• Sonuç bulunamadı

Ali Kaptan, Cemile ve tecavüze dair

Ali Kaptan her zamanki gibi sarhoştu. Boşandığı eşinin evine destursuz girdi. Çocukların okulda olmasını, küçük Osman’ın dışarıda oynamasını fırsat bildi. Ve boşandığı karısı Cemile’ye döve döve tecavüz etti.

Osman eve döndüğünde annesini yaralar içinde yerde buldu.

Ve ertesi gün söylenenlere bakılırsa “Öyle Bir Geçer Zaman Ki”nin son bölümündeki bu sahne, “dizinin fanatiklerini bile isyan ettirdi.”

* * *

İyi de, bu sahnede isyan eden yüz binlerden birkaç yüzünün bile kocasının tecavüzü ve dayağı sonucu öldürülen Ayşe Paşalı olayında müdahil

olmamasına, “kurmaca Cemile”yi sahiplendiği kadar “gerçek Ayşe”ye sahip çıkmamasına ne demeli?

Tembellik mi?

TV karşısında çekirdek çitlerken keş Ali’ye “Boyun devrilsin” diye beddua etmenin, mahkeme kapısında aile içi şiddeti protesto etmekten daha güvenli olmasından mı?

Yoksa “Diziler göstermese gerçek hayatta da şiddet olmaz” yanılgısından mı? * * *

Öfkeli izleyiciler internete dalıp “Bu manyak nesil işte böyle yetişiyor” diye kazan kaldırmış.

Yumurta-tavuk hikâyesi...

Şiddet, diziden beslenmiyor ki; dizi, şiddetten besleniyor. Kadına şiddet, “Zaman Öyle Bir Geçmeden” önce de vardı. Televizyondan önce de...

Hatta elektriğin icadından önce de...

Senarist, evlerin çoğunda yaşananı teşhir ediyor. Bunu yazdığı için eleştirilebilir mi?

Öyle bakılırsa ne uyuşturucunun filmi çekilebilir; ne ensestin, ne terörün... Çekilse de o, sanat eseri olmaz, ahlak dersi olur.

Sanıldığı gibi tedavi edici bir etki de yapmaz. * * *

Aynayı taşlıyoruz.

Kadın, evde nemrut babasına, komşunun belalı kocasına, okulun dayakçı hocasına duyduğu öfkeyi Ali Kaptan’dan çıkarıyor.

Cemile’ye gözyaşı dökerken de kendi mağduriyetine ağlıyor. “Ölçü iyi ayarlanmalı” diye yazmış izleyiciler...

İyi de; kim verecek bu ayarı? RTÜK mü?

Seyirci anketi mi? Kanal mı?

Hiçbirinin buna hakkı yok ki?

RTÜK, olsa olsa yaş sınırı getirebilir, küçükler için uyarı koyabilir; Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın yaptığı gibi “Destek vereyim, bu durumdaki kadınların haklarından da bahset, çözüm yolunu da göster” pazarlığı yapılabilir.

169 bir kadın karakter yarattı.

* * *

Hoş, o müptelalardan biri olarak ben de dizide -biraz da zorlamayla- nicedir acı eşiğinin bir hayli aşıldığını düşünüyorum.

Baştaki lezzeti veren dönem havasının neredeyse tamamen bir yana bırakıldığını, toplumsal fonun ortadan kalktığını ve dizinin, döktürdüğü gözyaşında boğulma tehlikesine düştüğünü görüyorum.

Ama tecavüz sahnesi beni rahatsız etmedi. Gerçekçiydi.

Fatmagül’deki gibi piyasada ticarete de dökülmedi. Şöyle düşünün:

Hangi senarist, 4 ergin evladın annelerinin ardından peş peşe kendilerini ipe çekişini hayal edip yazabilirdi ki?

Zalimlikte hiçbir senarist hayatla yarışamaz.

170 Metin 15: Can Dündar, Milliyet, 14 Mart 2011

Kapıda neden erkekler yoktu?

