• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

2.4. Karanlığın Aynasında

2.4.1. Romanın Tanıtımı

Karanlığın Aynasında yazarın dördüncü romanıdır. Birinci basımı 2010 yılında yapılan eser, Can Yayınları tarafından şu şekilde tanıtılmaktadır: “Benliğimizin sınırlarını kimi kez gönüllü olarak kaybederiz kimi kez istemeden. Sadece bir başkasıyla değil, bizi saran dünyayla da kucaklaşma, bir başkasında erime çoğu kez bir haz duygusuyla özdeşleştirilir. Oysa acının sınırları tam da burada başlar. Murat

Gülsoy, bir origami ustası gibi, düz bir kâğıtla başladığı anlatısını katman katman çoğaltarak kahramanlarının ironik dünyasının kederle malul hikâyesini kuruyor. İki boyutlu sandığımız bir dünyanın karanlık dehlizlerine doğru ilerlerken yaklaşmakta olanı hissetmeyişimize şaşırıyoruz. Yarım bir hayatı sol göğsünün üzerindeki akrebin çizgilerinde saklayan bir kadınla aşkı bulduğunu sanan bir adamın yollarının kesiştiği yerde oluşan karanlık yüzeyden yansıyan görüntüleri anlatıyor roman: birbirinin içinde eriyen bedenler, çocukluk korkularında büyüyen genç kızlığın uçucu kıpırtısı, aklın puslu manzaralarında belirip kaybolan umutlar, deliliğin onulmaz dehşeti, karşıtına dönüşmeye hazır duygular, algılar ve hayaller... Karanlığın Aynasında bir solukta okunan ve insanı içine çeken bir girdap-roman.” 260

2.4.2. Roman Hakkında Yapılan Değerlendirmeler

Elif Tanrıyar, Gülsoy’un dördüncü romanı Karanlığın Aynasında hakkında şu yorumu yapmaktadır: “Gerçekliğin sürekli şekil değiştirdiği, son derece ustalıklı ve zeki bir biçimde kurgulanmış Karanlığın Aynasında romanında, referans noktalarımız ve ona bağlı olarak algılarımız değiştikçe zaman ve mekân kavramları da yer değiştirmeye başlıyor. İki boyutlu gibi başlayan hikâye giderek boyut değiştiriyor, dönüp duran bir döngü içinde sonsuzluğa doğru düşüyor, üst üste biniyor. Anlamlar her okuyuşta yer değiştiriyor, farklı okumalara açılım yapıyor. Bu okuyucuyu rahatsız eden onu sürekli düşünmeye teşvik eden hikâyenin en ilginç yanlarından biri de Orhan, Ece ve Sarp karakterlerinden her birini merkeze yerleştirdiğinizde bambaşka sonuçlarla karşılaşıyor olmanız. Her dönüşünde farklı bir desen gösteren çiçek dürbünleri gibi bu hikâyenin kurgusu da her dönüşünde farklı algılar seriyor önümüze.” 261

Hürriyet Keyif’te ise romandan şu cümlelerle bahsedilmektedir: “Roman, yine yazarın bir önceki kitaplarından 602. Gece: Kendini Fark Eden Hikâye adlı incelemesinde ele aldığı ayna kavramı etrafında yapılandırılıyor. Ayna kavramı, kişinin ruhundaki dehlizlere ışık tutarak insanın, başkalarının ilişkilerinde, diğerlerinin

