• Sonuç bulunamadı

KAYIPLAR 117. Yetimlik Izdırabı

1172 veya 1173 ilkbaharında, Ambagay-han‟ın dul hatunları Orbay ve Sohotay, âdetlere uygun olarak, geleneksel kabir ziyaretini ifa etmek üzere “Ata Yurdu”ndaki kabristana gittiler. Ho‟elun da gitti, fakat tesadüfen gecikince, kendisini beklemediklerini görerek fevkalade üzüldü. Hemen diğer hatunlara sitemler yağdırdı, ama onlar kendisinin davet edilmeye bile değmediğini, ayrıca onunla herhangi bir ilişkide bulunmak istemediklerini belirttiler. Görünüşe göre önemsiz bir şeydi bu; fakat hatunlar arasındaki ağız dalaşı, esasen halkın durumunu yansıtmaktaydı. Nitekim halk hemen bir durum değerlendirmesi yaparak, Yesugai‟ın ailesini kaderiyle başbaşa bırakıp Onon Nehri yakınlarına göç etti.

Esasen Moğol Tayci‟utlar‟ın bu davranışı, sadece rezilane bir nankörlük değil, aynı zamanda bir cinayetti. Hiçbir kurtuluş ümidi olmayan bozkırda yardımsız ve korumasız kalmak, yavaş yavaş ölmekle aynı şeydi. Yesugai‟ın dostu yaşlı Çarha bile çekip giden insanlarla anlaşmayı denerken, sırtına bir mızrak darbesi yemişti. Ho‟elun ise, Yesugai‟ın tuğunu kaldırarak, halkı yurdu terketmemeye davet etmiş, birçokları aralarında meşveret ettikten sonra geri dönmüş, fakat bir süre sonra da gerisin geriye çekip gidenlerin arkasından yola koyulmuşlardı.

Peki halkın çekip gitmesinin sebebi ne idi? Son derece basit ve aptalca bir sebepti bu. “Kaynak kurudu, akkaya çatladı*” diyordu

* Yazar, konuyla ilgili alıntıları Kozin’in çevirisine istinat ettirmektedir. Kozin’in çevirisi ise alternatif çevirilerden sadece biridir. Aynı darb-ı mesel, Prof. Dr. Ahmet Temir’in çevirisinde “Derin su kurumuş; parlak taş kırılmıştır” şeklindedir. Gerek yazarın bu darb-ı meseli herhangi bir başarısızlığın ifadesi sırasında kullanıldığı görüşü, gerek Kozin’in ve gerekse mümaileyh Ahmet Temir’in çevirisi, orijinale uygun olmakla birlikte bu kitabın mütercimini tatmin etmemiştir. Eğer metne sadık kalma mecburiyetimiz olmasa idi, bendeniz bu darb-ı meseli bizdeki “Öküz öldü, ortaklık bölündü” ata sözüyle karşılamayı tercih ederdim. Çünkü bir yandan Ambagai’ın Tayci’ut asıllı olmaması, diğer yandan onun ölümünden sonra Tayci’utlar’ın Ambagai’ın hanımlarını ve çocuklarını orada bırakıp gitmeleri ve hatta hayvanlarını dahi alıp götürmeleri gözönünde

bulundurulacak olursa, bu sözün başka türlü çevirilmesi mümkün gözükmemektedir. Dolayısıyla yazarın ifade ettiği gibi bir başarısızlığı değil, olsa olsa yol ayrımını gösterir. (çev.)

Todoyen-Girtay, sadık Çarha‟nın sırtına mızrakla vururken. Bu Moğol darb-ı meseli, herhangi bir olumsuzluğu ifade etmek için kullanılır. Zayıf ve yardıma muhtaç olana destek vermek burjuvaya ters gelir.

Burjuva, ister bozkırlı, ister şehirli olsun, bir bahadırın önünde yerlere eğilir, fakat bu aşağılanmanın bedelini onun dul karısına veya yetimlerine ödetir. İşte Borcigin ailesi de, elinde olmadan “başına buyruk insanlar” haline gelmiştir.

