• Sonuç bulunamadı

* Gayr-ı mütenakız versiyonların peşinde

Felaket yağmuru

* Gayr-ı mütenakız versiyonların peşinde

XXI. SUÇLULARIN PEŞİNDE 136. Ne Demek “Rus topraklarının mahvoluşu”?

Bu tahaf ibare, sadece bazı parçaları elimize ulaşan eski bir Rus el yazmasındaki yan başlıklardan biridir.

Muhtemelen XIII. Yüzyıla aittir ve Moğollar‟ın 1223 veya 1238 yıllarındaki saldırılarından birisi münasebetiyle yazıldığı sanılmaktadır.1

Biz, bunun tartışmasını filologlara bırakalım. Çünkü bir etnolog için daha önemli olan şey başkadır:

Eserin müellifi, büyük, güçlü ve zengin bir etnosun “mahvolabileceğini” sadece ileri sürmüyor, aksine böyle bir şeyin XIII. Yüzyılda vukû bulduğuna da inanıyor. Onu böyle bir kanaate sevkeden şey, Vladimir Knâzlığı‟nda 1238 kışında Batu ordularının, (yaklaşık üç yüz yerleşim biriminden) ondört köy-şehiri yakmaları ve bunların ilkbaharda yeniden kurulması mıdır? Bununla birlikte onun heyecanlı üslübu, engin bilgisi ve vatanseverliği, herhangi bir şüpheye mahal bırakmayacak türdedir. Metnin kaybolan kısımları, günümüzde tahmini zor olacak kadar önemli de değildi.

Biz XX. Yüzyıl insanları, gelişim teorisine o kadar çok kendimizi kaptırmışız ki, tarihî süreçlerin birbirinden kopuk oluşunu dahi kavrıyamıyoruz. Günümüzde Ruslar‟ın doğrudan pitekantroplardan değilse bile, en azından İskitler‟den neş‟et ettikleri, tabiatıyla çiftçi oldukları, XII. Yüzyıldaki eski Rusiçiler‟in, dedelerinin amcaoğulları gibi tamamıyla kendilerinden olduğu düşünülüyordu. Dolayısıyla etnosun yaşı,

“altın sonbahar” kültürü, geleneklerin kayboluşu ve davranış kalıplarının yenilenişi konusundaki görüşler, büyük atalarımız için hakaretâmiz şeylerdir. Tüm burjuva kesimi, pek çok üstad ve hatta yazarlar buna inanmışlardı. Sadece balladlarında eski Ruslar‟la, Kiyef ve Moskova Rusları arasında önemli farklar olduğunu ispat eden A. K. Tolstoy farklı düşünüyordu. Bu fark, Sezarlar Roması ile Papalık Roması arasındaki farktan daha az değildi. Yine bu fark, her iki tarafta da kültürler konusunda değil, aksine hukuk ve geleneklerdeydi.

Yani davranış kalıpları, dolayısıyla devlet, kilise, toplum yapısı, mimari vs. konularında değil, etnogenezde idi. Her ne kadar evolüsyonizm olarak açıklanması hayli zor ise de, tarihçi üstadların XIII. Yüzyılın derin

krizini farketmemeleri mümkün değildir. Fakat bir çıkış yolu bulunmuştu ve pek çok kişi tarafından da kabul görmüştü. Bu kriz ve onu takip eden “mahvoluş”, uzun süre Rusya‟nın güneyli komşularına atfedilmişti. Bu görüş, ancak XX. Yüzyılda tenkide tabi tutulmuştur. Şimdi tarihçilik açısından bir gezinti yaparak meseleyi irdelemeye çalışalım.

XII-XIII. Yüzyıl Rus kaynaklarında Kıpçak Bozkırı‟na “Meçhul topraklar” deniliyordu. Bu adlandırma, şaşırtıcıdır. Çünkü 1093‟e kadar ve hele hele X. Yüzyılda Ruslar, serbest bir şekilde Tmutara-kan ve Kırım‟a gidiyorlar; hatta Kuzey Kafkasya bozkırı üzerinden Hazar Denizi sahillerine kadar uzanıyorlardı. Fakat birden, 1252 yılında kaleme alınan Lavrentyev vakayinamesinde Vladimirli Andrey Yaroslaviç hakkında

