• Sonuç bulunamadı

Düşlerdeki Türkiye

Belgede GÜNLER BAHARI SOLUKLARKEN (sayfa 45-48)

Gözlerimi yummuş Türkiye’yi düşlüyorum. Yer yer ümitlerin, inkisarların, sevinçlerin, tasaların, zaferlerin, sarsıntıların gece-gündüz münavebetiyle birbirini takip ettiği; fakat daha çok da, baharı, yazı, sonbaharı ve kışıyla hep güzellikler içinde salınan nazlı Türkiye’yi. Tabiat güzelliklerinin imanî hazlarla, sanat düşüncesinin de ilâhi vuslatla bütünleşerek bizi, hayatı zevk edip duymanın zirvelerine yükselten ve yükseltecek olan sırlı günleri ve geceleri ile aydınlık Türkiye’yi...

Evet, mazinin o başları döndüren ihtişamı, hâlin o sertlerden daha sert gerilmiş bir yay gibi, insanımızı Kehkeşanların merkezine fırlatacak kadar gergin duygu, düşünce, tecessüs, tedbir ve temkini; geleceğin de lütuf yamaçlarına kurulmuş; düne ait sevinç ve neşelerimizle, yakın geçmişe ait hasret ve kederlerimizle, şimdilerde de yeşeren ümitlerimizle tüllenen mamur bir dünyayı düşlüyor ve bizden sonra gelecek nesillerin tâli’lerine tebessüm ediyorum.. tebessüm ediyorum da saadet dolu ruhumla, asırlık korkunç bir kaos ve simsiyah bir yoklukta bin bir varlık cilvesi gösteren Rahmeti Sonsuz’a nasıl şükredeceğimi bilemiyorum. Zannediyorum, içinde bulunduğumuz durumun kasvetinden sıyrılıp, kudsîlerin himmetiyle, Allah’ın inayetinin bütünleştiği o her şeyin rahmete dönüşme kuşağı sayılan ihsan noktalarına nazarları ulaşabilenler de, temâşâlarının derinliği ölçüsünde, bizimle aynı lezzet ve aynı halâveti duyup yaşayabilirler.

Evet, bazen böyle bir temâşâ ile duygular o kadar incelir, tahayyüller o kadar yumuşar ve tasavvurlar o kadar zaman üstü bir hâl alır ki, insan âdeta, olmuşu, olacağı bir anda duyar ve mazinin müstakbeldeki tenasühlerini yaşar gibi olur..

olur da dünün çelikten sesleriyle yarının elmastan nağmelerini aynı anda dinler ve bu tek sesli, çok zamanlı koroyla kendini büyülü bir kısım zaman katmanları içinde bulur; her şeyin sırlara bürünüp aktığı bu iklimde duyduğumuz bütün sihirli sesler, sanki gelmiş geçmiş fâni cedlerimizin soluklarıymış da bilinmez bir büyü ile gelip gönüllerimizin en mahrem yerlerine akıyor gibi olur ve sinelerimizde hiç dinmeyen ebedî çağıltılar bırakırlar.

Bazen Türkiye’yi dinlerken, her şey o kadar neşe olup çağlar ki; insan, ruhunu saran bu uğultuların tedaileri ile, asırlar öncesini ve asırlar sonrasını aynı anda duyabilir ve bir sürü kaderî levhalar arasında lezzetten heyecana, aşktan fedakârlığa, faziletten diğergâmlığa kadar nelere nelere sahip olur.

İnsan, Türkiye’yi dinlerken, bazen her şeyi ırmakların çağıltısı, ormanların uğultusu, kuşların cıvıltısı ve bülbüllerin sesi gibi dinler.. bazen de her yanı velveleye veren mehterler ve gülbanklar gibi ordu nağmeli neşidelerle...

Bazen her şey, hayallerimizi o kadar saf, o kadar duru okşar geçer ki, insan bu cennetâsâ levhalar karşısında diz çöküp de: “Bu tablolar hiç değişmesin, bu seslerdeki âhenk hiç bozulmasın, hep böyle kalsın Allahım!” diyesi gelir.

Bazen poyraz biraz serince eser ve ümitlerimiz hazan korkusuyla yaprak yaprak sararır; ama bir bakarsın, hazana en açık yerlerde bile “gül açar, bülbül öter” çiçekler nara atar ve çemenler firdevs soluklar.

