• Sonuç bulunamadı

Kanlı Kâbus

Belgede GÜNLER BAHARI SOLUKLARKEN (sayfa 93-96)

Son hâdiselerin ağırlık ve boğuculuğu altında materyalist bir medeniyetin, İslâm’a, hilâle karşı ne denli kin, nefret ve intikam düşünceleri taşıdığını bir kere daha görüp yaşadık ve bir kere daha ürperip sarsıldık...

Evet, görüp-şahit olduk ki, biz ne kadar şirin görünürsek görünelim, kendimizi ona ne kadar yakın hissedersek edelim, batı bize hep uzak kaldı..

uzak kalmaya dikkat etti ve hiçbir zaman bizim yanımızda olmayı düşünmedi..

bizimle münasebetlerinde hep iki yüzlü davrandı.. ezip geçmeye gücü yettiği zamanlarda kabadayıca hareketlerden geri kalmadı.. iktidarsız kaldığı dönemlerde, takiyyelerin en utandırıcılarını yaptı. İslâm dünyasını hemen her zaman bir pazar ve panayır yeri olarak gördü ve öyle de davrandı. Gülerken ısırdı, ağlarken de merhametimizi istismar etti; fakat hiçbir zaman bu garipler dünyasına karşı insanî hislerle yaklaşmayı düşünmedi, duygu ve düşüncelerimize karşı saygılı olmadı.

Batı, medeniyet ve insanlık adına ne kadar iddialı olursa olsun, biz onu, güçlü olduğu hemen her devirde gayet zalim ve hunhar, zayıf düştüğü zamanlarda da başkalarının ayağını öpecek kadar zelîl ve sefîl olarak tanıdık.

Evet, onun dış görünüşüyle iç yapısı, gürültülü iddialarıyla insanlığa vaad ettiği şeyler arasında hemen her zaman bir zıtlık olmuştur. O, yüksek teknoloji, sanat, ticaret ve maddî refahta ileri olduğu ölçüde, insanî değerler, ahlâk ve fazilette hep gerilerin gerisinde kalmıştır. Onun, medeniyet ve demokrasi havariliği sırf bir aldatmaca, dünya muvazenesi adına gösterdiği gayretler ise göz boyamadan başka bir şey değildir. O, asırlar ve asırlar boyu menfaat düşüncesiyle oturmuş kalkmış, hemen her zaman çıkarları uğrunda kan dökmüş-kan içmiş.. ve yine bu uğurda gelip-gelip bize toslamış.. girdiği her yerde kırk haramiler gibi davranmış; çalmış çırpmış, yağmada bulunmuş.. çalıp çırptığı şeyleri paylaşmada diğer gasıplarla uzlaşamamışsa, kendi içinde boğuşmaya girmiş.. ve cihan harplerinde olduğu gibi yeryüzünü kan gölü hâline getirmiş..

ve kan seylaplarıyla akla hayale gelmedik kan değirmenleri çevirmiştir.

Batılı nazarında medenî dünya, batıdan ve Hristiyan âleminden ibarettir.

Başka milletler, hususiyle de Müslümanlar büyük çoğunluğu itibarıyla ya barbar ya da yarım medenidirler. Bu bakımdan da, onları ezmek, asimile etmek;

hizaya gelmezlerse tehcir veya soykırımına tâbi tutmak gayet normaldir. Tarih, bu bağnazca tutumun misalleriyle doludur. Bu bağnazca tutuma milletimizin

maruz kalması ise, diğer bütün milletlerin birkaç katına denk seviyededir. Zira batı, milletimizi İslâm dünyası üzerindeki emellerine mâni görmektedir. Evet, günü gelince uyanacak koskoca bir dünyanın, milletimizin liderliği etrafında toplanacağını düşündükçe o, hafakandan hafakana girmekte, asabîleşmekte, huysuzlaşmakta ve âdeta bir deli gibi sağa-sola saldırmakta.

Batı, kendi içinde Hristiyanlığa karşı lakayt kalsa da, İslâmiyet’in bahis mevzuu olduğu hemen her yerde, hatta Hz. Mesih’i kabul etmeyenler arasında bile, korkunç bir İslâm düşmanlığı gözlenmektedir. Daha İslâm’ın zuhuruyla dört bir yana serpilen düşmanlık tohumları, haçlı hareketleriyle birer tufan, birer felaket hâlini aldı. O günden bugüne bir kısım ruhanî reislerin kin, nefret ve düşmanca gayretleriyle batılı insan, Müslümanları birer gulyabanî, Müslüman idarecileri de âdeta birer Neron gibi görmeye başladı. Bu mevzuda anlatılan şeyler batılı yığınları o kadar tesir altına aldı ki, değil sadece cahil kalabalıklar, papazlarla sürekli kavga içinde bulunan dinsizler, ilim adamları, araştırmacılar dahi, “İslâm” kelimesinin geçtiği her yerde, kinle, nefretle gerilip, düşmanlıkla gürlediler.

