batı medeniyetinden dünyaya yayılan israf hastalığı İslâm medeniyetinde yoktur. Çünkü Allah Teâlâ “Ey Âdemoğulları! Her namaz kılacağınızda güzelce giyinin, yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez”810 buyurarak, israftan kaçınmamız emredilir. İsraf sadece nimet ile sınırlı kalmayıp, zamanın da israfı vardır. Günümüz modern dünyasında israfın bin bir çeşidinin en yaygın olduğu yerlerden biri ise işletmelerdir. Bu yüzden iş adamı önce kendi zamanını israf etmemeli sonra da çalışanlarına zamanın kıymetini öğretmeli ve onların da zamanını boşa sarfetmemelidir. Onlara, iki günü bir olan kimsenin zararda olduğunu811 öğretmelidir. Çünkü tarih boyunca zamanını etkin kullanan insanlar ve medeniyetler başarılı olmuşlar ve kalkınmışlardır. Bunu başaramayanlar da geri kalmışlardır. Büyük Osmanlı Devleti’nin yükselmesinin zirveye ulaştığı Kanuni Sultan Süleyman döneminde Türkiye’ye gelen bir yabancı elçi hatırlarında Kanuni zamanında Osmanlı toplumunda hayatın sabah namazından bir saat önce başladığını bildirmektedir. Bu yüzden iş adamımız tutumlu olmalı mütevazı yaşamalı, Yunus Emre gibi yeri ve zamanı geldiğinde başkaları için üretirken “bin lokma ve bin hırka”, kendisi için tüketirken “bir lokma ve bir hırka” ile idare etmelidir.812

Kendisini bir fakir ve aciz olarak ifade eden Mahtumkulu, fakirlik mülkünden harç istemektedir:

Ben fakirim, Senden ayrı yerim yok, Bir teselli versen gönlüme benim.

İstese akranlar başa altın taç,

Fakirlik mülkünden bana ver sen harç,

809 Detaylı bilgi için bkz., Abdurrahman Câmî, Nefahâtü’l-Üns, (ter. Süleyman Uludağ, Mustafa Kara), 1. Baskı, İstanbul: Pinar Yay., 2011; Ayrıca bkz., Yıldırım, Kesret Çarşısında Bir Hikmet Dükkânı Köstendilli Süleyman Şeyhî Efendi Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri, s. 281.

810 el-A’râf, 7/31.

811 el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 276.

812 İhsan Cora, İş Adamının Sosyal Sorumlulukları, Ankara: İksad Yay., 2020, s. 228-230.

Ya, Yaradan, etme nȃmerde muhtaç, Duam, rast gelmeyem zȃlime benim.

Ben acizim, Senden başka kimim var, Verdiğim canıma cebr etme Cebbâr, Mahtumkulu der ki, keremli Gaffâr, Bakma kılığıma, fikrime benim.813

Mahtumkulu, bir fakirdir, Koruyan onu Hüdâ’dır, Gerek miskin, gerek baydır, Gelene hizmeti gerek.814

Hadîs-i şerîflerde “Fakirler, cennete zenginlerden beş yüz yıl önce girerler” veya

“Ümmetimin fakirleri, cennete zenginlerden kırk yıl önce gireceklerdir”815 buyrularak, sabreden fakirlerin, mal ve mülke sahip olup da şükretmeyen zenginlerden daha üstün oldukları vurgulanmıştır. Sabır fakirin hâli olup, sabırlı fakirler kıyamet günü Allah Teâlâ beraber bulunacaklardır.816 Sabır fakr hâli olup, şükür ise zenginlik hâlidir.817 Fakirlere sabır ve kanaatı münasip gören Mahtumkulu, Allah Teâlâ’nın mahşerde bu aciz kullara himmet edeceğinden emindir:

Fakire münȃsip sabr ü kanaat, Bȃylara yaraşır hayr u sehavet.818

Âşk yolunda mürde, Uğramış sayısız derde, Fakirlere mahşerde, Himmet eden Allah’sın.819

813 Firâkî, Mahtumkulu Dîvânı, s. 418.

814 Firâkî, Mahtumkulu Dîvânı, s. 136.

815 Tirmizî, Zühd, 37.

816 Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, s. 363.

817 el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, c. II, s. 265.

818 Firâkî, Mahtumkulu Dîvânı, s. 480.

819 Firâkî, Mahtumkulu Dîvânı, s. 59.

Şaire göre, mahşer yerinde Allah Teâlâ’nın himmetine nâil olması beklenen fakir kimselere toplumda değer verilmez, aksine zulme uğrarlar:

Yahşi zat yitmese, gözler aramaz, Mert yanında savaş çıksa, güdülmez, Fakirler hiç insan olarak görülmez, Garip, sen gezersin kuru san ile.820

Görün bu devranı, bakın dönüşü, Fakire zulüm etmek oldu son işi, Hakk yolunda doğru gezen dervişi, Koymadılar kendince bir yatmaya.821

Merhamet sahibi kişilere düşen ise fakiri incitmemek, aksine onlara yardım etmektir:

Helâl işle âhiretten vehmin varsa, Fakiri incitme, gönül rahmin varsa, Âşık der ki, azda çokta fehmin varsa, Âkil olan, söze kulak tut yahşi.822

İnsanları acı sözlerle vurmayın, Fakire miskine inȃyet yahşi.

Hasede varıp da, güler yüz vermeyin, Mühim bitirmeye kifâyet yahşi.823

Yoksulluğu yaman bir yol olarak tanımlayan şair, şöyle der:

Yoksulluk bir yaman yoldur, Ben fakirim, elim kaldır, Helâl rızk ver, kâr bildir,

820 Firâkî, Mahtumkulu Dîvânı, s. 319.

821 Firâkî, Mahtumkulu Dîvânı, s. 299.

822 Firâkî, Mahtumkulu Dîvânı, s. 390.

823 Firâkî, Mahtumkulu Dîvânı, s. 393.

Kimya adlı od isterim.824

Mahtumkulu’nun bu şiirleri Erzurumlu Emrah’ın şu beyitleriyle örtüşmektedir:

Bakma hakaretle dervîşânlara, Köhne aba diken arifânlara.

Varis-i enbiyâ denmiş anlara, Mürde gönülleri ihyâ ederler.

Emrah cehd edipkâli hâl eyle, Kâl ehli olanda infisâl eyle, Ara bul erenleri imtisâl eyle, Seni de vâsıl-ı Mevlâ ederler.825

Dağları ve taşları yakıp savuran miskin dervişlerin gözyaşlarına gönül lisanı olan Mahtumkulu, garip gurabaya zulmeden zalimlerin mahşer gününde ulu divanda nasıl bir muameleye tabi tutulacakları ortaya çıkacaktır:

Mahtumkulu, gariplerin gözyaşı, Dağları yandırıp, eritir taşı, Fakire zulüm eden zalimin işi, Mahşer günü divanında bellidir.826