• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.2. Niteleme Düzeyinde Dışlayıcılık

2.2.2. Bid‘at ve Dalâlet

Dalâl veya dalâlet masdarları, “kaybolmak, telef olmak, şaşırmak ve yanılmak, bilerek veya bilmeyerek doğru yoldan az veya çok ayrılmak, azmak ve sapmak”

anlamlarına gelmektedir. “Maksada ulaştıran yolu bulamamak, istenen sonuca götürmeyen bir yola girmek” şeklinde tarif edilen dalâlet, daha çok “dinî yoldan sapmak” anlamında kullanılmaktadır.851 Kur’ân-ı Kerîm’de müştaklarıyla birlikte çok yerde geçen dalâlet kavramı, daha çok hidâyetin zıddı olarak “küfr ve inkârı kapsayan sapkınlık” anlamında kullanılmaktadır.852 Öte yandan dalâlet, mutlak hakikatin, gerçek kurtuluşun sadece kendilerinde olduğunu iddia eden belirli dinlerin, başka inanç ve düşünceler için kullandığı bir kavram olmuştur.853 Ancak dalâletin bu kullanımı, sadece farklı dinlerle sınırlı kalmamıştır. Ashâbu’l-Hadîs’in de metinlerinde görüldüğü üzere, kendilerinin hak üzere olduğunu iddia eden bazı Müslüman gruplar, Ehl-i Bid‘at olarak gördükleri diğer kimseleri dalâlete sapmakla itham etmiştir.854

Arapça’da “icat etmek, örneği olmaksızın yapıp ortaya koymak, inşa etmek”

anlamlarına gelen bid‘at, “daha önce benzeri bulunmayıp sonradan ortaya çıkan şey”

850 Alibekiroğlu, Tarihsel Süreçte Hanefîlik-Mu’tezile İlişkisi, s. 39.

851 Ömer Faruk Harman, “Dalâlet”, DİA, 1993, VIII, s. 427; Cürcânî, Mu‘cemü’t-Ta‘rîfât, s. 117.

852 Cihat Tunç, “Dalâlet”, DİA, 1993, VIII, s. 428.

853 Tunç, “Dalâlet”, DİA, VIII, s. 428.

854 Dârimî, er-Red ‘ale’l-Cehmiyye, s. 60, 119.

185 anlamına gelmektedir. İbtidâ‘, bid‘at çıkarmak; mübtedi‘ ise, bid‘at çıkaran veya işleyen kimse manasındadır.855

İslam’dan önceki dönemde bid’at, alışılagelene, örf ve âdete uymayan yeni bir şey icat etme ya da ortaya koyma anlamlarında ve sünnetin karşıtı anlamında kullanılmıştır.856 Bid‘at kelimesinin kökünden türemiş üç farklı kalıp, Kur’ân’da dört yerde geçmektedir. Bu ayetlerde aynı kökten gelen kelimeler, Allah’ın gökleri ve yeryüzünü “eşsiz ve benzersiz şekilde yaratması”; Hz. Muhammed’in “ilk ve türedi”

Rasûl olmadığı; Hıristiyanlar’ın Allah emrettiği halde, Allah’ın rızasını kazanmak için ruhbaniyeti “uydurup ortaya atması” bağlamlarında kullanılmaktadır.857

Bid‘at kavramının, tanımlayanına göre şekillenen, farklı tanım ve tasnifleri de bulunmaktadır. Genellikle yapılan tarifler, geniş kapsamlı ve dar kapsamlı tanımlar olmak üzere, iki ana grupta incelenmektedir. Geniş kapsamlı tarife göre bid‘at, Hz.

Peygamber’den sonra ortaya çıkan her şeydir. Dinî mahiyette görülen amel ve davranışlar ile birlikte, günlük hayatla ilgili olarak sonradan ortaya çıkan yeni fikirler, uygulama ve âdetler de bid‘at sayılmıştır. Geniş kapsamlı bid‘at tanımı yapanlar, bid‘ati, yapılmasında mahzur bulunmayan “iyi bid‘at” (bid‘at-ı hasene) ile yapılması yasaklanan “kötü bid‘at” (bid‘at-ı seyyie, bid‘at-ı mezmûme, bid‘at-ı dalâl) şeklinde ikiye ayırmışlardır. Bid‘atı dar kapsamlı olarak anlayanlar ise onu, “Hz. Peygamber’den sonra ortaya çıkan ve dinle ilgili olup, ilâve veya eksiltme özelliği taşıyan her şey”

şeklinde tarif etmişlerdir.858 Seyyid Şerîf el-Cürcânî, bid‘ati, “sünnete muhalif fiil” ve

855 Rahmi Yaran, “Bid‘at”, DİA, 1992, VI, s. 129.

856 Kadir Gürler, “Bid’at Kavramı Üzerine”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 2003, c. 3, sy. 1, s. 64.