“Meçhul toprakların fatihi” kelimeleri yer alıyordu. “İgor Alayı Destanı” ile “Nestor Kroniği”nde de aynı ibareye rastlıyoruz. D. S. Lihaçyeff, burada geçen “meçhul topraklar” ibaresinin tam bir coğrafî terimden ziyade, Deşt-i Kıpçak‟ın hissî bir tarifi olarak kabul edilmesi gerektiği görüşündedir.2 Vladimir Monomah‟ın muzaffer seferlerinden ve Rus-Kıpçak çatışmalarının birden kesilmesinden sonra, bu adlandırma güney bozkırı için kullanıldığına göre, söz konusu açıklama hayli tuhaftır. Aklımaza, XIII. Yüzyıl eski Rus coğrafyacılarının, Deşt-i Kıpçak hakkındaki bilgilerinin azaldığı ve daha önce gayet iyi bildikleri yerleri meçhul topraklar olarak adlandırmaya mı başladıkları şeklinde bir soru takılıyor. Bilimde bu tür gerilemeler zaman zaman müşahede edilmektedir. Bazı bölgelere verilen adların, daha sonra unutulduğu oluyor.

137. Ormanın Bozkırla Savaşı mıydı?

XII. Yüzyılda Kiyef Rusyası‟nın bozkır bölgesi olan kısmı, önce “meçhul topraklar”a dönüşüyor, arkasından “büyük yay” adını alıyor ve en sonunda da, ancak XVIII. Yüzyılda Ruslar ve müttefikleri Kalmıklar tarafından fethedilen “vahşi bölge” adını alıyor. Bu durumda söz konusu bölgenin yeniden incelenmeye başlanması uygun olacaktır. Kuzey Karadeniz‟in bozkır kesimleri, her zaman hayvancılığa elverişli idi. Asyalı göçebelerin Doğu Avrupa‟ya saçılmalarının sebebi de budur. Bu göçlerin, geçim kaynakları ormanlık alanlar ve nehirlerle kaplı vadilere bağlı bulunan yerli ahali Slavyanlar‟la çatışmalara yol açtığı düşünülebilir.

Ancak, göçebe üretimi ziraatçılığın dışında başka bir meşgaleyle varlığını sürdüremezdi ve bu durumda her iki taraf da ürettiklerini birbirleriyle takas etmek mecburiyetindeydiler. Bu yüzden sürekli askerî çatışmaların yanı sıra simbiyoz örneklerine de rastlıyoruz. Peçenekler, Leburn açıklarındaki yenilgiden sonra Dobruca‟ya yerleşmiş ve Bizanslılar‟ın müttefiki olmuşlar; Torklar, Dinyeper‟in sağ sahiline yerleşip, Kiyef knâzlarının sınır muhafızları durumuna gelmişler; güçlü ve savaşçı Kumanlar, Rusiçi-ler‟le ilk çatışmalardan sonra, Çernigov Knâzlığı‟nın müttefikleri olmuşlardır.

Bu bir tesadüf değildir. Zonal ve azonal landşaftların birbirine girdiği coğrafî-ekonomik bölge birliği, birbirine ters düşmeyen, aksine birbirini tamamlayan ekonomik sistemlerin bütünlüğünü gerekli kıl-mıştır.3 Bu sistemler arasında bazen kanlı çatışmaların yaşandığı düşünülebilir. Çağdaşlarımız, bunları, olay olarak değerlendirmişlerdir. XIX-XX. Yüzyıl müellifleri, ezelî bir “orman-bozkır savaşı” görüşü ortaya atmışlardır. Bu görüşün ilk öncüsü S. M. Solovyeff‟tir. Ona göre Slavyan kolonizasyonu, savaşçı göçebelerin Slavyan çitfçilerine karşı aşılmaz engeller teşkil ettiği bir sırada, Finlilerce meskun Rostov topraklarının bulunduğu kuzeydoğu şeridi boyunca çok az bir direnişle karşılaşarak yayılmıştır. V. O. Kluçevskiy, P. N. Milukoff, A. Y.

Presnyakoff, G. V. Verdanskiy ve B. A. Rıbakoff, Ukraynalı N. İ. Kos-tomaroff, V. V. Antonoviç, M. S.

