• Sonuç bulunamadı

Sivil köklü ifadelere bakıldığında dikkati çeken, genelde sivilin, şehir ve medenileşme gibi kavramlarla açıklandığıdır. Devletten ayrı varlık göstermesi beklenen sivil toplumun da temel vurgusu, bağımsız şehirler ve tarihsel sürecin getirdiği uygarlık düzeyidir. Ancak çalışmada, sivil toplumun ayrıntılı bir çözümlemesinin yapılması öngörülmemektedir. Bunun nedeni ise sivil itaatsizliğin gerek teorik temellendirilmesi gerekse yöntemini belirleme konusunda sivil toplumun doğrudan bir etkisinin bulunmadığı düşüncesiyle açıklanabilir. Zira sivil

itaatsizlik eylemlerine zaman ve mekân açısından bakıldığında her zaman bu tür bir sivil toplum koşulu söz konusu olmayabilmektedir. Dünyanın birçok yerinde sivil toplum, sivil inisiyatifleri oluşturacak ölçüde serbest hareket edememekte hatta ulusal ve uluslarararası politikaların taşıyıcısı olarak faaliyet göstermektedir. Bu noktada tartışma, sivil toplumun liberalizmin araçları mı yoksa halka dayalı alternatifler mi olduğuna ilişkin bir tartışmaya dönüşecek ve sivil toplumun ancak bir alternatifi yansıtması bağlamında, sivil itaatsizliğe yol açabileceğini düşündürecektir. Sivil sözcüğünün kökeni Latince civitate (devlet, site, şehir) olup şehir

yanında, şehir devleti ve daha geniş ölçekte devlet anlamında kullanılmakta ve bu

durum da Batı’da şehir ve devlet arasındaki bağlantıyı göstermektedir. Sözcük önce Fransızca’ya sonra da İngilizce’ye çevrilerek city, civil, civic, civilization gibi sırasıyla, şehir, şehre ait, şehirli, şehirlileşme=medeniyet (uygarlık) gibi kavramlar oluşturmuştur. Uygarlık, “Belirli bir toplumsal-ekonomik formasyonda, toplumsal

gelişmenin belirli bir aşamasında ulaşılan maddi-manevi kültürel gelişme düzeyi”1dir. “Medeniyet” sözcüğünün Arapça’da şehir anlamına gelen medineden türetildiği göz önüne alındığında, Doğu ve Batı düşüncesinin uygarlık ve şehir arasında kurduğu bağlantı dikkat çekicidir2.

Braudel’in uygarlıkların bir anlamda mekânlar olduğuna ilişkin görüşü, bu bağlantıyı güçlendirmektedir. Eski Dünya’nın nehir uygarlıkları, Sarı Nehir (Çin uygarlığı), Fırat ve Dicle (Sümer, Babil, Asur), Nil (Mısır uygarlığı) boyunca yerleşik olmuşlardır. Benzer biçimde Fenike, Eski Yunan ve Roma uygarlıkları, Akdeniz’in armağan ettiği uygarlıklardır. Kültürler ve uygarlıklar arasındaki farklılıkların en güçlü işareti, şehirlerin varlığı ve yokluğudur ki şehirler, uygarlık katları boyunca çoğalmaktadırlar3.

1 N.S. Aşukin, N.P. Butırskiy, v.d., Politika Sözlüğü, (Çev. Mazlum Beyhan), Sosyal Yay., 1.b., İstanbul,1979, s.240.

2 Durmuş Hocaoğlu, “Sivillik ve Demokrasi”, Yeni Türkiye Sivil Toplum Özel Sayısı, Y.3, S.18, Kasım-Aralık 1997,ss.106-112, s.106.

3 Fernand Braudel, Uygarlıkların Grameri, (Çev. Mehmet Ali Kılıçbay), İmge Yay., 1.b., Ankara, 1996, s.34-41.

“Medine” sözcüğünün, kent ve dışındaki yaşam biçimini, gerek iktisadi faaliyet gerekse toplumsal ilişkiler bakımından birbirinden ayırmak için kullanılması4 üretim ilişkilerinin tarih yapımını belirlediğine ilişkin temel bir noktaya işaret etmektedir. Bu bağlamda, medeniyet-üretim ilişkileri referansıyla, bir aşama olarak uygarlık Engels’e göre; insanın doğal ürünleri hammadde biçiminde kullanmayı öğrendiği döneme yani sanayi ve ustalık dönemine karşılık gelmektedir5. Tanilli’ye göre de her medeniyet, iktisadi yapının biçimlendirdiği bir değerler sistemdir. İnsanların üretim faaliyetinde kullandıkları maddi araçlar ve teknik, üretim faaliyetinin ortaya çıkardığı ilişkiler ve bunları kapsayan üretim biçimi, uygarlıkların tanımında önemli rol oynamaktadır. Örneğin, Batı ve Doğu’nun ilkçağ uygarlıkları köleci üretim biçiminin şekillendirdiği uygarlıklardır. Ortaçağ Hıristiyan uygarlığı, feodal üretim biçiminin, yine Batı’da ortaçağın sonlarında başlayan kapitalist üretim biçimi ise yeni bir uygarlığın biçimlendiricileridir. Dolayısıyla iktisadi yapı, uygarlıkların temel yapısını oluşturmaktadır. Ancak bir uygarlık aynı zamanda bu yapının üstüne kurulan ve onu yansıtan bir değerler sistemi olarak, siyasal ve hukuksal kurumları, dini, ahlakı, felsefeyi, edebiyatı ve sanatı kısaca “kültür”ü içine almaktadır6 .