Yesugai‟ın çocuklarının hayatta kalabilmesi, Ho‟elun‟un başarısıdır. O sırada en büyük oğlu sadece onbir yaşında, en küçük kızı ise bir yaşındaydı. Tayci‟utlar, Yesugai‟ın sürüsünü de alıp götürmüşlerdi. Halbuki bu hayvanlar, Ho‟elun ve Yesugai‟ın ikinci hanımı Soçihel‟in çocuklarının karnını doyurmalarını sağlayan yegane kaynaktı. Ho‟elun, çocuklarını yabani soğanlarla ve sarmısakla besledi. Çocuklar biraz büyüyünce Onon Nehri‟nden balık tutmaya, okla toy kuşu ve köstebek avlamaya başladılar. Ama karınlarını doyurabilmek için

“dinlenme” kelimesini unutmak zorunda kalacaklardı. Çünkü kış için de stok yapmaları gerekiyordu. Bu kötü yıllar, beş veya altı sene sürecekti.

Takribî bir hesapla, 1178‟lerde (±2 yıl), Temucin 16, kardeşi Khasar 14 yaşında bulunduğu bir sırada, artık Borcigin ailesinin dokuz oltası, yayları ve yeterli miktarda okları vardı. Bu arada Soçihel‟in Temucin ve Khasar‟ın akranları olan oğulları Bekter ve Belgutai da büyümüşlerdi.

Kaynaklar, Borcigin ailesinin diğer Moğol kabileleriyle ilişkileri konusunda herhangi bir bilgi vermiyorlar.

Nasıl Onon Vadisi kozmosda bir seyyare değilse, Yesugai‟ın çocukları da kesinlikle birbirinin aynı değillerdi.

Mesela 1173‟de onbir yaşlı Temucin, Onon sahillerinde Cacirat kabilelerinin yönetici boyu üyesi Camuha ile aşık oynuyordu. Aynı yılın ilkbaharında oklarını değiştirmişler ve birbirlerine sadık kalacakları konusunda yemin ederek, anda olmuşlardı. Moğollar‟ın çok eski atalarından miras aldıkları duygusal gelenekler, XII.

Yüzyılda neredeyse anakronizm teşkil etmesine rağmen, ikili ilişkilerde hâlâ etkinliğini sürdürüyordu.

Yaşlılardan duyulan “Andalar-tek bir ruhtur”sözü Moğollar‟ın daima kulaklarında çınlayacaktı.

118. Kardeş Katili

Şimdi geldik muammalara. 1178 veya 79‟da Temucin ve Khasar, üvey kardeşleri Bekter‟i öldürürler. Hem de ceviz kabuğunu doldurmayacak bir şey yüzünden! Ama bu konu üzerinde ciddi olarak durulmaya değer.

Bekter, kardeşleri arasında en güçlüsüydü ve Belgutai üzerindeki etkisini kullanarak, Temucin ve Khasar‟a pek iyi davranmıyordu. Bazen onların yakaladıkları balıkları ellerinden alıyor, bazen avladıkları kuşlara el koyuyordu. Kardeşleri bu durumu annelerine şikayet ediyorlar ve kendilerini böylesine üzen biriyle bir arada yaşamayacaklarını belirtiyorlardı. Bir gün Temucin ve Khasar, yaylarına oklarını gererek, yılkı beklemekte olan Bekter‟e gizlice yaklaştılar. Bek-ter, onların yaklaştıklarını görüp, niyetlerini anlamıştı.

Şöyle seslendi onlara: “Tayci’ut kardeşlerimizden gördüğümüz hakarete tahammül edemeyip, kimin (yardımıyla) intikam alabiliriz diye düşünmek lazımken, niçin bana ‘gözdeki kıl, ağızdaki yonga’ gibi muamele ediyorsunuz? Gölgemizden başka arkadaşımız, (hayvan) kuyruğundan başka kamçımız yokken, neden böyle düşünüyorsunuz? Benim ocağımı yıkmayın, Belgutai’yı öldürmeyin’” (Gizli tarih, s 77) Sonra bağdaş kurup oturarak, ok atmalarını bekledi.