Gruşevsky, V. G. Lyaskoronskiy ve benzerleri gibi tarihçilerin görüşlerini nazar-ı dikkate dahi almadan bu görüşü her hangi bir tenkide tabi tutmaksızın benimsemişlerdir.

Ancak biz, bu görüşe muvafakat etmeden önce, sonuncuların S. M. Solovyeff‟in görüş alanı dışında kaldıkları nokta-i nazarından hareketle, tarihî ve coğrafî gerçeklere bir göz atacağız.

138. Rusya’nın Kuzeyli ve Güneyli Komşuları

Önce yakın geçmişe bir göz atalım. Rusya sınırlarında barış yoktu. Yaroslav Mudrıy, kuzeye seferler düzenlemişti.1030‟da Çudlar‟a (Çud topraklarında Yüryev şehrini kurmuş, fakat bu şehir 1224‟de elden çıkarılmıştır), 1038‟da Yatvaglar‟a, 1040-1041‟de Litvanya ve Mazovya‟ya, 1047‟de tekrar Mazovya‟ya seferler düzenledikten sonra, 1042‟de oğlu Vladimir‟i Yam‟a göndermiş; 1058‟de Yaroslav‟ın çoktan öldüğü dönemde Moskova‟nın güneybatısındaki Litov kabilesi Goladlar itaat altına alınmıştı.

Vladimir Monomah, düzenlediği iki sefer neticesinde, Slavyan putperestliğinin son cephesi Vyatiçler‟i itaat altına almış, fakat Mordvalar 1104‟de Murom‟da Knâz Yaroslav Svyatoslaviç‟i mağlup ederek, Rus fütühatını durdurmuştu. Mstislav Velikiy, 1116‟da Novgorod ve Pskovlular‟ı Çudlar‟a karşı ayaklandırmış, 1131‟de Litvanya üzerine sefer tertiplemiş; ancak Eski Rusya‟nın birleşik prenslerinden olan bu sonuncusunun ölümünden sonra Latış kabilesi, 1166‟da isyan ederek, Polotsk Knâzlığı‟nı yıkmıştı. Rus drujinalarının kaybı 9 bin savaşçıya ulaşmış ve kuzey seferleri dondurulmuştu. Dikkatlerini güney sınırlarındaki askerî çatışmalara teksif etmiş bulunan tarihçilerin gözünden kaçan bu küçük hatırlatma, vakıaların geniş tarih fonu üzerinde yapılan titiz mukayeselerle değil, edebî hatıralarda anlatılmıştır.

Güneydeki olaylar: 1036‟da Peçenekler‟in Kiyef‟de mağlubiyeti; 1060‟da Torklar‟a karşı kazanılan zafer ve 1064‟de itaat altına alınışları; 1068‟de Poloves knâzı Şarukan karşısında Alta‟da uğranılan hezimet ve bir ay sonra Snov Nehri sahilinde yapılan rövanş karşılaşmada ise Poloves ordusunun Çernigovlu Svyatoslaviç tarafından inhizamıdır. 1092‟den 1117‟ye kadar Polovesler‟e karşı verilen mücadele, Büyük Knâz II.

Svyatopolk‟un inisiyatifinde gelişmiş, Vladimir Monomah ise tüm batılı Poloves göçebelerini itaat altına almıştır. Doğulu “vahşi” Polovesler de Suzdal knâzlarıyla seve seve ittifak aktediyorlardı. Daha sonraki 120 yıl boyunca, yani 1116‟dan 1236‟ya kadar, Polovesler Rusya‟ya beş, Ruslar da Polovesler‟e karşı beş sefer düzenlemişler; ancak Polovesler, Ruslar arasındaki iç savaşlara tam 16 defa iştirak etmişlerdir. Bundan başka, hiçbir büyük şehir, Polo-vesler‟ce ele geçirilmiş değildir. Ama 1088‟de bir orman halkı olan Bolgarlar, Murom‟u fethetmişlerdir!