260 Gülsoy, M. (2014). Karanlığın Aynasında. İstanbul: Can Yayınları

261 Tanrıyar, E. (Mart, 2010). “Gerçekliğin Kırıldığı An”. Sabah Kitap

gözünde, kısacası dış dünyada aradığı kendisine işaret ediyor. Karakterlerin hikâyeleri okuru kendi hikâyesi üzerine düşünmeye, nerede durduğunu, kendini sorgulamaya sevk ediyor. Özellikle delilik kavramına ayna tutan şizofreni hastası Sarp ile insanın karanlıkta kalmış kuytularına giriliyor. Kitabın başından sonuna kadar defalarca bozulup yeniden yapılanan kurgu ve hangi karakterin başkarakter olduğuna bir türlü karar verememek okuru çelişkiye düşürüyor. Peki, bu çözümsüzlük son sayfalara vardığınızda bitiyor mu? Hayır, yazar sizi daha fazla sorun ile baş başa bırakarak çekiliyor ve siz bir aşk hikâyesi olarak başlayan romanın bambaşka kılıklara girmesinden korkuyorsunuz.” 262

Asuman Kafaoğlu-Büke ise Radikal Kitap’ta yer alan yazısında Gülsoy’un sıkça değindiği “gerçeklik” kavramına dikkat çekmektedir: “Gerçeklik, Murat Gülsoy’un öykü ve romanlarında en çok didiklediği temaların başında gelir. Bu romanında da

“hareketlerimizi yönlendiren bir üstvarlığın varlığı” hem Sarp’ın teşhisini koyan doktor tarafından hem de Sarp tarafından dile getirilir. Doktora göre “eğer dinsel eğilimleri varsa bu Tanrı gibi bir varlığa dönüşüyor; kimilerinde uzaylılar, kimilerinde hayaletler, işte Sarp’ta bir yazar” şeklinde üstvarlık olarak ortaya çıkıyor. Çünkü insan zihni aralarında bağlantı olmayan işaretleri birbirine bağlamakta çok usta.” 263

2.4.3. Özet

Karanlığın Aynasında başlangıçta basit bir aşk hikâyesi etrafında şekillenir.

Romanın ilerleyen bölümlerinde ise olaylar, kişiler, zaman ve mekân başkahraman Orhan’ın şizofrenik durumu nedeniyle belirsizleşir. Orhan bir hastanede doktordur. Bir nöbet gecesinin sabahında uyumak üzereyken, acil servise panik atak krizi geçiren bir kadın gelir. Bu kadın, birkaç televizyon dizisinde küçük roller almış, tiyatro oyuncusu olan Ece Karabey’dir. Orhan, hastaya müdahale etmek için geldiğinde, onu ilk gördüğü andan itibaren tanıyormuş hissine kapılır ve hayatında farklı bir şeylerin başlayacağını hisseder. Ece’nin sol göğsündeki akrep dövmesi Orhan’ın ilgisini çeker, hatta o gece onunla ilgili karışık bir rüya görür.

262 Karanlığın Aynasında. (2010). Hürriyet Keyif

263 Kafaoğlu-Büke, A. (Kasım, 2010). “Biri Beni Görüyor Öyleyse Varım”. Radikal Kitap

Ertesi gün Orhan, yenge ve Sarp’ı ziyarete gider. Sarp Orhan’ın amcasının oğludur. Sarp, ilk başlarda içine kapanık bir çocukken zamanla şizofrenik bir hal almıştır. Kendisinin bir roman kahramanı olduğunu iddia etmektedir. Orhan ve Sarp’ın babaları aynı gün rüyalarında kendilerini çağıran annelerinin mezarını ziyarete giderken trafik kazası geçirip ölmüşlerdir. İlerleyen zamanlarda Orhan’ın annesi de kanserden ölünce iki aileden geriye, Orhan, Sarp ve yenge kalmıştır. Orhan sık sık Sarp’ı görmeye gitmektedir.

Bu ziyaretten birkaç gün sonra hastaneye giden Orhan, Ece Karabey’in kendisine tiyatro oyunu için bir davetiye bıraktığını öğrenir. Akşam oyunu izlemeye gider. Ece başroldedir. Orhan oyunu izlerken garip hisler yaşar. Sanki Ece’nin hissettiklerini o da hissediyordur. Oyun bitince kulise giden Orhan, orada Ece’nin rol arkadaşları ile tanışır. Hep birlikte yemeğe giderler. Orhan sanki bu insanları yıllardır tanıyordur. Yemekten sonra Ece Orhan’ı evine davet eder. Orhan eve ilk girdiği andan itibaren evi daha önce görmüş gibi hisseder. Bir şeyler içip uyurlar. Ertesi sabah Ece Orhan’ın yanına gelir ve ona geçmişini anlatmaya başlar. Bu esnada Orhan araya girip sorular sormaz, Ece ise uzun uzun anlatır.