Yakalanan bir balığın çekip alınmasının aradaki kırgınlığın sebebi oluşuna işaret dahi edilmeden yapılan bu konuşma hayli şaşırtıcıdır. Ölümle yüz yüze geldiğimizde, genelde kurtuluşumuza vesile olabilecek bir şeyler söyleriz. Bekter ise, kardeşlerinin elinden yolup aldığı balık ve kuşu unutmuş, aksine kendilerinden intikam için yeterince güce sahip olmadıkları “Tayci‟ut kardeşler”den söz etmiştir. Burada, güya Bekter‟i düşman olarak gören “müstakbel Çingis‟in intikamcı ve acımasızlığını gösteren bir vakıa” aramanın doğru olacağını sanmam.54 Temayülü konusunda herhangi şüphe bulunmayan “Gizli Tarih” yazarı, okuyucuya bu

görüşü özenle enjekte etmektedir.55 Güçlü bir kabileye karşı kinle yoğrulmuş dört çocuktan söz edilirken hangi düşmanlıktan bahsedilebilir ki? Hayır, burada oldukça ciddi başka bir şey var.

Bekter‟in söylediklerine bakılırsa, tabii bunlar tarihçi tarafından doğru aktarılmışsa, o, bir hiç uğruna öldürüleceğini anlamıştır. Özellikle basitçe geçiştirilebilecek geçimsizlik sebebiyle insan öldürülmez. Daha da tuhafı, rivayette Bekter‟in anasının tepkisine yer verilmemesi, aksine Bekter‟in üvey anası olan ve çocuklarına bir türlü dirlik vermeyen kötü kalpli bir çocuğu sevmesi mümkün bulunmayan Ho‟elun ananın Temucin ve Khasar‟a lânetler yağdırdığından bahsedilmesidir.

Ho‟elun, her nedense daima Bekter‟i müdafaa eder ve hatta açıkça haksız olduğu zaman bile sadece şöyle der: “Ah, ben sizinle ne yapacağım bilmem ki! Ne diye önemsiz bir şey için kardeşlerinizle kavga edip duruyorsunuz?! Bırakın bu işleri!” (Gizli tarih, s 76). Sanırım Bekter‟den çekiniyor ve elinden geldiğince kavga çıkmasını önlemeye çalışıyordu.

Ancak, cinayet tamamlandıktan sonra Hoe‟lun ana çocuklarının çehresinden olup biteni anlar, onlara lânetler yağdırır ve “gölgemizden başka arkadaşımız, (hayvan) kuyruğundan başka kamçımız yokken” bir akrabanın öldürülmesinin akıl ve mantıkla bağdaşmayacağını belirtir. (Gizli tarih, s 77-78). Bu sitem, esasen yüzsüzlüğün daniskasıdır ve belki de hiç yapılmamıştır.

Şimdi bir soru soralım: Kaynak müellifi, Bekter‟in son sözlerini kimden öğrenmiştir? Elbette onun katillerinden. Sonuncuları ilgilendiren tek şey ise, kendilerini haklı göstermekti. Demek ki onlar sonraki nesile gerekli gördükleri bir şeyi aktardılar. Ancak, eğer metne inanacak olursak, Khasar kardeşinin göğsüne ok atmakla aptalca davranmış; Temucin ise sırtından oklamakla daha da kötüsünü yapmıştır. Bu iş gerçekten bu kadar basit mi? Ayrıca sanmam ki, kardeşlerinin bu tehevvürüne sebep olan Bekter, birden kurbanlık koyun gibi sessiz birisi oluversin! Sonra, neden kardeşi Belgutai, ağabeyinin haince öldürülmesini sükunetle karşılasın ve hatta Temucin‟le ilişkilerini bozmasın? Gerçekten, kaynak yazarının cevap vermediği pek çok soru yok mu?

Bu tuhaf kardeş cinayeti için iki yorum tarzı teklif edilebilir. Bunlardan birisi tarihî kaynağa itimat üzerine kuruludur. Diğeri ise septiktir.