Ayşe Paşalı cinayeti, bir simge davaydı. Çıkan karar da, kadına yönelik şiddet konusunda bir zafere dönüştü.

11 yerinden bıçaklayarak öldürdüğü karısı için son duruşmada “Onu çok seviyorum. Pişmanım” diyen koca, mahkeme heyeti tarafından en ağır cezaya, ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırıldı.

Anne Paşalı mezara, baba Paşalı hapse giderken kızları Burcu, sonucu “Zafer bizim” diyerek kutladı.

Ağır kayıplar pahasına kazanılmış bir “Pirus zaferi”... * * *

Çoğu mahkeme heyetinin şiddete “ceza indirimi” bahanesi arayıp katilleri “tahrik var” diye veya “iyi hal”den salıverdiği ortamda, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin “kadına şiddete sıfır tolerans” anlamına gelen seri ve adil kararı, gerçekten “ibretlik” oldu.

Ancak yine de aklıma takılan bazı sorular var: İlki bu “serilik”le ilgili...

Cinayetin işlendiği tarih: 7 Aralık 2010... Karar tarihi: 12 Mayıs 2011...

Yani cinayetten 5 ay sonra, 5 duruşmada sonuç alındı. Tanıklar, kriminal raporları, savunma dahil...

111 günde bir davayı bitirmek mümkünse, aynı şekilde işlenmiş benzer davalar neden yıllarca sürüyor?

Kamuoyunun ve medyanın yoğun ilgisi nedeniyle mi? Eğer öyleyse bu, hem iyi hem kötü sayılır.

İyi; çünkü hassasiyet, sonuç veriyor demektir.

Kötü; çünkü bundan, yargının baskı altında karar verdiği sonucu da çıkar. Sahipsiz davalar için de tatsız haberdir.

* * *

İkinci soru şu:

Ayşe Paşalı’nın boşandıktan sonra eski kocası tarafından ölümle tehdit edildiğini, korunma talebinin ise “Artık evli değilsiniz” diye reddedildiğini biliyoruz.

Bu durumda onu korumasız bırakanlar, eşe yataklık yapmış olmuyorlar mı? Böyle cinayetlerde ihmali görülenleri, koruma talebini reddedenleri, mağdur kadını katile teslim edenleri de sorumlu tutmamız gerekmiyor mu?

* * *

Üçüncü soru:

5 duruşmadır mahkeme önünde “Şiddete hayır” diye bayrak açan kadınlar arasında neden bir tek erkek yoktu?

Erkekler bu kanlı düğünün “oğlan tarafı” mı? Aynı “eril şiddet”ten onlar da şikâyetçi değil mi?

“Erkektir; sever de döver de” inancı, sopa zoruyla hükmeden bu “erkek iktidarı” onları da ezmiyor mu, utandırmıyor mu?

Burada saflaşma, kadınlarla erkekler arasında olmamalı; şiddeti savunan, uygulayan, meşrulaştıranlarla, ona direnenler saflaşmalı... Ve bir dahaki duruşma kapısında şiddete karşı erkekler de bayrak açmalı...

171 Ve son soru:

Neden bu kadar can yakan bir sorun, Türkiye’yi turlayan liderlerin gündemine girmiyor?

Günde en az 3 ila 5 kadının canına mal olan bir sorun, son 10 yılda yüzde 1400 arttığı söylenen şiddet, neden miting kürsülerinden dile getirilmiyor?

Erkek liderler, kendilerini hayranlıkla izleyenlere, rol model alanlara, tahrik edici bir dille konuşacaklarına, birbirlerine öfke bulutlarıyla hakaret

yağdıracaklarına, şiddeti kışkırtacaklarına, törenin, namusun silahla korunamayacağını, dayakla eğitim olmayacağını anlatsalar, şiddete karşı çözüm önerilerini sıralasalar daha iyi olmaz mı?

172 Metin 16: Can Dündar, Milliyet, 09 Ekim 2011