Ece’nin trajik denebilecek bir hikâyesi vardır. Babasını hiç tanımayan Ece, kendini bildi bileli Levent’te bir konakta annesi ile yaşamaktadır. Annesi, konağın asıl sahibi olan alzheimer hastası Bedia Hanım’ın bakıcısıdır. Annesinin konağa geliş hikâyesi ise her gün televizyonda benzerlerini izlediği melodramları andırmaktadır.

Ece bu hikâyeyi annesi Mine ölüm döşeğindeyken öğrenir. Mine, üniversite yıllarında zengin bir ailenin tek oğlu olan Kemal’le dolu dizgin bir aşk yaşamaktadır. Okulu bırakmış, Kemal’in birkaç arkadaşıyla kaldığı öğrenci evine yerleşmiştir. Fakat seksenli yılların siyasi olayları sonucu Kemal ailesi tarafından Kanada’ya gönderilmiştir. Bu sıralarda Mine ise Ece’ye hamiledir. Bu yüzden umutsuzca Kemal’in dönmesini bekler. Fakat bir gün Kemal’in arkadaşları onun Kanada’da evlendiğini ve bir daha dönmeyeceğini söylerler. Haberi duyan Mine ise bayılır ve Kemal’in arkadaşları onu hastanenin kapısına bırakıp kaçarlar. Mine, sonraları bakıcılık yapacağı Bedia Hanım’ın oğlu Halis Bey ile bu hastanede tanışır. Kadın doğum doktoru olan Halis Bey Mine’ye acır ve onu annesine bakmak üzere konağa

alır. Ece’nin doğumunu da o yaptıracaktır. Bir süre sonra Halis Bey Fransa’ya taşınır.

Yıllar sonra annesinin ölümü üzerine döndüğünde ise kendisi de alzheimer hastası olmuştur ve annesine on yıl bakan Mine, bir on yıl da Halis Bey’e bakar.

Ece’nin ilk aşkı, bitişikteki konağın biricik oğlu Haldun’dur. Ece ve Haldun bahçedeki böcekleri incelemeyi çok severler. Hatta bir gün bir akrep bulurlar ve deney yapmak için kavanoza koyarak üzerine balmumu dökerler. Ece annesinin atacağından endişe ettiği için kavanozu Haldun’a verir. Bir gün yine böcekleri araştırıken yakınlaşırlar ve öpüşürler. Bu Ece’nin ilk öpücüğüdür. O sırada Haldun’un annesi onları görür ve Haldun’u yaka paça eve götürür. Ece o günden sonra Haldun’u göremez. İçinde akrep bulunan balmumu dökülmüş kavanoz ise bahçenin orta yerinde kalakalmıştır. Ece, yarım kalan bu ilk aşkı hatırlatması için sol göğsüne bir akrep dövmesi yaptırır.

Ece Orhan’ı hastanede ilk gördüğü andan itibaren Haldun’a benzetir. Bu benzerlik fiziksel bir benzerlik değildir. Fakat onu ilk gördüğünde Haldun’u hatırlamıştır. Geçmişteki bu acılı aşk hikâyesini Orhan’a anlattıktan sonra Haldun’u hayal ederek Orhan’ı öper ve onunla sevişir. Tüm bu yakınlaşmadan sonra da ortadan kaybolur. Hikâyedeki kırılma noktası Ece’nin kayboluşudur. Orhan evine gittiğinde onu bulamaz. Telefonunu aradığında ise numaranın kayıtdışı olduğu söylenir. Onu bulmak için tiyatroyu sahneledikleri mekâna gider. Fakat orası da yıllardır kullanılmayan izbe bir yerdir. Ece sanki hiç var olmamış bir hayalet gibidir.