Farzedelim ki, Temucin ve Khasar, kendilerini sürekli sıkıştırdığı ve haksızlık ettiği için Bekter‟i öldürdüler; Ho‟elun ana da kendilerini savaşçı bir arkadaştan mahrum bıraktıkları için onlara sitemler yağdırdı. Peki, bir insan avladığı bir balığı bile elinden çekip alan biriyle sırt sırta vererek savaşa gidebilir mi? Bu durumdaki bir kişi, savaşta kendini feda eder mi? Ne de olsa can pazarı bu.

Diğer yandan, liderliğe oynayan bir kişi, başkalarının kendisini incitmesine izin verir mi? Böyle bir uysallığın, kendisinin peşinden gelmek zorunda olan kişilerin başka türlü düşünmesine yol açacağı muhakkak.

Halbuki Bekter‟in davranışlarının halktan yana bir tavır sergilediğini çağrıştıracak bir şey göremiyoruz. Buna karşılık Temucin, bilahere kendisini tahta oturtturacak özelliklere sahip olduğunu açıkça tebarüz ettirmesine rağmen, herhalde Bekter ortada kendini tehdit edecek bir şey görmüyordu. Demek ki, güçlü koruyucuları vardı.

İşte burada şüphe edilecek önemli hususlar ortaya çıkıyor. Acaba kaynak müellifi, çok güvendiği kişilerin kendisini bilinçli olarak yanılttıklarını biliyor muydu? Kardeş cinayetinin Ho‟elun‟un dahi bilmediği gizli sebepleri olamaz mıydı? Böyle önemli bir sebep, ancak ihanet olabilirdi. Ki böyle bir ihaneti de Moğollar, sadece karakterleri icabı değil, dinî dogmaları icabı da affetmezlerdi. Temucin‟in düşmanları Tayci‟utlar‟dı.

Dolayısıyla onlar, Borciginler arasında bir casuslarının olmasını isterlerdi. Peki, Temucin bunu nasıl öğrenmişti? Tabii ki ancak samimi, saf ve biraz da çenesi düşük Belgutai vasıtasıyla. Bu yüzdendir ki Belgutai, kardeşinin ölümünden sonra hiç yas tutmamış, Temucin ise hayatı boyu onu öz kardeşlerinden daha çok sevmiştir.*

* İşte Gumilev’un diğer tarihçilerden farkı. Örneğin R. Grousset, Bozkır İmparatorluğu adlı eserinde Temucin’in Bekter’i öldürmesini anlatırken, sadece “Bir bıldırcın yüzünden kardeşini öldürdü” demek ve başka bir yorum getirmemek suretiyle, okuyucunun kafasında Temucin’i küçücük bir kuş için kardeşini öldürecek kadar vahşi ve can akıtma heveslisi bir vampir gibi göstermekte; ondan alıntı yapan pek çok tarihçi de aynı görüşü hiç düşünmeden tekrarlamaktadır. (çev.).

Ancak, şayet bizim tahminimiz doğruysa, bu durumda Bekter‟in öldürülmesi intikamsız kalamazdı. Eski Moğol âdetleri bunu gerektirirdi. Bekter‟in ölümünden sonra da gerçekten böyle mi olmuştu, veya daha doğru bir ifadeyle, onun ölümünden sonra vukû bulan olayların söz konusu cinayetle bir ilgisi var mıydı?

119. İnsan Avı

Olaylar çok hızlı gelişmişti. Ho‟elun‟un sitemler yağdırması da boşuna değildi. Tayci‟utlar‟ın reisi Tarhutai Kiriltuh, turgautlarıyla birlikte Borciginler‟in otağını bastı, fakat bu işi âniden bastırarak yapmadı.

Çocuklar ve anneleri, ormana kaçtılar ve Belgutai‟ın ağaçları kesip devirerek alelacele hazırladığı izbeler içinde gizlendiler. Khasar, ok atarak düşmanı uzak tutmaya çalıştı; fakat Tayci‟utlar onunla fazla ilgilenmiyorlar ve “Bize Temucin’i teslim et. Bizim sizinle işimiz yok!” diye bağırıyorlardı. (Gizli tarih, s 79).

