• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

1.3. Kelâmullah ve Halku’l-Kur’ân

1.3.1 Kelâmullah’ın Lafzı Hakkında Temel Bir Ayrışma

Kur’ân’ın mahlûk olduğu iddiasını reddeden Ashâbu’l-Hadîs, zaman içinde Kur’ân’ın mahlûk olmadığı tezinin öncüsü haline gelmiştir. Ancak Kur’ân’ın lafzı konusunda, Ashâbu’l-Hadîs’in kendi içinde farklı görüşler ortaya çıkmış ve birbirlerini dışlayan cepheler söz konusu olmuştur. Ashâbu’l-Hadîs, Kur’ân’ı telaffuz edişin ve lafızlarını yazmanın mahlûk olup olmadığı konusunda üç gruba ayrılmıştır. İlk grup, Kur’ân mahlûk olmasa da kıraatın, kulların diğer fiilleri gibi yaratılmış olduğunu; ikinci

632 Dârimî, er-Red ‘ale’l-Cehmiyye, s. 171.

633 Dârimî, er-Red ‘ale’l-Cehmiyye, s. 159.

634 Koçyiğit, Hadisçilerle Kelâmcılar Arasındaki Münakaşalar, s. 184, 187.

135 grup, kıraatın Kur’ân’ın kendisi olduğunu ve kıraatın mahlûk olduğu kabul edildiği takdirde, Kur’ân’ın da mahlûk olduğunun iddia edilmiş olacağını; sonuncusu ise bu konuda öncekilerin konuşmaması, fikir alışverişi yapmaması sebebiyle görüş bildirmenin bid‘at olduğunu kabul etmiştir.635 İnsana ait bir fiil olması dolayısıyla Kur’ân’ı telaffuz etme, yazma ve okumanın mahlûk olduğunu kabul eden ve aralarında Ebû Ali el-Kerâbîsî, Abdullah b. Küllâb (ö. 240/854 [?]), Buhârî ve İbn Kuteybe’nin bulunduğu birinci grup, Lafzıyye olarak anılmıştır. Her ne şekilde olursa olsun Kur’ân ile mahlûk kelimesinin bir arada zikredilmesini reddeden Ahmed b. Hanbel ve Ashâbu’l-Hadîs’in çoğunluğu ikinci gruba dahildir.636 Vâkife olarak isimlendirilen üçüncü grup ise, Kur’ân’ın ve lafzının mahlûk olup olmadığını tartışmayı uygun bulmamıştır.

İbn Kuteybe’nin el-İhtilâf fi’l-lafz ve’r-red ‘ale’l-Cehmiyye ve’l-Müşebbihe adlı eseri, Cehmiyye ve Müşebbihe’ye karşı bir reddiye eseri olmakla beraber, aynı zamanda Ashâbu’l-Hadîs arasında, Kur’ân metnini telaffuz etmenin ve yazmanın mahlûk olup olmadığı konusunda ortaya çıkan ihtilâfları da ele almaktadır. Bu eserin kaleme alınması, lafız konusunun Ashâbu’l-Hadîs içinde kırılmalara sebep olduğunu açıkça göstermektedir. İbn Kuteybe, Ashâbu’l-Hadîs’in “Kur’ân Allah kelâmıdır, mahlûk değildir” ilkesi üzerine icmâ etmiş olmaları sebebiyle, aslında lafza dair tartışmaların fer’i bir mesele olduğunu belirtse de bu konudaki ihtilafın ciddi ithamlara sebep olduğu görülmektedir.637

635 İbn Kuteybe, el-İhtilâf fi’l-lafz, s. 45.

636 Eşʽarî, İlk Dönem İslam Mezhepleri, s. 409.

637 İbn Kuteybe, el-İhtilâf fi’l-lafz, s. 43.

136 1.3.1.1. Lafzıyye

İbn Kuteybe, Kur’ân’ın lafzının, amel ve Kur’ân olmak üzere ikiye ayrıldığını;

Kur’ân’ın kendisinin mahlûk olmadığını, Kur’ân’ın yazılmasının, okunmasının, ezberlenmesinin ve işitilmesinin insanların bir fiili olması hasebiyle, yaratılmış olduğunu kabul etmektedir. Kur’ân’ın kıraatı, yaratılmış olan fiil ve yaratılmamış olan Kur’ân’ı kapsayacak şekilde izah edilmektedir.638 İbn Kuteybe bu görüşünü, “Kur’ân ve lafız kelimelerinin her biri, amel ve Kur’ân olan iki manayı birleştirir” sözleriyle netleştirmektedir.639

Buhârî, Kur’ân’ın okunması ile okunan şey (makrû‘) arasında ayrım yapmaktadır. “Okumak” fiil olarak yaratılmış; “okunan” ise yaratılmış değildir.640 Kur’ân Allah’ın sözüdür; Kur’ân’ın kıraatı, kitabeti ve hıfzı ise insan fiilleridir.

