• Sonuç bulunamadı

Edebiyata Yönelişi, Yazarlığı ve Beslendiği Kaynaklar

1. BÖLÜM

1.2. Edebi Dünyası

1.2.1 Edebiyata Yönelişi, Yazarlığı ve Beslendiği Kaynaklar

Murat Gülsoy, kendi ifadesiyle “yazarlık macerası”nın başlangıcını şöyle anlatmaktadır: “Yazar olma arzusu ilk ne zaman uyandı içimde bilmiyorum. Sanatla ilişkim çocukken resim yaparak başlamıştı. Özel bir yeteneğim olmadığını hemen fark etmiştim. Ama yine de resim yapmak hoşuma gidiyordu. Ayrıca hikâyeleri seviyordum, hele ki resimli olurlarsa... Masalları dinlerken onları gözümün önünde canlandırmak hoşuma gidiyordu. Okumayı çok seviyordum. Okudukça çevremdeki çocuklardan farklılaştığımı hissediyordum. Önümde başka dünyalar açılıyordu.

Dünyam genişliyordu. Hayatı çoğaltan bir tarafı vardı okumanın. Ama yazmak?

Yazmak çok uzaklardaydı henüz. Çok önemli bir meziyet olduğunun farkındaydım ama... Çünkü yazmak, evde çok övülen bir özellikti. Babamın defalarca anlattığı bir olay vardı: Amcalarımdan biri orta okulda kendi sınıf arkadaşlarına hatta üst sınıflara matematik dersleri veren çok zeki bir öğrenciymiş. Üstelik kalemi de çok kuvvetliymiş.

Bir gün Türkçe hocası derste bahar konulu bir kompozisyon ödevi vermiş. Amcam

hem kendisi için hem de sınıftaki kırk arkadaşı için kırk kompozisyon yazmış ve hoca aynı kalemden çıktığını anlamamış. Babam, ayrıca amcamın Ordu’da başlayıp Bastille zindanlarında biten bir roman yazmış olduğunu ama bu romanın kaybolduğunu da anlatarak övünürdü. Amcam, o kadar sert mizaçlı biriydi ki bu romanı kendisine asla soramadım. Bu hikâyeler üzerimde derin iz bırakmıştı.

Öncelikle matematik ve yazının birbiriyle ilişkili, ikisinin de yüksek zihinsel çaba gerektiren işler olduğuna inanmıştım. Sonra, hayatın kırk farklı şekilde anlatılabileceğini öğrenmiştim. Bunlar benim çocukluk mitolojimde önemli olaylardı.

Ama hemen yazmaya girişmedim.” 1

İlk öykülerini ortaokulda yazmaya başlayan Gülsoy, ortaokul ve lise yıllarındaki yazma serüvenini ise şöyle anlatmaktadır: “Ortaokulda ilk öykülerimi yazdığımı hatırlıyorum. Türkçe derslerinde kompozisyon ödevleri olurdu, genellikle “kalem kılıçtan keskindir” gibi atasözleri verilir ve öğrenciden bu konuyla ilgili bir deneme yazması beklenirdi. Ben can sıkıntısından bu kompozisyon ödevlerini öykü olarak yazmaya başlamıştım. Epeyce de uzun yazıyordum. Her hafta Türkçe hocamız dersin son beş on dakikasını benim öykümün okunmasına ayırıyordu. Arkadaşlarım da merakla dinliyorlardı. Bu benim için ilk yazarlık deneyimidir. İnsanın yazdıklarını yüksek sesle okumasının şöyle bir yararı vardı: dinleyicilerin dikkatlerinin yoğunlaşıp gevşemesi size yazınızın ilgi çekiciliği hakkında anında bir bilgi veriyordu. Hemen sonrasında yorumlar yapmaları da çok değerliydi, çünkü yazdıklarınızın okurlarınızın üzerinde nasıl etkiler bıraktığını anlamak çok öğreticiydi. Lise yıllarında okumayı sürdürdüm ama kurmaca yazmaktan uzak durdum. Benim yapabileceğim bir şey değil

1 İnternet: Gülsoy, M. (Kasım, 2015). “Yazarlık Macerası”.