857 Bakara 2/117; En‘âm 6/101; Ahkâf 46/9; Hadîd 57/27.

858 Yaran, “Bid‘at”, DİA, VI, s. 129.

186

“sahâbe ve tâbiîn döneminde mevcut olmayan ve kendisini şer‘î bir delilin gerektirmediği her yeni şey” olarak tanımlamıştır.859

Bid‘at ile ilgili yapılan tanım, tasnif ve değerlendirmeler doğrultusunda,860 bid‘atın “ortaya çıkan ve icat edilen her yeni şey” şeklindeki kelime anlamının doğrudan dinî terim haline getirilmesi eleştirilmiştir.861 Çünkü bu durumda, yapılan tanım, dinin, amelî ve fikrî bakımdan mevcut olandan farklı bir yeniliğe kapalı olduğu izlenimini vermektedir. Bid‘atın, “dinin özüne ve ilkelerine olan aykırılık” olarak değil de; “elde mevcut olan malzemeden farklı ve yeni olan” şeklinde tanımlanması ile Ashâbu’l-Hadîs’in âsârı merkeze alan bakış açısı arasında bir uyum olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Nitekim bu kavramın, âsâr ile re’y geleneklerinin yaşadığı gerilimden bağımsız olarak tanımlanmış olması da tarihsel gerçeklik bakımından mümkün değildir.

Yani bid‘at ile ilgili yapılmış tanım, tasnif ve değerlendirmeler, kavramın içinde geliştiği dinî, sosyal ve siyasî bağlam gözetilerek analiz edilmek durumundadır. Bu takdirde ayette,862 dinin ilkelerine ve özüne aykırı olacak şekilde yeni bir uygulama veya hayat tarzı uydurmak anlamında kullanılan kelimenin, birinci olarak mevcut bulunandan farklı olana ve değişime karşı olan tepkiyi ifade eden; ikinci olarak birbirine muhalif görüşleri benimseyenlerin muhataplarını kötülemek üzere kullandıkları dinî-ahlâkî bir terim haline dönüştüğü görülebilecektir.863

859 Cürcânî, Mu‘cemü’t-Ta‘rîfât, s. 40.

860 Bid‘at tanımları ve tasnifleri hakkında daha kapsamlı bilgi için bkz. Mevlüt Özler, Tarihsel Bir Adlandırma Tahlili Ehl-i Sünnet-Ehl-i Bid‘at, Ankara, Ankara Okulu Yayınları, 2010, s. 44-66; Gürler,

“Bid’at Kavramı Üzerine”, s. 64-78.

861 Bkz. Özler, Ehl-i Sünnet-Ehl-i Bid‘at, s. 49-53.

862 Hadîd 57/27.

863 Bid‘at kavramının, düşünceyi mahkûm edecek şekilde kullanıldığı ve eleştirisi hakkında bkz. Özler, Ehl-i Sünnet-Ehl-i Bid‘at, s. 52.

187 Bid‘at kavramının, sünnet-bid‘at kutuplaşmasının bir tarafını temsil edecek şekilde kullanımı, ayetlerden değil, bid‘at ile ilgili çok sayıdaki rivayetler üzerinden inşa edilmiştir. Bid‘atleri reddeden rivayetlerin en başında “İşlerin en fenası sonradan ortaya çıkanlardır (muhdesât). Bütün bid‘atler dalâlettir.” şeklindeki, bid’at ile muhdesât ve dalâleti özdeşleştiren rivayet gelmektedir.864 “Allah bid‘at sahibinin amellerini, bid‘atını terk edene kadar kabul etmez.”865 ve “Her sonradan uydurulan şey bid‘attir.