İnsanların fiilleri olan Kur’ân’ın kıraatı, kitabeti ve hıfzı yaratılmıştır. Okunan, yazılan ve ezberlenen ise mahlûk değildir.641 Buhârî’ye göre vahiy Allah’tan; Kur’ân’ın tilaveti ise Hz. Peybamber ve ashâbındandır.642

Lafzıyye, Kur’ân’ın lafzının mahlûk olduğuna dair görüşlerini, insan fiillerinin yaratılmış olduğu fikri üzerine inşa etmiştir. Buhârî, öncelikle, ilgili gördüğü ayet ve hadisleri zikrederek, Allah’tan başka diğer varlıkların yaptığı her şeyin yaratılmış olduğunu ispatlamaya çalışmıştır. İnsan fiillerine dair “Oysa Allah sizi de yaptığınız

638 İbn Kuteybe, el-İhtilâf fi’l-lafz, s. 52, 53.

639 İbn Kuteybe, el-İhtilâf fi’l-lafz, s. 54.

640 Buhârî, Halku ef‘âli’l-‘ibâd, s. 124.

641 Buhârî, Halku ef‘âli’l-‘ibâd, s. 221-223.

642 Buhârî, Halku ef‘âli’l-‘ibâd, s. 114.

137 şeyleri de (yonttuklarınızı da) yaratmıştır.” ayetini643 ve konuyla ilgili hadisleri esas almıştır. Buhârî, bu ayetle birlikte Hz. Peygamber’e isnad edilen “Muhakkak ki Allah, her sanatçıyı ve sanatını yaratır.” sözünü aktarmaktadır.644 Her şeyin kaderle olduğu;

acizlik ve becerikli olmanın da kaderden olduğu; kişinin elini yanağına koymasının dahi kaderden olduğu; iman, İslam, şehadet, ihsan ve namazın kulların fiileri olduğu ve kulların fiillerinin yaratılmış olduğu hakkında hadisler aktarılmıştır.645 Kulların sözlerinin yaratılmamış olduğunu söyleyenler ise, kâfir olarak addedilmiştir.646 Buhârî’nin, insan fiillerinin yaratılmış olduğu düşüncesine dayanarak Kur’ân’ın lafzının da yaratılmış olduğu sonucuna varmaktadır.

Buhârî, Halku ef‘âli’l-‘ibâd adlı eserinde Kur’ân lafzının okunuşunun insan fiili olduğunu kanıtlamak üzere, ilgili gördüğü rivayetleri sıralamıştır. Bunların arasında, Kur’ân’ın mushaf halinde iken alınıp satılmasının caiz görüldüğüne dair rivayetler,

“Kur’ân’ı seslerinizle güzelleştiriniz” hadisi gibi Kur’ân’ın okunuşunun bir fiil olduğu anlamı yatan rivayetleri, Kur’ân ve ezanın okunması ile ilgili hadisleri yer almaktadır.647 Böylece Buhârî, Kur’ân’ın okunmasının ve yazılmasının fiil olması bakımından mahlûk olduğunu ispat etmeye çalışmıştır.648 Buradan hareketle kulların Allah’ı zikretmesinin ve Kur’ân okumasının amel oluşu; dolayısıyla bunların da kulların diğer fiilleri gibi

643 Ayetin bağlamının görülmesi için Sâffât Sûresinin 96. ayetini, 95. ayetle birlikte okumak daha doğru olacaktır. “İbrahim onlara şöyle söyledi: ‘Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa sizi de yaptığınız şeyleri de (yonttuklarınızı da) Allah yaratmıştır.’” (Sâffât 37/96).