Web: https://muratgulsoy.wordpress.com/2015/11/01/yazarlik-macerasi/ adresinden 12 Ekim 2018 tarihinde alınmıştır.

gibi geliyordu. Neden bilmiyorum... Ama edebiyatın çok önemli olduğunu, duygularla olduğu kadar akılla da ilgili olduğunu bize müthiş bir şekilde anlatan bir edebiyat hocamız vardı. Kendisi de bir şair olan sevgili hocamız Oktay Tuncer’den aslında eleştirel okumayı öğrendim diyebilirim. Edebiyat metninin sadece pasif bir şekilde okunup geçilecek metinler olmadığını, gerek dilbilimsel gerek sosyolojik ve tarihsel olarak okunabileceğini bize lise düzeyinde harika bir söylev yeteneği ile birleştirerek anlatırdı. Tabii o sırada çok da farkında değildim bu öğrendiklerimin üzerimde nasıl bir iz bıraktığının.” 2

Gülsoy’un kurmacanın dünyasına tam anlamıyla bir yazar olarak girişinin temelleri ise Boğaziçi Üniversitesi’nde hazırlık eğitimi gördüğü yıllarda okuduğu kitaplar, bilhassa da “edebiyatı hayatımın içine almamın sebebi” 3 dediği Oğuz Atay sayesinde olmuştur: “Sınavlarda çok başarılı olmuş, zor bir mühendislik bölümüne girmiştim ama ilk yıl Boğaziçi’nde hazırlık sınıfına kaydolmuştum. Orada hem dünya edebiyatının önemli eserlerini okudum hem de Oğuz Atay’ın edebiyatı ile tanıştım. Yıl 1984. Müthiş bir yıldı benim için. George Orwell, Albert Camus, Borges, John Fowles, Oğuz Atay, Sevim Burak gibi yazarlar o yıl dağarcığıma katılmıştı. Bütün yıl, sadece edebiyat değil, edebiyat dışı okumalarda da müthiş bir okuma maratonuydu benim için. Tarih, siyaset, felsefe, psikoloji alanında klasikleri okuyor arkadaşlarımla tartışıyordum. Yıllarca sürecek bu okuma tartışma grupları daha sonra bir dergi çevresinde bir araya gelecekti. Ama dönüştürücü olan, beni yazmaya başlatan Oğuz Atay oldu. Onun edebiyatı beni çok heyecanlandırdı. O güne kadar okuduğum kimseye benzemiyordu ve düşünceleri, üslubu, dünyaya bakışı bana çok yakın gelmişti. Evet, demiştim, böyle bir edebiyat varsa, bana da bu edebiyatın içinde bir yer olabilir. Ben de yazabilirim, dedim ve yazmaya başladım. Zaman geçtikçe yazmak meselesinin en üst düzey entelektüel etkinlik olduğuna dair inancım pekişti. Edebiyat yoluyla sadece hayatımızı ve dünyamızı anlamakla kalmıyorduk aynı zamanda yeni dünyalar yaratabiliyorduk. Yeni diller, bakış açıları, düşünce sistemleri... Hepsi edebiyatın içinde mümkündü. Felsefe, tarih, psikoloji edebiyatın içinde bambaşka bir

2 İnternet: Gülsoy, M. (Kasım, 2015). “Yazarlık Macerası”.

Web: https://muratgulsoy.wordpress.com/2015/11/01/yazarlik-macerasi/ adresinden 12 Ekim 2018 tarihinde alınmıştır.

3 Gülsoy, M. (2009). 602. Gece: Kendini Fark Eden Hikâye. İstanbul: Can Yayınları, 91.

hâl alıyor, canlanıp ete kemiğe bürünüp hayat memat meselesi haline geliyordu.

Yazmaya devam ettim.” 4

Gülsoy, psikoloji alanındaki yüksek lisans eğitimine devam ettiği yıllarda ilk kez bir yarışmaya katılmış ve yazdığı öykü ile 1989-1990 Yunus Nadi Ödülü’nde derece almıştır. Bu ödül, “kendine olan güvenini tazelemiş, ayrıca, oralarda uzaklarda bir yerde, erişilmez gibi duran edebiyat dünyasının kendi içine kapalı havasının bir yanılsama olduğunu, iyi bir şey yazınca, hiç tanınmasa da kişinin ödüllendirileceğini görmüştür.” 5

Gülsoy, bir okul olarak gördüğü Hayalet Gemi dönemini ise şu cümlelerle anlatmaktadır: “1992 yılında bir grup arkadaş Hayalet Gemi adında bir dergi çıkarmaya başladık. Burada hem öyküler yazıyor hem de derginin içeriği ile ilgileniyordum. Artık okurlarım vardı. Yazdıklarımı alıp okuyan, merak eden, bir sonraki sayıyı bekleyen okurlar. Hayalet Gemi dönemi benim için tam bir okul oldu.