Her bid‘at dalâlettir. Her sapık da cehennemliktir”866 şeklindeki rivayetler bid‘at sahiplerinin amellerinin kabul edilmeyeceği ve cehenneme layık olduklarını ifade etmektedir. Bu rivayetlerin yanı sıra sünnet ile bid‘at karşıtlığını ifade eden rivayetler de bulunmaktadır.867 Yaşanan dinî, sosyal ve siyasî gelişmeler ile birlikte bu rivayetler referans gösterilerek bid‘at, sünnetin karşısına konumlandırılmış ve kutuplaşma derinleştirilmiştir. Nitekim sünnet-bid‘at karşıtlığının var olduğu rivayetler hakkında, yeterli sayıda ve sıhhatte merfu haberin olmadığı ve ilgili rivayetlere ihtiyatla bakılması gerektiği vurgulanmaktadır.868

Hadis ıstılahında “bid’at”, dine aykırı ve dolayısıyle kötülenmeye layık manâlarda; bu kelimeden türeyen mübtedi‘ tabiri, dine aykırı olan yola sapmış veya dalâlette kalmış kimseler hakkında kullanılmıştır.869 Bu doğrultuda Ehl-i Bid‘at, aklı

864 Muhammed b. Îsâ et-Tirmizî (ö. 279/892), el-Câmiʿu’s- sahîh (Kütüb-i Sitte içinde), nşr. Salih b.

Abdülaziz, Riyad, Dâru’s-Selam, 2000, “İlim” 16, s. 1921; bû Abdillâh Muhammed b. Yezîd Mâce el-Kazvînî (ö. 273/887), es-Sünen (Kütüb-i Sitte içinde), nşr. Salih b. Abdülaziz, Riyad, Dâru’s-Selam, 2000,

“Sünnet” 7, s. 2479.

865 İbn Mâce, es-Sünen, “Sünnet” 7, s. 2480.

866 Ebû Abdirrahmân en-Nesâî (ö. 303/915), es-Sünen (Kütüb-i Sitte içinde), nşr. Salih b. Abdülaziz, Riyad, Dâru’s-Selam, 2000, “Salâtu’l-‘’Îdeyn” 22, s. 2193.

867 Örnek olarak bkz. İbn Mâce, es-Sünen, “Cihad” 40, s. 2650.

868 Bünyamin Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı, Ankara, TDVY, 2017, s. 39.

869 Koçyiğit, Hadis Istılahları, s. 62.

188 esas alıp nasları te’vil etmek suretiyle Hz. Peygamber’den sonra sünnete aykırı bazı inanç ve davranışları benimseyenler şeklinde tanımlanmaktadır.870 Ashâbu’l-Hadîs, Kur’ân-ı Kerîm’de açıkça yer almayan, Rasûlullah ve sahâbe tarafından dile getirilmeyen her düşünceyi geniş anlamıyla sünnete aykırı kabul ettiği için Havaric, Şîa, Cehmiyye, Mürcie, Mu‘tezile, Cebriyye, Müşebbihe ve Mücessime gibi isimlerle anılan fırkaları Ehl-i Bid‘at olarak itham etmiştir.871

Dârimî’nin aktardığına göre, Mâlik b. Enes’e istivâ hakkında soru sorulduğunda,

“Keyfiyeti makul değildir. İstivâ da meçhul değildir. Ona iman etmek vacip ve ondan soru sormak da bid‘attir. Korkarım ki sen, dalâlet ehli birisin.” şeklinde cevap vermiştir.

Bu ifadelerden anlaşılan, istivâ hakkında haberin olduğu, ancak onun keyfiyetinin insan aklının sınırları dışında olduğu, ona sadece iman etmek gerektiği, bu konuda soru sormanın bid‘at olduğu ve soru soranın ise dalâlet ile vasıflandırıldığı kabul edilmektedir. Mâlik b. Enes’in bu cevabı, Dârimî tarafından teyid edilmiş ve savunulmuştur.872 Kelâmcıların ve rey ehlinin, âsârı yalanladıklarını ve reddettiklerini ileri süren Dârimî, âsârı, sünnet ile bid‘atın ayırıcısı olarak nitelemiştir.873