O ana kadar Bekter‟in casusluk yaptığı konusundaki bazı şüphelerine de artık mahal kalmamıştı. Tayci‟utlar onun yüzünden bütün ailenin değil, sadece Temucin‟in peşine düşmüşlerdi ve hatta Bekter‟e ok atanlardan birisi olmasına rağmen Khasar‟la dahi ilgilenmiyorlardı. Çünkü Temucin‟in üstün vasıfları çok erken tebarüz etmişti ve elbette bu da ancak adavete yol açabilirdi.

Temucin‟in kaçabileceği tek yer, ormanla kaplı dağlardı. Moğolistan dağları öylesine kesif ormanla kaplıydı ki, vahşi hayvanların açtıkları patika yolların dışında oraya ulaşmak mümkün değildi. Temucin, dokuz günü aç susuz geçirdikten sonra, vadiye dönmeye mecbur kalacaktı. Orada ise onu esir edip Tarhutai Kiriltuh‟a götürecek olan Tayci‟utlar bekliyorlardı. Fakat bu iyi kalpli insan, bir kez daha arkadaşının oğlunun hayatını kurtaracak; onun “meşrû cezasını değiştirecek” (Gizli tarih, s 81), yani öldürmek yerine boynuna bukağı vurdurarak her yurtta ancak bir gece kalmasına müsaade etmekle cezalandıracaktı. Zavallı çocuk, bir çadırdan diğerine geçip, kendisine yedirip içirmeleri için başka insanlara yalvarmak zorundaydı.

Çünkü bukağı, başkalarının yardımı olmadan bir şey yiyip içmesini engelliyordu.

Tayci‟utlar, hiçbir gerekçe olmadığı halde, genç esirin kendine olan güvenini kaybedeceğini ve kaçmaktan ümidini keseceğini zannetmişlerdi. Eğer Temucin herhangi biri olsaydı, bu düşünceleri haklı çıkardı ve tabii olarak peşine düşmeye değmezdi.

Tayci‟utlar, her yıl birinci ayın 16. gününde, mehtap altında şenlikler tertiplerler ve tabii olarak haddinden fazla içerlerdi. O gün Temucin‟e nezaret etme sırası, diğerleri gibi içmeyen, güçsüz bir adama gelmişti. Temucin, herkesin uyumasını bekledi. Sonra boynundaki bukağı ile bu güçsüz adamın kafasına vurdu. Adam yere düşünce Temucin kaçmaya başladı. Önce Onon sahili boyunca uzanan ormana girdi;

arkasından, sadece başını dışarı çıkarıp sırt üstü uzanarak nehre daldı ve kendini akıntıya bıraktı. Esire nezaret etmekle görevli adam kendine gelince, “Bukağılanmış kişi kaçtı!” diye bağırdı. Tayci‟utlar, kaçağın peşine düştüler. Dolunay ormanı aydınlatıyordu ve etraf neredeyse gündüz gibiydi. Tam o sırada Temucin bir adamın karşısında dikilip kendini süzmekte olduğunu farketti. Tayci‟utlar‟ın hâkimiyeti altındaki Süldüs kabilesinden Sorgan-Şira adlı biriydi karşısındaki adam. Bir süre göz göze bakıştılar. Sonra Sorgan-Şira, “İşte böyle kurnaz olduğun için, bakışların ateşli, yüzün nurlu olduğu için Tayci‟ut kardeşlerin tarafından kıskançlıkla takip ediliyorsun. Sen aynen böyle yat, ben söylemem!” diyerek, çekip gitti.

Kaçağı bulamayan Tayci‟utlar, aralarında müşavere etmeye başladılar. Sorgan-Şira, herkese geldiği yoldan gidip bakılmamış yerlere tekrar göz atmasını teklif etti. Sonra Temucin‟in karşısına dikilip

“Kardeşlerin dişlerini bileyerek geliyorlar, ama korkma, böyle yat” dedi ve çekip gitti.

Arama çalışmalarının bir fayda vermediğini tahmin etmek zor değil.Tayci‟utlar, bukağılı birinin nasıl olsa uzaklara kaçamayacağını düşünerek uyumaya karar verdiler.