Orhan’ın Ece’yi aradığı bu süre zarfında yenge hayatını kaybeder. Orhan, bakacak kimsesi olmadığı için Sarp’ın yanına taşınmaya karar verir. Bir süre sonra o da şizofrenik durumlar sergilemeye başlar. Sarp’ın “bir romanın içindeyiz”, “bir roman kahramanıyız” gibi fikirlerine o da katılmaya başlar ve Ece’yi romanın içinde aramaya başlar. Bunu yaparken Sarp’ın not aldığı defterden yardım alır. Tüm yaşadıklarını Sarp’ın kendisine verdiği bu deftere yazar. Sonra her sahneyi küçük maketlerle canlandırır. En baştan beri roman olarak okuduklarımız ise bu defterden yazılanlardan ibarettir aslında. Yaşananlar ise onun zihninin bir yanılsamasıdır.

Romanın sonunda Orhan, evde maketlerden kurduğu dünyanın ortasında tek başına kalır. Kendini iyice kaybettiği sırada aynanın karşısına geçer ve gördüğü kişi Ece Karabey’dir. Burada romanın asıl kahramanının kim olduğu iyice belirsizleşir. En baştan beri her şey Ece’nin zihnide mi gelişir, yoksa Orhan’ın zihninde mi, belli değildir. Orhan, hem Sarp hem yenge hem Ece’dir. Roman, Orhan’ın aynada gördüklerinin ardından çırılçıplak balkona çıkarak intihar etmesiyle son bulur.

2.4.4. Yapı

2.4.4.1. Olay Örgüsü

Orhan - Ece Arasındaki İlişki: Romandaki ilk olay parçasını Orhan ve Ece arasındaki ilişki oluşturur. Doktor olan Orhan, panik atak krizi geçirdiği için hastaneye gelen Ece ile tanışır. Tiyatro oyuncusu olan Ece, ona oyun için bir bilet bırakır. Oyunu izlemeye giden Orhan, oyun bitince kulise gider ve Ece’nin arkadaşlarıyla tanışır. Hep birlikte yemek yerler ve Orhan geceyi Ece’nin evinde geçirir. Birlikte olurlar fakat kısa bir süre sonra Ece ortadan kaybolur. Buraya kadar her şey basit bir aşk hikâyesi olarak görülse de bu kayboluş bir kırılma noktası olur.

Romanın sonunda aynı kişi oldukları ortaya çıkan Orhan ile Ece’nin ilişkisi en başından beri garip tesadüflere dayanmaktadır. Tüm bu tesadüfler, romanın sonunda ortaya çıkacak olan gerçeğe okuyucuyu hazırlamak için Gülsoy tarafından bilinçli olarak kaleme alınmıştır. Dolayısıyla roman, ikinci kez okunduğunda daha farklı bir mana kazanmaktadır. Gülsoy, birbirini yansıtarak sonsuz bir görüntü oluşturan aynalar gibi romanın içerisine ayna katmanları eklemiştir. Bu katmanlar dejavu hissi, empati hissi, karakterler arasındaki benzerlik gibi unsurlarla oluşturulmuştur.

