• Sonuç bulunamadı

Baskıya Karşı Direnmeye Yol Açan Çatışmanın Temelleri

Osmanlı İmparatorluğu’nda iktidarın sınırlanmasına yol açacak orta sınıfın, burjuvazi biçiminde ortaya çıkamaması ve buna bağlı olarak düşünsel anlamda bir insan hakları doktrini geliştirilememesi, Batı’da, monarkın mutlak iktidarına karşı direnmeyi oluşturan yapısal koşulların, Osmanlı’da oluşamadığını göstermektedir81. Ancak Osmanlı’da çatışma, bu temel üzerinde yükselmese de daima var olmuştur. Osmanlı’da egemenlerle egemenliği ele geçirmek isteyenler arasındaki çatışmanın görüntüleri, kimi zaman taht çatışmaları, kimi zaman isyanlar kimi zaman da saray entrikaları biçimindedir. Çatışma, ya toplumdaki egemen güçlerin egemenliğini sona erdirir ya da egemenin baskısını daha da artırır. Baskı altındaki grupların, egemenin istediği biçime yönelmesi durumunda ise, toplumsal durağanlıktan söz edilecektir ve böyle bir toplumda çatışma mümkün görünmemektedir. Buna karşılık en durgun toplumlarda dahi birikmiş bir dinamizmin bulunduğu da unutulmamalıdır. Çatışma bir birikim sonucudur ve çatışmanın yokluğu, birikimin yetersizliğini gösterir. Ateş’e göre, folklor, gelenekler ve inançlarla şekillenen birikimin araçları, toplumun

dinamizminde o denli önemlidir ki bu öğelerin yitirilmesi, insanlık sahnesinden silinmeyle sonuçlanan vahim bir duruma yol açmaktadır82.

Osmanlı’da ortaya çıkan direnme hareketlerinin dayandığı çatışma temellerine bakıldığında, öncelikle kendilerine haksızlık yapıldığını düşünen kesimlerin varlığı dikkati çelmektedir. Bu tepkiler vergilendirmeyle bağlantılı köylü ayaklanmaları olabileceği gibi Celali İsyanlarındaki gibi sipahi düzeninin bozulmasıyla da açıklanabilir. Ancak ortaya çıkan ayaklanmaların köylü ayaklanmaları olup olmadığı konusu tartışmalıdır. Mardin’e göre örneğin Celali İsyanları, köylü ayaklanmaları değil, kendilerine hakları olan topraklar verilmediği için rahatsız olan küçük toprak soylularınca başlatılmıştır. Bu sipahiler, mültezimin zorbalığından kaçan köylüyü de yanlarına almışlardır. Tipik köylü ayaklanmalarında Osmanlı köylüsünün başı çektiği savı açısından ayrıca ilginç bulunan nokta, bu hareketlere liderlik edenlerin resmi bir unvan sahibi yani devlet tarafından atanan kişiler olmalarıdır83.

Osmanlı’nın; Osmanlı’ya karşı isyan edenlerle birlikte hareket etseler dahi devlete bağlılıktan ayrılmayan köylülerin katıldıkları ayaklanmalarda, genel itibariyle köylüyü koruma eğilimi içinde olduğu sezilmektedir. Bu durum, imparatorluğun köleleştirme politikasından yola çıkarak şu şekilde açıklanabilir; Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde özgür ana-babadan doğan hiç kimse, hangi dine mensup olursa olsun köle yapılmamış, şeriat sadece Osmanlı hükümetine karşı isyan gerçekleştirmek üzereyken yakalanan gayrimüslimlerin köle yapılmasına cevaz vermiştir. Ancak bu gerekçeyle köleleştirilen insan sayısı azdır ve hukukçuların isyan kavramına sınırlı bir anlam yükledikleri görülmektedir. Şeyhülislam Ebusuud Efendi, bir fetvasında, yerel yöneticilerin haksızlıklarına karşı ayaklanan ancak Osmanlı’ya

82 Ateş, a.g.e., s. 150-151. Osmanlı toplumunun dinamizmi, özellikle kuruluş döneminde etkileri önemli düzeylere ulaşan Ahilik teşkilatında izlenebilmektedir. Buradaki birikim, haksızlıklara karşı koyma anlamında çatışmaya ortam hazırlar biçimde olmasa da, fütüvvet ilkesi altında birleşen ahilerin gerektiğinde zalime birlikte karşı koymaları bilincini taşımaları bakımından önemlidir. Sencer Divitçioğlu, Osmanlı Beyliğinin Kuruluşu, Yapı Kredi Yay., 1. b., Ankara, 1999, s. 60.

