• Sonuç bulunamadı

Kalite Kavramının Tarihsel Gelişimi ( Kaliteden Toplam Kaliteye Geçiş )

1. KURAMSAL ÇERÇEVE VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

1.1. Toplam Kalite Yönetimine İlişkin Kuramsal Açıklamalar

1.1.2. Kalite Kavramının Tarihsel Gelişimi ( Kaliteden Toplam Kaliteye Geçiş )

Kalite olgusu şüphesiz son zamanlarda ortaya atılmış bir olgu değildir. Kalite kavramı çok eskiden beri bilinmekte ve üzerinde durulmaktaydı. Hatta M.Ö. 3000 yıllarında, Babil'de Hammurabi kanunlarında kaliteye önem verilmiş ve uygulamaya konulmuştur. Kanunda aynen şu şekilde denmektedir. "Eğer bir adam bir ev yaparsa ve bu ev herhangi bir sebeple çöktüğünde ölen olursa, evi yapan öldürülsün". Bu ceza çok ilkel gibi görünse de bir gerçeği dile getirmektedir. Burada açık bir şekilde kalite olgusu işlenmekte ve kaliteden de evi yapan kişiler sorumlu olduğu vurgulanmaktadır. Çünkü herkes oturduğu evin sağlamlık testini kendisi yapamaz, ancak sağlam ve güvenilir bir evde oturmak herkesin hakkıdır.

İşletmelerde kalite olgusu ise göreceli bir şekilde daha yakın bir tarihi ifade etmektedir. İşletmelerde kalite olgusu iki ana grupta incelenmektedir. Bunlar sanayi devriminden önceki kalite olgusu ve sanayi devriminden sonraki kalite olgusu.

1.1.2.1. Sanayi Devriminden Önce Kalite

Sanayi devriminden önce üretim, küçük atölyelerde ve az sayıda kişiler tarafından gerçekleştirilmekteydi. Bu konuda Türk tarihine baktığımızda üretim ve üreten ilişkileri loncalar tarafından düzenlenmekteydi. Bir ekonomik ve sosyal sistem olan loncalar hem

üretimin hem de insanın kalitesi ile yakından ilgiliydiler. Her isteyen istediği alanda çalışmak üzere bir atölye açamazdı. Kethüda, yiğitbaşı ve loncaların onayını almak zorunda idi. Hammadde olarak gelen malların ilk kalite kontrolü, yiğitbaşılar tarafından yapılır ve buradan esnafa dağıtılırdı. Malın kalitesine göre müşteriye satılacak fiyatı da (narh) belirlenir, bunun üstünde fiyatla mal satan veya bozuk mal satan esnafın belgesi elinden alınırdı. Her esnaf bağlı olduğu loncaya yazılır ve bir aidat öderdi. Cumhuriyetten sonra bu loncaların yerini esnaf odaları aldı.

Loncalarda "iş ahlakı" ile ilgili düzenlemeler de söz konusuydu. Lonca sisteminde usta-çırak ilişkileri dolaysız bir nitelik taşımaktaydı. Çırak belirli safhalardan geçtikten sonra kalfa ve ustalığa yükselmekteydi. Her yükselişte kendine özgü merasimler yapılırdı. Bu merasimler hem bir bireyi güdüleme ve hem de kimin ne seviyede olduğunu gösterme açısından önemliydi. Böylece konunun uzmanlarına iş yaptırılmış olmaktaydı. Ayrıca usta, yerine adam yetiştirmek zorundaydı (Özevren, 1997).

Bu örgütler bulundukları yüzyılda çok etkili olmuş, çok önemli bir yaygın eğitim kurumlarıdır. Örgütün muallim ahi veya pir denen öğreticileri vardı. Bunlar, bazı törenlerle örgüte alınan yeni üyelere iş dışında ve örgütün toplantı merkezlerinde okuma, yazma, insanlık terbiyesi, temizlik, dürüstlük, cömertlik, başkalarına iyilik, kanaat, halktan bir şey ummama vs. öğretilirdi. Ayrıca iş başında eğitim verilirdi. Bu eğitimde, zamanında işyerlerini açma ve kapama, zaman ve düzen alışkanlığı kazanma, dürüst çalışma, müşteriye saygı gösterme ve onu aldatmama, müşteriyi memnun etmeye çalışma, üretimi artırma, komşu esnaf ve zanaatkarların da kazanmalarını isteme ve onları da kollama, çırakları iyi yetiştirme ve onlara iyi davranma gibi tutum ve davranışları kazanmaları amaçlanıyordu (Akyüz, 1993).

Ayrıca lonca sisteminde, işçi üretim sürecinin her aşamasında çalıştığı için işin tümünü görebilmekte ve hammaddeden başlayarak mamulün bitimine kadar her bir konuyu takip etme ve bilme imkanına sahipti. Bugün de aynı amaçla iş rotasyonu ve iş zenginleştirmesi teknikleri uygulanmaktadır.