Orhan Ece’yi ilk gördüğü andan itibaren onu daha önce tanıyormuş gibi hissetmektedir. Romanda ilk kez bu tanışma sırasında ortaya çıkan dejavu hissi, daha sonra farklı yerlerde de yaşanacaktır: “Sıra dışı bir hali yoktu. Sadece sesini bir

yerlerden hatırlar gibiyim. Çok tanıdık, biraz şekerli…” 264 Orhan’ın sahnede Ece’yi izlerken onun hislerini kendi içinde yaşaması ve onunla kurduğu kuvvetli empati bağı, aynalardan bir diğerini oluşturmaktadır. Orhan, Ece’nin arkadaşlarıyla tanıştığında da onları daha önce tanıyormuş gibi hisseder. Gecenin sonunda gittikleri Ece’nin evi ise Orhan’a sanki daha önce içinde bulunduğu tanıdık bir mekân gibi gelir. Tüm bunlar ilk okuyuşta bir adamın âşık olduğu kadına duyduğu hislerin neticesi olarak okunsa da, romanın sonunda ortaya çıkan şizofrenik durumla farklı bir boyut kazanır.

Romanın kırılma noktası Ece’nin ortadan kayboluşudur. Buraya kadar, sıradan bir aşk hikâyesinde kadının ortadan kaybolduğunu düşünmek mümkünken, sonrasında yaşananlar Ece’nin aslında hiç var olmadığı şüphesini doğrular niteliktedir. Orhan Ece’yi aramak için evine gider ama kimse kapıyı açmaz.

Telefonunu aradığında ise numaranın kayıtdışı olduğunu öğrenir. Tiyatro mekânına gittiğinde ise terk edilmiş bir bina ile karşılaşır, üstelik bu binada gerçeküstü bir takım olaylar yaşar. Orhan’ın eve kapanıp, şizofren olan Sarp’ın fikirlerine uyarak Ece’yi bir romanın içinde araması ve zamanla delirmesi ile roman daha farklı bir boyut kazanır.

Aslında her şey Orhan’ın zihninin bir ürünüdür. Sarp da, Ece de, yenge de Orhan’ın kendisidir. Fakat olaylar burada sonlanmaz. Gülsoy, okuru daha da karmaşık bir sonla baş başa bırakmayı tercih eder.

Deliliğin zirveye çıktığı bir anda Orhan aynaya bakar. Gördüğü kendisi değil Ece’dir. Görüntü karşısında irkilerek aynayı kırar. Bu aslında, roman boyunca ayna katmanları şeklinde kurgulanan tüm gerçeklik algısının da paramparça edildiği andır.

Orhan, Ece’nin bedeninin içine hapsolduğunu düşünür. Fakat sol göğsündeki dövmeye kadar her şey yerli yerindedir: “Akrep dövmesine baktım, her zamanki yerindeydi. Bunun silinmiş olması gerekmiyor muydu? Yoksa o bir rüya mıydı?

Penisimin olması gerektiği yerdeki boşluğa doğru elimi indirdim, içeri doğru kıvrılarak genişleyen Ece’nin vajinasına parmaklarımı soktum. Acı. Kırık ayna parçalarında çoğalan zavallı görüntülerime tekrar baktım: Üstünü başını paralayan bir kadın!

Saçlarımı, kasıklarımdaki tüyleri, etlerimi yolmaya başladım. Tenimi söküp atarsam,

264 Gülsoy, M., a.g.e., 12.

altından yeniden Orhan olarak çıkacakmışım gibi etimi tutup çekiştiriyordum.” 265 Bu delilik hali ise intihar ile sonuçlanır. Romanın sonunda okur, en başından beri ana kahramanın Ece olması ihtimali ile baş başa bırakılır.

Ece - Yenge Arasındaki İlişki: Romandaki önemli olay parçalarından bir diğeri ise Ece ile Yenge arasındaki ilişkidir. Bu iki karakter roman boyunca fiziksel olarak yan yana gelmez. Aralarındaki ilişki Orhan vasıtasıyla kurgulanır. Yenge romanın birçok yerinde Ece ile ilişkilendirilir. Bu da Ece ile yengenin aynı kişi olma ihtimalini ortaya çıkarır. Romanın sonunda ise tüm bu kişiler, önce Orhan’da sonra ise Ece’nin bedeninde toplanır.

