• Sonuç bulunamadı

2.6. Türkiye Genelinde Kadının Konumu

2.6.2. Kadının Siyasal ve Ekonomik Yaşama Katılımı

Siyasal katılım, siyasal bir davranış çeşidi olarak kişilere, ülkenin geleceği ile ilgili alınan ya da alınacak her türlü toplumsal ve ekonomik kararlar karşısında ortaya koydukları tutum ve davranışlarını belirleyen bir kavramdır (Öztekin, 2007: 229). İnsanların siyasal faaliyetlere katılması, demokrasinin benimsenmesi ve işlerliğine dâhil fikirler veren önemli bir göstergedir. Siyasal faaliyetlere olan bu katılım ile farklı gruplara temsil imkânı tanınarak farklılıkların korunmasını, böylelikle toplumda belirli bir dengenin ve istikrarın oluşumunu mümkün kılar. Başkalarının zoru ile siyasi davranışlarını belirleyen bazı seçmenlerin katılımı siyasal katılım olarak kabul edilmez. Buna “uyarılmış siyasal katılım” denilebilir. Halen dünyada ve Türkiye’de pek çok kadının katılma davranışı ya kocalarının ya da aile içinde ki büyüklerin istediği biçimde olmaktadır. Siyasal seçimlere adaylığını koymak isteyen birçok kadın şahıslarıyla ilgili ya cinsel ön yargılar ya da kaynak yetersizliğinden dolayı adaylığını koyamamaktadırlar (Kalaycıoğlu, 1984: 200-201).

Aristo, Campbell gibi birçok bilim adamı konu üzerinde düşünmüş ve kadınların erkeklere göre farklı siyasal yapıya sahip olduklarını ve siyasete katılımlarının erkeklere göre sınırlı olduğunu kabul etmişlerdir. Böylece siyaset “erkek işi” olarak algılanmaya başlamıştır. Erkeklere kıyasla kadınların siyasete farklı oranlarda ve farklı nedenlerle katıldıkları siyasal konular üzerindeki tutumlarının da erkeklerden farklı olduğu kanaati yaygındır. Siyasal katılım sadece oy verme ve siyasi

bir partiye üye olma olarak algılanırsa, kadın katılımının erkeklerinkine oranla çok gerisinde kaldığı görülecektir.

Aslında siyasal katılım, oy verme ya da bir partinin sembolüne tepki gösterme şeklinde olabileceği gibi bütün gücünü profesyonel politikacı olarak çalışmaya ayırmayı veya hükümet üyesi olabilmeyi de içeren siyasal faaliyetlerin bütünüdür (Tokgöz, 1979: 15-16). Siyasal katılma demokratik yönetimin genel amacıdır. Demokrasi ile katılma arasında ortaya çıkan özdeşlikte, katılmanın ülke düzeyinde mümkün hale gelebilmesi ve toplumu oluşturan kadın ve erkekler arasında hukuksal açıdan eşitlik ilkesinin bulunmasından kaynaklanmaktadır. Böylece kadının siyasal sisteme katılımı önemli bir demokratik gösterge haline gelmektedir. Yirminci yüzyılda eski geleneksel yaşam biçimlerinden, çağdaş yaşam biçimlerine geçişle birlikte kadının statüsünde değişiklikler ortaya çıkmıştır. 1970’li yıllarda feminist hareketin gelişmesiyle cinsiyetler arasındaki eşitsizliklerin farkına varan kadın, daha liberal ve demokratik eğilimler göstermeye başlamıştır. Seçme seçilme hakkı kadının elde ettiği haklardan biridir. Çok gelişmiş toplumlarda bile kadının siyasal hayata katılımı yakın geçmişte gerçekleşebilmiştir. Bugün yasalarımızda siyasal haklar konusunda cinsiyet ayrımı yoktur. Ama buna rağmen kadınlar siyasette ve siyasal partilerde temsilleri oldukça sınırlıdır. Her ne kadar yasal düzenlemeler ile kadınlarla erkeklerin eşitliği sağlansa da uygulamada bu kavram pek geçerli olmamaktadır (Uysal, 1984: 102). Kadınlar genellikle siyasal katılıma pek ilgi duymazlar. Siyasal yaşama duyulan ilgisizlik onların partilere üye olmasını engellemektedir.

