• Sonuç bulunamadı

Bir kadın öldürülmüşse... Hele bu kadını, eski kocası öldürmüşse... Hele mahkeme, adamın, kadına yaklaşmasını yasaklamışsa... Hele kadın koruma istemişse...

Kadın buna rağmen delik deşik edilmişse...

Reha Muhtar’ın bir zamanlar televizyonda bağırdığı gibi “Nerede bu devlet?” diye feryat etmez misiniz?

Daha ne yapsın “Bu adam beni öldürecek!” demişse... * * *

Acaba koruma verilmiş mi? “Eski kocam beni öldürecek!”

Savcı, beline silahını takıp, kadının peşine takılacak değil ya!

Kadının başvurusunu, “gereği yapılsın!” diye Emniyet Müdürlüğü’ne havale eder.

İşte sonrası, mazeret değil, gerçek... * * *

Emniyet Müdürlüğü’nde yeteri kadar polis var mı?

Mevcut polisler, işlerini bırakıp, kadını korumaya çıkacaklar mı?

Yoksa karakolun içinde işlerini yürütürken, kadını korumaya da ek iş gibi göz ucuyla bakacaklar mı?

* * *

Kanun çıkarmak kolay, kanunun nasıl uygulanacağını yönetmelikle belirtmek de kolay...

Lakin kadını koruyacak polisi bulmak! İşte o zor, çünkü polis yok!

Kadının canı mı önemli, yoksa polisin işi yarıda bırakıp, korumaya çıkması mı?

Kadını koruyamadığı için polise hesap sorulmaz, sorulsa bile mazereti bulunur da, yarıda bıraktığı işin hesabını sorarlar.

Diyeceksiniz ki “ortada bir can var! Eğer korunsaydı, kadın delik deşik edilir miydi?”

151 Elbette aksini söylemiyoruz, gerçek durumun tespitini yapıyoruz.

“Koruyun!” demekle olmuyor. * * *

Bizim polisin işi çok, hem de ne cins işler...

Adam elinde bir poşet Beyoğlu’nda dolaşıyormuş, sivil polislerin dikkatini çekmiş, “bu ne yapıyor” diye...

Meğer poşetin içinde gizli kamera varmış, mini etekli kadınların, kızların “etek altı”nı çekiyormuş...

Yakalamışlar! * * *

Kadını korumak için polis bulamayız da, çağdaş ve teknik röntgenci için polisimiz vardır.

Ayten Alpman’ı geçen gün kaybettik, ne güzel bir şarkı söylerdi: “Bir başkadır benim memleketim”

Kıymetini bilebilsek...

Hayır, asla, asla “teknik röntgenci”yi yakalayacağınıza, cinayeti önleyin demiyoruz.

Görün bakın, polis ne işlerle uğraşıyor ya da uğraşamıyor... Görün!

152 Metin 6: Hasan Pulur, Milliyet, 12 aralık 2012

Kadın ne ki?

Bir laf bir lafa uygun gelirse “Denk düştü!” deriz. Geçen günkü bir yazımızda da denk düştü.

Keşke düşmez olaydı... Ne demiştik o yazıda?

Kadına ikinci sınıf diye bakarlar, her fırsatta döver, söver, hatta öldürürler. “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin!” lafını kim söylemiştir?

En basit benzetmede, kadının beceriksiz olduğunu belirtmek için “elinin hamuruyla bu işe karışma” diyen erkekler değil midir?

Hem de kime karşı? Erkeğe karşı!

Yani beceriksiz erkek bile, yine kadına benzetilir.

Konya’daki son cinayet...

Gülşah öğretmen Van’da görevli, bir süre arkadaşlık ettiği adamdan ayrılıyor, selamı sabahı kesiyor, adam peşini bırakmıyor, tehdit ediyor, öğretmen savcılığa başvuruyor, mahkemeye gidiyor, mahkeme adama altı ay öğretmene yaklaşmama cezası veriyor, ayrıca Asliye Ceza Mahkemesi’nde de dava açılıyor.

Öğretmen hayatından endişelidir, tedbir istiyor, koruma istiyor, nasihat ediyorlar:

“En kötü ihtimal ölürsün, herkes ölecek, ölüm haktır, kaçış yoktur.”

Canını korumak için sığınan genç öğretmene, biber gazıyla dolaşması tavsiye ediliyor, “Kızlarımız böyle abuk sabuk dalaşıp hata ediyorlar”, diye de uyarılıyor.

Kim bilir belki de koruma değil nasihat veriliyor, öğretmen Konya’daki baba evine kaçıyor, katil gelip öldürüyor.

153 Dedikleri doğru mu?

Öleni mezarından çıkarıp sorgulamayacağımıza göre, kalan yetkililerin söylediklerine itibar etmek zorunda mıyız?