Ece ile yenge arasındaki paralellik ilk olarak, Orhan’ın Ece’yle tanıştığı günün sonrasında yengeyi ziyarete gitmesiyle ortaya çıkar. Yenge, ev, eşyalar ve fotoğraflar ona Ece’yi hatırlatır: “Bir an tüm bu ev, bu fotoğraflar, yengenin anlattıkları, her şey salt bu şekilde yaşanmış olduğu için yakında gerçekleşecek bir mucizenin (Ece!) habercisiymiş gibi geldi.” 266 Romanda Ece’nin kayboluşuyla yaşanan kırılma gerçekleşmeden önceki bölümlerde Ece, Orhan’a bir fotoğraf albümü gösterir. Bu albümde annesinin kılığına girerek çektirmiş olduğu fotoğraflar bulunmaktadır. Orhan, bu albümü daha sonra, gerçeklik algısını iyice yitirdiği bir zaman diliminde yengenin evinde, ona ait fotoğraf albümlerinin arasında bulur: “Titreyerek albüme baktım yeniden. Ellerimin arasında olması her şeyi korku filmine dönüştürmüyormuş gibi sakin bir şekilde sayfalarını görmeme izin veriyordu… En son fotoğrafa uzun uzun baktım. O yeşil şal desenli elbiseyi tanımıştım. Altmışlı yıllara özgü bir hava vermek için siyah beyaz çekilmiş çok net bir fotoğraftı; bir büyüteç olsa Ece’nin sol göğüs dekoltesinin ancak kapatabildiği akrep dövmesinin kuyruğunu görebilecektim.” 267

Orhan - Sarp Arasındaki İlişki: Romanda bir diğer olay parçasını ise Orhan ve kuzeni Sarp arasındaki ilişki oluşturur. Sarp önceleri içine kapanık biriyken zamanla durumu hastalıklı bir hal alır. Orhan onu doktor arkadaşı Tunç’a götürür.

265 Gülsoy, M., a.g.e., 229.

266 Gülsoy, M., a.g.e., 29.

267 Gülsoy, M., a.g.e., 184.

Tunç, Sarp’a şizotipal kişilik tanısı koyar. Sarp, bir romanın içinde yer aldıklarını iddia eder. Ona göre romanın asıl kahramanı Orhan’dır. Kendisi ise yardımcı kahramandır:

“Romanın kahramanı sensin, ama bunun bir roman olduğunu fark etme görevi bana verilmiş durumda. Doğal olarak deli durumuna düşüyorum bu yüzden.” 268 Orhan eve kapandıktan sonra Sarp, kendi odasına çekilir. Orhan tüm yaşadıklarını anlamlandırmaya çalışırken, romanın içinde Ece’yi ararken, maketten dünyasını kurarken aslında evde yapayalnızdır. Sarp hiçbir zaman varolmamıştır. Tıpkı diğerleri gibi Orhan’ın zihninin bir ürünüdür.

İki kahramanın arasında dikkat çeken bir paralellik daha vardır. Romanın ilk bölümlerinde Sarp, Orhan’la konuşurken pencereye çıkıp atlayacakmış gibi yapar fakat atlamaz. Bunun üzerine Orhan şunları söyler: “Ya kendini bir anda boşluğa bırakırsa? Bunu bir gün yapacak.” 269 Romanın sonunda ise Orhan, aynı pencereden atlayarak intihar edecektir. Bu ilk olay, romanın sonunda ortaya çıkacak olan şizofrenik duruma hazırlık mahiyetinde, Gülsoy tarafından bir ayna olarak romanın başlangıcına yerleştirilmiştir.