Özellikle Türkiye’de eğitim düzeyi yükseldikçe kadının siyasal katılımı veya siyasal partilere üye olma ve etkin görevler üstlenme oranı artmaktadır. Bugün Türkiye’de kadınların %3’ü yoğun olarak siyasal yaşama katılmaktadır. Siyasal yaşama katılım Türkiye’de kadınlar aleyhine uygulanır. Siyasal yaşama Türkiye çapında kadınlar %14,2 olarak katılmaktadır (Kışlalı, 2006: 158). Kadının siyasete katılımı kültüre, coğrafyaya, zamana, sınıfa ve ırka göre değişmektedir. Fakat burada bilinmesi gereken en önemli hususlardan biri kadınların yönetime katılma konusunda toplumun ve şirketlerin duyarsız kalmasıdır. Sonuçta kadınların sosyo-ekonomik durumları, psikolojik, hukuksal ve siyasal durumları onların siyasi hayata katılmalarını engellemektedir. Özellikle kadının toplumda annelik görevinin olması, bazı toplumsal

faaliyetlere kadınların yeterince katılımını engellemektedir (Tekelioğlu ve Örtlek, 2010: 278-287).

Türkiye’de kadınlar aktif olarak siyasi hayata katılmalıdır. Cumhuriyet öncesinde Osmanlı İmparatorluğu döneminde verilen mücadele bunun alt zeminini hazırlamıştır. İstanbul hukukçularının bazıları kadının siyasete katılımını olumlu yönde görmüşler fakat onlara seçilme hakkı vermemişlerdir. Osmanlı döneminde kadınlar özel hayatın içinde kalmışlardır. Kadınlara İslamiyet’te fazla hak verilmemiştir. Fakat buna rağmen Osmanlı döneminde Ziya Gökalp kadına siyasi haklar verilmesi gerektiğine inanan önemli devlet adamlarımızdan biridir (Konan, 2010: 1). Türkiye 10 Aralık 1948 yılında Birleşmiş Milletlerde İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini imzalamıştır. Bu bildirgenin 26. Maddesinde eğitim hakkını hüküm altına almıştır. 1979 tarihinde kadına karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi sözleşmesi imzalanmış ve bunun 10. Maddesine göre cinsiyet eşitliği ve herkese zorunlu temel eğitim hakkı verilmiştir. Daha sonra 1995 tarihinde Pekin Deklarasyonunun 69. Maddesinde insanlara eşitlik ve kalkınma hedeflerine ulaşılması için, gerekli bir araç olarak yine odak noktasına insan konulmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 42. Maddesine göre; “ Kimse eğitim ve

öğretim hakkından yoksun bırakılamaz, ilköğretim kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve devlet okulları da parasızdır” denilmiştir. Türkiye’de 2005 yılında

yayınlanan 1979 tarihli kadına karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi sözleşmesinin 10.maddesine göre, kadınlara özellikle kentlerde son derece düşük oranlarda işgücüne katıldıkları ve istihdam alanında doğrudan veya dolaylı bir şekilde ayrımcılığa uğradıkları bir gerçektir. Bunlarla ilgili ülkemizde etkili önlemler bulunmamaktadır (Acar ve Arıner, 2009).