Başka çare var mı?

Bir kadın daha gitti, kim bilir kaç kadın daha gidecek?

Kadının “başlık parasıyla” alınıp satıldığı bir toplumdan başka ne bekliyorsunuz?

Ölüp giden öğretmen Gülşah Aktürk’ü sayı ile vermediler ya! Künyeden düşerseniz olur biter.

“Kaç çocuğun var?” diye sorana “Beş evladım, iki de kızım” diyen babalar oldukça.

Kızları evlattan saymayan... Kadın ne ki?

Çocuk doğuran, hamur yoğuran...

DÜZELTME: 8.12.2012 tarihli yazımızdan sonra, okurlarımızdan Mehmet Aytek’ten gelen bilgiyi aktarıyorum:

Okurumuz, Leyla Zana’nın 6 Kasım 1991’de, “yaşasın Kürt halkı” demediğini, Türkçe yemin ettikten sonra Kürtçe, “ben bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği için ettim” dediğini belirtti.

154 Metin 7: Derya Sazak, Milliyet, 22 Ocak 2011

Ayşe Paşalı cinayeti

Kadına yönelik şiddetin son örneği Ayşe Paşalı cinayeti. Eski kocası tarafından ölümle tehdit edildiği halde, “boşanmış” olduğu için koruma talepleri mahkemece reddedilmişti. Adliye koridorlarında feci şekilde

dövülmüş fotoğrafları yansıdı medyaya. Ardından da İstikbal Yetkin tarafından öldürüldüğü haberleri.

Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmekte olan davadan “skandal” haberler gelmeye devam ediyor.

Cinayet aletiyle ilgili hazırlanan kriminal raporda 26 santimetre uzunluğundaki bıçağın 6136 sayılı yasada yasaklı silahlar kapsamında olmadığı belirtilmiş. Davayı izleyen CHP İzmir milletvekili Ahmet Ersin, böyle devam ederse sanığın 6136 sayılı yasadan yargılanmayacağını söylemiş.

Ölüm tehditleri alan Ayşe Paşalı’yı “yasada yeri yok” diye koruyamayan yargı, eski eşini 11 yerinden bıçaklayarak öldüren İstikbal Yetkin’in lehinde

olabilecek unsurları dosyaya ekliyor.

“Adalet için” çığlıklar yükselirken mahkemelerin umurunda değil.

Hrant Dink davası, “zaman aşımı” kuşkularını doğrular nitelikte seyrediyor. Ergenekon davasında JİTEM’in kurucu olduğunu öne süren emekli Albay Arif Doğan, bu hafta mahkemede “78 kelle aldım” dedi, kimsenin kılı bile

kıpırdamadı.

Milliyet’in dünkü manşeti, Ayşe Paşalı cinayetindeki vurdumduymazlığın ifadesiydi:

“Ayşe öldü, hâkim uyandı!”

Mevcut yasa sadece evlilik bağı olanlara koruma kararı verdiği için Ayşe Paşalı bugün hayatta değil. Boşandığı eşi tarafından delik deşik edildi. Üstelik savcılığa başvurarak aldığı tehditleri duyurmuştu.

Ayşe Paşalı’nın ölümünden 23 gün sonra benzer durumdaki bir öğretim

görevlisi kadının başvurusu üzerine aynı mahkeme koruma kararı vermiş. Eski eşe, eve yaklaşırsa hapse gireceği bildirilmiş.

Mahkeme, cinayetten 32 gün önce aynı kararı Ayşe Paşalı için verse yaşıyor olacaktı.

155 Hükümet şimdi hazırlanan yasa tasarısıyla, “boşanmış veya imam nikâhlı eşler ile sevgililere” 6 aylık koruma uygulaması getiriyormuş.

“Namus cinayetleri”nin bu denli yaygın olduğu ülkede, kadınların korunması konusundaki yasaların hâlâ zayıf kalması ve yargının “erkek egemen” kararlar üretmesi büyük talihsizlik. Onca gelişmişlik iddiasına karşın, “kadının

statüsü”nü ele veren eşitsizlik örnekleri ve şiddet Türkiye açısından utanç vericidir.

Bu ayıp karşısında kadın örgütleri ayağa kalkmalılar.

9 Şubat’taki duruşma için CHP’li Canan Arıtman, kadın parlamenterleri davaya müdahil olmaya çağırmış.

Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın da harekete geçmesi isteniyor.

Türkiye’de şiddet-aile içi şiddet nedeniyle cinayete kurban giden kadın sayısı yüzde 1400 artmış. En temel insan hakkı olan yaşam hakkını koruyamadığımız kadınlar için Ayşe Paşalı cinayeti bir sembol olmalı ve davası sonuna kadar takip edilmeli.

156 Metin 8: Fikret Bila, Milliyet, 27 Kasım 2011