Coğrafî ekonomiye geçelim. Eski Ruslar, ormanlık alanlarla ne kadar iç içe iseler, ovalar ve nehirli vadilerle bezeli orman-steplerle de o kadar iç içe idiler. XII. Yüzyılda Rusya nüfusunun hayli seyrek olması (yaklaşık 5, 5 milyon) sebebiyle, bütünüyle yerleşik yaşam gerektirmeyen nadas ziraatçiliği uygulanmış ve özellikle bozkır bölgelerinde hayvancılık ekonomisine dayalı yarı göçebelik de geçerliliğini korumuştur.4

Bunlar, göçebe ve Türk değildiler. (Daha yukarıya bkz.). Tarım, tıpkı Kazaklar -Don ve Zaporoj Kazakları- ve Nogaylar‟da olduğu gibi, kışlakların çevresinde gelişmişti. “Orman”la “bozkır” arasındaki fark, o kadar fazla değildi ve üstelik bozkır, XII. Yüzyılda koru ve çamlarla bezeli orman adacıklarıyla kaplıydı. Bu adacıklar, XIX. Yüzyılda insanlar tarafından yokedilmişlerdir.5

En nihayet, XIII. Yüzyılda, Ruslar ve Polovesler, Selçuklular‟ın Kırım çıkarmasını ve Moğollar‟ın Don‟a saldırısını birlikte püskürtmüşler; yenilginin acısını da birlikte tatmışlardır. Hayır, iş bu kadar basit değil! Bir kere, bir karar vermeden önce konuyu tarihî yönden inceleyelim. Ama bunu, perspektifleri kaybetmemek için mikroskopla değil, meselenin 200 yıllık geçmişiyle ilgili tüm görüş ve şüpheleri görebilmek için teleskopla yapacağız.

139. XIX. Yüzyılda Devlet Görüşü

Şimdi, olayların seyrini takip etmeyi bir süre için bir yana bırakarak, Ruslar‟la Polovesler arasındaki karşılıklı ilişkiler meselesini aydınlığa kavuşturmamız gerekiyor. Bu problemin, ancak birisi doğru olabilen iki çözümü vardır. Dolayısıyla, gerekli tüm materyalı gözden geçirmek ve bilime ve günlük hayata yeterince zarar veren muhtemel hatalardan uzak durabilmek için makûl bir ölçüde kronoloji prensibinden

vazgeçeceğiz. Ne de olsa burjuva kafasına göre basit olan şey, esasen karmaşıktır ve kesinlikle, üstünkörü yapılan ilk göz atıştaki gibi değildir.

XIX. Yüzyılda ve hatta lise çağlarında bizlere öğretildiği gibi, bir aksiyom olarak “Volga‟dan Tuna‟ya kadar sahilsiz denizlerle birbirinden ayrılan şovalye Rusya ve endişeli kötü bozkır”6 ezelden beri birbirlerine düşman idiler. Bu görüş, günümüzde dahi, gerçeklerle bağdaşmayan, düşünülmeden kabul edilmiş bir fikr-i sabite olarak ileri sürülmektedir.7 Halbuki, kültürlerin oluşumu ve ekonominin gelişmesi için gerekli optimal şartlar, Volga-ötesi ve Sibirya‟nın gür ormanlarında ve Kazakistan‟ın sergüneş çöllerinde değil, orman ve bozkır bölgelerinin sınırlarında ve hatta nehirli vadilerin azonal landşaftlarında mevcuttu. Orman ve bozkır yerlileri, emek mahsulü fazla ürünlerini birbirleriyle takas ederek, etnik simbiyoz halinde yaşamayı öğrenmişler; fakat evlilik yoluyla gerçekleşen kısmî kaynaşmalara rağmen, kimeralar teşkil etmemişlerdir.

Bu durumda, iki etnos, -Ruslar ve Kumanlar- kendi bölgelerinin tabii imkanlarından faydalanarak hayatlarını sürdürüyorlardı ve dolayısıyla kendi landşaftlarının hudutlarıyla sınırlıydılar. Peki, öyle ise, şu Rusya ile Bozkır arasındaki ezeli adavet görüşü nereden peyda olup, zihinlere yerleşip kaldı? Ve bu görüş, şüphe götürmez tarihî gerçeklerle ne kadar örtüşmektedir? Bu konu, özel bir ihtimam gösterilmeye değer.

XVI-XVII. Yüzyıldaki (sadece vakanüvisler değil,) Rus tarihçileri için de Poloves problemi aktüel değildi.

