• Sonuç bulunamadı

Kadınları hep birlikte öldürüyoruz!

Dünya Kadınlar Günü’nde köşemi bugün Yıldırım Türker’e, Radikal’de dün çıkan yazısına bırakıyorum. Daha iyisini yazamayacağım için ve son derece düşündürücü bulduğum için...

Kadınlarını öldüren bir toplum, Dünya Kadınlar Günü’nü kutlamaya hazırlanıyor.

Artık her gün birkaç kadın, kimileyin töredir diye, kimileyin imdat çığlıklarına ve polise onca şikâyetine rağmen sırtı tapışlanıp salıverilmiş kocaları

tarafından insanların gözü önünde katlediliyor.

Toplumun bir tık daha yakınına vardığı nokta, kadınlara yönelik toplu katliamlardır.

Bu toplum kadınlarını ölüme yollayarak intihar ediyor. Her bir hırpalanan, tecavüze uğrayan, öldürülen kadın, kimse kaçmaya çalışmasın, hepimizin suçudur.

Bu toplumda yaşayan, bu dili konuşan herkes mizojiniyle maluldür. Buna kadınlar da dahildir.

Kadına uygulanan şiddete karşı örgütlenmeye çalışan dilin kendisi de kadına yönelik şiddet içermektedir.

Bütün şehri kirli bir sırıtışla kaplamış afişleri görmüşsünüzdür: ‘Kadına şiddet uygulayan erkek değildir’.

Kadınları tacizden, tecavüzden, katledilmekten korumaya yönelik dile bakar mısınız?

Aklıevvel bir reklam yazarının ‘erkekleri tam da buradan vurup etkileyebiliriz’ cinliğiyle bulduğu bu slogan, besbelli kadına yönelik şiddete karşı kurulmuş organizasyonu ve afişlerin altında imzası olan Hürriyet gazetesini çok etkilemiş. Şehirde adım başı karşınıza çıkıyor.

‘Kadına şiddet uygulayan erkek değil’ sloganında erkek olana yakışmaz vurgusu var elbet.

Pekiyi, kime yakışır? Karıya mı?

Yoksa ‘kadına şiddet uygulayanlar ancak ibne olabilir’ mi, erkeklere bıyıkaltından fısıldadığınız?

Dayakçı kadın katili erkekleri caydırmak için bulabildiğiniz çağrı bu mu? Kadınları erkek şiddetinden korumak için yola çıkarken erkek imgesini cilalamak, işte tam da bu toplumun, anadilimizin vahşi yönelimidir.

Bu toplumda, muhatap alınan, kendisine hitap edilen erkektir. Bu slogan da birçoklarınca, erkek adamla karı gibi güvenilmez adam arasındaki ayrıma dikkati çeken bir anlam taşıyacaktır.

Küçücük kız çocuklarının tecavüze uğradıktan sonra gönüllü ilan edildiği, terörist ilan edilen kadınların askerler tarafından tecavüze uğrayıp

susturulduğu, aile arasına girilmez diye sokak ortasında bıçaklanan kadını polisin uzaktan seyrettiği, kadınların durmadan tahrik ettiği, kışkırttığı, beni öldür, benim ırzıma geç, beni filistin askısına al diye yalvardığı bir memleket resmi çıkmıyor mu basınımıza baktığımızda?

Birkaç yıl önceki bir olayı hatırlayalım mı? Hani hep birlikte haberlerde bir kadının bir polis tarafından saçından sürüklenişini izlemiştik.

165 basan polisleri ucuz, eski düğünvari bir klavyenin açısından görmüştük önce. Sonra müzisyenin önünde copunu sallayan bir polisi. Sonra müzikholün kapısından saçlarından sürüklenerek çıkarılan bir kadını. Sonra aynı kadının merdivenlerden yine saçından sürüklenerek, basamaklara çarpa çarpa indirilişini izlemiştik. Son resimde de kapısına kadar sırtüstü süründüğü arabaya bindirilmek üzereyken ki halini.

