• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3.KAVRAMSAL ÇERÇEVE VE LİTERATÜR TARAMASI

3.5. Kanon: Bir Kavramın Serencâmı

Kanon kavramı Latinceye “Canon” şeklinde nakledilen Grekçe “Kanon” kelimesi, Sami dillerinden geçmiştir. Latince haliyle önceleri, ölçmeye yarayan şey, kural, model manasındayken sonraları, ölçülmüş veya düzenlenmiş şeye dönüşmüştür. İbranice “Qâneh”, Asurca “Qanu”, Ugarit dilinde “qn” şeklinde olup diğer Sami dil gruplarında da benzer şekilde kullanımı mevcuttur. Grekçe’de kelime ölçü, kanun, kural anlamında olup gramerden estetiğe oradan müziğe ve heykeltraşlığa kadar her alanda ölçü, iyiyi yanlıştan ayırmaya yarayan kriter manasındadır. Kelime İbranice ölçü kamışı manasında “Qâneh” olup Sami dillerdeki kamışı ifade eder ve Grekçe’ye bu dilden geçmiştir. I. Krallar 14:15’te ve Eyüp 40:21’de, Hezekiel 41:8 de bu şekilde Çıkış kitabı 25:31 ve devamında ise “gövde” ve “kol” anlamında bu ifadeye rastlanmaktadır. Aynı şekilde Eyüp 31:32’de “kol”, “kürek kemiği” manaları görülmektedir. Kanon Yeni Ahit’in İnciller kısmında değil ama Pavlus’un Korintliler ve Galatyalılara mektuplarında yer almaktadır. İlk dönem itibarıyla Bible’ye girebilmiş olan ve otorite olarak kabul edilen kitapların listesini ifade etmiş, IV. yüzyıldan itibaren kutsal kitap külliyatına gönderme yapan bir kavram olarak kilise tarafından düzenli bir şekilde kullanılmıştır. Zaman içinde ilham edilmiş vahyi veya îman ile adetlerin yanılmaz

22

kuralını ithiva eden kitaplar koleksiyonu haline gelmiştir. Dini alanın yanında seküler bazı anlamları ihtiva edecek şekilde de kullanılmış, bu bağlamda kural, standart, ideal, norm, yazılı veya sözlü otoriter görev veya literatür manasında kullanılırken bir yandan da geçici veya sürekli standardizasyon, listeleme, kaydetme, numaralandırma, kronoloji, örnek kişi kataloğu gibi anlamlar da kazanmıştır (Meral, 2007, s. 42-44) (Gündüz, 1998, s. 212). Kanon’un katedrallerde yada kilisede görevli olup, maaşını alan kalıcı ve maaşsız geçici görevlerde olan laik kişiler olduğunu söyler. Ayrıca kutsal kitap göndermesine ek olarak komünyon ayininin temel yapısı, kilise yaşantısı ve disipliniyle ilgili kurallar olduğunu ekler. Kanonik olan kitapların dışında kalanlar ise “Apokrif” olarak nitelendirilmekte “Kanonizasyon” kavramıyla da Papa’nın ölmüş bir kişinin ilâhi aleme gittiğini ilan etmesi ve kilise aracılığıyla yeni azizi belirlemesini ifade eder. İlk olarak 993’te Augsburglu Ulrich’le ilgili olarak yapılmıştır. Kilise kanon kavramını telaffuz etmeden onun üzerine iki yüzyıl düşünmüş ve tartışmıştır. Bunun temelinde herkesin mütereddit olmadan bağlanabileceği, sahih niteliğinde problem olmayan bir kutsal kitap literatürünün hangi özelliklere sahip olması gerektiği düşüncesi gizlidir. Kilise, kavramı daha çok örnek model anlamında, Musa’nın yasası ya da ruhani meclisin bir kararı veya hayata, inanç esaslarına dair konularda yol gösterici ilke olarak kullanmıştır. IV. yüzyılda, ruhani meclis kararları yani kanones yoluyla tartışma sonuçlandı ve “kutsal”, “emredici” nitelikteki sabit bir liste ortaya çıktı. İşte bu liste kanon oldu (Anar, 2013, s. 49). Kanon üç şekilde kullanılmakta ve kilisenin zorunlu gördüğü şey anlamındaydı. İlk olarak “kanon tes aletheias” (hakikat kuralı), ikinci olarak “kanon tes pisteos” (iman kuralı) ve “kanon tes ekklesias” (Kilise kuralı). Kanon kilisedeki her şeyin ona göre ölçüldüğü standarttı. Sadece kapsanan şeyi değil kapsayanı da imlemeye başladığında özgün anlamı değişti ve İman kuralını, yani vahyedilmiş hakikat ve yasa olarak kanonu içlerinde barındıran yazılara da kanon denmeye başlandı. İskenderiyeli Clemens’in “Strotamata” kitabında Kutsal Kitabı kastederek “ton kanona tes pisteos” iman kanonu olarak bahsetmesinin sebebi buydu. Kitabı Mukaddes bir dizi metinden oluştuğundan dolayı kanon gittikçe liste ya da paradigma anlamına gelmeye başladı. M.S. 4. yüzyıldan itibaren kavram Tanrı’nın vahyini içerdiği kabul edilen metinlerin oluşturduğu bir toplam anlamına gelmekteydi. Eusebius’un Kilise Tarihi kitabı kanon kavramını kutsal metin anlamında kullanan ilk kaynak olabilir. İskenderiye Piskoposu Athanasios Hermas “me on ek tou kanonos” (kanonun parçası değildir)