2.4.4.2. Şahıs Kadrosu

Orhan: Romanın başkahramanıdır. Kırk yaşındaki Orhan bir hastanede doktorluk yapmaktadır. Bu hastanede kendisi gibi doktor olan babasının desteği sayesinde çalışmaya başlamıştır. Babası, amcasıyla birlikte bir trafik kazasında ölmüştür. Daha sonra ise annesi kanserden vefat etmiştir. Hayatta kalan akrabaları amcasının eşi ve oğludur. Hayatı Ece ile tanıştıktan sonra değişir. Ece ona hayatında hem ilk olan hem de çok tanıdık gelen hisler yaşatır. Romanın sonunda tüm karakterlerin Orhan’ın zihninin bir yanılsaması olduğu, sonra ise Orhan’ın aslında Ece olması ihtimali ortaya çıkar. Fakat tüm bunları zihninde kurgulayanın Ece mi yoksa Orhan mı olduğu sorusu cevapsız bırakılır.

268 Gülsoy, M., a.g.e., 187.

269 Gülsoy, M., a.g.e., 38.

Ece: Otuz yedi yaşındaki Ece, sol göğsünde bir akrep dövmesi olan, ufak tefek genç bir kadındır. Bazı televizyon dizilerinde küçük roller almış bir tiyatro oyuncusudur. Annesi on yıl önce ölen Ece, babasını ise hiç tanımamıştır. İlk aşkı Haldun’u hiç unutamamıştır. Göğsündeki dövmeyi onu ve yaşadığı acıyı hatırlatması için yaptırmıştır. Lisede Haldun gittikten sonra hayatı uçuk kaçık yaşayan bir kız olmuştur. Geç saatlere kadar dışarıda vakit geçiren, alkol ve sigara kullanan birisi haline gelmiştir. Bu yıllarda tanıştığı arkadaşları Enver, Sacit ve Arda ile daha sonraları tiyatro oynamaya başlamışlardır. Panik atak hastasıdır. Yine nöbet geçirdiği bir akşam hastanede Orhan ile tanışırlar. Orhan’la birlikte olan Ece, daha sonra ortadan kaybolur. Romanın sonunda aynada kendine bakan Orhan Ece’yi görür.

Orhan ile Ece aynı bedende bütünleşir.

Sarp: Orhan’ın amcasının oğludur. Otuz dokuz yaşındadır. Doktoru tarafından şizotipal kişilik bozukluğu teşhisi konulmuştur. Orhan ve aynadan başka kimseyle konuşmamaktadır. Düşünmekten saçları dökülmüştür. Kendisinin bir roman kahramanı olduğunu, tüm yaşananların ise bir romandan ibaret olduğunu iddia etmektedir. Romanın sonunda Orhan=Ece’nin zihninin bir ürünü olduğu ortaya çıkar.

Yenge: Orhan’ın amcasının eşidir. Romanda isminden hiç bahsedilmez. Ece gibi ufak tefek bir kadındır. Yaşı yetmişe yaklaşmıştır, ama yaşadıkları yüzünden seksen yaşında görünmektedir. Orhan ondan şöyle bahseder: “Bir yandan amcamın yokluğu, bir yandan Sarp’ın dayanılmaz varlığı Yenge’yi iki kat hızda yaşlandırmıştı…

Ayağını sürüyerek sofrayı kurarken bedeninin nasıl deforme olduğunu inceliyordum.

İki büklüm olmuştu, kamburu çıkmıştı. Aynı zamanda vücudu sağdan sola doğru da kıvrılmıştı. Çamaşır sıkar gibi sıkmıştı zaman onu.” 270

Yenge, deli oğlu Sarp ile bir başına yaşamaktadır. Daha sonra vefat edince Sarp’ın yanına Orhan yerleşir. Romanın sonunda Ece ile yengenin aynı kişi olduğu ortaya çıkar. Fakat Orhan’ın Ece’ye dönüşmesi ile olay iyice belirsiz bir hal alır ve tüm

Yenge, deli oğlu Sarp ile bir başına yaşamaktadır. Daha sonra vefat edince Sarp’ın yanına Orhan yerleşir. Romanın sonunda Ece ile yengenin aynı kişi olduğu ortaya çıkar. Fakat Orhan’ın Ece’ye dönüşmesi ile olay iyice belirsiz bir hal alır ve tüm