• Sonuç bulunamadı

GİRİŞ

1. ARAŞTIRMANIN KONUSU VE KAPSAMI

Farklı dinlerin ve İslam düşüncesinin içinde oluşan mezheplerin, birbirlerine karşı dışlayıcı tutumları, bir problem olarak varlığını daima hissettirmiştir. Dinlerin çeşitliliği ve her bir dinin hakikat ve kurtuluş iddiasında bulunması gibi hususlar, birtakım felsefî ve teolojik tartışmaları beraberinde getirmekte ve bu mesele, dinî çeşitlilik, dinî dışlayıcılık, dinî kapsayıcılık, dinî çoğulculuk vb. kavramlar çerçevesinde tartışılmaktadır. Aynı dinin içinde bulunan çeşitli gruplar veya mezhepler söz konusu olduğunda da benzer birtakım hususlar gündeme gelmektedir. Ancak İslam düşünce ekollerinin, aynı dinin çatısı altında olmalarına rağmen, birbirlerine karşı dışlayıcı tutum benimsemiş olmalarının; sebepleri, sonuçları ve çözümü bakımından gerektiği ölçüde analiz edilmediği görülmektedir. Dışlayıcılığın, İslam düşünce geleneğinde tek bir ekole veya mezhebe mâl edilemeyecek bir boyuta sahip olduğunu, birçok disiplini ilgilendirdiğini ve uzun bir zaman dilimini kapsadığını vurgulamak gerekmektedir. Hz.

Peygamber’in vefatından kısa bir süre sonra ortaya çıkan Hâricî düşüncenin doğuşuyla başlatılabilecek bu süreç, hala devam etmektedir.

Dışlayıcı söylemin, sadece kelâm ilminde değil İslam düşüncesinin neredeyse bütün disiplinlerinde, çeşitli şekillerde yansımaları bulunmaktadır. İslam düşüncesinde dışlayıcı söylem ile ne kastedildiğini, bir kaç örnek üzerinden kısaca açıklamak mümkündür. Tekfir meselesinin fıkıh literatürüne yansıması, bu örneklerden sadece birisidir. Bu konu ile ilgili olarak fıkıh, bir insanın iman dairesinden çıkmasının, yani küfre düşmesinin, dünyevi sonuçları ile ilgilenmektedir. Akaid ve kelâm kitaplarındaki iman ve küfrün sınırlarına dair ilkeler, hatta hangi itikadî fırkaların hangi söz ve hareketleri nedeniyle iman dairesi dışına çıktıkları meselesi, fıkhî geleneğin fetâvâ ve

2 nevâzil türü eserlerinde söz konusu edilmiştir.1 Daha sonra, imandan çıkıp küfre girmeye sebep olan sözler anlamındaki elfâz-ı küfür, bu konuda yazılan müstakil eserlerin ortak adını ifade etmek üzere terim anlamını kazanmıştır. Daha çok risâle tarzında yazılan bu eserlerde, elfâz-ı küfür konusu; küfrü gerektiren söz ve davranışları belirleyen temel ilkeler, elfâz-ı küfür çeşitleri ve doğurduğu sonuçlar bakımından ele alınmıştır.2 Bunun ilk ve en bilinen örneği Bedru’r-Reşîd (ö. 768/1366) tarafından kaleme alınan Elfâzu’l-Küfür adlı eserdir.3 Bu tür eserlerde daha ziyade günlük hayatta karşılaşılan veya karşılaşılması muhtemel olan söz ve eylemler merkezde bulunmaktadır.4 Birtakım günlük ifade ve eylemler düzeyinde küfrün gündeme getirildiği bu literatürün, belli ölçülerde, dışlayıcı dili beslediğini veya dışlayıcı dilden etkilendiğini söylemek mümkündür.