Sadece öykü yazmanın inceliklerini öğrenmedim bu dönem. Çünkü dergi çıkarmak her şeyden önce kolektif bir çabanın ürünü. İnsanlarla beraber iş yapabilmeyi öğrendim. İnsanların düşüncelerinden, görüşlerinden yararlanmayı keşfettim. Yazıları yayına hazırlamak, dergiyi tasarlamak, masa üstü yayıncılığın abecesini öğrenmek, matbaacılarla, dağıtımcılarla, kitabevleriyle, ilan veren yayınevleriyle, yazarlarla ve elbette okurlarla çok farklı düzeylerde ilişkiler geliştirmek çok önemli bir deneyimdi benim için. Tüm bunları yaşarken henüz kitabımı yayımlatmayı başaramamış, kendimi yayınevlerine kabul ettirememiştim. Uzun bir süre de ettiremeyecektim, ama umursamıyordum. Dergi okurları bana yetiyordu. Genç, eğitimli, meraklı, kültürlü bir okur kitlesine ulaşıyorduk.” 6

4 İnternet: Gülsoy, M. (Kasım, 2015). “Yazarlık Macerası”.

Web: https://muratgulsoy.wordpress.com/2015/11/01/yazarlik-macerasi/ adresinden 12 Ekim 2018 tarihinde alınmıştır.

5 İnternet: Gülsoy, M. (Kasım, 2015). “Yazarlık Macerası”.

Web: https://muratgulsoy.wordpress.com/2015/11/01/yazarlik-macerasi/ adresinden 12 Ekim 2018 tarihinde alınmıştır.

6 İnternet: Gülsoy, M. (Kasım, 2015). “Yazarlık Macerası”.

Web: https://muratgulsoy.wordpress.com/2015/11/01/yazarlik-macerasi/ adresinden 12 Ekim 2018 tarihinde alınmıştır.

İlk kitabını yayımlattığı yıl yaşadıklarını ve sonrasındaki süreci ise Gülsoy şöyle ifade etmektedir: “Sonunda ilk kitabımı 1999 yılında bastırabildim. Kitabım temmuz ayında piyasaya çıktı. Yıllar sonra en nihayet kitabım basıldığı için çok sevinçliydim ama kısa bir süre sonra öyle bir olay oldu ki benim için, hepimiz için hayatın anlamı bir anda değişti. Büyük bir yıkıma neden olan 17 Ağustos Marmara depremi yaşandı.

O korkunç olayın şokunu yıllarca atlatamadık. Sevincim kursağımda kalmıştı. Sonraki yıllarda birikmiş öykülerim kitap halinde peş peşe yayımlanmaya devam etti. Ardından romanlar geldi, incelemeler... Önce genç yazar demeye başladı insanlar ve zamanla

“genç” sıfatı kendiliğinden düştü. Ama ben hiç bir zaman bilgi formlarında “mesleği”

kategorisine “yazar” yazamadım. Kendimi o şekilde tanımlamadım. İnsanın kendine yazar demesi gereksiz bir böbürlenme gibi geliyor, ama bu söylediğim son derece kişisel bir takıntı. Belki de henüz birbirinden farklı kırk tane bahar konulu yazı da yazamadığım için böyle düşünüyorum... Kim bilir…” 7

Murat Gülsoy’un kendini yakın hissettiği ve “Onlar benim zihinsel coğrafyamın yeryüzü şekilleri” 8 dediği Türk ve Dünya edebiyatından birçok isim karşımıza çıkmaktadır. Bu isimler arasında Gülsoy’un eserlerinde en çok izleri görülenlerse;

Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay, Orhan Pamuk, Attila İlhan, Yusuf Atılgan, Sait Faik Abasıyanık, Jorge Luis Borges, Franz Kafka, Vladimir Nabokov, Geoge Orwell, John Fowles, Albert Camus, Herman Melville ve Haruki Murakami’dir. Gülsoy, romanların sık sık bahsi geçen yazarlardan alıntılara yer vermekte yahut onlara atıfta bulunmaktadır. Bu alıntı ve atıfların rastgele yapılmadığını ifade eden Gülsoy, bu yazarların geçmişle içinde bulunduğumuz zaman arasında bir köprü oluşturduğunu düşünmektedir: “Benim için bu yazarlar ve yazdıkları gerçek hayatta yaşadığım olaylar kadar etkilidir… Bunları ben gönderme olsun diye koymuyorum romanıma.

Gerçek dünyadaki nesneler kadar önemli ve açıklayıcı olduklarını hissediyorum.” 9

7 İnternet: Gülsoy, M. (Kasım, 2015). “Yazarlık Macerası”.

Web: https://muratgulsoy.wordpress.com/2015/11/01/yazarlik-macerasi/ adresinden 12 Ekim 2018 tarihinde alınmıştır.

8 Kaya, N. P. (Şubat, 2016). “İnsan Yalnızlar İçinde Yalnızdır”. Remzi Kitap Gazetesi

9 Öztop, E. (Mayıs, 2012). “Deneysel Edebiyat İnsanı Tekrara Düşmekten Korur”. Cumhuriyet Kitap

“Kendimi insan olarak da çok yakın hissettiğim birkaç yazardan biri olmasının yanı sıra modern edebiyatımız için bir başlangıç noktası aradığımda da karşıma çıkan ilk isimdir Tanpınar” diyen Gülsoy, Tanpınar ile olan ilişkisini şöyle anlatmaktadır;

“Tanpınar üzerine düşünmek, Türkiye’de yaşayan birçok yazar gibi benim de edebiyat maceramda önemli bir yere sahiptir. Yakın zamanda gün ışığına çıkmış günlüklerinde parasızlık, aşksızlık, yalnızlık ve hastalıklar içinde boğuşan yazarın hazin çırpınışlarını, zayıflıklarını, hayal kırıklıklarını okurken kendimde gözlemlediğim kişisel unsurların nasıl olup da benden yarım yüzyıl önce yaşayıp ölmüş bu yazarda da var olduğunu dehşet içinde fark ettim.” 10 Tanpınar’ın izi Gülsoy’un birçok hikâye ve romanında kendisini göstermektedir. Özellikle “zaman” ve “rüya” meseleleri üzerine düşünmeyi seven Gülsoy, bu noktada kendisini Tanpınar’a yakın hissetmektedir.

Tanpınar’ın en belirgin olarak kendisini gösterdiği roman ise Baba, Oğul ve Kutsal Roman’dır. Gülsoy, Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ndeki roman karakterlerini farklı bir biçimde kurgulayarak romanına dahil etmiştir. Ayrıca romanın başkahramanı olan ve Gülsoy’un kendisiyle ortak noktaları bulunan yazar/anlatıcının

“axis mundi”si yani “yaşam merkezi” kabul ettiği yer Tanpınar’ın mezarıdır. 11

Gülsoy, edebiyatı kişisel bir deneyim olarak hayatının içine almasını sağlayan yazar olaraksa Oğuz Atay’ı işaret etmektedir. 12 80’li yıllarda, henüz on sekiz yaşında edebiyata meraklı bir mühendislik öğrencisiyken okuduğu Atay, ona karanlık içinde bir umut ışığı olmuştur: “Benim gibi düşünen insanlar vardı. Bizden önce de bu dünyada birileri yaşamıştı. Şimdi de yaşıyo olmalıydılar. Daha fazla insan olmanın yollarını aramışlar ve bunun için acı çekmişlerdi. Ben de onlardan biriydim. Böyle söylüyordum kendi kendime. Hayal kuruyordum. Onun cümleleriyle, onun sesiyle düşünüyordum.

Bu ses beni edebiyata bağladı, hayatımın büyük bir bölümünü yazmak, dergi çıkarmak, yayıncılık yapmak gibi uğraşlarla geçirmeme neden oldu.” 13 Oğuz Atay’ın tüm yapıtları Gülsoy’un düşüncelerini, edebiyata yaklaşımını derinden etkilemiştir.