Bazen, hizmet o kadar canlı, hizmet insanları o kadar duyarlı, ifadeler o kadar sıcak, düşünceler o kadar yumuşak, hisler de o kadar coşkun bir hâl alır ki, her hizmet eri süvarisini bulmuş bir küheylan gibi, gece-gündüz demeden koşar ve çatlayacağı ana kadar da yorgunluğunu hissetmez. Çatlayınca da bunu Hak rızasının bedeli bilir.. bilir ve alacaklılar gibi değil de verecekliler gibi davranır “Bana Seni gerek Seni!” der; sonra da bütün yolların boşluğa açıldığı böyle bir noktada varlıkların en erişilmezleri ile hemdem olur.

Bazen, hizmet erlerinin sineleri o kadar saflaşıp, o kadar semavîleşir ki, bu saflardan saf ruhlarla her karşılaştığımızda, onları, göklerin o sırlı mânâlarını gönüllerimize boşaltan birer ilham meleği gibi görür ve kendi kendimize:

“Herhalde insan olmaktan maksat da bu olsa gerek...” diye mırıldanırız.

Bu hizmete açık sinelerde, bazen hizmet düşüncesi o denli köpürüp ve onları öylesine baskı altına alır ki, ruhlarının tavanı delinircesine coşar, göklerin ezelî neşesiyle bütünleşir ve sık sık duygularının menfezlerinden rasat edegeldikleri ötelere ait sırların harem dairesine ulaşırlar.

Hizmet erlerinin bazen sarsıldıkları ve şiddetli bir zelzelenin merkez üssünde yaşama tâli’sizliğine uğramış cisimlerin bozulup dağılması, şuraya-buraya saçılması gibi dağıldıkları da olur; ama, bu kat’iyen temadî etmez ve hele “çözülme fasit dairesi” içine asla girmez. Siz, “çözüldü çözülüyor”, dediğiniz zaman, bir de bakarsınız, bir kuvve-i kudsiyye1 ile bütün parçalar bir araya gelmiş, o azametli kubbe tamamen eski halini almış.. bazen de düz yolda umumî heyetten ayrılıp tek başına yürüyenler olur.. bunlar, tıpkı sürüden ayrılıp bir miktar havada kanat gererek durduktan sonra, yeniden yoluna devam eden turnalar gibidirler; azıcık toplumdan ayrılsalar da, hemen “Kidtu uhlek”2 der ve gider merkeze iltihak ederler.

Bazen bu şevk dolu sineler, harikalara açık ruh güçlerinin bir örneği olarak tevfik yamaçlarında öyle şeyler sergilerler ki; insan “İşte bunlar, onlar!” deyip kendini nebilerin vaadinde, velilerin yâdında yaşanagelen kudsîlerin arasında sanır ve onların şimşek bakışlarında, en yakından en uzağa kadar bütün ümit enginliklerini birden müşâhede eder.

Bazen onların aşk u şevklerinin genişliği ile, ümitlerimiz, tasavvurlarımız, beklentilerimiz o kadar enginleşir ki, cihan hâkimiyeti mefkûremiz göklerin ve yerin istiab edemeyeceği genişliğe ulaşır ve fütuhat neşideleri ile inler.. inler de, bize yepyeni bir perdenin yepyeni bir şivesi ile neler ve neler anlatır..!

Bazen onlar, bütün duyguları ile bahara uyanmış da, her şeyden kâm alma arzusuyla bir oraya, bir buraya koşan neşenin çocukları gibi, hayallerinde dağlar aşar, ovalardan-obalardan geçer.. tıpkı arılar gibi her şeye konar kalkar;

bin-bir güzellikle kucaklaşır ve doyma bilmeyen bir arzu ile bir ömür boyu göç eder dururlar.

Hemen her zaman onların ruh dünyalarında öylesine engin, dinî, millî ve vatanî bir hava hissedilir ki, onların bu ince, bu tabiî, bu nazlı, bu yürekten tavırları karşısında en katı vicdanlar bile rikkate gelir ve onların civanmertliklerini itiraf ederler.

Bazen onların sesi soluğu her yanda öyle mâkes bulur ki, şuurlu-şuursuz herkes, bu sese gelecek cevabın, bütün hayatın seyrini değiştireceğine, bütün tabiîlikleri fevkalâdeliğe çevireceğine inanır ve huysuz ruhlar daha aks-i sedayı duymadan arş-ı emânında hissettiği sûr sesiyle hezeyana girer ve kendi cinnetleri altında ezilir giderler.

1Kuvve-i kudsiyye: Allah’ın fevkalâdeden lütfu.

2 Kidtu uhlek: Bir seferde, Allah Resulü’nden en geri kalıp da, sonra yeniden yetişip iltihak eden bir sahabenin “Nerdeyse helâk olacaktım!” mânâsına gelen sözü. Bkz.: et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 6/31.

Belgede GÜNLER BAHARI SOLUKLARKEN (sayfa 45-48)