23

derken güvenilir yazıları içeren listeye vurgu yapmaktadır. “Kanonika biblia” ve “Akanonista biblia” ayrımı o tarihlerde doğmuştur. İkinci metinler “hairetika” ya da “apokrypha” olarak değerlendiriliyor ve yasaklanıyordu. Kilise kanonunun oluşturulması bu Gnostik yazıların etkin bir şekilde engellenmesi sonrasında oldu (Jusdanis, 1998, s. 89-90). 1940’lı yılların sonuna doğru “Ölü Deniz Parşömenleri’nin (Vermes, 2005) ortaya çıkmasıyla kanon dışı yorumların nerelere kadar kaçmaları gerektiğine müdrik olmak da mümkündür elbet. Gnostikler “diriliş”i metaforik manada yorumluyorlar bunun sonucu olarak bu olaya şahit olan havarilerin ama özelinde Petrus’un ayrıcalığını yok ediyorlardı. Tanrıyı eril ve dişil olarak tahayyül ediyorlar kadınları da rahip ve piskopos olarak atıyorlardı. Elbette bu yeni oluşmakta olan ortodoks düşünceyi rahatsız etmekteydi (Jusdanis, 1998, s. 91).

Kavramın farklı kullanım alanlarına bakarsak, ilk olarak Ölçek, cetvet, ölçüt, ikinci olarak örnek, model, üçüncü olarak kural, norm ve son olarak tablo liste adı altında dört grup halinde sınıflandırabiliriz (Anar, 2013, s. 43). Yunan heykeltıraş Polykleitos bedenin kusursuz orantılarını, güzelliğini yani altın oranı anlatılabilen Kanon adıyla bir metin yazmış ve Pisagor’un sayı felsefesinden etkilendiği Doryphoros (mızrak taşıyan) adını verdigi bir heykel oymuştur (A.g.ç., s. 44). Toparlamak gerekirse Yunanca kanon değnek, cetvel sonrasında ölçü ve kural ile Latince canon kural, norm sözcüklerinden Batı dillerine geçen kavramın belli başlı anlamları şöyledir. 1. Kilise yasası; bir kilise kurulunun belirlediği yasalar bütünü. 2. Laik yasa kural ya da yasalar bütünü. 3. Genel kural, temel ilke, ölçüt. 4. Kilisece Kutsal Kitap’ın bir bölümü olarak kabul edilen kitapların tümü. 5. Belli bir yazara vb. ait olduğu kabul edilen kitaplar ya da yapıtların toplamı. 6. Önemli ve temel oldukları kabul edilen yapıtlar, yazarlar. Kanon, dinsel kullanımında estetik-laik; sanatsal kullanımında ise kural koyucu, sınırlayıcı anlam yükünden rahatsız gibidir. Ancak her iki anlamında da kanon kurumsal bir yapı bağlamında düşünülmelidir. Din alanında kilise, sanat alanında eğitim kurumları, siyasi erk, yazılı ve görsel basın, dergiler, üniversiteler vb. karmaşık etkileşim sürecinin ardından kanonun oluşmasına katkıda bulunurlar (Atakay, 2004, s. 70).