Kadınlar tarihin her döneminde üretim faaliyetleri içerisinde yer almıştır. Bu üretim faaliyetleri sadece ürün imalatı olarak algılanmamalıdır. Toplum tarafından, “kadının asli görevi ev işleri ve çocuk bakımıdır” algısına rağmen, bu sorumluluklara ek olarak aile ekonomisine katkı sağlamak adına çalışmışlardır. Ülkemizde kadınların büyük çoğunluğu 1980’li yıllara kadar yoğun olarak tarım sektöründe genellikle ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaktaydı. Günümüzde ise teknolojinin ve iletişim araçlarının gelişimi, değişen sosyal roller ve hayat pahalılığı gibi çeşitli faktörler

kadınların işgücüne katılmasına sebep olmaktadır. Kadınların ekonomik yaşama katılma ve katılmama sebeplerine bakacak olursak;

Toplumsal bakış açısındaki değişimin iş hayatında görev paylaşımı yapıldığı gibi, ev işlerinin de çiftler arasında paylaşılması kadınların iş hayatına katılmasına katkı sağlamıştır. Kadınların eğitim seviyesinin artması sonucu almış oldukları eğitimle bağlantılı işlere girmek istemeleri, eşlerinin almış olduğu ücretin yüksek olması, kadınların iş hayatına katılmasını engelleyebilmekte veya tam tersi eşinin işsiz veya düşük ücretli bir işte çalışması, kadının iş hayatına katılmasını zorunlu kılmaktadır (Tokal, 2014: 2).

Kadınların medeni durumları iş hayatına katılmalarını etkileyen etmenlerden birisidir. Çocuk sahibi kadınların ekonomik kaynaklı sıkıntısı yoksa iş hayatına katılmak yerine ailesi ile vakit geçirmeyi tercih edebilecekken, çocuk sayısındaki yaşanan artış, kadının iş hayatına girmesine engel olabilmektedir. Yarı zamanlı (part- time) işlerde yaşanan artış, çalışma sürelerindeki esneklik kadın istihdamını arttırıcı etki yaratmıştır. Teknolojinin gelişmesi fiziki güce olan gereksinimi azaltmış ve kadınlara daha fazla iş olanağı tanımıştır.

Kadınların ekonomiye katılmalarına engel olan sebepleri inceleyecek olursak; Ataerkil aile yapısının devam ettiği ve kadınların çalışmasına iyi gözle bakılmayan “kadının yeri evidir” anlayışının hâkim olduğu toplumlarda, kadın çalışırsa çocuklar mağdur olur vb. tarzda algıların kadınların istihdama katılmasını etkilemektedir. İş hayatının getirmiş olduğu sorumluluklara ek olarak, kadının aile içerisindeki görevleri nedeniyle rol çatışması yaşamasına, ev ve iş arasında dengeyi kurmakta zorluk çekmelerine neden olabilmektedir.

Gelişmekte olan ülkelerde kadın işgücünün sektörel dağılımı erkek işgücüyle benzerlik göstermektedir. Kadınların istihdam oranları erkeklere kıyasla daha düşük seviyelerdedir. Bunun yanı sıra 40 yıl öncesine göre Güneydoğu Asya ülkeleri kadınlarının ekonomik koşullarında önemli seviyede düzelme olduğu, bununla beraber ekonomik faaliyetlerinin de hızla arttığı görülmektedir.

Tablo 23: Türkiye’de Yıllar İtibariyle Kadınların Üç Ana Sektör İçindeki İstihdam

Payları

Yıllar Çalıştığı Ekonomik Faaliyet Alanına Göre Oranları

Tarım Sanayi Hizmet

1980 87,3 4,6 8,1 1985 79,0 8,1 12,9 1990 76,6 8,8 14,6 1995 71,2 9,9 19,0 2000 60,4 13,2 26,3 2005 51,6 15,1 33,3 2010 42,4 15,0 42,0 2015 31,4 15,3 52,5 2017 28,3 14,6 56,1

Kaynak: TÜİK İşgücü İstatistikleri verileri kullanılarak tarafımdan oluşturulmuştur.

Tablo 23’de 1980-2017 tarihleri arasında kadınların ekonomik faaliyet oranlarının değiştiği görülmektedir. Kadınların yoğun olarak faaliyet gösterdiği tarım sektörü, 2010 yılı sonrası sektördeki liderliğini hizmet sektörüne kaptırmıştır. 2017 yılına gelindiğinde %56,1 düzeyine ulaşan hizmet sektörü kadınların en yoğun istihdam edildiği sektördür. Kadınların hizmet sektöründen sonraki istihdam kaynağı ise tarım sektörüdür.