• Sonuç bulunamadı

Art arda sıralanmış cümlelerde özne ortak olabilir:

3.2 BĠLGĠ TOPLAMA KAYNAKLAR

7. Art arda sıralanmış cümlelerde özne ortak olabilir:

Bu tekinsiz sedânın kaynağını görmek isteyen bekçi, elindeki feneri havaya kaldırdı ve karanlığın kendisinden gizlediği şeyi sanki daha iyi görecekmiş gibi hafifçe eğildi. (s.12)

Kalın Musa bu tehlikeyi önlemek için bahçe kapısı önünde sık sık pusuya yatar, sadece çocukların en cesur öncülerinin değil, tamamının bahçeye girip ağaca çıkmasını sabırla bekler, derken elinde kızılcık sopasıyla “Allah Allah” diye saldırıya geçer, ne kadar fır, ne kadar kopil varsa tepelerine binerdi. (s.27)

Yaşı altmışın üzerinde olan bu efendi, câmiinin hemen bitişiğindeki bir barakada yatar kalkar ve ezan-ı Muhammedî‟yi dâima apdestli olarak okumak sûretiyle, Allahü Teâlâ Hazretleri‟nin dâvetini Sofuayyaş Mahallesi sâkinlerine günde beş kere tebliğ ederdi. (s.44)

Az sonra velinimetinin huzuruna çıkacağı için Kalın Musa saygısından, iki elini önünde birleştirmiş el pençe dîvân duruyor, saygıda kusur etmesinden korktuğu mahdumunu da yan gözle kollamayı ihmâl etmiyordu. (s.52)

Adam temennâ edip, saygı gereği Paşa Efendimiz‟e arkasını

dönmeden geri geri gitti ve kapıyı açıp adama bir kez daha temennâ ettikten sonra odadan çıktı. (s.53)

Kalın Musa‟nın, “Dur! Kes şunu!...” diye bağırmasına rağmen Veysel Bey kendini bu musikîye o kadar kaptırmıştı ki, etinden et kopartsalar hissedecek değildi ve segâh perdesinde karar etmeden çalmayı bitireceğe benzemiyordu. (s.55)

Kuşağında gümüş bir afyon kutusunu eksik etmeyen bu adam, mesâisinin sona erdiği yatsı vaktine kadar şiltesinde miskin miskin ense yapar, hımbıllığından ötürü evine yürüyerek gitmeye üşenir ve bunun için, iki mahalle ötedeki meskenine kadar küfe içinde taşıyacak bir hamal çağırtırdı. (s.92)

Kavga sona erdiği için kalabalık artık dağılırken Eflâtun yine birilerinin ona seslendiğini işitiyor, ama onca insana tek tek ne kadar dikkatle bakarsa baksın, bu çağrının menşeini bir türlü bulamıyordu. (s.96)

Diğer canlar da yeri öpüp ayağa kalktıklarında, şeyh ellerini göğsünde çapraz yaptı ve hafifçe eğilip Eflâtun‟u selâmladı. (s.123)

Ve Yaradan, yerin toprağından adam yaptı ve onun burnuna, makamı gizli bir nağme üfledi. (s.139)

Hattâ öyle ki, neredeyse gün boyu, filozofların ve kadîm âlimlerin eserlerini satır satır kırâat eden kâhin, bilgiyi bir nimet kabul ettiği için Ramazan ayında sahurdan sonra okumayı bırakır, nefsini bastırarak iftar zamanına kadar elini kitaba sürmez, ancak akşam ezanını işittiği zaman Aristâtalis‟in Badü‟t Tabiîyye başlıklı meşhûr eserinden bir bölüm okuyarak orucunu açardı. (s.159)

Zâhir içinden,”Neyi reddettiklerini bilmiyorlar!” diye geçirdi ve bu insanların kendisine yükleyecekleri suçu da sezinledi. (s.175)

Dehşete kapılan Rafael, yatak odasına koştu ve duvara asılı haçın önünde diz çökerek dûa üstüne dûa etti. (s.187)

Bayram, Pereveli İskender Efendi‟yi can kulağıyla dinliyor, kendisine Hak yolunu gösterip o müthiş azâptan kurtaran adamı baş tâcı ediyor, okunup üflendiği için sıkıntısını defeden macunu tükendiğinde ise, gelip Cüce Efendi‟den bir parça daha istiyordu. (s.200)