Kutsal kelam olduğu gibi Tanrıların icadı olduğu düşünülen kutsal yazılar da vardı. Mısır’da Thoth’un hiyeroglifleri, Babilon’da Nabu Tanrısı’nın, Keltlerde Tanrı Ogma’nın icat ettiğine inanılırdı. Kutsal yazılı formüller muskalara yazılıp, evlerin

24

girişlerine, boyunlara asılır ve bu yazılar sayesinde Tanrı korumasına sığınıldığı düşünülürdü. Bundan dolayı tüm dinlerde yazı ve kutsal yazılar, sadece ruhban sınıfı tarafından kullanılırdı. Gelenek üç monoteist din için hâlâ geçerlidir. Latince’de yazı kökeninden gelen “scribere” Antik Yahudilik döneminde ilahiyat doktorları için kullanılırdı. Dikkat çekici olan bir durum da her din için kanonlaşmış metinleri tamamlayan ya da ikinci derecede önemli olan -Yahudilerde Mişna, Talmud ve Zohar, Hristiyanlarda apostolik Babaların ve Kilise babalarının metinleri, Müslümanlarda Hadisler vb.- başka kutsal metinlerin varlığıdır. Yazıdan çok daha önceleri hayat bulmuş olan sözel gelenek sayesinde kanon hep bir açıklık noktası bulmuştur. Yahudilik içinde, sözel gelenek Eski Ahit metinleri kadar önem taşıdığı gibi, birbirine paralel bir şekilde gelişmiştir. Sözel geleneğe en çok dayanan Ferisiler için Sinegog bu bilginin aktarılması için merkezi durumdadır. Nitekim rakipleri Sadukiler Tapınağın yıkılmasıyla yok olurlarken onlar güçlerini korumuşlardır. Kanonlaşma peygamberliğin bitmesinden sonra oluşur. Kanonlaşma gerekliliği sosyal ve politik cepheleşmelerin olduğu dönemlerde ortaya çıkar. Tevrat’ın kanonlaşması, Sadukiler ve Ferisiler yanı sıra Samaritenler, Umran ve Essenler arasındaki tartışmaların yoğunlaştığı bir dönemde olmuştur. Bunun benzeri Hristiyanlığın ve İslamiyetin ilk dönemlerinde de yaşanmıştır (Tuğrul, 2011, s. 81-82).

Kuran’ın kanonlaşması süreci de benzerlikler göstermektedir. Hz. Osman döneminde Kur’an’ın farklı nüshaları mevcuttur. İktidara redaksiyon yapma ve aykırı nüshaları yok ettirme zorunluluğunu hissettiren bu durum olmuştur. Şu anki metin ilk redaksiyon olan Hz. Ebu Bekir dönemine kadar uzanmaz. Aykırı okuyuş biçimleri (kıraat) ile ilgili -her ne kadar alta ve üste konan işaretlerle ayırdedilmişse de- rivayetler okumadaki çeşitlilik sorununu göstermekteydi. Hasan Basri’den de benzer okuyuş biçimleri rivayet edilir. Bu ilk dönem âlimleri zamanında Kur’an metnine henüz, daha sonraki dönemlerdeki gibi kılı kırk yarar titizlikte riayet edilmiyordu. Onlar anlamın daha doğru ve daha anlaşılır biçimde aktarılabileceğine inandıkları takdirde, tilavet sırasında zaman zaman bir kelimenin yerine başka bir kelimeyi kullanmada hiçbir sakınca görmüyorlardı (Paret, 1995, s. 121-122). Bu kanonlaşma süreci Şiiler tarafından tartışmalı olup, Hz. Ali ve neslinin devamında gerçek Kur’an’ın muhafaza edildiğine inanılmaktadır (Tuğrul, 2011, s. 91). İngiltere’de ise kanon 1603 yılından itibaren I. James’in altına mührünü koyarak ilan ettiği İngiliz Kilisesi kurallarıdır. Bu tarihten