Güneydoğu sınırlarında sürekli savaş vardı; ama Rossya‟nın düşmanları İslam süper-etnosu bünyesinde yer alan Kırım, Kazan ve Osmanlı İmparatorluğu gibi devletlerdi. Çünkü henüz Altın Orda‟daki “büyük fetret”

devrinde, Batı Avrasya‟nın bozkır süper-etnosu parçalara ayrılmış ve bütünlüğünü kaybetmişti. Esasen bir bozkır halkı olan Kalmıklar da o zaman Cungarya‟dan göçederek gelmişler; Rossya onlarla ittifak aktederek, aldığı yardımla Kırım‟ı fethetmişti.

Dolayısıyla, XVIII. Yüzyıl sonlarında, geçmişe duyulan ilgi, eskiye dönmeye zorlamış; tarihçiler, vakayiname gelenekleriyle burun buruna gelmişler ve bunları kendi dönemlerinin özel teorik yapısı için malzeme edinmişlerdi.

Devrim öncesine kadar olan Rus tarihçiliği, - V. N. Tatişçeff‟den G. V. Plehanoff‟a kadar, çok az istisnasıyla, Rus-Poloves temaslarını aynı minval üzere değerlendirmiş; bizzat kaynaklardaki kendi hükümleriyle coğrafya ve umum tarih açısından örtüşmeyen bariz tezatları ise görmezlikten gelmiştir.

Örneğin V. N. Tatişçeff şöyle yazıyordu: “Polovesler ve Peçenek-ler, yüzlerce yıl Rus sınırlarına düzenledikleri saldırılar yetmiyormuş gibi, insanları esir alarak ve yağmalayarak, büyük zararlar verdiler..

Rus knâzları arasındaki uyuşmazlıklar ve iç savaşlar da küçümsenmeyecek sebeplerdi.. “ Vladimir Monomah, oğullarına Poloves prenseslerini gelin olarak almış “ama buna karşılık çok az huzur ve menfaat sağlamıştır”.8 Bizzat Vladimir Monomah, Polovesler‟le “ondokuz barış” anlaşması imzaladığını yazmıştır. Herhalde, menfaatin nerede olduğunu kendisi daha iyi biliyordu ve üstelik Polotsk Knâzlığı‟nı münhezim kılmak için Poloves alayını Rusya‟ya ilk getiren kişi de kendisidir.

N. M. Karamzin, Polovesler‟i “yorulmak nedir bilmeyen baş belaları” olarak niteleyerek, “bu tip barbarlarla barış yapmanın, kurtla aynı yatağa girmek” olduğunu ileri sürmüştür.9

Peki, öyle ise, Rus knâzları neden 1223‟de Kalka Nehri‟nde Polovesler‟e yardıma gittiler?

N. G. Ustryaloff ise, her ne kadar Polovesler‟in iç savaşlara paralı askerler olarak iştirak ettikleri konusunda deliller gösterirse de, onları “yırtıcı canavarlar” olarak niteler.10 Daha az heyecanlı olan S. M.

Solovyeff de “Rossya.. bozkır sakinleriyle, göçebe Asya halklarıyla savaşmak zorundaydı..”11 diye yazmıştır.

Solovyeff‟in izinden giden V. O. Kluçevskiy aynı görüşü tekrarlamıştır. Onlar, bu savaşı “ezeli adavet”den çok, sanki Rusya ve Bozkır coğrafî anlamda tuzu farklı, fakat birbirine dayanmış iki sınır bölgesiymiş gibi

“ormanın bozkırla mücadelesi”12 olarak algılıyorlardı. Bu konsepsiyonun bânileri, Rusya‟nın Batı Avrupa ülkelerinden “geri kalmasını” haklı göstermeyi ve nankör Avrupalılara “Rusya‟nın bozkıra karşı verdiği

savaşla, Avrupa hücumunun sol cenahını kapattığını”13 ispat etmeyi kendilerine vazife addetmişlerdir. Yani Eski Rusya‟nın dünya medeniyeti önündeki tarihî vazifesi sanki Ruslar‟ın, kendilerini hiçe sayarak, mutezili kanada mensubiyetten dolayı atalarımızın afaroz edildiği Katolik manastırlarını kapatmaları; bizimle aynı inancı paylaşan Bizans‟ı yağmalamak maksadıyla huruc eden feodallerin yaşadığı şovalye şatolarının kapılarına kilit vurmaları; Slavyan köle ticaretiyle uğraşan şehir komünlerini kapatıp, halk tarafından şehirden kovulan tefeci ofislerinin kepenklerini indirmeleri idi.

