• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

2.1. Bu Filmin Kötü Adamı Benim

2.1.5. Tema

Romanın teması “Kentli Erkeğin Varoluş Sancısı” başlığı altında toplanabilir.

Önder’in hikâyesi, “olmak”la ve “aşk”la sorunları olan, ölen “baba”sının hayaleti ile iç hesaplaşmalar yaşayan ve “varoluş sancısı çeken kentli erkeğin” hikâyesidir.

Romanda öne çıkan temalardan biri “Baba ile hesaplaşma”dır. Gülsoy, henüz ilk sayfalarda yapmış olduğu alıntılarla, romanda “baba” sorunsalını gündeme getireceğinin ipucunu vermektedir. Romanın başındaki epigraflardan en dikkat çekici olanı ise Oğuz Atay’ın babasına yazmış olduğu mektupta yer alan şu bölümdür:

“Şimdi artık öldün babacığım. Sınırlarını kesin olarak belirlediğin bir dünyada, bana sorarsan, belirsiz bir biçimde yaşadın ve öldün. Seni artık değiştirmek mümkün değil babacığım; bu nedenle kendimi de değiştirmenin mümkün olacağını sanmıyorum.”

Gülsoy, Oğuz Atay’ın “Babama Mektup” adlı metnini incelediği 602.Gece: Kendini Fark Eden Hikâye kitabında şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Baba, benliğin olgun ve bilge yanını temsil eder. Simgesel olarak baba kurucu eril ilkedir. Dünya üzerindeki insanın egemenliğini kuran ve ayakta kalmasını sağlayan otoriter figürdür. Oğul için baba vicdandır, onun eylemlerini gözetleyen ve değerlendiren, mevcut düzenin normlarına göre tartıya vuran bir etkiye sahiptir.” 78 Oğuz Atay’ın epigraf olarak kullanılan metninden ve Gülsoy’un değerlendirmesinden yola çıkarak şu yorumu yapmak mümkündür; Önder, otoriter, idealist ve başarılı bir babanın gölgesi altında bir ömür geçirmiş, babasını kaybettikten sonra ise boşluğa düşmüş ve hayatta hiçbir başarı elde edemeden kırk yaşına gelmiştir. Üstelik ahlaki olarak düşkündür ve kendisinden memnun değildir. Bu nedenle ölen babasının hayaleti bir vicdan mekânizması olarak karşısına dikilmektedir. Fakat en dibi gören Önder, bu vakitten sonra değişmenin mümkün olmadığını düşünmektedir.

Önder babası hakkında karışık hisler beslemektedir: “Onu özlemek, ondan korkmak, onun istediği kişi olamamanın verdiği vicdan azabı, yetersizlik hissi, başarısızlık, ölüm korkusu, salt insan olmaktan duyulan acı… hepsi birbirine karışarak

78 Gülsoy, M. (2009). 602. Gece: Kendini Fark Eden Hikâye. İstanbul: Can Yayınları, 178.

Önder’in arkasında duran baba hayalinde cisimleşiyordu.” 79 Babasının ölümü, Önder’i derinden etkilemiştir: “Babam öldüğünden beri adını koymaya cesaret edemediğim bir boşluğun içinde yüzüyorum.” 80 Baskın bir karakter olan babasının isteklerini yerine getirmeye çalışsa da bunda başarılı olamayan Önder, her açıdan babasından farklı bir hayat sürmektedir. Bunun sonucunda da özlem, korku, vicdan azabı, yetersizlik hissi ve başarısızlık duygusu iç içe geçmiştir. Önder ile babası arasındaki farklılıklar ise şu şekildedir:

Babası, üniversitede otuz yılı aşkın bir süre zarfında profesörlük yapar, Önder ise babasının zoruyla fizik okur, yine babasının hatırına kabul edildiği üniversitede bir süre asistanlık yapar fakat babasının ölümünün ardından oradan ayrılır. Babası bir evlilik yapar, evliliğinden Önder doğar. Önder ise evlilikten hep kaçar, günübirlik ilişkiler yaşar, sonunda da çocuk sahibi olamayacağını öğrendiği için Defne’yle evlenir. Babası eşinin genç yaşta ölümü üzerine hiç evlilik yapmayarak eşinin ölüsüne bile sadık kalır. Önder ise sadakatsizdir. Önce karısı Defne’ye tecavüz eder, ardından Talya’yı zorla öpmeye kalkar. Yazdığı romanda (Defne’den önceki hayatı da olabilir), arkadaşının sevgilisi olan Gaye ile yasak bir ilişki yaşar. Babası ne alkol ne de sigara kullanır. Yetmiş iki yaşına kadar sağlıklı yaşar ve bir trafik kazası sonucu ölür. Önder ise kırk yaşında, sağlığına dikkat etmeyen bir alkoliktir.

Önder, babasının ölümünden daha çok, onun otoritesinin ortadan kalkmasıyla düştüğü boşluktan sarsılmıştır. Zira, artık onu yönlendirecek bir “baba” figürü yoktur.

Böylece hiçbir ahlaki kaygı gütmeden “özgürce” yaşayabilecektir, fakat bu özgürlük aynı zamanda bir cehennemdir: “Kendimi ondan geriye kalan boşluğun içine bırakmıştım. Babamın arkasında bıraktığı boşluk öyle derindi ki barındırdığı sonsuz özgürlük duygusu cehennemi andırıyordu… Yas tutmuyordum. Yani, biri çıkıp, ‘Ne hissediyorsun?’ diye sorsaydı, ‘Babamın ölümünden dolayı acı çekiyorum,’

demezdim. Tam tersine onun yapmamı istediği şeyleri yapmak zorunda değildim, hiçbir şey yapmak zorunda değildim. Hiçbir şey.” 81 Ancak Gülsoy’un ifadesiyle oğul

79 Gülsoy, M. (2012). Bu Filmin Kötü Adamı Benim. İstanbul: Can Yayınları, 97.

80 Gülsoy, M., a.g.e., 115.

81 Gülsoy, M., a.g.e., 127.

için baba vicdandır ve Önder, babasının hayaletiyle yani vicdanıyla hesaplaşmaya girişir. Babasının sesi yankılanır kulaklarında: “Kendini toparlamalısın oğlum. Kırk yaşına geldin, yaptığın hareketlere bak.” 82 Böyle bir babası olmasaydı çok daha farklı biri olduğunu söylemek geçer içinden ama babası konuşmaya devam eder:

“Yanılıyorsun oğlum, herkesin yaşadıklarının sorumluluğu kendisine aittir. Ben nasıl ki annenden sonra… geri kalan yirmi yılımı yalnız başıma tamamladığım için kimseyi suçlamıyorsam sen de kendinden başka sorumlu arama. Önce durumla yüzleşmelisin. Görüyorum ki benim yolumu terk edip kayboldun. Kendini bir yazar olduğuna inandırdın. Tamam. Buraya kadar tamam. Peki ama sonra neden saldırganlaştın? Kadınlarla alıp veremediğin nedir?” 83 Önder ise babasını yani vicdanını şu sözlerle susturur: “Baba sen karışma, bu benim hayatım!” 84

Romanda cinsellik, eril bir bakış açısıyla “iktidar” ve “güç” göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki, Önder’in, karısı Defne’ye herkesin görebilme ihtimali olan bir yerde zorla sahip olduğu bölümün ardından şu cümleler yer almaktadır:

“Önder… İşte buydu. Çevredeki tüm kadınları Defne’nin bedeninde becermişti. Kim olduğunu göstermişti onlara.” 85 Önder’in Osman İsfendiyar’ın evinde Talya’yı zorla öpmeye çalışmasının ardında da bu hisler yatmaktadır. Fakat romanın sonunda Defne’nin, Önder’in “baba” figürü ile özdeşleştirdiği Osman İsfendiyar’la gitmesi, Önder’in “baba” figürü tarafından bir kez daha mağlup edilmesi olarak değerlendirilebilir. Gerçek hayatında kadınlarla olan ilişkisinde mağlup olan Önder, romanında, elde etmek istediği kadın Gaye ile birlikte olsa da, kendi yazdığı romanın sonuda bile terk edilmeye mahkum kalır.