25

itibaren İngiliz Kilisesi Katolik Kilise’den ayrılarak kurumlaşmış, Kral James bunun yanısıra İncil’in bir çevirisini yaptırarak Katolikliğin Kutsal Metinler üzerindeki otoritesini sarsmış ve dini kanonu değiştirmiştir. Bu durumda kanon, içinde statüko ve ona karşı direnci barındıran bir kavramdır (Parla J. , 2004, s. 51).

Müzikte kullanıldığı şekli aynının tekrarı olarak dini anlamına benzerdir. Çoksesliliğin gelişmesinde “motet” öncesi bir merhale olarak görülür. İkinci sesin ilk sesi yankılaması manasında olup 14. yüzyıl İtalyan müziğinde önemli bir yer tutmuştur (İlyasoğlu, 2009, s. 34). Kilisenin tek sesli ilâhileri öncelikle “Troubadour” denen gezgin saz şairlerinin dindışı motifli ezgi ve sözleriyle bozulmuş şimdi de bir tarz olarak ortaya kanonik yorum çıkmıştı. John Fornsete’in 1240 civarı yazdığı “Sumer is icumen in” adlı altı sesli kanonu kilise dışı musikinin tavrına bürünmüş bir din musikisi parçası olması hasebiyle ilginçtir (Mimaroğlu, 1970, s. 29). Kanon, polifoninin çok seçkin bir biçimi olan “Fugue”un habercisi olmuş, Notre-Dame Okulundan doğan ve “Ars Nova” adı altında toplanan akımı başlatan Philippe de Vitry ve Guillaume de Machaut bu şekilde din dışı müziği kiliseye sokmuştur (Selanik, 1996, s. 52) (Say, 1997, s. 97). Kanon’un Latince “Rotendellus” adıyla tesmiye edildiğini Grocheo’nun bunu “bir çember gibi, başladığı yere dönen” diye tanımladığını ifade etmektedir. Halk dilindeki adı ise “Rondo” olup, Fransızlar bundan 14. Yüzyılın “chace”ini ortaya çıkarmışlardır. Görüldüğü gibi tarihsel olarak tek sesli ilahilere, Rönesans ile birlikte doğan profan edebiyat ve düşünce gibi bir etki yaratmış, dini düşüncenin tek bir maksada gönderme yapan kanonunun yerine çok seslilikte bir merhale olmuştur.

Kanon kavramını klasik sözcüğünde olduğu gibi tek bir eser için kullanılamayacağını belirtmek gerekmektedir. Bu bağlamda klasik eserlerin bir araya gelmesiyle oluşan “klasik edebiyat eserleri” gibi kanonik eserlerin bir araya gelmesiyle oluştuğu varsayılan bir “kanonik eserler edebiyatı”ndan bahsetmek mümkündür. Klasik eserlerin kanon oluşumunda birincil rol oynadıkları da unutulmamalıdır. Çok okunmaları, tekrar tekrar basılmaları bir bakıma onların kanonlaşmasını sağlamaktadır (Çıkla, 2007, s. 48). Helenistik dönemde dilbilgisi uzmanları ve retorikçiler belli bir üslubun ya da dilin temsilcisi olduklarını düşündükleri klasik hatip ve şairleri içeren listeler yapmaya başladılar ve bunları seçtikleri yazarları kabul edip onaylamak anlamında enkrina fiilinden türeyen enkrithentes yani seçkiye alınmış sıfatıyla

26

sınıflandırdılar. İskenderiye kütüphanecisi Byzantionlu Aristophanes antik şairleri içeren listeler yapan ilk kişilerden birisiydi (Jusdanis, 1998, s. 86).