İslam düşüncesindeki dışlayıcı söylemden bahsedildiğinde, akla gelen bir diğer husus, hadis külliyatında yer alan ve başta mezhepler tarihinin temel kaynakları olmak

1 Elfâz-ı küfr konusunun ilk defa derli toplu ele alındığı fıkıh eserinin, daha ziyade müteahhir ulemanın ve meşâyıhın görüşlerinin derlendiği, Ebü’l-Leys es-Semerkandî’nin (ö. 373/983) Nevâzil adlı eseri olduğu kabul edilmektedir. Hasan b. Mansûr Kâdîhân’ın (ö. 592/1196) Fetâvâ’sı, Burhânüddin Mahmud b.

Ahmed el-Buhârî’nin (ö. 616/1219) el-Muhîtü’l-Burhânî’si, Âlim b. Alâ’nın (ö. 786/1384) el-Fetâva’t-Tatarhâniyye’si, Bezzâzî’nin Fetâvâ’sı, elfâz-ı küfr bahsinin ele alındığı diğer eserlere verilebilecek örnekler arasındadır. Bunların dışında muhtasar metinler, şerh ve haşiyelerde, özellikle Osmanlı döneminde kaleme alınan risalelerde bu bahsin yer aldığı bilinmektedir. Bu literatür daha sonrasında Kelâm kitaplarında da yer almaya başlamıştır. Şir‘atü’l-İslam adlı eseriyle şöhret bulan İmamzâde Buhârî’nin (ö. 573/ 1177) ‘Ukûdü’ l-‘Akâid adlı manzum akide metni, elfaz-ı küfr olgusunun akide metinlerine taşınması bakımından ilk örneklerden sayılmaktadır. Bkz. Said Nuri Akgündüz, Zübeyir Bulut, “Akaidden Fıkha: Hanefî Fıkıh Kitaplarında Elfâz-ı Küfür”, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 2017, c. 6, sy. 2, s. 897, 899, 900-910; Mehmet Kalaycı, “Kutuplaşma, Konumlanma ve Ayrışma Zemini Olarak Mezheplerde Tekfir ve Tadlil Olgusu”, Hayatın Anlamı İman, İstanbul, Ensar Yayınları, 2018, s. 197.

2 Ahmet Saim Kılavuz, “Elfâz-ı Küfür”, DİA, 1995, XI, s. 26.

3 Kalaycı, “Mezheplerde Tekfir ve Tadlil Olgusu”, s. 198.

4 Örnek bir metin için bkz. Akgündüz-Bulut, “Hanefî Fıkıh Kitaplarında Elfâz-ı Küfür”, s. 914-920.

3 üzere düşünce geleneğine tesir eden ve iftirâk hadisi5 olarak anılan yetmiş üç fırka rivayetidir. Ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını, yetmiş ikisinin sapkınlıkta olacağını fıraku’d-dâlle), sadece birisinin ilahî kurtuluşa erecek fırka olduğunu (el-fırkatu’n-nâciye) haber veren bu rivayet sebebiyle, kurtuluşa erecek fırka anlamında fırka-i nâciye isimlendirmesi ortaya çıkmıştır. Ehl-i Sünnet başta olmak üzere bütün mezhepler, kurtuluşa erecek fırkayı kendilerinin temsil ettiğini savunmuşlardır.6 İlgili rivayet ve yansımaları, dışlayıcı söylemin somutlaştığı açık örneklerden birisi olmuştur.

Mezhepler tarihinin klasik kaynaklarının önemli bir kısmı bu rivayetten hareketle tasnif edilmiş ve mezheplerden biri hariç, diğer grupların hakikate ve kurtuluşa layık olmadığı temellendirilmeye çalışılmıştır.7

Mezhepler tarihinin ana kaynaklarından olan el-Milel ve’n-nihal ve el-Fark beyne’l-fırak adlı eserlerin sahibi olan Abdulkâhir el-Bağdâdî (ö. 429/1037), yetmiş üç fırka hadisine yer verenlerden birisidir. Bağdâdî’nin fırkalara yönelik bakış açısında, iftirâk hadisi, hem şekil hem de mana itibariyle merkezî bir konuma sahiptir.8 El-Milel ve’n-nihal adlı eserde, hadisin tamamı yer almasa da “fırka-i nâciye” kavramı üzerinde

5 İslam külliyâtında iftirâk hadisi, birbirinden farklı isnad ve metin formlarıyla yer bulmuş bir rivayettir.