Ayfer Tunç ve Yekta Kopan’la yaptıkları radyo programının adını, Atay’ın Korkuyu Beklerken öyküsünden yola çıkarak “Ubor Metenga” koymuşlardır.

10 Gülsoy, M. (2014). 602. Gece: Kendini Fark Eden Hikâye. İstanbul: Can Yayınları, 91.

11 Gülsoy, M. (2015). Baba, Oğul ve Kutsal Roman. İstanbul: Can Yayınları

12 Gülsoy, M. (2014). 602. Gece: Kendini Fark Eden Hikâye. İstanbul: Can Yayınları, 91.

13 Gülsoy, M., a.g.e., 150.

Gülsoy, Türk edebiyatının en Batılı isimlerinden biri olarak Sait Faik Abasıyanık’ı işaret etmektedir: “Sait Faik, edebiyatımızın en Batılı kalemlerinden biridir, insanlarla, toplumla, toplumsal olanla sorunları olduğunu keşfeden bireyin arketipidir. Bu nedenle hemen her yazar, günü gelir Sait Faik’le hesaplaşmak gereği duyar. Benim kişisel olarak geç keşfettiğim yazarlardandır. Belki aldığımız eğitim nedeniyle Sait Faik’i yanlış tanımış, önceliği Sabahattin Ali’ye, Orhan Kemal’e, Kemal Tahir’e vermiştim Türk edebiyatıyla tanıştığım yıllarda. Ancak sonradan, yazmaya başladığım zaman nasıl da ciddi bir akrabalığım olduğunu anlayacaktım.” 14

Gülsoy’un kendisini yakın bulduğu bir diğer yazar ise George Orwell’dir.

Bununla ilgili bir anısını ise şöyle anlatmaktadır: “1984’tü sanırım. Üniversitenin İngilizce hazırlık sınıfındaydım. Hatta George Orwell’in 1984’ünü okuyorduk. Hiç unutmuyorum çünkü bu tesadüf bana çok komik geliyordu. Geçmişte bir yazar yaşadığımız çağ üzerine fütürist bir roman yazmıştı ve baskıcı korkunç bir rejim altında ezilen insanların hikâyesini anlatmıştı. Ben de onun satırlarını, başka bir ülkede, onun öngördüğü tarihte, evet başka bir rejimde ama hiç de romandakini aratmayacak kadar karanlık bir ortamda okuyordum.” 15

Jorge Luis Borges ise Gülsoy’un kendini yakın bulduğu yazarların arasındadır.

Gülsoy Borges için; “Borges’in metinleri beni zihinsel olarak uyarmakla kalmaz, aynı zamanda çocuksu macera duygumu da körükleyen konular ve atmosferler içerir.” 16 demektedir. Borges, onun yazın dünyasına öyle etki etmiştir ki, Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet romanı, Borges’e yazılmış uzun bir mektupla başlamaktadır: “Sevgili Borges, Biz seni ilk okuduğumuz zamanlarda İspanyolca nasıl telaffuz edileceğini bilmediğimiz için adını “g” harfine bastıra bastıra söyler, en ufak bir kuşku duymadan seni kendimizden sayardık.” 17 Gülsoy, her şeyi birbirine bağlamayı Borges’ten öğrenmiştir. 1985’te ilk okuduğu Borges kitabı Yolları Çatallanan Bahçe’dir: “Parke taşı eğri yokuşlardan taze bir nefesle inerken Boğazâ, Hisar’a, suyun kenarına, açıklığa, şehrin marjına, marjinal hayata… Yanımdan hiç ayırmadığım dedemin

14 Gülsoy, M. (2016). Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık. İstanbul: Can Yayınları, 39.

15 Gülsoy, M. (2009). 602. Gece: Kendini Fark Eden Hikâye. İstanbul: Can Yayınları, 149.

16 Gülsoy, M. (2009). 602. Gece: Kendini Fark Eden Hikâye. İstanbul: Can Yayınları, 15.

17 Gülsoy, M. (2016). Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet, İstanbul: Can Yayınları, 11.

doktor çantasının içindeki kitaplardan biriydi.” 18 Gülsoy, Borges’e yazdığı bu mektupta, onun “yazmak, rüya ve ölüm” meseleleri üzerine söylediklerine değinmekle birlikte, kendisinde iz bırakan Borges cümlelerine de yer vermektedir.