1.1.2.2. Sanayi Devriminden Sonra Kalite Yönetimi

Sanayi devriminden sonra makineleşmenin artmasıyla üretim şekli atölye tipi üretimden fabrikalaşmaya ve kitle üretimine geçiş yapmıştır. Endüstri devrimi ile eski önemini kaybeden usta ve kalfalar yeni sistemin vasıflı işgücünü teşkil etmişlerdir. Ancak mal arzı açığı bulunan ekonomilerde başarı kriterleri çok üretmek ve ölçek ekonomisinden yararlanmak şeklinde kendini gösterince üretim artışına paralel olarak ortaya çıkan istihdam açığı vasıfsız işçilerden karşılanmaya çalışılmış ve böylece kalitede düşme görülmüştür. Genelde tarım işçiliğinden fabrika işçiliğine geçen vasıfsız işçinin verimsiz ve kalitesiz çalışması işletmelerde sorun olmuş ve çözümü için işin yapılandırılması gereği duyulmuştur (Özevren, 1997).

Taylor işletmelerdeki verimsiz ve israflı çalışmalara dikkati çekmiş ve bunun sorumlusunun bilimsel yöntemlerden yararlanmayı bilmeyen yönetim kadroları olduğunu söylemiştir. Bu bağlamda planlama ve üretimin birbirinden ayrılmasını, işin mühendisler tarafından en ince teferruatına kadar planlanmasını ve nasıl yapılacağının işçilere anlatılmasının gerekli olduğunu savunmuştur. Çünkü eğitimsiz işçiden işini geliştirmesini bekleyemeyiz demiştir. Böylece vasıfsız bir işçiyi çalıştırmada talimatların ve prosedürlerin önemi anlaşılmıştır. Bunun için de bu dönemde çalışanlara "makine adam" tabiri kullanılmaya başladı.

Taylor'un Bilimsel Yönetim adı ile dünyaya tanıttığı sistem, işlerin küçük parçalar halinde uzmanlık alanlarına bölünmesiyle, kontrolündeki kolaylık ve planlama ile uygulamanın birbirinden ayrılmasıydı. Bu sistem zamanında önemli başarı kaydetmiş bir yaklaşım olup önemli üretim artışlarına yol açmıştır. Yöneticilerin bütün yetki ve sorumluluğa sahip olduğu bir tek-el organizasyonu Taylor'un ısrarla savunduğu görüşleri arasındadır (Cafoğlu, 1996).

Taylor, Adam Smith'in Milletlerin Refahı adlı eserinden de etkilenerek, işi mümkün olan en küçük parçalarına ayırarak nasıl ve ne kadar sürede yapılması gerektiğini hesaplayarak bazı "standartlar" geliştirmiştir. Standartların geliştirilmesi ile "birinci sınıf adam" kavramı ortaya çıkmış ve bu standartlara uygun işi bitirenlere prim verilmesi önerilmiştir. Böylece üretimde ve kalitede artış, verimsizlik ve maliyetlerde azalma sağlanmıştır. Kısa bir süre bu çalışmalar çok güzel sonuçlar vermiştir. Ancak, insanı bir makine gibi gören ve sadece verilen emirleri yerine getiren programlanmış bir robot haline getiren bu sistem, daha sonra çalışanlar üzerinde tatminsizliklere sebep olmuş ve bu durum verimsiz çalışmanın bir diğer nedeni olmuştur.

Amerika'da Taylor atölye düzeyinde verimlilik çalışmalarını yaparken, bilimsel yönetimin diğer önemli ismi Weber'de Almanya'da yönetimin ilkeleri ve bürokrasi konusunda yeni teoriler geliştiriyordu. Weber'in kalite yönetimine katkıları; sistem kurma, görev, yetki ve dağılımın akılcı ve bilimsel bir şekilde olmasını sağlamak olmuştur.

Weber'e göre, işletmeler büyüdükçe bürokrasi de artmaktadır. Bu teorilere göre, kişiler kendilerine düşen görevleri belirli standartlar dahilinde yerine getirmelidirler. Ancak bölünen işlerle ve uzmanlaşma ile birlikte yetki ve sorumluluklar da tanımlanmış ve herkes kendi işiyle uğraşır hale gelmiştir. Dolayısıyla bütün, gözden kaçırılmış olmaktadır. Bu yöntem o günün şartlarında başarılı olmuş fakat zamanla çalışanlar işe yabancılaşmış ve işe olan bağlılığı zaman içerisinde kaybolmuştur.

