• Sonuç bulunamadı

Kısaltma grubundan oluĢan yüklemler:

3.2 BĠLGĠ TOPLAMA KAYNAKLAR

4. Yüklem, isim veya fiil kaynaklı sözcük gruplarından oluşabilir.

4.10. Kısaltma grubundan oluĢan yüklemler:

Bu açık mavi gözlü, narin ve soluk benizli efendi sanki sadece, inildeyen kemençenin titreşen incecik teliyle hayata bağlıydı. (s.20)

Bu yüzden belki, teselli edecek bir can dostuna ihtiyacı vardı da bunu açıkça ifade edemeyecek kadar gururuna düşkündü. (s.97)

Ama doğrusunu söylemek lâzım ki, çopur yüzlü bu acûze hiç olmazsa kocasına sâdıktı. (s.196)

Ondan iki yaş küçük diğeri ise, muşamba feneri taşımakla yükümlüydü. (s.203)

5. Bir sözdizisi içinde yüklem tektir. Sözdizimi içindeki yüklem sayısı cümle sayısını gösterir. (Karahan, 2004, 15)

Hızır Paşa‟nın zurnazenleri zurnalarını zırıl zırıl zırıldatırken zırıltı zirveye varıp hitâm bulunca, ortamda sanki tâmmât başlıyor, tâk tâk tâmmeleri ile köszenler tokmakları vurup tumturâk ile kösleri tokur tokur tokurdatıyorlar, tokmaklarını sanki kâfirin beynine indirmek için tâ yukarı kaldırıp köslere acımasızca darp ederlerken, dudakları hınçla yukarı doğru büzülüyor; çevgâniler ise çın çın çıngırakları çınçılan misâliçıngır çıngır çıngırtada çıngırtada sallarlarken, davulzenler tokmaklarını güm güm indire indire davulları gümgüme ile gümbür gümbür gümbürtediyorlardı; bu arada boruzenler de yanaklarını şişirip borularını ciğerlerinin bütün gücüyle üflemekteydiler. (s.16)

Ne var ki bir gün, Bereket adında bir Kıptî ortaya çıktı ve iki telli Kıptî kemençesiyle öyle oynak, öyle kıvrak, öyle sevinçli bir nağme döktürdü ki, aşka gelen kanarya derhal şakımaya başladı. (s.30)

Yaşı altmışın üzerinde olan bu efendi, câmiinin hemen bitişiğindeki bir barakada yatar kalkar ve ezan-ı Muhammedî‟yi dâima apdestli olarak okumak sûretiyle, Allahü Teâlâ Hazretleri‟nin dâvetini Sofuayyaş Mahallesi sâkinlerine günde beş kere tebliğ ederdi. (s.44)

Ev, gayb Âlem‟inin bazı sırlarına sahip olduğuna ahâlinin inandığı bir kocakarı tarafından, üzerlik, günlük, çörekotu ve kuru karanfil yakılarak tütsülendikten sonra getirilen bir koçun gözleri bir tülbentle bağlandı; ve yüzü kıbleye çevrilerek, evin hayırlı, uğurlu, bereketli olması için hayvan kurban edildi. (s.48)

Çünkü Hızır Paşa‟nın yeğeninin vefatından sonra Sofuayyaş‟taki evine gelen Kalın Musa artık nedense gece yarısına kadar düşünüp yarım saatliğine bahçeye çıktı ve kuyunun başında biraz oyalandıktan sonra eve, artık nasılsa, elinde bir kırmızı kadife kese ile girdi. (s.59)

O keşmekeşte, kelepire konmak için ruhunu şeytana satmaya hazır bezirgânlarla, onlara külah giydirmek için yanan madrabazlar, söz gelimi birkaç gemi yükü zerzâvat, beşbin fıçı pekmez ve bir ambar dolusu yumurta için, vur aşağı tut yukarı pazarlık ediyorlar, çoğu iflâs borusunu öttürmüş eski tüccârlardan olan dilenciler de, Allah rızası için onlardan bir sadaka istiyorlardı. (s.61)