Batı karşısındaki bu samimi eğilişe bir de milliyetçilik demezler mi!?

140. Bir Görüş Daha

Her ne kadar N. İ. Kostomaroff, Ukrayna halkını ezeli değilse de, çok eski ve asla Velikorosslar‟a benzemez olarak tavsif etmek suretiyle, Güney Rusya‟nın durumunu biraz farklı göstermişse de, onun görüşüne göre Rus tarihinin temelinde veçe ve monarşist ülüş gibi iki yönetim arasındaki çatışma yatmaktadır. Güney, cumhuriyetçi; Velikorossya ise monarşisttir. Göçebeler, hatta Slavyanlar‟la kaynaşarak Kiyef knâzlarının bayrağı altında savaşan Tork ve Berendî [Baranî]ler dahi, Eski Rusya medeniyetinin gelişmesini desteklemişlerdir. “Rusya, iç işlerine karışmaya hazır yabancılar tarafından kuşatılmıştı.

Doğudan, yağma ve yakıp yıkmaya susamış bozkırlı göçebe Asya halkları, birbirinden kalabalık sürüler halinde çıkıp geldiler”14 ve bunlar Güney Rus knâzlarına yardım ederken dahi kötülüklerde bulundular.

Çünkü Rusya‟da halkların müdahelesi yüzünden “ne iktidar sahibi basit bir knâzlık teşekkül edebildi, ne boy aristokrasisi meydana gelebildi, ne de kamu hukuku”. Bazı Poloves akınları, “Güneyli Ruslar”ı muhtemelen Velikorosslar‟a dönüştükleri kuzeye göçetmeye mecbur bıraktı. Kiyef‟e son darbeyi ise Moğol istilası indirdi.15

Madem öyle de, Güney Rusya‟yı neden Tatarlar değil de, Litvanyalılar fethettiler!?

N. İ. Kostomaroff‟un görüşleri, XIX. Asrın 60‟lı yıllarında yankı yapmış ve M. S. Gruşevskiy ve benzerleri gibi Ukraynalı milliyetçiler arasında taraftarlar bulmuştu.16 Ama aradan 120 yıl geçtikten sonra savaş çığırtkanlığı yapan bu görüşler ciddiyetini kaybetti. Ne de olsa Ruslar, bozkırlılardan daha güçlüydüler: Oleg, Polovesler‟i kullanmış, Monomah ise onları hezimete uğratmıştı. Ama N. İ. Kostomaroff‟un halet-i ruhiyesini anlıyoruz: O, başına gelen felaketlerin sebebini kendinde aramak yerine, komşularda aramayı tercih etmektedir.

Kabul edilemez gözüken her iki - devletçi ve “bölgeci”- görüş de, aynı genel çizgiye sahip. Bu görüşün temsilcileri, Avrasya‟nın kalabalık ve farklı bozkır halklarını, her türlü kültürün ve en başta da Avrupa medeniyetinin düşmanı olan tek tip barbarlar gürûhu olarak görmektedirler. Bu fikir, çok eskiden beri Batı Avrupa‟nın geleneksel görüşüdür. Türkmen-Selçukîler ve Mısırlı Memlükler, Haçlı ordularını durdurarak, şovalyeleri “Deniz ötesi topraklar”dan, yani Filistin‟den kovdular. Polovesler, Latin İmparatorluğu‟na yarım yüzyıl can çekişmesine sebep olan ölümcül bir darbe indirdiler ve Katolik Avrupa‟nın ileri karakolu Macaristan‟ı adamakıllı hırpaladılar.

Hadi, Avrupalılar‟ın Asya bozkırına karşı beslediği antipatinin sebebi mâlum; ya peki, XIII. Yüzyılda Ruslar‟a karşı Haçlı seferi düzenleyen bir devlet için acınıp duran Rus tarihçilerine ne oluyor?

XI. Yüzyılda Doğuya başlayan saldırı, Litvanyalılar‟ın Kiyef ve Çernigov‟u fethettikleri XIII ve XIV.

Yüzyılda, Polonyalılar‟ın Moskova‟yı yaktıkları XVII. Yüzyılda, Fransızlar‟ın aynı şeyi yaptıkları XIX. Yüzyılda ve Almanlar‟ın yarım kalan işi bitirmek için saldırdıkları XX. Yüzyılda devam edip durmuştur. Halbuki Polovesler, barış istiyorlar veya Vladimir Monomah‟ın muzaffer drujinalarına karşı korunmaya çalışıyorlardı.