Bu tip problemleri çözmek üzere bir çok araştırmalar yapılmıştır. Özellikle Elton Mayo ve arkadaşlarının Hawtorn Elektrik şirketindeki çalışmaları, yönetimde insan faktörünü ön plana çıkarması açısından kayda değer bulunmuştur. Bu araştırmaya göre fiziksel şartlar ne olursa olsun, küçük grupların oluşturduğu takımlarda iş veriminin arttığı görülmüştür. Çünkü bu takımlarda ilişkiler sıcak , samimi ve önceden yapılandırılmamıştır. Bu durum insanların daha istekli çalışmalarına ve işlerine bağlanmalarına neden olmuştur. Dolayısıyla böyle bir durum kaliteyi ve verimliliği

artırmaktadır. Bu çalışmaların, günümüzde uygulanan "takım çalışmalarının" ve "kalite çemberlerinin" temelini oluşturduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Görüldüğü gibi yönetimde gelişmeler sağlanırken, diğer taraftan da kalitenin yönetimi konusu gündeme gelmekteydi. Örneğin 1930 yılında Bell laboratuarlarında Dr. W.A. Shewart proses kontrolü çalışmalarını başlattı. Shewart 1931 de "Ekonomik Kontrol veya Üretilen Malın Kalitesi" isimli eserini yayınladı. 1932'de USDA'da (ABD Tarım Bakanlığı Sabit Azot Araştırmaları Laboratuarı) 4 günlük bir konferans verdi. Daha sonraları bu konular Deming'in editörlüğünde kitap haline getirildi.

İkinci dünya savaşına kadar insani ve endüstriyel çalışmalar devam etmiş ve ikinci dünya savaşının çıkması ile, savaş sanayii ile kalite yine ön planda tutulmuştur. Ancak savaş dolayısıyla kalifiye elemanlar dağılmış yerine vasıfsız işgücü gelmiştir. Kalifiye olmayan bir elemana, kaliteli bir iş yaptırabilmek için standartlara, talimatlara, prosedürlere ve kalite kontrole ağırlık vermek gerekir. Bu yüzden savaş döneminde yazılı belgeler çok gelişmiştir. Hatta bu gün kullandığımız bir çok kalite standartlarının temeli ordu standartlarıdır.

Dr. Shewart'ın istatistik kalite kontrol sistemi önce A.B.D. ve İngiltere'de daha sonra Fransa, İsviçre, Çekoslovakya, İtalya, İsveç, Almanya'da kullanılmaya başladı. 1946 yılında A.B.D.' de kalite kontrol derneği kuruldu. 1963'te Avrupalılar A.B.D.' den uzmanlar getirterek, Avrupa Kalite Kontrol organizasyonunu kurdular.

İkinci dünya savaşından sonra batıda kalite kavramı savaş dönemi ve öncesi döneme göre zayıflarken, Japonya'da savaş sonrası kalite kavramının gelişmeye başladığı görülmüştür. İkinci dünya savaşından yenik çıkan Japonlar, hayatta kalabilmek için, batının rekabeti ile savaşmak zorunda olduklarını anlamışlardır. Savaştan harabe halinde çıkmış, doğal kaynakları az, bir çok malı ithal etmek zorunda olan bir ülkeye sahip olan Japonların, ithalat için paraya gereksinimleri söz konusuydu. Bu durumu ancak bir şeyler ihraç ederek elde edebileceklerini tahmin ediyorlardı. Ancak, o güne kadar

kalitede önde giden Avrupa' ya ve Amerika' ya karşı mal satabilmek kolay değildi. Önceleri batıdan aldıkları ürünleri parçalayarak nasıl yaptıklarını anlamaya çalışmışlar ve daha sonraları ürünlerde küçük değişiklikler yaparak yeniden üretmişlerdir.

Japonlar 1949'dan itibaren kalite kontrolüne önem vermeye başladılar.1950'de de Japon Endüstri Standartları (JIS) damgasının mamullere vurulabilmesi için firmanın istatistik kalite kontrol sistemini uygulaması ve kalite güvencesi vermesi yasal bir zorunluluk haline getirildi. 1950'de Japon Bilim Adamları ve Mühendisleri Derneği A.B.D.'den D.E. Deming'i Japonya'ya davet ettiler. Dr. Deming Japonya'da uzun süre kalarak bir çok seminerler ve konferanslar verdi. Deming kalite ödülünü ihdas etti ve bütün bu çabaların sonucunda Japonların kalite konusunda heyecanlanmalarını sağladı (Özkan, 1998).

Bu durum, Japonların kalite kontrol konusunu ciddiye almalarında büyük rol oynadı. Artık, istatistik kalite kontrol yayılmaya başlamıştı. Fakat, üst yöneticiler, kısım müdürleri, şefler ve usta başılar arasında pek ilgi görmemişti. Bunun için Japonlar bu defa A.B.D.'den Dr. J. Juran'ı davet ettiler. Juran üst düzey yöneticilere, kısım müdürlerine ve şeflere seminerler verdi. Bundan sonra kalite kontrolü bir yönetim aracı olarak geniş çapta kullanılmaya başlandı. Bu, istatistik kalite kontrolden toplam kalite kontrole geçiş için bir başlangıç oldu.