Sivil; şehir hayatının beraberinde getirdiği hak ve yükümlülükleri ifade etmektedir. Mardin, başlangıç olarak şehir adabının sistematikleştirilmesi olan Justinien’in Corpus Juris Civilis’ini almaktadır (6.yy.). Bu hukuk kodu, Roma ve Bizans’ta şehir ilişkileri içinde oluşan hukuk düzenini göstermektedir. Batı Avrupa’da 12.yy.’dan başlayarak şehirlerin önem kazanmasıyla, şehir yaşamını düzenleyen Roma Hukuku yeniden kullanılmaya başlamış ve canlanmanın getirdiği sivil köklü kavram ve uygulamalar, yepyeni bir dinamik oluşturmuştur. 17. ve 18. yy.’da ise sivil artık özgürlüklerle birlikte kullanılmaktadır. Mardin bu bağlamda kavramın, “medenilik” anlayışıyla, Batı Avrupa’nın toplumsal tarihinde çok önemli

4 Zerrin Toprak Karaman, Kent Yönetimi ve Politikası, Anadolu Matbaacılık, 5.b., İzmir, 2001, s.6. 5 Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, (Çev. Kenan Somer), Sol Yay., 7.b., Ankara, 1979, s.40.

bir toplumsal tarih aşamasıyla, tarih felsefesi alanında bir tartışmayla ilgili7 olduğunu kaydetmektedir.

Sennett’e göre uygarlık; başkalarına yabancıymış gibi davranarak bu toplumsal uzaklığa uyan bir bağ dokumaktadır. Şehir yaşamı bu noktada yabancılarla karşılaşmanın mümkün hale geldiği yerleşim alanıdır8. Toplumsal uzaklık biçimlenirken kamusalın kendine özgü kuralları devreye girmektedir. Şehir öncesi dönemdeki adet ve görenekler yerlerini gerektiğinde pozitif normlarla uyulması beklenen kurallara bırakmıştır. Kurallar karşılıklı hak ve yükümlülüklerin normlarla korunduğu insan yerleşimlerinde uygar hale gelmenin başlatıcısı ve sürdürücüsüdürler.

Toplumsal sözleşme kuramlarıyla paralel biçimde Freud’a göre sivilleşme; insanın doğa güçlerine karşı korunması ve insanlar arasındaki ilişkilerin düzene sokulması, kısaca topluluğun gücünün kişisel güce üstün gelmesidir. Buradan hareketle toplum nitelemesini hak eden her insan topluluğu sivildir. Topluluk, üyelerinin sınırsız kişisel özgürlüklerinden vazgeçmelerini sağladığında sivilleşme başlayacaktır. Sınırsız içgüdüsel isteklerin doyurulması adına verilen kavga, kaostan

hukuki düzene, sistemli güç ilişkilerine dayanan siyasal iktidara geçmiştir9. Sivilleşmenin bu bakış açısından algılanması, insanlar arası ilişkilerin düzenlenerek

ortak bağlayıcı kuralların oluşturulması noktasında Mardin’in de işaret ettiği gibi hem bir tarihsel aşamaya, hem de kaosun bırakılması bağlamında belirli bir uygarlık düzeyine işaret etmektedir.

Şehirleşme sürecinin, medenileşmenin de başlangıcı olduğu yönündeki görüşlere bakıldığında, şehirleşmenin belirli ve somut bir tarihle başladığı yolunda

7 Şerif Mardin, “Sivil Toplum”, Makaleler 1 Türkiye’de Toplum ve Siyaset, Der. Mümtaz’er Türköne, Tuncay Önder, İletişim Yay., 5.b., İstanbul, 1995, ss.9-19, s.9-10. İktisadi kökenleri itibariyle memleket aşırı ticaretle gelişen şehirlerin yüksek tabakaları, şehirlerin özgürlük mücadelesindeki önder kesimlerdir. bkz. Fritz Börig, “Avrupa Şehirlerinin Doğuş ve Gelişme Tarihi”, (Çev. Cemil Ziya Şanbey), İdare Dergisi, Temmuz-Ağustos 1945, S.175, İçişleri Bakanlığı Yay, Ankara, ss.128-163, s.136.

8Richard Sennet, Kamusal İnsanın Çöküşü, (Çev. Serpil Durak, Abdullah Yılmaz), Ayrıntı Yay.,1.b., İstanbul, 1996, s.150.