Cinselliğin iktidar ve güç ile ilişkilendirildiği romanda karşımıza çıkan bir diğer baba figürü ise Cevdet Bey’dir. Önder’in babasına benzettiği ve görünce onu hatırladığı Cevdet Bey, yıllar sonra kısır olduğunu ve oğlunun biyolojik babası olmadığını öğrenerek yıkılır. Önder, zihninden bir türlü çıkaramadığı iktidar sahibi

82 Gülsoy, M., a.g.e., 160.

83 Gülsoy, M., a.g.e., 161.

84 Gülsoy, M., a.g.e., 162.

85 Gülsoy, M., a.g.e., 73.

baba figürünü, kendi yazdığı romanda kısır, yani iktidar sahibi olamayan birisine dönüştürmüştür.

Romanda karşımıza çıkan bir diğer tema ise “Kadınlarla başarısız ilişkiler”dir.

Gülsoy’un bu ilk romanıyla birlikte sonraki tüm romanlarında, kadınlarla başarısız ilişkiler kurmuş erkekler anlatılmaktadır. Bu ilişkilerde aşk ve cinsellik kavramları iç içe geçmekte, ilişkiler çoğu zaman bedenî arzular düzleminde kalmaktadır. Gülsoy, ilk romanı Bu Filmin Kötü Adamı Benim’den on iki yıl sonra yayımladığı Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet romanında yer alan Borges’e mektubunda, kadınlar konusunda kendini Tanpınar ve Borges’e yakın bulduğunu söyleyerek bu konuya şöyle değinmektedir: “Sen kadınlardan ne kadar kaçtıysan Tanpınar o kadar sefil oldu onlar yüzünden… İkiniz için de sonuç değişmedi: İkiniz de kendinizden tiksindiniz. Kendinizi çirkin buldunuz. Aynalara, maskelere ve labirentlere merak sardınız. Peki ya ben?

Benim hikâyelerimde de kadınlar var, evet… Gerçek ve hayal var. Geçmiş ve gelecek var. Şimdinin içindeyse kalbi kabukla kaplı bir adam.” 86 Bu Filmin Kötü Adamı Benim’in başkahramanı Önder de kadınlarla ilişkilerinde hep başarısız olmuştur.

Karısına zorla sahip olarak, Osman Bey’in hizmetçisini zorla öpmeye çalışarak ve yazdığı romanda arkadaşının sevgilisiyle yasak bir ilişki yaşayarak geldiği noktada ise

“Kırk yaşında(dır), çirkindi(r) ve ahlâken düşkündü(r).” 87 Bir bakıma kendinden tiksinmektedir.

Önder’in, babasının hayaletiyle verdiği savaştan sonra en büyük savaşı kadınlarladır. Hiçbir ilişkide dikiş tutturamamış, çöküntü yaşadığı bir dönemden sonra Defne ile tanışmıştır. Defne, ilk başlarda ona iyi gelse de sonradan ilişkileri çıkmaz bir hal almıştır: “İlk aylarda onun kalbiyle kendi kalbinin ayni ritimle attığını hissedip seviniyordu. Ancak yaşantıları sıradan bir huzura teslim olduğu günlerden başlayarak Önder’in kalbi de zihni de Defne’ye mesafe almaya başlamıştı.” 88 Fakat aslında hiçbir zaman Defne’ye âşık olmamıştır. Ona zorla sahip olduktan ve Talya’yı zorla öpmeye çalıştıktan sonra bile hiçbir pişmanlık duymaz. Önder’in kadınlarla yaşadığı sorunlu