Herkes çadırına çekilince, Temucin sudan çıkıp, Sorgan-Şira‟nın çadırını aramaya başladı. Kımız çalkalamak için kullanılan değneğin sesinden onun evini kolayca buldu. Fakat Sorgan-Şira başına bir bela gelmesinden korkuyordu. Bunu gören oğulları Çimbay ve Çilaun, şöyle dediler: “Kafesteki bir kuşçuk çalılığa kaçtığı zaman, çalılık onu korur.” Sonra Temucin‟in boynundaki bukağıyı çıkarıp ocağa attılar. Temucin‟i de içi yün dolu bir arabaya gizlediler ve Hada‟an adlı kızkardeşlerine de “Kimseye bir şey söyleme!” diye tembihleyip, göz kulak olmasını söylediler.

Temucin, yün dolu arabada üç yakıcı gün ve üç boğucu gece geçirdi. Üçüncü gün bütün yurtları tek tek aramaya karar veren Tayci‟utlar, Sorgan-Şira‟nın yurdunu da aradılar. Hatta yatakların altına varıncağa kadar her tarafı didik didik ettiler. Sıra yün dolu arabaya gelince Sorgan-Şira “Bu sıcakta yün içinde kim dayanabilir ki?” dedi. Tayci‟utlar onun haklı olduğu kanaatine vararak, arabayı aramadan çekip gittiler.

Tayci‟utlar‟ın davranışları, eski Moğol göçebe hayat tarzının tipik bir örneğini sergilemektedir:

Disiplinsizlik ve toplumsal problemlere karşı kayıtsızlık. Tayci‟ut erkekleri, kaçağın yakınlarda bir yerde gizlendiğini ve yaya olarak uzaklara gidemeyeceğini anlıyamıyorlar-dı. Çevredeki göçebe çadırlarını dahi doğru dürüst aramış olsalardı.. esir yakalanmış olacaktı. Aksine onlar, yine normal işlerinin başına dönüp, istirahata çekildiler. Çünkü başlarında, savaşçılara örnek olacak bir reisleri yoktu. Bu da Temucin‟in kurtuluşuna imkan hazırladı.

Sorgan-Şira, neredeyse “kendisini kül gibi uçurtacak” olan misafirinden bir an önce kurtulmak istiyordu.

Artık gerek o ve gerekse bütün aile fertleri için hayatta kalabilmenin tek şartı, Temucin‟in kurtulmasına yardımcı olmaktı. Böylece Sorgan-Şira, bir tel kuzu kesip etini kavurdu. Bir küçük tulum, bir de büyük tulum yaptı. Onu ak burunlu, kula renkli kısır bir kısrağa bindirdi. Eyer ve çakmak takımı vermeden, eline yalnız bir yayla iki ok tutuşturdu ve böylece Temucin‟i yola çıkardı.

Son durum, o dönemde saf vicdan sahibi olmanın ne derece tehlikeli olduğunu göstermektedir. Çünkü Temucin‟i yolda yakalayabilirler ve bu durumda Sorgan-Şira‟nın onun kaçmasına yardım ettiği ortaya çıkabilirdi. Elbette o yakalandığı zaman Sorgan-Şira kendini müdafaa edebilirdi. Kaçak, atı meradan çalmış, et ve tulumu da aşırmış olabilirdi. Çünkü bu tür değersiz şeyler, genelde çadırın dışında tutulurdu. Yay, kesinlikle herhangi bir evden alınmış olabilirdi. Çünkü onu eşik girişindeki hayvan boynuzunun üzerine asıyorlardı ve dolayısıyla birinin gelip yayı oradan alması son derece kolaydı. Ama eyeri evde saklıyorlar, çakmak taşını yanlarında gezdiriyorlardı ve bu ikisi kişisel eşya sayıldığı için mazeret ileri sürülemezdi. Bu yüzden Sorgan-Şira, Temucin‟i yola salarken bu ikisini vermemişti. Ama Temucin, bundan dolayı onu asla suçlamayacak ve hatta hakan olduktan sonra halaskârına karşı herhangi bir kötü davranışta bulu-nulmasını yasaklayacaktı.