83 Şerif Mardin, “Tabakalaşmanın Tarihsel Belirleyicileri: Türkiye’de Toplumsal Sınıf ve Sınıf Bilinci”, Türkiye’de Toplum ve Siyaset Makaleler I, ss.77-117, s. 103.

bağlılıktan vazgeçme niyetinde olmayan köylülerin asi kabul edilemeyeceğini ve köleleştirilmelerinin de caiz olmayacağını84 kaydetmektedir.

Osmanlı döneminde siyasi iktidara yönelen direnme hareketlerinin temelinde, ağırlıklı olarak İslam’ın farklı yorumlamalarına bağlı ortaya çıkan mezhep faktörünün bulunduğu da göze çarpmaktadır. Ancak isyan ve ayaklanma gibi aktif direnme düzeylerine ulaşan hareketleri sadece bu faktöre indirgeyerek açıklamak da eksik bir yaklaşımdır. Nitekim aşağıda örneklerini vereceğimiz direnme hareketleri çoğu zaman sosyo-ekonomik koşulların yol açtığı girişimlerdir. Çalışmamızda Osmanlı direnme hareketleri içerisinde sözü edilen özellikleriyle örnek teşkil eden direnme olaylarına yer verilecektir ki bu bağlamda Alevi direnme hareketleri, karakteristik özellikleriyle öne çıkmaktadır. Bu nitelikteki isyan ve ayaklanmalar dışında Tanzimat ve Meşrutiyet dönemindeki direnme hareketleri ise sivilleşme hareketleriyle birlikte değerlendirilmektedir. Dolayısıyla direnme hareketlerinin seyrinde sivil ve özgürlükçü temalara bu dönemde rastlamak mümkün olmaktadır.

Türk siyasal yaşamında din ve mezhebin en önemli faktörler olduğu tarihi bir gerçekliktir. Selçuklu devleti ve Osmanlı İmparatorluğu’nda din ve mezhep esasları iç ve dış siyaseti yönlendirmiş, Selçuklu sultanları, devlet ve milletin varlığı yolunda tehlike gördükleri mezheplere karşı savaş açmışlardır. Karmatilik, İslamililik ve Batınilik, gerek Selçuklu ve gerekse Osmanlı için mücadele edilmesi gereken mezheplerdir. Bu iki devlet, “geleneksel İslam’ı” resmi ideolojileri ve siyasetlerinin temeli yaptıklarından, İslam’ın bu biçiminin güçlenip yayılmasını sağlamak, Türk devlet geleneğinin asıl hedefini oluşturmuştur85.

Osmanlı’daki direnme hareketlerinde eylemlerin aktörleri olarak reaya, ulema, tarikatlar, bürokrasi ve hatta medrese öğrencileri öne çıkmaktadırlar. Söz konusu hareketler, kimi zaman vergi konusundaki adaletsizliklerden kaynaklandığı gibi kimi zaman da devletin bekasını tehdit eden siyasal taleplerden hareketle oluşmaktadır.

84 Suraıya Faroqhı, Osmanlı’da Kentler ve Kentliler, (Çev. Neyyir Kalaycıoğlu), Tarih Vakfı Yurt Yay., 4. b., İstanbul, 2004, s. 341.

85 Sabri Hizmetli, “Türk Siyaset Hayatında Din ve Mezhep Faktörü”, Demokrasi Gündemi, Türk Demokrasi Vakfı Yay., S.21, 1995, ss.24-26, s. 25.