Kamera kayıtlarını görenler arasından bu görüntüleri yadırgayacak kadar içe dönük ve dünyaya kör kimse çıkmış mıdır?

Sanmıyorum.

Çünkü polis, kadınları saçlarından sürükler. Kimileyin yerde dertop olmuş bir genç kızın kafasına gerilerek bir vole de çekebilir. Ama en çok ve ille

saçlarından sürükler. Biliyoruz.

Binlerce kez tanık olduk. Binlerce kez haberlerde izledik. Bu haberi verirken de gazetelerin kullandığı dil, basınımızın pek sık kullandığı tecahülüarif makamındandı.

Bir büyük gazetemiz “Böyle zorbalık görülmedi”, diğeriyse “Eşkıyanın Cüreti” manşetleriyle sundu haberi. İkisinin de çığırtkan şaşkınlıklarında neredeyse Brechtiyen bir yabancılaştırma efekti çalışılmıştı.

Görülmemiş ilan edilen zorbalık görüntüleri, sırtlarında polis üniformasıyla bir kadını saçından sürükleyen adamlara aitti. Bu görüntülerde insanı çileden çıkaran cüret gösterisi de eşkıyaya ait olduğu için tiksindirmeliydi insanı. Çünkü bir kadını çalıştığı yerden sürüyerek çıkaran adamlar polis değil, polis kılığına bürünmüş zorbalardı. Bu, onları eşkıya kıldığı gibi eylemlerine de küstahça bir cüret katıyordu. Polise hak olan onlara cüretti.

Üniforma sahteyse gözlerimiz önünde gerçekleştirilen eylem eşkıyalık oluyordu. Bu gazetelerden hiçbirinin kameraya yakalanmış bir polis şiddetini ‘cüret’ ya da ‘zorbalık’ olarak adlandırmışlığını hatırlamayız.

Çünkü bu toplumda karısını parçalayan bir kocaya, kurbanını saçından sürükleyen bir polise, esir aldığının ırzına geçen bir askere kimse müdahale etmez.

Edemez.

Şimdi yine kimi makyözler çıkmış, parlamentoda yüzde 50 kadın milletvekili diye taleplerini haykırıyorlar.

Siyasette kafa sayısıyla eşitliğin sağlanmasının en önemli adım olacağından hiç kuşkuları yok.

İkna odaları mucidi kadın ve benzerlerinin, kadının öncelikle yaşam hakkı olmak üzere bütün toplumsal hakları açısından nasıl bir yarar sağlayacağına inanıyorlar?

Yine hatırlatmakta yarar var:

İktidarın kendi cinsiyeti vardır. Orada ne kadın kadın, ne erkek erkektir. Kadınları hep birlikte öldürüyoruz.

Onları koruma altına alınması gereken bir tür olarak gören münevver kravatlı- tayyörlüler de, onlara güvence şartı olarak üç çocuk analığı dışında hiçbir önerisi olmayan sade suya türban özgürlükçüleri de, kadını özne olarak görme özürlü basın da, yorgunluktan bezginlikten sesini çıkarmayanlar da, hepimiz içten içe kadın nefreti taşıyoruz.

İşte bu nedenle kadınlara şiddet uygulayanlara, “Erkek olun, erkek!” diye bağırıp gururla yolumuza devam ediyoruz.

166 Metin 13: Güneri Cıvaoğlu, Milliyet, 10 Mart 2012

Yorumsuz Kadınlar Günü

Dünya Kadınlar Günü’nde bir sınır ötesinden bir de bizden iki “gözlem...” 1- Afganistan Başkanı Karzai “erkeklerin gerekli gördüğünde eşini dövmesine izin veren” yasayı onayladı.

Kâbus gibi...

Yasa çıkararak “eşinin eti de kemiği de senin, ister döv ister söv” dercesine yasa çıkarıyor.

Bunu Taliban’a hoş görünmek için yapıyor. Hem de şeriat adına...