Temucin, yakılıp yıkılmış yurdunun bulunduğu yere ulaşmış, sonra izleri takip ederek, artık kendisini canlı görmekten ümidini kesmiş olan ailesini bulmuştu. Böylece Borciginler, yollarına devam ederek, Tayci‟utlar‟ın kendilerini arayamayacakları Burhan-Haldun dağlarının güney eteklerine yerleşmişlerdi. Bu olay, Bekter‟in boş yere öldürülmediğini göstermektedir. Çünkü artık ailenin yaşadığı yeri düşmanlara haber verecek kimse kalmamıştı.

Bu epizodda sıradan bir macera konusu kadar, eski ve yeni nesillerin davranış kalıpları arasındaki belirgin farklılık da dikkat çekmektedir. Yaşlı neslin temsilcileri olan Tarhutai Kiriltuh, Sorgan-Şira ve akranları, iyi kalpli, hassas ve yeterinden fazla âtıl insanlardır. Bir işi sonuna erdirmektense, hiç bir şey yapmamak onlar için daha kolaydır. Başladıkları bir işi de sonuna kadar götürmezler. Temucin kaçıp gitmiş;

boşver gitsin, onu arayacak halimiz yok! Bu, tipik bir burjuva psikilojisidir ve köyde de, şehirde de, bozkırda da hep aynıdır.

Aynı kuşağa mensup gençler ise tamamıyla başkadır. Sadece Temucin ve kardeşleri değil, Sorgan-Şira‟nın oğulları da girişkendir; prensiplerine bağlı, inatçı ve gözünü kırpmadan ölüm tehlikesini göğüsleyebilmektedirler. Eğer Ambagayi-han‟ın silah arkadaşları da bu tip insanlar olsalardı, kesinlikle ağaç eşeğe mıhlanarak ölmezdi. Ya ona yardım ederler, ya da aralarındaki gönüllüleri harekete geçirerek Curçenler‟e yaptıklarının bedelini ödetirlerdi. Nitekim bu gençlerin daha sonraki yıllarda kendi başlarına hareket etmeye başladıkları zamanlarda vukû bulan olayları anlatırken, bu tür davranışların bir defaya mahsus olmadığını, aksine sürekli ve sık sık tekrarlandığını göreceğiz. Biz şimdilik onları gelincik avlayarak, güç kuvvet toplamaya bırakıp, tarihî kaynakların hakkında aydınlatıcı bilgi verdikleri tek kişinin, Temucin‟in biyoğrafisine dönelim. Esasen bu kaynaklarda anlatılanlar da, bir hayat hikayesinden çok, herhangi bir destekten mahrum olmakla birlikte yeterli enerji ve mertliğe sahip fakir bir Moğol delikanlısının sergüzeştleridir.

120. İlk Asker

Borcigin ailesinin sakin ve münzevi hayatı, beklenilmeyen bir felaketle sekteye uğramıştı. Bir gün, benekli beygirle sekiz at evin önünde dururken, yağmacılar geldiler ve göz göre göre bu hayvanları alıp götürdüler. Temucin ve kardeşleri, yağmacıların peşinden koştularsa da, bir faydası olmadı. Belgutai, avlanmaya gittiği için atlardan biri ellerinde kalmıştı. Temucin kısa kuyruklu konur ata binip, yağmacıların peşine düştü. Yedi gün boyunca onların peşinden gitti. Yani yaklaşık 200 km. yol katetti. Temucin, yolda tam

Borcigin ailesinin sakin ve münzevi hayatı, beklenilmeyen bir felaketle sekteye uğramıştı. Bir gün, benekli beygirle sekiz at evin önünde dururken, yağmacılar geldiler ve göz göre göre bu hayvanları alıp götürdüler. Temucin ve kardeşleri, yağmacıların peşinden koştularsa da, bir faydası olmadı. Belgutai, avlanmaya gittiği için atlardan biri ellerinde kalmıştı. Temucin kısa kuyruklu konur ata binip, yağmacıların peşine düştü. Yedi gün boyunca onların peşinden gitti. Yani yaklaşık 200 km. yol katetti. Temucin, yolda tam