644 Buhârî, Halku ef‘âli’l-‘ibâd, s. 63.

645 Buhârî, Halku ef‘âli’l-‘ibâd, s. 64-66, 87.

646 Buhârî, Halku ef‘âli’l-‘ibâd, s. 80.

647 Buhârî, Halku ef‘âli’l-‘ibâd, s. 80-87.

648 Buhârî, Halku ef‘âli’l-‘ibâd, s. 104-114.

138 yaratılmış olduğu kabul edilmektedir.649 Buhârî, Allah dışındaki varlıkların yaptığı her şeyin yaratılmış olması gerekçesiyle, mürekkep, deri ve benzeri şeylerin, yazma fiilinin, harflerden oluşan seslerin ve mürekkeple deriye yazılan “Allah” lafzının dahi yaratılmış olduğunu düşünmektedir.650

Mu‘tezile’nin kelâm yöntemini Ashâbu’l-Hadîs’in itikadına uygulamaya çalışan ve Selef anlayışı ile Ehl-i Sünnet kelâmı arasında geçiş dönemini temsil eden Ebû Ali el-Kerâbîsî, Abdullah b. Küllâb gibi isimler, Kur’ân’ın lafzının yaratılmış olduğunu kabul edenler arasındadır. Onlar başlangıçta Ashâbu’l-Hadîs arasında olsalar da bu görüşleri sebebiyle Ahmed b. Hanbel ve çevresi tarafından ciddi tenkitlere maruz kalmışlardır. İbn Küllâb’a göre, okunan, Allah ile kâimdir. Kıraat ise, okunandan başkadır, muhdes ve mahluktur. Nitekim Allah’ı zikretmek, Allah’ın kendisinden başkadır. Zikredilen, kadîm ve ezelde mevcuttur. Allah’ın zikri ise muhdestir. Kerâbîsî de aynı şekilde Kuran’ın mahlûk olmadığını; lafzının ve okunuşunun mahlûk olduğunu kabul etmiştir.651

Lafzıyye, Ahmed b. Hanbel ve Ashâbu’l-Hadîs’in çoğunluğu tarafından tenkit edilirken, Lafzıyye de Kur’ân’ın lafzının yaratılmış olmadığını kabul eden bu grubu ve Vâkıfe’yi küfr ile itham etmiştir.652 Öte yandan Mu‘tezile, Kur’ân’ın okunması ile okunan şey arasında ayrım yapmadıkları ve okunan Kur’ân’ın, Allah’ın ilmi ile yaratılmış olduğunu kabul ettikleri gerekçesiyle Buhârî tarafından eleştirmiştir.653

649 Buhârî, Halku ef‘âli’l-‘ibâd, s. 151-153.

650 Buhârî, Halku ef‘âli’l-‘ibâd, s. 69, 80.

651 Eşʽarî, İlk Dönem İslam Mezhepleri, s. 409.

652 Buhârî, Hammâd b. Zeyd’in kulların kelâmının mahlûk olmadığını iddia edenlerin, kâfir olduğuna dair rivayetini aktarmaktadır. Buhârî, Halku ef‘âli’l-‘ibâd, s. 227.

653 Buhârî, Halku ef‘âli’l-‘ibâd, s. 126, 128.

139 Ashâbu’l-Hadîs’in çoğunluğu, Lafzıyye’nin, Kur’ân’ın mahlûk olduğunu söyleyen kimselerle aynı yolda olduğunu ifade etmektedir.654 Muhammed b. Yahyâ ez-Zühlî (ö. 258/872), Buhârî’nin lafız konusundaki “fiillerimiz mahluktur ve lafızlarımız da bizim fiillerimizdir” şeklindeki ifadelerinden ötürü Lafzıyye’den olduğunu ve kendi nazarında Lafzıyye’nin Cehmiyye’den daha kötü bir durumda olduğunu beyan etmiştir.655 Kur’ân’ın Allah’ın kelâmı olduğunu ve hem lafzının hem de kendisinin mahlûk olmadığını kabul eden Zühlî’ye göre, “Her kim Kur’ân’ın mahlûk olduğunu iddia ederse, imânını yitirir, kâfir olur, karısı boştur. Bu kimse tövbeye davet edilir;

kabul etmezse boynu vurulur. Malı Müslümanlara helaldir ve öldüğü zaman Müslümanların kabrine defnedilemez. Her kim bu konuda tevakkuf ederse ve ‘Kur’ân ne mahlûktur ne de değildir’ derse, o da kâfir gibidir. Her kim Kur’ân’ın lafzı mahlûktur derse bid‘atçidir; o kimse ile oturulmaz ve konuşulmaz.” Zühlî meclis halkasını, kendi meclisinden çıktıktan sonra Buhârî'nin meclisine gitmeme konusunda uyarmış; onun meclisine gittikleri takdirde, onların da tenkit edileceğini ifade etmiştir.656

Ahmed b. Hanbel başta olmak üzere Ashâbu’l-Hadîs, Vâkıfe’nin ve Lafzıyye’nin de Cehmiyye ile aynı durumda olduğunu ifade ederek, onları tenkit etmiştir.657 İbn Hanbel, Kerâbîsî’yi Bişr el-Merîsî’nin takipçisi olarak tanımlamıştır.