Akl-ı selîm ve müspet düşünce karşısında her gün biraz daha kan kaybeden ve bütün bütün itibarını yitiren ruhanî sınıf, halkın içinde uyanan bu kin ve nefretlere sığınarak, İslâmiyet hakkındaki ebedî ve cibillî düşmanlıklarını devam ettirdiler. Bugün Avrupa ve Amerika’nın pek çok önemli ilim ve medeniyet merkezlerinde, İslâmiyet’in yeryüzünden silinmesi ve her şeye rağmen Hristiyanlığın neşredilmesi emeliyle yanıp tutuşan binlerce mutaassıp, bağnaz İslâm düşmanını görüp-göstermek mümkündür. Bu taassup ve bağnazlık, Avrupa ve Amerika’nın bazı merkezlerinde sadece birer tasavvur ve düşünce olarak da kalmıyor.. sık sık matbuata da aksettiği gibi, bugün, İslâm dünyasının en ücra yerlerine kadar sokulup misyonerlik faaliyetlerini sürdürenlerin hadd ü hesabı yok.. ve yine bugün, İngiltere, Fransa ve Amerika’daki İslâm’ı karalama ve Hristiyanlığı neşretme cemiyetlerine ayrılan paralar, bizlere dehşet ve ürperti verecek mahiyettedir. İnsan, bu uğurda sarf edilen dolar, sterlin, mark ve frankların korkunç miktarını duydukça, kendini Orta Çağ’ın o en karanlık yıllarında Pierre Lermit’lerin çığlıklarıyla kükremiş haçlılar arasında sanıyor.

Evet, hep medenî geçinen bu insafsız dünyanın, İslâm hakkındaki tasavvur, düşünce ve kriterlerini duydukça insan, ister istemez şu kanaate varıyor:

Yeryüzünde İslâm’ın nuru parladıkça, hilâlin şevketi devam ettikçe ne haçlı kin ve nefreti yatışacağa benziyor ne de İslâm dünyası işgalden kurtulacağa...

Öyle anlaşılıyor ki, Araplar bütünüyle Hristiyanlaştırılacağı –bu hiçbir zaman olmayacaktır ve olmasın!– Türkler de Altay dağları ötesine sürüleceği güne kadar –Rabbim o günleri göstermesin!– batılıların baskı, boykot, ambargo ve işgalleri –en yeni ve canlı misalini Körfez krizi münasebetiyle yaşadık–

devam edecek.. ve Rişar’ların, Barbaros Frederik’lerin torunlarını, kan içmek üzere sık sık yamaçlarımızda görecek, tiksinecek ve ürpereceğiz...

Olanların delâletiyle olacaklar hakkında ihtimaller yürütüyor ve diyoruz ki;

bundan sonra da batı, en kaba, en derin bir taassupla İslâmiyet ve Müslümanlara düşman olduğunu fırsat buldukça gösterecek.. İslâm dünyasının ümit minberi, vahdet mihrabı olan Türkiye’yi tekrar ber tekrar sarsacak, kıskaca alacak, kan kusturacak ve ona huzur vermeyecektir. Böyle yapacaktır;

zira asırlık emellerine ulaşmanın yolu bundan geçiyor. Böyle yapacaktır; çünkü o, bu sayede ayakta kalabileceğine inanmaktadır. Bugün o, Türkiye’nin İslâm dünyası nazarındaki nüfuz ve itibarını, kendi geleceği adına tehlikeli bulduğundan, ne pahasına olursa olsun, Türk milletine karşı liderliğe giden yolları tıkama kararındadır.

Evet, dünyada her şey ve herkes değişse de, batı, mağara ve dehlizlerde yaşadığı dönemdeki İslâm düşmanlığını bütün ürperticiliğiyle devam ettireceğe benzer...

Artık, böyle bir dünyadan merhamet bekleyenler aldanmış ve ona şirin görünmek için kendi değerlerini, kendi mukaddeslerini tezyif edenler ise, bindikleri dalı kesmiş olurlar. Onlarla bizim aramızdaki uçurumları doldurup hatt-ı muvâsalayı temin etmek imkânsızdır. Onlarla bizim aramızdaki mesafe tamamen onlara ait olduğundan, o boşluğu doldurmaya bizim gücümüz yetmez.

Zaten onlar da, aradaki bu boşluğun kapanmasından daha ziyade, bütün bütün onlara iltihakımızı beklemekteler. Böyle bir isteğe cevab-ı sevap vermek ise, ya bir hıyanet veya akılsızlıktır.

Şimdiye kadar açıktan açığa böyle bir talebe “evet” diyen çıkmadı. Ama, yığınlar dolaylı yollardan hep böyle bir yok olmaya doğru itildi. İçte ve dışta bir kısım gizli güçler, saf kitleleri hep ölüm çukurlarının çevrelerinde dolaştırdı ve onlara özleriyle var olma fırsatını vermediler...

Belgede GÜNLER BAHARI SOLUKLARKEN (sayfa 93-96)