1.2.2. Yazma Eylemi Üzerine Görüşleri

Kurmacanın sınırları üzerine hayal kurmayı seven Murat Gülsoy, “yazma”

eylemini “yaşamak” eylemiyle iç içe görmektedir. Verdiği bir röportajda, bu konu hakkındaki düşüncelerini şöyle ifade etmektedir: “Yazarken çoğalıyor insan, bu doğru.

Kendi içine doğru genişliyor, kendi iç karanlığındaki bilinmeyen toprakları keşfediyor.

Ama aynı zamanda bunları başkalarına iletiyor, dışarıya doğru da genişliyor.

Dediğiniz doğru, yazarın düşünsel süreçleri bir şekilde okurlara bulaşıyor. Ama bir yandan da tüm bunlar, yani yazılan her şey, kendi gerçekliğini de yaratıyor. Benim için asıl önemli kısmı bu. Yazarken gerçekliğe müdahale ettiğimi hissediyorum. O zaman da intihar değil de yaşamak anlamına geliyor yazmak.” 19 Yazmanın hayatındaki yerini ise Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık kitabında şu cümlelerle dile getirmektedir: “Yaklâşık otuz yıldır yazıyorum. Gittikçe artan bir yoğunlukta.

Dolayısıyla zaman içinde başka birine dönüştüm: her gün, hemen her saat yazmayı düşünen, yazının içinde yaşayan birine… Yazma anlarım da çoğalarak (kimi zaman yaşama anlarımdan çalarak büyüdü ve hayatımı kapladı.” 20 Bir başka röportajında ise Gülsoy, yazmaktan duyduğu hazzı şöyle ifade etmektedir: “Git gide daha fazla yazının içine çekildiğimi düşünüyorum. Yazmadığım zamanlarda yaşamıyor gibiyim, yani yazmak öyle bir haz veriyor. Yaşanan anlar sanki iki yazma eylemi arasında verilmiş molalar gibi oluyor. Bunda korkutucu bir taraf da var tabii. Tüm hazlarda böyle tehlikeli ve korkutucu bir yan bulunur…” 21 Gülsoy, yazma sürecini dinamik bir süreç olarak tanımlamaktadır: “Yazmak eylemi asla sadece yazmaktan ibaret değil.

Yazma sürecinin birçok yerinde durup yazdıklarınızı okursunuz, hatta bazen başkalarının gözüyle okursunuz. Bu dinamik bir süreç. İnsan her yazdığı cümleyle

18 Gülsoy, M., a.g.e., 11.

19 Kaya, N. P. (Şubat, 2016). “İnsan Yalnızlar İçinde Yalnızdır”. Remzi Kitap Gazetesi

20 Gülsoy, M. (2016). Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık. İstanbul: Can Yayınları, 41.

21 Koçak Kurt, M. (Şubat, 2016), “Murat Gülsoy: Yaşanan anlar sanki iki yazma eylemi arasında verilmiş molalar gibi”. edebiyathaber.net

değişiyor, tıpkı okuduklarıyla değiştiği gibi. Ama sonuç olarak kitap bitiyor ve sonra hiç tanımadığınız insanların eline geçiyor, onlar okuyorlar, onlar okudukça kitap çoğalıyor, yaşamaya devam ediyor. Artık siz ondan çok uzaktasınız. Başka bir yerdesiniz.” 22

Her kitabında yeni bir anlatım biçimiyle okurunun karşısına çıkan Gülsoy, amacının farklı hikâye anlatma yolları aramak olduğunu dile getirmektedir; “Her roman, her öykü benim için farklı bir deneyim oluyor. Farklı konular, türler, anlatım biçimlerini araştırmak bana heyecan veriyor. Her yazarın ya da yazmakla uğraşan herkesin yolu, yordamı farklı olabilir. Edebiyat devasa bir saray gibidir, içeri girmek için size uygun olan kapıyı bulmanız zaman alabilir. Kafka’nın Dava’sında olduğu gibi herkes için aslında özel bir kapı vardır, yani hepimiz farklı yollardan girebiliriz oraya.