Kerâbîsî, Cehmiyye ile aynı konumda bir bid‘at sahibi olarak tasvir edilmiştir.658 Hanbelî mezhebinin önemli simalarından birisi olan Ebû Bekir el-Hallâl (ö. 311/923), Kur’ân’ın mahlûk olduğunu söyleyenler ile bu konuda vakf eden veya Kur’ân’ın

654 Eşʽarî, İlk Dönem İslam Mezhepleri, s. 409.

655 Şemsüddîn Muhammed ez-Zehebî (ö. 748/1348), Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, thk. Şuayb el-Arnaût, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1996, XII, s. 458, 459.

656 Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, II, s. 354.

657 Melchert, Sünnî Düşüncenin Teşekkülü, s. 84; Bağdâdî, Târîhu, V, s. 611-624.

658 Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, V, s. 624.

140 lafzının mahlûk olduğunu ileri sürenlerin hepsinin tek bir grup olduğunu ve birbirlerinden bir farkları olmadığını kabul etmektedir.659

Kur’ân’ın lafzının yaratılmışlığı konusunda Ashâbu’l-Hadîs’in ihtilaf etmesi, Hadîs’in mütekellimlere yönelttikleri tenkitlerin aynılarının, Ashâbu’l-Hadîs’ten olup bu konuda farklı görüş beyan edenlere de yöneltilmesi sonucunu doğurmuştur.

1.3.1.2. Vâkıfe

Sözlükte “durmak, tereddüt edip karar verememek” anlamındaki “v-k-f”

kökünden türeyen vâkıfe “duranlar, tereddüt edip karar veremeyenler” anlamına gelmektedir. İslam düşünce tarihinde, farklı grupları nitelemek üzere Vâkıfe ismi kullanılmıştır.660 Ancak halku’l-Kur’ân konusu çerçevesinde Vâkıfe, Kur’ân hakkında doğru olanın durup hiç konuşmamak olduğunu benimseyen, onun mahlûk veya gayr-ı mahlûk olduğunu söylemeyenler için kullanılmıştır.661

Vâkıfe, hem Lafziyye tarafından hem de Kur’ân’ın yaratılmamış olduğunu savunan Ahmed b. Hanbel ve Ashâbu’l-Hadîs’in çoğunluğu tarafından tenkit edilmiştir.

659 Ebû Bekr el-Hallâl, (ö. 311/923), Kitâbü’s-Sünne, thk. Atiyye ez-Zehrânî, Riyad, V, s. 125-128.

660 Vâkıfe ismi, Hâricîler arasında çeşitli konularda hüküm vermekten geri duranlar için kullanıldığı gibi, İmamın gerçekte ölmeyip tekrar dünyaya döneceğini ileri sürerek, bir sonraki imamın imâmetini kabul etmeyen Şiî grupları için de kullanılmıştır. “Bununla birlikte Vâkıfe, imâmetle ilgili konularda ve bazı itikadî tartışmalarda, çoğunluğun görüşüne uymayıp kabul veya red konusunda bir karara varamayan, Şîa dışı gruplar için de kullanılmıştır. Nitekim Mu‘tezile’den Ebû Ali el-Cübbâî ve oğlu Ebû Hâşim, Hz. Ali ile diğer sahâbîler arasında, bir üstünlüğün varlığını düşünmedikleri için Vâkıfe’den sayılmıştır. Ayrıca İslâm fırkaları arasında cereyan eden, Kur’ân’ın kadîm veya hâdis olduğu, Cemel Vak‘ası’nda kimin haklı, kimin haksız bulunduğu tartışmalarında görüş bildirmeyen grupların da Vâkıfe’den sayıldığı bilinmektedir.” Bkz. Mustafa Öz, “Vâkıfe”, DİA, 2012, IVII, s. 487; Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, s. 40.

661 İbn Kuteybe, el-İhtilâf fi’l-lafz, s. 50; Dârimî, er-Red ‘ale’l-Cehmiyye, s. 169.