Hadis kaynaklarında genel itibariyle iftirâk hadisi; sadece fırkalaşmadan bahseden rivayetler, tek bir fırkanın kurtuluşa ereceğinden bahseden rivayetler, fırka-i nâciye’nin çerçevesini belirleyen rivayetler, tek bir fırkanın dalâlete düşeceğinden bahseden rivayetler ve fırka-ı dâlle’nin çerçevesini belirleyen rivayetler olarak kategorize edilmektedir. Bu doğrultuda her kesimin, kendi görüşünü ve mezhebî kimliğini destekleyecek veya karşıt görüş ve mezhepleri değersizleştirmeye yarayacak rivayet formlarını kullandığı ifade edilmektedir. İftirâk hadisi hakkında kapsamlı bilgi için bkz. Muhammet Emin Eren, Hadis Tarih ve Yorum 73 Fırka Hadisi Üzerine Bir İnceleme, İstanbul, Kuramer Yayınları, 2017.

6 Sönmez Kutlu, Mezhepler Tarihine Giriş, İstanbul, Dem Yayınları, 2016, s. 30.

7 Yetmiş üç fırka rivayetinin fırka tasniflerine etkisi ve bu rivayete dayalı fırka tasnifleri hakkında bkz.

Kadir Gömbeyaz, İslam Literatüründe İtikâdî Fırka Tasnifleri, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015, s. 30-56, 109-253; Kutlu, Mezhepler Tarihine Giriş, s. 176-178.

8 Gömbeyaz, İslam Literatüründe İtikâdî Fırka Tasnifleri, s. 174.

4 durulmakta ve kurtuluşa erecek fırkanın, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olduğu izah edilmeye çalışılmaktadır. el-Fark beyne’l-fırak adlı eserde ise iftirâk hadisi doğrudan yer almaktadır.9 Hz. Peygamber’in kurtuluşa erecek fırkayı, “benim ve ashâbımın yolu üzerine olanlar” şeklinde açıkladığını belirten Bağdâdî, kendisinin yaşadığı dönemde bu kategoriye “ehlü’l ehvâ” olarak nitelediği Kaderiyye, Râfıziyye, Havâric, Cehmiyye, Neccâriyye ve Mücessime haricindeki, Ehl-i Sünnet’e mensup fakihlerin ve “Sıfâtiyye”

olarak anılan mütekellimlerin dahil olabileceğini ifade etmektedir.10

Muhatapları, gerekçesi ve ölçüsü gibi belli bakımlardan değişkenlik gösterse de neredeyse bütün mezheplerde, dışlayıcı söylemin karşılığı bulunmaktadır.11 Kelâm ekolleri ve mezhepler sık sık, doğru olanın kendileri, yanlış olanın ise ötekiler olduğunu ispatlamaya çalışmışlardır. Farklı koşullarda ve farklı şekillerde tezahür eden bu iddiaların, bir gruba veya mezhebe mensubiyet üzerinden temellendirilmesi, dışlayıcı dili güçlendirmiştir.

Birçok farklı unsurdan beslenen ötekileştirme, hem teorik/düşünsel/teolojik hem de pratik/amelî/sosyal tezahürleri bulunan bir problemdir. İslam düşünce geleneğindeki dinsel çatışmayı, tahammülsüzlüğü ve ötekileştirmeyi önlemek için öncelikle, tarihsel süreçte oluşan bu algıları ve birikimi bütün açıklığı ile ortaya çıkarmak ve çözümlemek gerektiği ifade edilmektedir.12 Mezhepsel ve teolojik yapıların belirlenmesinin ve çözümlenmesinin, dışlayıcı söyleme kaynaklık eden teorik ve pratik unsurların tespit

9 Ebû Mansûr Abdülkâhir el-Bağdâdî (ö. 429/1037-38), Mezhepler Arasındaki Farklar, çev. Ethem Ruhi

Fığlalı, Ankara, TDVY, 2018, s. 5, 6.