Fakat cüce, kalabalık içinde eli yüzü düzgün genç bir adamın bir Çargâh şarkı mırıldandığını işitti ve adamın gözlerine bakarak, onun henüz yarısına geldiği şarkının geri kalan yarısını irticâlen terennüm etti. (s.247)

Derken günün birinde Âsım, cüce ile Mısır Çarşısı civârındayken Nevâ‟yı gördü ve cüceye, “İşte! O yeşil gözleriyle bir nazar eyleyip beni mum gibi eriten âfet budur!” diye kadını gösterdi ve onun biraz olsun daha yakınında olmak için yerinden fırladı. (s.252-253)

 Çokluk bir öznenin ortak olduğu sıralı cümlelerde, sadece son cümlenin yükleminin değil, önceki cümlelerdeki yüklemlerin de çokluk olabildiği görülmektedir. Bu konuda Hatiboğlu (1972), bağımlı sıralı cümlelerde özne çokluk olduğunda yalnız son cümlenin yükleminin çokluk biçimde olduğunu söyler.

Sadece son cümlenin yükleminin çokluk olduğu cümleler:

Nitekim çok geçmeden, su dolu kırbalarını nefes nefese taşıyan dört saka geldi ve taşıdıkları suyu, alt kattaki saka deliğinden içerideki küpe döktüler. (s.46)

Odaya doluşan kadınlar saçlarını başlarını yolarak ağlayıp feryât ediyor, gözlerinden kanlı yaşlar akıta akıta ağıtlar söylüyorlardı. (s.56)

Derken, merhûmun defni için açılan çukura iki Mevlevî dedesi girdi ve kefenin bağlarından tutup şeyh hazretlerinin nâaşını, yüzü kıbleye gelecek şekilde yerleştirdiler. (s.130)

Cenazenin önü sıra yürüyen ve parayla tutulmuş dokuz-on kocakarı, gözlerinden yaşlar boşana boşana durmadan ağıt yakıp danalar gibi böğürüyor, saçlarını başlarını yoluyor ve boğazlarını yırtarcasına feryât ederek yeri göğü çınlatıyorlardı. (s.201)

Son cümleden önceki cümlelerde de yüklemin çokluk olduğu cümleler: Musikî alanında bütün Kostantiniye‟de nâm salmış üstâtlar da mahâretlerini işte bu zamanlarda gösterirler, ûdlarını, tamburlarını, deflerini

ele alarak bazen tek başlarına bazen de bir fasıl heyeti kurarak kahvehane sâkinlerini coştururlardı. (s.29)

O keşmekeşte, kelepire konmak için ruhunu şeytana satmaya hazır bezirgânlarla, onlara külah giydirmek için yanan madrabazlar, söz gelimi birkaç gemi yükü zerzâvat, beşbin fıçı pekmez ve bir ambar dolusu yumurta için, vur aşağı tut yukarı pazarlık ediyorlar, çoğu iflâs borusunu öttürmüş eski tüccârlardan olan dilenciler de, Allah rızası için onlardan bir sadaka istiyorlardı. (s.61)

Ömürleri boyunca dokuz yorgan, elli gömlek eskitip elden ayaktan düşmüş dedeler ve nineler genellikle üst katlardan birinde, kafesten dışarı bakıp sokaktan gelip geçenleri seyrederler, ayrıca tandırın üstüne serilmiş battaniyelerini üstlerine biraz daha çekip sızlayan dizlerini mangalda ısıtırlardı. (s.84)

Kocadıkları için şeytanın artık elini eteğini çektiği bu ihtiyarlar, bir vakitler burada ömür sürmüş ecdatlarını hayırla yâd ederler ve ruhlarını şâd etmek için Yasin okurlardı. (s.84)

Genellikle, icâzetnâme koparıp âlim sıfatıyla bir daireye kapağı atmak için yanıp tutuşan, dünyevî ilimleri kâfirlik saymalarına rağmen dünyevî çıkarlar peşinde koşmayı ihmâl etmeyen bu talebeler, günde beş kere aptest tazelemelerine karşılık, hamama ancak ayda yılda bir giderler, kâgir medresenin kurşun kubbeleri altındaki hücrelerde yatıp kalkarlar, yer içerlerdi. (s.90)

Neyzen İbrahim Dede neyine el atıp onu öptüğünde dergâhtakiler düğün bayram ederler, o bir besmele edip neyini üflemeye başladığında kendilerinden geçerler, coşarlar ve mest olurlardı. (s.140)

Diğer taraftan, aynaya çok bakanlar da gün gelir iki kişi olurlar ve aynı âkıbete uğrarlardı. (s.152)