9 Sigmund Freud, Molaise dans la civilisation , Paris-1965, s.37-44’den aktaran Akal, İktidarın Üç

bir sonuca ulaşılmamaktadır. Yine de üzerinde uzlaşılan, insanların yerleşik yaşama geçmesiyle, sürecinin de başladığı noktasıdır ki Toprak Karaman da bu sürecin temel kriterini iktisadi faaliyetin içeriğinin değişmesi olarak kabul etmektedir. Kentler, üretim biçiminin değişmesi yanında, toplumsal ve kültürel açıdan da birer merkez olmuşlardır10.

Medenilik anlayışı, şehirlerin kendi varlık alanlarını yaratmalarının sonucudur. Şehir toplumunu sivil ya da medeni kılan ise sahip olduğu ekonomik güç ölçüsünde şekillenen bağımsızlıktır. Bağımsızlığın kazanılması noktasında, Ortaçağda şehirlerin, derebeylerine karşı durmak için, herhangi bir beyi kendi hemşehrileri kabul ederek derebeyine karşı taarruza geçmeleri bir başlangıçtır. Bu durum, şehir halkının yüksek başarısı biçiminde değerlendirilmektedir. Sonrasında yaşanan gelişim ise ferdin devlete tebaa değil vatandaş statüsüyle bağlanmasıdır. Ancak bu gelişim sadece hukuki alanda kalmış ve sosyo-ekonomik alana yansımamıştır. Dolayısıyla şehirlerin hak kazanımı biçiminde seyreden gelişme daima yüksek tabakayı oluşturan aileler lehine olmuştur11.

Walzer sivil toplumu; “insan topluluklarının hiçbir güç tarafından

zorlanmaksızın içinde hareket edebilecekleri, kendini belirleyebilecekleri alanın adı”12 biçiminde tanımlanmaktadır. Tanımdan da görüleceği üzere, sivil toplum ile ilgili tartışmalara damgasını vuran, devlet-sivil toplum dikotomisidir. Bu durum, devletin sivil alanı bir rakip alan olarak görmesi değildir şüphesiz. Nitekim Walzer’e göre sivil topluma karşı ya da sivil toplumdan tamamen yabancılaşan devletler varlıklarını sürdüremezler. “Bağlılık, medenilik, siyasal ustalık, ve otoriteye güven

devletin tek başına sağlayabileceği özellikler değildir”13. Sivilin ve sivil toplumun uygarlık aşaması şeklinde değerlendirilmesinin altında yatan en önemli neden, sivil köklü ifadelerin zamanla özgürlüklerle birlikte anılmasından kaynaklanmaktadır. Siyasi iktidar karşısında belirli haklara sahip olduğunu düşünen insan sayısı tarihsel süreçte artmış ve hak kategorileri de bu temeller üzerine yükselmiştir.

10 Karaman, a.g.e., s.1-2. 11 Börig, a.g.m., s.140.

12 Michael Walzer, “Sivil Toplum Düşüncesi: Toplumsal Yapılaşmaya Doğru Bir Adım”, (Çev. Nuran Erol), Birikim, Mayıs-1997, ss.33-41, s.33.

Modern çağın başında medeniyet merkezleri şehirlerin ortaya çıkmaya başlamasıyla birlikte şehir sakinleri; haksızlık yaptıklarını düşündükleri, vergi tahsildarlarının evlerini yağmalayan, ürünlerine el koyan ya da dini azınlıklara saldıran kişilere karşı doğrudan harekete geçmeye başlamışlardır. Fransız Devrimi sırasında boykot, toplu dilekçe ve şehir ayaklanmaları gibi daha genel protesto biçimleri yine şehirlerde ortaya çıkmıştır. Önce burjuva sınıfının üyeleri sonra da işçi sınıfı tarafından benimsenen bu taktikler yurttaşlık hareketlerini hazırlamış ve söz konusu hareketler yerini yurttaşlık sonrası hareketlere bırakmıştır14.

Yurttaşlık sonrası hareketler kapsamında değerlendirilebilecek sivil itaatsizliğin belirli bir medenilik düzeyine ulaşmış şehirlerde ortaya çıkabileceği düşüncesi, şehir toplumunun bireysel irade ve ifadeyi esas kabul etmiş olmasıyla açıklanabilir. Şehir toplumları dışındaki cemaat tipi topluluklarda bireysel iradenin yerini alan ortak irade, kişiler adına her şeyin en iyisini düşünme tekelini elinde tutmaktadır. Çağdaş anlamda toplum olma serüveni, bireyin kendisini ifade etmek için mücadeleye girişmesiyle başlamaktadır. Mücadelenin başlangıç yeri ise bireysel hakların güvence altına alındığı şehirlerdir. Bu çerçevede sivil itaatsizliğin felsefi ve tarihi kaynaklarının şehirleşme temelinde incelenmesi hareket noktasıdır. Sivil sözcüğü son bir çözümlemeyle; medeni (uygar), nazik gibi kavramlara karşılık gelmek suretiyle, zarafeti de yüklenmektedir. Medeni olmayanın sivil de olamayacağı zımnen anlaşılmaktadır15. Sivilin “medeni”ye karşılık gelmesinin sivil itaatsizlik açısından değeri, bu direnme tarzının belli bir gelişmişlik seviyesindeki kurallarının olması yönünden önemlidir.