10 Bağdâdî, Mezhepler Arasındaki Farklar, s. 246-250.

11 Mahmut Ay, “Dinsel/Mezhepsel ve Teolojik Yapıların Oluşturduğu Algılar ve İnsanın Doğal Yaratım Kapasitesi”, İslam’ın Hakikati ve Mezhep Sorunu, ed. Mehmet Evkuran, Ankara, Anadolu İlahiyat Akademisi, 2016, s. 59.

12 Ay, “İnsanın Doğal Yaratım Kapasitesi”, s. 58.

5 edilmesini sağlayacağı öngörülmektedir.13 Dışlayıcı söylem, bağlama ve muhataplık ilişkilerine göre şekillendiği için İslam düşünce geleneğindeki dışlayıcılık problemini, tüm boyutlarıyla tek bir çalışmada ortaya koyup analiz etmek mümkün değildir. Bu durum, dışlayıcı söylemin tespit ve tahlil edilebileceği bir sınırlandırmayı zorunlu kılmaktadır.

Bu çalışmada, dinî gelenek içinde dışlayıcılık probleminin tespitine, analizine ve çözümüne yönelik katkı sağlamak amacıyla, re’yi, kelâm ilmini, kelâm metodolojisini ve kelâmcıları hedef alan, oldukça erken bir dönemde ortaya çıkan ve İslam düşüncesini etkileyen, zihniyet özellikleri ve metodolojisi itibariyle dışlayıcı söyleme elverişli olduğu tespit edilen Ashâbu’l-Hadîs’in, akaid metinlerindeki dışlayıcı söylem ele alınmaktadır. Bununla birlikte, farklı dönemlerde, Ashâbu’l-Hadîs’in kendi içinde kırılmalar yaşamış olması ve muhataplarının değişmesi gibi nedenlerle çalışmamız, 3./9.

asır ile sınırlandırılmıştır.

Bu çalışmada, Ashâbu’l-Hadîs’in merkeze alınma sebeplerinden birisi, onların güçlü bir söyleme sahip olmaları ve sonrasında kelâm geleneğini önemli ölçüde etkilemiş ve yönlendirmiş olmalarıdır. Söylemin gücü, tarihsel-toplumsal zeminde kapladığı alan ve öznelerin onlara bağlılıkları üzerinden tespit edilmektedir.14 Tıpkı diğer ekoller gibi siyasî, itikadî ve fıkhî cepheleri olan Ashâbu’l-Hadîs, Ehl-i Sünnet’in oluşumuna ve sonraki seyrine önemli etkilerde bulunan ve hala bulunmaya devam eden güçlü bir yapıdır.15

13 Ay, “İnsanın Doğal Yaratım Kapasitesi”, s. 64.

14 Cevdet Özdemir, “Kimlik ve Söylem”, Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2001, sy. 2, s.

114.

15 Sönmez Kutlu, Tarihsel Din Söylemleri Üzerine Zihniyet Çözümlemeleri, Ankara, Otto Yayınları, 2016, s. 50.

6 Ehl-i Sünnet’in erken dönem temsilcileri olarak görülen ve bu nedenle “Ehl-i Sünnet-i Hâssa” olarak anılan Ashâbu’l-Hadîs, dönemin “cemaat”ini yani çoğunluğunu ifade etmekteydi. Ashâbu’l-Hadîs’in akaid konularıyla ilgilenmeleri, muhaliflerine reddiye türü eserler yazmaları, muhalifleri tarafından muhatap kabul edilmiş olmaları ve görüşlerinin reddedilmesi amacıyla eserler yazılmış olması, İslam düşüncesinin teşekkülünde onların önemli bir rolünün olduğunu göstermektedir.16 Bu durumda Ashâbu’l-Hadîs’in, kelâm ilmine ve bu ilme karşı geliştirilen tutumlara bir şekilde etki etmiş olması da kaçınılmazdır.17 İslam düşünce geleneğinde, bütün disiplinlerin ortak tutumlarından birisi, kutsal referanslara dayanma eğilimi sergilemeleridir.18 Bu eğilimin varlığı, diğer ekollerin, metni merkeze alan Ashâbu’l-Hadîs’in dışlayıcı tutumundan etkilenme ihtimalini de güçlendirmektedir.