Ama vakayinamelerdeki bilgilerin tesirinde kalan XIX. Yüzyıl tarihçileri, “ormanın bozkırla boğuştuğu” ve bunun kurallara uygun olduğu imajı yarattılar.

Nihayet 1884‟de, P. V. Golubovskiy, şaşırtıcı bir şekilde Güney Rusya bozkırlarında, birbirine düşman üç Türk halkının yaşadığını, her birinin kendi tarihi ve tarihî kaderi olduğunu ispat etmiştir. Bunlar, Kanglılar‟ın torunları Peçenekler; Guzlar‟ın bir kolu olan Torklar ve eski kültürün temsilcisi Polovesler veya Kumanlar‟dır. Poloves dilberleri, aralarında Aleksandr Nevskiy‟nin de bulunduğu birçok Rus knâzının anneleriydiler.

Yine de P V Golubovskiy “Rusya bu savaş yükünü (Kumanlar‟la savaşmayı) omuzladı ve göğsünü Avrupa için siper etti”17 demek suretiyle N. İ. Kostomaroff‟un ve üstadı V B. Antonoviç‟in görüşlerini tekrar etmektedir. İşte size peşin hükümlü olma hastalığının bir sonucu.18

Her halükârda, P. V. Golubovskiy‟i bilimsel Kumanolojinin kurucusu olarak kabul etmek gerekir. S. A.

Pletniyeva‟nın haklı olarak kaydettiği gibi, “P. V.Golubovskiy‟nin çalışmalarına kadar Polovesler hakkında verilen eserler, bir kural olarak, tarafgirâne, bazen de amatörce yazılmış şeylerdir ve sadece Polovesler‟e karşı bilimsel ilginin henüz XIX. Yüzyılın birinci yarısında ortaya çıktığını göster-mektedirler.”19 Bu “ilgi”, araştırma konusu kadar, bizzat tarihçilerin zevk ve halet-i ruhiyelerini de ortaya koymuştur. P. V.

Golubovskiy, Batı Avrupa‟yla olan ilişkilerde Rusya‟nın verdiği hizmetle ilgili hakim peşin hükümlere karşı çıkmadığından, onun araştırmaları, XX. Yüzyıl tarihçilerine gereksiz ve çirkin tarafgirliklere başvurmaksızın bir dizi bilimsel ilave araştırmalar yapma imkanı sağlamıştır.

Bilimsel bir monoğrafinin mükemmelliği, ele alınan konuyla ilgili inandırıcı malzeme ile doluluk seviyesiyle ve araştırmada takip edilen Batı metodu düzeyiyle belirlenir. Tek bir kişinin böyle bir problemi halletmeye gücü yetmez. Dolayısıyla ele alınan konunun dört dörtlük olarak incelenmesi, bilim bayrağının nesilden nesile, elden ele geçerek dalgalanmasıyla mümkündür. Günümüzde, çeşitli araştırmacıların müteaddit teşebbüslerinden sonra, arkeolojinin tarihle sentezi, en mükemmel şekilde S. A. Pletniyeva ile G.

A. Fedoroff-Davıdoff tarafından yapılmıştır.20

Ama daha mesele halledilmemişken, devrim öncesi yıllarda kendini gösteren spekülatif bir tarihçilik, Londra sokaklarının, Paris bulvarlarının ve Alman üniversite şehirlerinin sessiz caddelerinin havasını taşıyan fikirlerin ödünç alındığı yeni bir temel üzerine oturtuldu. Samimi Slavyan gözüken tarihçilerimiz, Avrupa felsefî düşüncesinin bazen peşinden koştular, bazen onu da geçtiler, ama bu her zaman fayda getirmedi.

141. Yaşlı Kişi de Temiz Hava Alır

Rus-Poloves ilişkilerine duyulan aşırı ilgili, az çok orijinal ve daima mütenakız birçok indî görüşlerin

Rus-Poloves ilişkilerine duyulan aşırı ilgili, az çok orijinal ve daima mütenakız birçok indî görüşlerin