• Sonuç bulunamadı

Nesne fiile yalın hâlde veya belirtme eki ile bağlanır Fiile eksiz bağlananlar belirtisiz nesne; belirtme eki ile bağlananlar belirtili nesnedir.

3.2 BĠLGĠ TOPLAMA KAYNAKLAR

2. Nesne fiile yalın hâlde veya belirtme eki ile bağlanır Fiile eksiz bağlananlar belirtisiz nesne; belirtme eki ile bağlananlar belirtili nesnedir.

2.1. Belirtisiz Nesne

Yükleme yalın hâlde bağlanır ve belirsiz, genel bir varlığı, bir kavramı, bir türü karşılar.

Usta birbuçuk gün uğraşıp, bir çocuğun rahatça çıkabileceği ondört basamaklık bir merdiven meydana getirdi. (s.47)

Kaftan ağası bu nâzenin delikanlıya bir bardak okunmuş su uzattı. (s.54)

Kaftan ağası da “Kethûdâ efendi doğru söylüyor,” dedi. (s.56)

“Bundan zaten eminim,” dedikten sonra kadın, ferâcesinin yeninden bir kâğıt çıkardı. (s.70)

Hayat denilen şu kısacık yolculukta, ama canlı ama cansız, ama güzel ama çirkin, ama dost ama düşman, kendilerine refâkat eden her şeyi sevip koruyan bu ehl-i insâf dervişler, fırlatıldığında bir insanın kafasını dağıtacak bir taşı bile incitmek istemezlerdi. (s.121)

Cebimdeki son akçeyi bir marangoza vererek tornada, insanın beynini bir vuruşta dağıtacak bir sopa yaptırdım. (s.136)

Ve Yaradan, yerin toprağından adam yaptı ve onun burnuna, makamı gizli bir nağme üfledi. (s.139)

Hattâ Tağut, evin sofasına bunun için bir “günâh” çıkartma hücresi bile yaptırmıştı. (s.189)

Esir Hanı‟ndan Sofuayyaş‟a kadar büyük bir heyecanla taban tepen dervişler, Muhayyer Hüseyin Efendi‟nin evi önünde yirmi kişilik, öfkeli bir gürûh gördüler. (s.221)

Önde yürüyen iki kişi, birer uçlarından kavradıkları ağırca bir çuval taşıyorlardı. (s.225)

Kan ter içinde kaldığına göre yamak da epey uğraşmış, muhtemelen nefis yemekler hazırlamıştı. (s.230)

Bu arada sivri akıllının biri, onun taşıdığı tomruğun önüne bir cürüm yaftası iliştirdi. (s.235)

Hattâ bir bağdar, dinleyicilerden çok alkış alan bu genç cüce için, oniki parmakla çalınacak bir eser bile yazmıştı. (s.247)

Bu yüzden Âcem ilinde dokunmuş dört halı, Edirne işi birkaç dolap, ceviz sehpalar, tombak buhûrdanlar ve gülâbdânlar, iki Venedik aynası, ustaca bezenmiş ceviz ve abanoz sandıklar, cilt cilt kitap ve gören ahâlinin kendisine saygı duymasını sağlayacak bir nice eşya aldı. (s.255)

Bu Araban eseri çalan Dâvut ile kapının önüne çıkan Nevâ, göklere yükselen bir ışık gördüler. (s.268)

2.2. Belirtili Nesne

Yükleme belirtme ekiyle bağlanarak belirli, bilinen bir varlığı, kavramı karşılar.