Kavram nümune ve model anlamlarıyla sıkı sıkıya bağlantılı hale geldi; Helenistik çağda klasik kavramının ve eski anıtları taklit etme eğiliminin ortaya çıkışından sonra bu anlam gittikçe yaygınlaştı. İskenderiyeliler klasik dönemdeki atalarıyla kendilerini mukayese ediyorlar ve kendilerini değersiz görüyorlardı. Yapabilecekleri tek şeyin klasik dönemdeki atalarını taklit etmek (mimesis ton archnaion) olduğunu düşünen beceriksiz torunlardı onlar. Bu gecikmişlik bağlamında kanon mimesis anlamında kullanılmaktaydı. Helenistik dönem dilbilimcileri Atina lehçesi Attik’i öne çıkarıyor buna uygun düşen yazarları arıyorlardı. Augustus döneminde yaşayan Halikarnaslı Dionysos sözcüğü tam bu şekilde kullanıyordu. Yunanlı hatipleri ele alırken Lysias’ı katıksız Attika nesrinin temsilcisi seçmiş ve bunu kanon olarak adlandırmıştı. Bu anlamında kavram bir türün en iyi, en üstün örneğini ima ediyor ve tek bir bireyin eserine gönderme yapıyordu (A.g.ç., s. 84-85).

Astronom ve kronografların tabloları, zamanın akışında yol gösterici yardımcı araçlar olarak oluşturulmuştur. Mimari ya da müzik alanında kullanılan kavram bir “aralık dizini” olarak düşünülmüştür. Tabloların köşelerinde bulunan kronolojk dizinler, yıldızların hareketleriyle ilgili astrolojik anlamda yıldan yıla içeriği pek de değişmeyen oyunlar, bayramlar, kralların iktidar dönemleri gibi tarihi değeri olan olay veya durumlara dayanmaktadır. İşte bu sebepten olacak İskenderiye ve Roma İmparatorluğu dönemindeki dil bilginlerinin hazırladığı klasik ozanlar, yazarlar, konuşmacılar ve filozofların listesi kanon diye adlandırılmıştır. Bugün ise kavram anlam değişikliğine uğramış “liste” mânâsı belirginlik kazanmıştır. Kanon asla tek bir eseri, kişiyi, yazarı temsil edemez; kanon çeşitli kıstaslar dikkate alınarak listeye dâhil edilmiş bir grubu ifade eder. Bu durumda liste dışı kalanların kalitesiz olduğu anlamını çıkarmak gerekmektedir (Anar, 2013, s. 50).

Kavram Yunan tarihinde insanların bir kültürel tükeniş çağında yaşadıklarına inandıkları, eldeki tek seçeneğin geçmişin başyapıtlarını kopya etmek olduğu bir dönemde ağırlık kazandı. M.Ö. 5. yüzyılda bir ölçü, kural ya da standart olarak görülürken, Helenistik çağda en iyisi, bir üslubun en mükemmel temsilcisi anlamına geldi. Yazarları bir araya toplayan kataloglar için kanon kullanılmasa da bu tür listeler vardı bunlar bir modeldi ve bu yazarlara “enkrithentes” denmekteydi. Terim Latince’ye

27

birinci sınıf yazarlar anlamına gelen classici olarak çevrildi (Jusdanis, 1998, s. 87). Assmann (2015, s. 25) kavramın alanını kültüre taşımış, kültürün bağlayıcı yapısını, zamana dayanıklılık ve değişmezlik açısından güçlendiren ilke olarak değerlendirmiştir. Kavram bir toplumun “gönüllü belleğidir”, bu açıdan eski gelişmiş kültürlerde çok daha rahat sürüp giden “geleneğin akışı”ndan farklıdır. Toplumlar kendilerini algılayış biçimlerini hayali olarak oluştururlar ve hatırlama yoluyla diğer kuşaklara aktarırlar. Kanon ötesi kültürlerin, kendiliğinden harekete geçen, düzenleyici etki yapan ve bağlayıcı karakterini ve gücünü artık yitirmiş olan belleğinden de farklıdır.