Benim için başlangıçtan beri önemli olan kurmaca sanatların, hikâye anlatan yapıların, öykülerin, romanların biçimlerinin insan zihninin çalışmasıyla ve insan psikolojisiyle bağlarıydı. Bu kimi zaman doğrudan zihinsel süreçlere odaklanmama neden oluyor, kimi zaman da romanın mimari yapısı üzerinde deneyler yapmama…

Amacım aslında hiç değişmiyor: farklı hikâye anlatma yollarını bulmak. Çünkü dünya anlattığımız yerdir. Anlatamadığımız her an dünyanın dışına düşeriz, yokluğun karanlığına karışırız. Anlatarak yaşadıklarımızı anlarız. Anlatarak kendimizi ve başkasını tanırız. Tabii her anlatma eylemi kendine özgü sınırlar ve sorunlar içerir.

Anlatarak yanılsamaların da içine düşeriz. Bence edebiyat ile yapılan tüm bu araştırmaların, deneylerin, biçimsel arayışların en değerli yanı bu sınırları zorlamamızı ve sorunları daha iyi fark etmemizi sağlıyor oluşudur.” 23 Gülsoy, geleceğe kalma kaygısı gütmeden yazmanın, içinde bulunduğu zamanı genişlettiğini düşünmektedir: “Geleceğe kalmak için yazmıyorum. Elbette kalırsa iyi olur. Belki kalır, belki kalmaz. Ama yazmak benim için şimdiki zamanla ilişkili bir eylem. Yaşadığım ânı genleştiren, özellikle de iç dünyama doğru genişleten bir eylem. İç dünya genişlerken dış dünyayı kavrama kapasitemiz de artıyor. Bu hem yazan için hem de okuyan için böyledir. Kitaplar kütüphanede birer düşünce mumyası olarak dururken değil,

22 Kaya, N. P. (Şubat, 2016). “İnsan Yalnızlar İçinde Yalnızdır”. Remzi Kitap Gazetesi

23 Ak, E. (Kasım, 2017). “Edebiyat Devasa Bir Saray Gibidir”. Cumhuriyet Kitap Eki

okunurken, bir başka insanın zihninde yeniden kurulurken bu imkânı sağlıyor. Yazının en büyük yararı bu bence.” 24

Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık kitabında “kurmaca metinler” üzerinden roman ve hikâyeye dair fikirlerini dile getiren Gülsoy’a göre, öykü ya da roman yazma süreci uyanıkken rüya görmeye benzemektedir: “Her sabah uyandığımda, görmüş olduğum rüyaları şaşkınlıkla gözden geçiririm. Hiç gitmediğim, daha önceden görmediğim, zaten hiç var olmamış mekânlarda, çoğunlukla tanımadığım insanlarla yaşadığım türlü maceraların nasıl olup da zihnimde sentezlenmiş olduklarını hayretle ve hayranlıkla düşünürüm… Zihnimizin rüyalarda yaptığını yaratıcı buluyorum. Kurmaca yapmayı uyanıkken rüya görmeye benzetiyorum. Hepsi bu.” 25 Gülsoy’a göre edebiyatın içinde yaratılan dünya ile yazarın yaşadığı gerçek dünya arasındaki ilişki,

Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık kitabında “kurmaca metinler” üzerinden roman ve hikâyeye dair fikirlerini dile getiren Gülsoy’a göre, öykü ya da roman yazma süreci uyanıkken rüya görmeye benzemektedir: “Her sabah uyandığımda, görmüş olduğum rüyaları şaşkınlıkla gözden geçiririm. Hiç gitmediğim, daha önceden görmediğim, zaten hiç var olmamış mekânlarda, çoğunlukla tanımadığım insanlarla yaşadığım türlü maceraların nasıl olup da zihnimde sentezlenmiş olduklarını hayretle ve hayranlıkla düşünürüm… Zihnimizin rüyalarda yaptığını yaratıcı buluyorum. Kurmaca yapmayı uyanıkken rüya görmeye benzetiyorum. Hepsi bu.” 25 Gülsoy’a göre edebiyatın içinde yaratılan dünya ile yazarın yaşadığı gerçek dünya arasındaki ilişki,