Ahmed b. Hanbel’in er-Red ‘ale’z-Zenâdıka ve’l-Cehmiyye adlı eserinde, muhatabını gözden düşüren, onların bilgi kapasitelerini sorgulayan bir ifade tarzı bulunmaktadır. Bu doğrultuda Ahmed b. Hanbel, muhataplarını dalâlet ve bid‘ate nispet etmektedir. Ahmed b. Hanbel, Allah hakkında yalan söylenmesinin haram kılındığına yönelik ayetleri hatırlatmakta ve dalâlet ehlinin fitnesinden Allah’a sığındığını ifade

870 Yusuf Şevki Yavuz, “Ehl-i Bid’at”, DİA, 1994, X, s. 501.

871 Bu iddia Sünni kelâmcılar tarafından da kabul görmüş; bu gruplar Ehl-i bid‘at olarak nitelendirilmiştir.

Yavuz, “Ehl-i Bid’at”, DİA, X, s. 502.

872 Dârimî, er-Red ‘ale’l-Cehmiyye, s. 78, 79.

873 Dârimî, er-Red ‘ale’l-Cehmiyye, s. 122.

189 etmektedir.874 Kendilerini de Cehm ve onun gibi bid‘at çıkaranlardan kılmayan Allah’a hamd etmektedir.875 İbn Kuteybe’nin, kelâm meclislerinden uzak durulması gerektiğine dair düşüncesini desteklemek üzere şiirlerden yaptığı alıntılarda da bid‘at ehlinden uzak durulması gerektiğine dair ifadeler bulunmaktadır.876

Kelâmcıları Ehlü’l-Bid‘at olarak nitelendirmekten geri durmayan Dârimî’nin, bid‘at nitelendirmesi ile ilgili dikkat çeken açıklamaları bulunmaktadır. Daha evvel bahsedildiği üzere, Kur’ân’ın yaratılmışlığı konusunda susmayı tercih eden Vâkıfe,

“Kur’ân yaratılmıştır” veya “yaratılmamıştır” demenin bid‘at olduğunu ileri sürmüştür.

Böylece Vâkıfe, Kur’ân’ın yaratılmamış olduğunu savunan Ashâbu’l-Hadîs’in çoğunluğunu bid‘at ile tenkit etmiş olmaktadır. Bu durum, bir yandan bid‘at kelimesinin farklı görüşleri kötülemek üzere kullanılan dışlayıcı bir kavram olduğunu; öte yandan da bu kavramı kendisi dışındakileri tenkit için kullanan bir grubun dahi bu kavramla itham edilebileceğini göstermektedir.

Kur’an’ın yaratılmamış olduğunu savundukları için kendilerine bid‘at isnad edilmesinden rahatsız olan Dârimî, Vâkıfe’nin Kur’ân’ın yaratılmamış olduğunu savunanları mübtedi‘ olarak itham etmesinin zulüm olduğunu ifade etmiştir. Dârimî, bid‘atin ağır bir itham olduğunu ve bid‘atçinin çok kötü bir durumda olduğunu vurgulamaktadır. Bu nedenle kimin hak kimin batıl olduğunu iyice anlayıp idrak etmeden, bid’at hükmü vermenin yanlış olduğunu belirtmiştir.877 Dârimî, her iki görüşten birini tercih etmeyen Vâkıfe’nin hak ve batılı bilmeksizin bid‘at hükmü verdiklerini ve bunun cahillik ve sapkınlık olduğunu ifade etmiştir. Bu açıklamalarından

874 Ahmed b. Hanbel, er-Red ‘ale’z-Zenâdıka ve’l-Cehmiyye, s. 235.

875 Ahmed b. Hanbel, er-Red ‘ale’z-Zenâdıka ve’l-Cehmiyye, s. 264.

876 İbn Kuteybe, Te’vîlü muhtelifi’l-hadîs, s. 114, 115.

877 Dârimî, er-Red ‘ale’l-Cehmiyye, s. 169.

190 birinci olarak, bir görüşü bid‘at veya savunanlarını bid‘atçi olarak nitelemenin ağır bir itham olarak kabul edildiği; ikinci olarak da bid‘atın, hakkın karşıtı olan batıl anlamında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Dârimî’nin bid‘at konusundaki bu görüşleri, hem Ashâbu’l-Hadîs’i bu ithamdan uzak tuttuğunu; hem de ağır olarak vasıflandırdığı bu kavramla muhataplarını tenkit etmekten çekinmediğini göstermektedir.