Kanona ait bir metin onun hükmünü kabul edenler üzerinde artık iktidar sahibidir. Tevrat bir metnin halk üzerinde otorite kurmasının ve onun icat edilmesinin (Sand, 2011) ilk örneklerindendir. Özellikle Babil sürgünü sonrası Ezra önderliğinde yeniden oluşturulan Tevrat “Elohim”ci ve “Yehova”cı olmak üzere birkaç metnin derlemesi olsa da (Friedman, 2005) Yahudi halkını bir arada tutmaya yarayan bir işlev görmüş, sürgün edilmiş bir halka sahip olduğu kurumların köklerini ilahi bir başlangıca bağlama imkanı tanımıştır (Jusdanis, 1998, s. 89). Assmann’ın da (2015, s. 60-61) belirttiği gibi gerçek değil hatırlanan tarih önemlidir. Kültürel bellekte gerçek tarihin, hatırlanan tarihe ve ardından efsaneye dönüştüğü söylenebilir. Mısır’dan Çıkış, tarihte gerçekte olup olmadığı bir yana İsrail’in kuruluş efsanesidir, Fısıh bayramında tekrar tekrar anlatılır ve halkın kültürel belleğinin bir parçasıdır.

Felsefeden örnek vermek gerekirse belli bir döneme dek Batı felsefe tarihleri Antik Mısır, Mezopotamya ve Uzak Doğu’ya kadar giden ve oradaki metinleri de kapsayan felsefenin tarihleriyken, Fransız devrimiyle meydana gelen gelişmeler sonucunda Antik Yunan’da kalan metinler haline gelmiştir. Burada söz konusu olan Batı’nın kendi kaynaklarını ararken demokrasi arayışını meşru kılma sürecinde bir coğrafya hesaplaması ve coğrafyada da kendi kimliğini temellendiren ya da meşru kılan değerleri orada tarihlemek istemesidir (Belge & Keskin, 2011, s. 45). Assmann’a göre (2015, s. 14) Batı’nın tarihinde iki çıkış (kaçış) belirleyicidir: Roma’nın kuruluşuna yol açan efsane Aineias’ın, yanıp yıkılan Troya’dan ve Tevrat aracılığıyla Tanrı ile ittifak kurulmasının başlangıcı olarak Musa’nın baskıcı Mısır’dan çıkışları. Bu şekilde Batı’nın kültürel belleğinin temelleri atılmıştır. Eski Mısır bu bellekte garip bir ikilemle yer almaktadır: hem var hem yok. Çünkü hem “cahillik” dönemi olarak reddediliyor, hem de gerek Tevrat gerekse klasik metinlerde özel bir yere sahipti. Bernal, Assmann’ın

28

haklı olarak söylediği yönlerini yani Batı’nın unutulmuş Helen dolayımıyla Mısır kökenini “Kara Atena” (1998) adlı kitabında göstermiştir.

Descartes ile kanonda yeni bir dönüşüm başlar. Tanrı, zaman kurucu bir şey olmaktan çıkınca geriye “düşünce” ve “düşünen özne” kalmakta ve bu öznenin mekanizmasını anlamaya çalışmak, kanonun temelini oluşturmaktadır. Bundan dolayı Descartes sonrası Batı felsefe metinlerinde insan zihnine göndermeler yapan metinler ortaya çıkar. Locke’un “ An Essay Concerning Human Understanding”, Leibniz’in “ New Essays of Human Understanding”, Kant’ın “Critique of Pure Reason”ı vb. Batı felsefesinin kanonik metinleri düşünen öznenin nasıl düşündüğünü anlamaya çalışırken ortaya attığı “understanding”, “reason” vb. kavramlar etrafında şekillenir. Bilgi denen öznel deneyimin ne olduğunun anlaşılması süreci bu kanonu oluşturmuştur (Belge & Keskin, 2011, s. 48).

