• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

1.3. Ölüm

1.3.3. Kefenleme ve Defin

Ölünün bir an önce kefenlenip defnedilmesi için acele edilmektedir. Ölen kişinin uzaktan gelip cenazesine yetişmesi mümkün olan birinci dereceden yakınlarından birisi varsa çok uzun süre olmamakla birlikte bu kişinin gelmesi için cenaze makul bir süre -bir günü geçmeyecek kadar- bekletilmekte ancak çoğu kez bu bekleme de yapılmamaktadır.

Erkeklerin yıkanma, kefenleme ve defin işlemleri kadınlarınkine göre daha basit ve sade olarak yapılmaktadır. Kadınların yıkanma ve kefenlenme işlemlerinde bazı inanç ve pratikler uygulanmaktadır. Kaynak kişilerin aktardıklarına göre bu inanç ve pratikler şu şekildedir:

Cenaze yıkanmadan önce kadının saçları örülü ise örgüleri çözülmekte yıkandıktan sonra kefenlenirken saçları tekrar ölüp başına da bir yazma bağlanmaktadır. Sedef isimli keskin kokulu bir bitki kadının başının her iki yanına kulak arkalarına takılmaktadır. Bazen sedef bitkisi ile birlikte, yörede hatmi adıyla anılan bir bitkinin çiçekleri de takılmaktadır. Bu her iki bitki de cenazeyi süslemek ve güzel koku vermesi için takılmaktadır (K.K.2, K.K.7, K.K.13, K.K.20).

Kadın kefenlenirken -kırmızı, yeşil sarı renklerde- üç adet köynek (gömlek) yapılarak cenazeye giydirilmektedir. Şeytanın yaklaşmaması inancıyla üzerine kırk ihlas-ı şerif okunmuş çörek otu taneleri kefenin içine serpiştirilmektedir (K.K.13, K.K.20).

Kefenin içine çörek otu atılması uygulaması Anadolu’nun bir başka yöresinde; Kütahya-Simav’da da karşımıza çıkmaktadır. (Başhan, 2010: 24). İslami bir referansı olmayan bu uygulamanın Anadolu’nun coğrafi olarak birbirlerine oldukça uzak bu iki farklı yöresinde görülmesinin bu uygulamanın eski Türk inancına ait bir unsurun yaşatılmaya devam eden örneklerinde birisi olduğu kanaatini oluşturmaktadır.

Yörede kadın cenazeleri kefenlenirken cenazenin avucunun içine kına konulması ve kefenin üzerine kına ekilmesi uygulamasına yaygın olarak karşılaşılmaktadır.

Ölen kişi borçlu yatmasın diye cenazeyi yıkayıp kefenleyen kişilerin ücreti merhumun terekesinden bir an önce karşılanmaktadır (K.K.20).

Kaynak kişiler, cenaze defnine ilişkin uygulamalar hakkında da şu bilgileri vermişlerdir:

Ölünün cenaze namazı, eskiden mezarlıkta bulunan musalla taşına konularak kılınmakta iken günümüzde vakit namazını müteakip camilerde kılınmaktadır. Ayrıca kadınlar cenaze namazına katılmamakta, hatta cenazenin defni sırasında mezarlığa dahi gitmemektedirler. Ancak günümüzde kadınlardan cenaze defni esnasında mezarlığa kadar gidenlere bulunmaktadır (K.K.8, K.K.12, K.K.29).

Gece yeryüzünün mühürleneceğine ve toprağın ölüyü kabul etmeyeceğine inanıldığından cenaze gece gömülmeyip defin işlemi sabaha bırakılmaktadır (K.K.8, K.K.12, K.K.29).

Cenaze tabutla mezarlığa kadar omuzlarda taşınmakta ve bu taşıma esnasında tabutun ağır olmasının, kişinin günahının çok olduğuna, hafif olmasının da, o kişinin günahlarının az olduğuna bir işaret olarak yorumlanmaktadır (K.K.8).