Hava aydınlanırken öylece, sırf gönlünden koptuğu için, sahibi olduğu çekirdeklerden birini başının gözünün sadakası olarak kör bir dilencinin çanağına attı. (s.18)

Ortaya gelen mastori, “Kemençede muhteşem Bağdasar!” diye bağırınca, sırtına kara bir cüppe ve başına da yine kapkara bir kalpak giymiş, sıska ve gözlerinin sadece akı görünen kör bir ihtiyar ayağa kalkıp elini önce göğsüne, ardından dudaklarına ve alnına götürerek müşterileri selâmladı. (s.32)

Kendilerini usul makam bilgisine sahip malumatlı kerizci addeden bu ademoğulları, makamın icap ettirdikleri sesleri tam hakkıyla değil, kah azıcık pes, kah birazcık tiz çalarak musikilerine bir ruh verir, dinleyicileri mest ederlerdi. (s.37)

Ruhunu tutuşturacak olan duygunun bu esrârengiz sokakta olduğunu sezinlemişti. (s.40)

Ardından, karanlıktan yontulan ifritlerin kahkahalarını, ezelden ebede kadar dünyaya gelmiş ve gelecek günâhkârların tekmilinin birden isimlerini tek tek saymaya mahkûm cinlerin fısıltısını duydu. (s.41)

Dönüp baktıklarında Venedik Balyosu‟nun genç ve güzel kızına vurulup deli dîvâne olduğu için, gönül derdiyle ölüp ölüp dirilen o narin delikanlıyı gördüler. (s.53-54)

Çekveleler ve İnebolu kayıkları da İsmailiye, Varna ve İzmit‟ten aldıkları tavuk, yumurta, zeytinyağı ve pekmezden ibâret navlunlarını Bahçe Kapı İskelesi‟ne indiriyorlardı. (s.61)

O yağmurda ve o karanlıkta, mezar taşları arasında ismini bağıra bağıra Eflâtun‟u aradılar. (s.80)

Ne var ki, önünden geçip medreseye doğru giden kara cüppeli ve külâhlı softalar bile onu umursamadılar. (s.90)

Önceleri bu bîçârelere pek o kadar itibâr etmeyen şişman adam, o anda gönlünden koptuğundan mıdır, etini dişleyip sıyırdığı bir kemiği bu zavallılara doğru fırlattı. (s.97)

Ama demirci neden sonra, az buçuk insâfa geldiğinden midir, biraz önce örsünde büyük bir hiddetle dövdüğü kızgın demiri bir kovadaki soğuk suya batırdı ve cızırtıyla çevreye damlacıklar saçıldı, sudan buğular yükselip tüttü. (s.117)

Neden sonra, dedenin emriyle canlar ellerinde keçelerle kızgın kulplarından kavradıkları kazanı ateşten indirdiler. (s.130)

Nitekim az sonra, semâhânenin sol tarafında bulunan mutfaktan, canlardan birisi, soluğu yettiğince, “Hûûûûû! Somata salâââ!” diye bağırarak kardeşlerini yemeğe çağırdı. (s.131)

Ancak adam ve onun sol kaburga kemiği, meyveyi ısırıp yasağı çiğneyince, kendilerini diri kılan bu nağmeyi unuttular ve Aden‟den kovuldular. (s.139)

Şeyh, kendi sikkesine sardığı destârı onun boynuna bağlamıştı. (s.146)

Öfkelendiğinde ise bir ara, iri taneli doksandokuzluk kehribar tespihini kalabalığa doğru fırlatmıştı. (s.178)

Lokman sûresinin altı ve yedinci âyet-i kerîmelerinde sözü geçen, bazılarının insanları Allah yolundan saptırmak için satın aldıkları eğlenceli söz, yani “lehve‟l hadîsi” ile murat edilenin, İbn-i Abbas‟a göre, “Şarkı

söyleyen câriye” olduğunu, bunun için musikînin haram sayılması gerektiğini anlattı. (s.178-179)

Artık dert sahibi olmayan Lazar‟a fazla aldırmayan Zâhir, onun verdiği kâğıtlara bir göz attıktan sonra bunları Dâvut‟a uzattı. (s.214)

Yağlı kementin bir ucuna yamaklar, diğer ucuna da Kabil asılmış ve zavallı Kıptî‟yi acımadan boğmuşlardı. (s.226)

Şu Bâtın ile oğlu Zâhir‟in hikâyesini sen de duymuşsundur. (s.243) Bâtın‟ın bize Zâhir‟den daha yakın olduğunu hissediyorum. (s.243) Kâhin, görebilen tek gözüyle aynaya baktı ve Eflâtun‟u gördü. (s.268)