Ulema, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk döneminde halkın çıkarlarının temsilcisi konumundadır. Ancak, ilmiyye mensuplarının devlet memurları piramidinde yer alması, ulemanın halkı unutarak siyasetçilerle işbirliği yapmasına kapı açmış ve bu gelişmenin sonucunda da, alt düzeyde halkla birlikte yaşayan ve halkın isteklerinin tercümanı halk uleması ve resmi ulema şeklinde iki ulema tipi ortaya çıkmıştır. Zaman zaman şiddet olaylarıyla uykuda olmadığı gösteren halk uleması, İslam tarihinde Ahl al-Hadith olarak bilinen bir toplumsal akıma dayanmaktadır. Bu tipteki hareketlerin devamlılığı, devletle zıtlaşmaya bağlı olup, bu zıtlık hareketin kendini tekrar yaratmasının da koşuludur. Ahl al-Hadith tipi topluluklar yanında, devletin karşısındaki ikinci küme de tasavvuf kurumlarıdır. Tasavvuf soyut bir fikir merkezi gibi görünse de aslında spekülâsyonları ayakta tutan tarikatların somut varlıklarıdır. 13. ve 15. yy. arasında Selçuklu ve Osmanlılar’a kök söktüren ayaklanmalarda tasavvufun belirtilen somut biçiminin etkisi hissedilmektedir86. Güngör de benzer bir yorumla, ferdi yorumlamalara imkân veren bu tür din anlayışlarının hurûc hareketlerine büsbütün açık kapı bıraktığını87 belirtmektedir.

Osmanlı’da halk, Sünni İslam’ın yetersiz kaldığı rehberliği, mutezil eğilimler içinde olmakla itham edilen derviş liderlerinde aramıştır. Zamanla ulema, zengin ve ırsi bir kast haline gelirken, dervişler halk arasında nüfuz ve prestijlerini artırmışlardır. İlk zamanlarda dini-toplumsal başkaldırmaların- şer’iliğe karşı sufiliğin, bilgiye karşı iman sağlamlığının, siyasi ve dini egemen düzene karşı kütlelerin- kışkırtıcısı olan dervişler, daha sonra ise vezirlerin ve sultanların hareketleri üzerinde gizli olmakla beraber, güçlü bir nüfuz kullanmışlardır88.

Osmanlı’da meydana gelen direnme hareketlerinde eşrafın rolüne bakıldığında ise bir tutarsızlık dikkati çekmektedir. Mahalli eşraf, kimi zaman şehrin çıkarını devlet karşısında savunan kimse, kimi zaman da devletin siyasetini uygulayan

86 Şerif Mardin, “Türk Toplumunu İnceleme Aracı Olarak Sivil Toplum”, Türkiye’de Toplum ve

Siyaset Makaleler I, ss.20-33,s.26-27. Tasavvufi düşünce sisteminin bireylerin otoritelere karşı

gelme potansiyellerine set çektiğine ilişkin karşı görüş için bkz. Şerafettin Turan, Türk Kültür

Tarihi, Bilgi Yay., Ankara, 1990, s.116.

87 Erol Güngör, Sosyal Meseleler ve Aydınlar, Ötüken Yay., İstanbul, 1998, s.100.

88 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, (Çev. Metin Kıratlı), Türk Tarih Kurumu Yay., 5.b., Ankara, 1993, s. 401-402.

memurdur. Bu noktadaki tutarsızlık, devlet yetkilerini kullandığı sürece çevresindekilere baskı yapmasından, yetkileri kaybettiğinde de baskı altında tutulmasından kaynaklanmaktadır. Osmanlı’da ihtilaller, biriken hoşnutsuzlukların yol açtığı ve tavizler elde etme amacını güden hareketler olup Avrupa’daki gibi kurumlaşmış, ayrıcalıklı kesimlerin gerçek çatışmaları değildir. Mardin’in tespitiyle genellikle yeniçerilerle başkent esnafından oluşan ya da aşağı sınıfla ittifak halindeki eşrafın mahalli bir patlaması biçimindeki Türk ihtilalleri, zaferlerin pekiştirilmesine olanak veren örgütsel özerkliğe sahip değillerdir89. Bu bağlamda Osmanlı’da toplumsal yapı, ihtilalleri oluşturan ortam bakımından uygun olmadığı gibi patlak veren bir direnme hareketinin başarısını sağlayacak örgütlenme için de elverişsiz konumdadır.