Dökülen altun sesini mesleği gereği gâyet iyi tanıyan tüccâr dönüp bakığında, elinde hâlâ birkaç sikke tutan Eflâtun‟u gördü ve çileden çıkarak, kalyonculara doğru, “Sizin gözünüz kör ve kulağınız sağır mıdır! Bu dîvâneyi nasıl geçirdiniz buraya! Sadece saymak için bile senelerce alın teri dökerek yırtınıp debelendiğim bu para bir kuruş bile eksik çıkacak olursa sizlere hakkımı helâl etmem, bilesiniz bunu!” diye bağırdı. (s.113)

Kelleleri kulakları yerinde, enseleri kilise direği gibi kalın birer çam yarmasından farksız kalyonculardan biri gelip piştovunun kabzasını Eflâtun‟un suratına indirdi ve eli ağır adamın bu şiddetli darbesiyle kaşı yine açılan, üstelik burnundan kan gelmeye başlayan zavallı delikanlıyı kolundan tutup iskelenin dışına doğru sürükledi ve yola fırlattı. (s.113-114)

Derken, merhûmun defni için açılan çukura iki Mevlevî dedesi girdi ve kefenin bağlarından tutup şeyh hazretlerinin nâaşını, yüzü kıbleye gelecek şekilde yerleştirdiler. (s.130)

Ve yaradan, yerin toprağından adam yaptı ve onun burnuna, makamı gizli bir nağme üfledi. (s.139)

Adam ise üçayak üzerindeki kutusunu hayâlete yöneltti ve bu âletin yağlı kâğıdı üzerinde, değil bizzat şâhit olmak, o güne kadar hayal bile edemediği kadar korkunç bir varlığı ters olarak gördü. (s.153)

Bu söz üzerine hiddetlenen Zâhir de,”Taşı ekmek yapacağıma, ekmeği taş yaparım daha iyi!” diye cevap verdi ve fırının önündeki tezgâha yığılmış ekmeklerden birini alıp adamın kafasına fırlattı. (s.174)

Leziz Urfa yağının kokusunu alan o ağzı düdüklü erketeci elinde bir baklava tepsisiyle yanlarına geldi ve “Buyurun ağalar. Âfiyet bal olsun. Kokusunu alınca canım çekti. Gerçi zorla aldın ama biz zaten harâmi değil miyiz?” diye, çetenin adamlarına izzet-ü ikrâmda bulundu. (s.206)

Nihâyet evin o ağır, dökme demir kapısı gıcırdayarak açıldı ve Rafael‟in, üzerinde deneyler yapa yapa tıp ilmini öğrendiği Lazar, âbıhayat içmiş gibi etli canlı, sağlığı yerinde, aklı başında, aslan gibi zinde ve esen, dimdik ve dipdinç bir hâlde bu kapıdan çıkıp onlara doğru yürümeye başladı. (s.213)

Artık, nişadırda bekletilmiş kuzu etinin üzerine zacyağı akıtıyor, amonyak tuzuyla yapılan lahana turşusu daha ekşi olsun diye içine kezzap boca ediyor, çılbırın üzerine de pul biberli yağ yerine, kadar-ı kifâye kırmızı sülyen gezdiriyordu. (s.228)

Fakat cüce, kalabalık içinde eli yüzü düzgün genç bir adamın bir Çargâh şarkı mırıldandığını işitti ve adamın gözlerine bakarak, onun henüz yarısına geldiği şarkının geri kalan yarısını irticâlen terennüm etti. (s.247)

Efendisi akşama doğru kaçmasın diye kapıyı üzerine kilitleyip cüceyi içeriye hapsettiği ilk günlerde, tavandaki örümcek ağlarını temizledi, kilimleri silkeledi; üç günde oniki fare ve sayısız akrep ve çıyan öldürdü; döşeme tahtalarını fırçayla ovdu, küllü suda çarşaflarını yıkadı. (s.248)

Kâhin, görebilen tek gözüyle aynaya baktı ve uzun boylu, çekik gözlü o adamı gördü. (s.268)

6. Art arda sıralanmış bazı cümlelerde yüklem veya yüklemin bir