Kanonik anlatı kozmogoni efsanelerinde de kendisini gösterir. İlk anlatılarda “döngüsel” bir tarih anlayışı vardır. Kişinin başına gelen olayın bir önemi yoktur, ancak onun tarihsel anlatının bir dönemine denk gelen özelliği varsa bu deneyim kıymet kazanır. Deneyim vesilesiyle atalarla bağ kurulduğunda kişinin tecrübesi önemli olmaktadır (Eliade, 1994). Bu bağlamda kültürlerin bağlayıcı yapısında yazının önemi artar. Yazıya geçişle tekrarlamanın üstünlüğünden canlandırmanın üstünlüğüne geçilir, “ritüel bağdaşıklığın” yerini “metinsel bağdaşıklık” alır. Yeni bir bağlayıcı yapı ortaya çıkmıştır artık. Bu yeni yapının gücü taklit etme ve saklamada değil, yorumlama ve hatırlamadadır. Ayinin yerini yorumlayıcı okuma alır (Assmann, 2015, s. 24). Çok tanrılı dinlerde tarih mitik bir başlangıç hikayesiyle başlar. Mitsel olay belirli bir başlangıçtır, sahneleştirilerek güncelleştirilir. Oysa tarihsel olay içinde zaman doğrusallaşır, önce ve sonra olarak ikiye ayrılır. Yahudilerde durum yaratılış ve son üzerine kuruludur, oysa Hristiyan takviminin özelliği tüm zamanların tamamlandığı bir anda temel bir olayla başlamasıdır. Yahudilerde belirleyici olay gelecekte görünecek olan “mesih”tir. Bu bekleyiş zamanı “şimdiki” ve “gelecek” olmak üzere ikiye böler. Hristiyanlar için kurtuluşun tarihi gelecek değil, şimdiki zamandır; çünkü kurtarıcı zaten gelmiştir. İnsanın günahı ve bunun kefaretini ödeme niyeti gerekli olan tek anlamdır. İlk günah ve nihai pişmanlık olmadan aradaki zaman anlamsızdır (Tuğrul, 2011, s. 84).

Kanon milli kültürlerin oluşumunda ne kadar vazgeçilmez bir öneme sahipse dinsel geleneklerin oluşumunda da o kadar vazgeçilmezdir. Edebiyat kanonunun kökeni

29

İncil değilse de kesinlikle onun kalıbına göre biçimlendirilmiştir çünkü dinsel kanon edebiyat çalışmaları içinde hiyerarşiler yaratmakta model işlevi görmüştür (Jusdanis, 1998, s. 83). Parla (2004, s. 51) edebiyat kanonunun Kilise’nin özgün kabul ettiği İncil metinleri ve Azizler arasına kabul ettiği yeni isimlerin eklenmesiyle oluşan kutsal metin ve kişilerin listesinden türemiş olabileceğini söyler. Herhangi bir otoritenin ya da otoritelerin kutsadığı iyi yazarlar listesi ve buna eklenecek isimlere verilen izin ya da onay. Koçak (2004, s. 60) Kanon kavramının karşılığının “Mecelle” olduğunu, zîrâ tıpkı onun gibi hem “kanun” hem de “kitap” anlamına gelmekte olduğunu söyler.

Edebiyat kanonu Kitabı Mukaddes gibi işlev görmesine rağmen, aslında onun ayrıcalıklı metin olarak sahip olduğu otoriteyi kaybetmesiyle birlikte ortaya çıkmıştır. 18. yüzyılın ortalarında seküler metinleri okumaya yönelik bir akım ortaya çıktı ve bu durum popüler edebiyatın etkilerinden korkan seçkinleri tehdit etmeye başladı. Muhafazakarlar devlet eliyle sınırlama yolunu savunurken liberaller bu edebiyatın çoğalmasını okul açma yoluyla sınırlamaya çabaladılar. Yeni okuma ilkeleri seküler hiyerarşiye giren metinlerin sayısını azaltıyor, yüksek sesle okunan Kitabı Mukaddes’in tersine yeni edebiyat sessizce, burjuva toplumunun telafi edici mekânı olan evin mahremiyeti içinde okunuyordu. Zamanla okuma derin ve üstü örtülü anlamı arayan bir alıştırma haline geldi. İnsanlara yorumsama sanatını öğretmeye yönelik pedagojik proje hem okuma pratiği hem de meşru olarak okunabilecek kitapların belirlenmesi için