86 Gülsoy, M. (2016). Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet. İstanbul: Can Yayınları, 16.

87 Gülsoy, M. (2012). Bu Filmin Kötü Adamı Benim. İstanbul: Can Yayınları, 155.

88 Gülsoy, M., a.g.e., 22.

ilişkilerin bir başka boyutunu, yazdığı romanda Gaye ile olan ilişkisinde görürüz. Bu ilişki onun zihnini anlamak açısından önemlidir. Gaye ile birlikteliği de ahlaki olmayan bir zemine oturur. Arkadaşının sevgilisiyle tek gecelik bir ilişki yaşayan Önder, bundan rahatsızlık duymaz. Gaye’ye olan hislerini aşk olarak tanımlar. Bunun sebebini ise ilişkilerinin tek seferlik olmasına bağlar: “Belki de aşkın yoğunluğu, süresiyle ters orantılıydı.” 89 Gaye ile aşk üzerine konuşurlar. Önder’in aşk hakkındaki ifadeleri dikkat çekicidir: “Bence aşk, hazırlıksız yakalanılan bir şeydir. Beklemediğin bir anda.

O yüzden insanlar tedirgin olur. İnanamazlar. ‘Yok canım,’ derler, ‘bu aşk değil, olsa olsa bir arzu. Tutku…’ derler. Oysa aşk… Karanlık bir şeydir.” 90 Romanda cinsellik ile aşk birbirine karışmaktadır. Önder’in babasının hazırladığı sözlük Bay Kartoteks’te Aşk maddesi onu Cinsellik’e, Cinsellik maddesi Erotizm’e, Erotizm Pornografi’ye, Pornografi Suç kavramına, Suç Yasak’a, Yasak Hastalık’a, Hastalık Tedavi’ye, Tedavi Yaşam’a ve en sonunda Yaşam tekrar Aşk’a götürmektedir. 91 Babasının hazırladığı bu küçük oyun Önder’in hayatında izler bıraktığı gibi, babasından gizli baktığı aşk maddesinin onu ulaştırdığı bu nokta da aşk hakkındaki düşüncelerinin şekillenmesinde etkili olmuştur.

Romanda dikkat çeken bir diğer konu ise kırk yaş bunalımı ve bununla birlikte gelen varoluş sorunudur. Anlatılan varoluş sancılarının sebeplerinden birisi de yaşanan kırk yaş sendromudur. Önder, “Kırk yaşında, çirkin ve ahlaken düşük” bir adamdır. Kendisini “orta yaş bunalımıyla boğuşan, uçkuru düşük, inançsız, bencil, alkolik bir yazar müsveddesi” olarak görmektedir. Yine romanda birkaç kez tekrar edilen tekerlemenin “Kırktım kırıktım” bölümü, Önder’in iç dünyasını yansıtması bakımından önemlidir. Önder, hayattaki başarısızlığı ve içinde bulunduğu durum için kendini sorgulamak yerine suçluyu başka yerlerde aramaktadır. Bu suçlu kimi zaman babası olduğu gibi kimi zaman da kırk yaşın getirdikleriydi: “Her şey dönüp dolaşıp varoluşsal sorunlara, oradan da orta yaş krizlerine gelip bağlanacaktı.” 92 Olmamışlık hissinin en belirgin ifadesi ise Önder’in aşkla ilgili düşüncelerini paylaştığı şu cümledir:

89 Gülsoy, M., a.g.e., 236.

90 Gülsoy, M., a.g.e., 84.

91 Gülsoy, M., a.g.e., 128.

92 Gülsoy, M., a.g.e., 92.

“O gece Gaye’ye her şeyi anlatmıştım değil mi? Tüm samimiyetimle… Olmamışlığımı.

Ne denli büyük bir hayal kırıklığı olduğumu. Aşk böyle büyük bir itiraf olmalıydı.” 93