141 İbn Kuteybe, Vâkıfe’nin, şüphe eden, dalâlete düşen olarak anıldığı ve Ehl-i Sünnet’in bir kısmının onların küfründe şüphe edenleri dahi kâfir olmakla itham ettiği bilgisini aktarmaktadır.662 Ehl-i Sünnet ile kastedilenin ise, Ashâbu’l-Hadîs’in çoğunluğu olduğu anlaşılmaktadır. Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Vâkıfe hakkında Ahmed b. Hanbel’in, onların Cehmiyye’den daha kötü bir durumda olduklarına dair sözlerini aktarmaktadır.663

Vâkıfe’yi tenkit eden bir diğer isim olan Dârimî, er-Red ‘ale’l-Cehmiyye adlı eserinde, bir bölümü Vâkıfe’ye ayırmış ve onların görüşlerini reddetmiştir.664 Dârimî, Vâkıfe’nin Kur’ân’ın yaratılmışlığı konusunda tercih etmeleri gereken iki görüşten birisini benimsemedikleri halde kendilerine muhalif olan kimseleri, bid‘at üzere olmakla itham etmesini eleştirmektedir. Dârimî’ye göre, Kur’ân’ın yaratılmış olup olmadığına dair iki görüşten birisi, hakikate ve sünnete uygundur. Bu durumda Vâkıfe’nin, iki görüş arasında bir tercih yapmayışı bu konuda hangi grubun görüşünün doğru hangisinin hatalı olduğunu bilmedikleri anlamına gelmektedir. Ona göre, bunu bilmeden karşı tarafı bid‘atle itham etmeleri doğru değildir.665

Kur’ân’ın lafzının mahlûk olduğunu kabul etmeyenlere muhalefet eden İbn Kuteybe de Kur’ân’ın yaratılmışlığı konusunda iki seçenekten birisinin hak olduğunu belirtmiş ve Vâkıfe olarak anılan kimseleri de hakkı tercih etmedikleri için eleştirmiştir.666 “Kur’ân mahlûk mudur, değil midir bilmiyoruz” şeklindeki görüşü

662 İbn Kuteybe, el-İhtilâf fi’l-lafz, s. 50.

663 Abdullah b. Ahmed b. Hanbel (ö. 290/903), Kitâbu’s-Sünne, thk. Muhammed b. Saîd b. Salim el-Kahtânî, Riyad, Dârü Âlimu’l-Kütüb, 1996, I, s. 179.

664 Dârimî, er-Red ‘ale’l-Cehmiyye, s. 169-174.

665 Dârimî, er-Red ‘ale’l-Cehmiyye, s. 169.

666 İbn Kuteybe, el-İhtilâf fi’l-lafz, s. 51.

142 savunan Vâkıfe’nin bilgi ve kavrayış zayıflığına dayandığını vurgulayan Dârımî, bu konunun temelinde, Allah’ın bütün sıfatlarının yaratılmamış olduğu ve mahlukların bütün sıfatlarının yaratılmış olduğu olmak üzere, iki husus olduğunu ifade etmekedir.

Dârimî eğer Allah’ın sıfatlarının yaratılmış olduğu kabul edilirse Cehmiyye ile aynı görüşe sahip olunacağını; Allah’ın sıfatlarının yaratılmamış olduğu kabul edilirse, O’ndan sadır olan ve O’na izafe edilen kelâmın mahlûk olmadığının kabul edilmiş olacağını ileri sürmektedir.667 Dârımî, Vâkıfe’nin, Kur’ân’ın yaratılmışlığı konusunda cevap vermekten çekinen ve susmayı tercih eden büyük hadis âlimlerini, kendilerine dayanak olarak gördüklerini haber vermektedir. Ancak Dârımî, bu kişilerin dinin aslı ve fürû konusunda yetkin ve hakkaniyetli kimseler olduklarını; hiç şüphe duymadan Kur’ân’ın mahlûk olduğunu savunanları tekfir ettiklerini ifade ederek, onların bu konuda açık bir görüş beyan etmemiş olmalarının, Vâkıfe için bir kaynak değerinde olamayacağını açıklamaktadır.668 Sonuçta, Vâkıfe’nin, İbn Kuteybe ve Dârimî tarafından, bu konuda bir görüşün savunulmasının gerekliliği üzerinden eleştirildikleri anlaşılmaktadır. Ayrıca Dârimî, Vâkıfe’yi, Kur’ân’ın yaratılmamış olduğunu savunanlara bid‘at nispet ederek, toplum nazarında Cehmiyye’ye bir korunak ve kalkan olmak ile itham etmiş ve eleştirmiştir.669