Geçmişte kişinin mezarının önceden hazırlanmasının mezarın o kişiyi çağıracağına, yani ölümünün erken olacağına inanıldığından aile mezarlığı gibi bir uygulama bulunmamaktadır. Boş yer varsa cenazeler kişilerin atalarının mezarlarının yanında bir yere, yoksa mezarlıkta uygun başka bir yere defnedilmektedir. Ancak günümüzde aileler mezarlıklarda aile mezarlığı edinmektedirler (K.K.8, K.K.21, K.K.29).

Mezar hazırlanırken mezarlarında korkacaklarına inanıldığından kadınların mezarı erkeklerin mezarına göre daha derin kazılmaktadır. Mezar istenilen derinliğe kadar kazıldıktan sonra kıbleye gelen kısmı cenazenin sığabileceği kadar kazılmakta ve buna “şak yarma” denilmektedir. Cenazenin yüzü kıbleye gelecek şekilde sağ kolunun üzerine buraya yatırılmaktadır. Daha sonra cenazenin üzerine “saypıtma” tabir edilen tabla şeklindeki yassı taşlar veya tahtalar dizilmektedir. Eskiden saypıtma için kullanılacak yassı taşlar, bağda bahçede nerede rast gelirse alınıp eve getirilmekte ve ihtiyaç halinde kullanılmakta iken günümüzde bu taşların yerine beton tablalar kullanılmaktadır (K.K.8, K.K.29).

Cenazenin tabuttan alınıp mezara indirilmesi birinci derece yakınları tarafından yapılmaktadır. Eğer cenaze kadınsa cenazenin mezara indirilmesi kadının nikâh düşmeyen yakınları tarafından (baba, kardeş, oğul, damat, torun, amca, dayı, yeğen vs.) yapılmaktadır (K.K.8, K.K.21, K.K.29).

Lahit usulü şeklinde tabir edilen, orta kısmı cenaze yatırıldığında sağa sola devrilmeyecek şekilde kazılan mezar kazma usulü yörede kullanılmamaktadır (K.K.29).

Cenaze defni esnasında Yasin-i Şerif okunmakta ve bu sırada cemaat oturarak okunan Kur’an’ı dinlemektedir. Defin işlemi bittikten sonra da imam mezarın yanına, ölünün göğüs hizasına gelerek din telkini vermektedir. Telkin esnasında bazı imamların ölünün sualde zorluk yaşayıp yaşamadığını hissedebildiğine inanılmaktadır (K.K.8, K.K.11, K.K.21, K.K.29).

Kaynak kişilerden Ahmet ÖZTEKİN ve Mehmet DAL’ın aktardığına göre göre: Ölen kişi yıkama, kefenleme, cenaze namazı kılma, mezarlığa götürme, mezara koyma, aşamalarının hiç birisinde ölen kişinin kendisi olduğunu bilmezmiş. Etrafındakilerle konuşup sohbet eder, sorular sorar, sorularına cevaplar alırmış. Ancak sorduğu bütün sorulara cevap alırken, ölenin kim olduğu sorusunun cevabını bir türlü alamazmış. Defin işleminden sonra mezarlıktan herkes dağılıp giderken kendisi de kalkıp gitmek istermiş. Bu esnada başını bu saypıtmaya vurur ve böylece ölenin kendisi olduğunu ancak o zaman anlarmış. Bunun üzerine “eyvah ölen benmişim de haberim yokmuş” dermiş (K.K.8, K.K.29).

Yörede bu inanıştan hareketle, söz dinlemeyen, öğüt almayan insanlara “bir gün ölen benmişim dersin de o zaman iş işten geçer.” diye uyarıda bulunulmaktadır (K.K.21, K.K.29).

Cenaze gömülürken cenaze bırakılarak akraba mezarlarının ziyaret edilmesi hoş karşılanmamaktadır (K.K.8).

Mezar taşları üzerindeki yazıları okuyanların unutkan olacağına inanılmaktadır (K.K.8, K.K.29).