ABD ve koalisyon güçlerinin çekilme sürecinde ayakta kalabilmek için Karzai Taliban’la dirsek temasında. “İktidarı paylaşmak” işaretleri veriyor.

Afganistan’ı Taliban’dan kurtarmak için oraya gitmiş değil miydi Amerika? Amacın Afganistan’a demokrasiyi getirmek olduğu yolundaki açıklamalar üze- rine sünger mi çekiliyor?

Kadına şiddet karşıtı ana akım ivme kazanırken “dayak caizdir” fetvası verilen ilkelliğe dönüş bu.

2- Dünya Kadınlar Günü’nde Ukraynalı “FEMEN” grubu İstanbul’a çıkarma yaptı.

Çıplak olarak Sultanahmet’te düzenledikleri gösteriyle “kadına şiddet karşıtı” gösteri yaptı.

Ve...

Onlara şiddetin daniskası uygulandı.

Yerde sürüklenerek polis aracına götürüldüler. Yorum yapmıyorum.

Fotoğraflar zaten konuşuyor.

Euro News kanalı böyle görüntüleri “no comment (yorum yok)” başlığıyla ek- rana taşımayı sever.

Bu arada, Ukraynalı kadınlara müdahale edenlerin kadın polis olduklarını, içe- ride bunlara kötü davranılmadığını da not olarak belirteyim.

...

Parlamento’da kadını korumaya alan bir yasa üzerinde çalışılırken bu görüntü- ler “kara mizah!..”

167 PKK’DA YENİ PERDE

GAZETELERDE, PKK liderlerinin yakalanmasını sağlayacak ihbarda

bulunacaklara 4 milyon liraya kadar çıkan ödüller verileceği yolunda haberler yayımlandı.

Bildiğim kadarıyla devletten bir yalanlama -henüz- yok.

ABD’nin “WANTED” başlığıyla suçluları bildirene mükâfat afişlerini hatırlatıyor.

Sadece bu “arananlara” odaklanan profesyonel “insan avcıları” vardır. Özellikle “adi suçluların” yakalanmasında bu yöntem genellikle sonuç verir. Ama...

Siyasi, ideolojik örgütlerde ve bunların özellikle şiddete dayalı

organizmalarında para karşılığı içeriden ihbar çok ender sonuç veriyor. El Kaide’nin başındaki Usame Bin Ladin için de milyon dolarlık ödüller açıklanmıştı.

Ama adam yıllarca saklanabildi.

“Aidiyet” bağlılığı bir izah olabilir ama daha da geçerli olan neden “korkudur.” İhbarcı teşhis edildiği anda öldürülür.

Teşhis edildiği halde yakalanamazsa ailesi, en yakınları “infaz” tehdidi altındadır.

Örgüte bir kez girmiş olana çıkışlar kapalıdır.

Çıkışı olmayan ve sonu bilinmeyen bir yolun yolcularıdır. Bu tür örgütlerde her sabah “hain!” infazları yapılır. “Hain” oldukları kuşkusu kurşunlanmaları için yeterlidir.

Ve bu infazların diğerlerine “caydırıcı” psikolojik etkisi olacağı düşünülür. “Dehşet” şiddet örgütünün yasasıdır.

Ancak “ödül” açıklamaları örgütte kuşkuları tetikler, paranoya kabarır, stabiliteyi sarsar.

İçe dönük kaygılar yaşanır.

Elbette “ödül” açıklamasının sonuç verme şansı “sıfırdır” denemez.

Belki bir faydası da Kandil kuşatmasına diğer etkenlerin yanı sıra bu da bir katkı olabilir.

PKK’yı silahsızlandırma görüşmeleri için düşünülmesi ihtimal dışı değil. “İnsan haklarına dayalı, barışçıl ve demokratik” formüllerin pişmekte olduğunun işareti kokular geliyor.

168 Metin 14: Can Dündar, Milliyet, 25 Mart 2011