• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: MEBÂHİS FÎ ULÛMİ’L-KUR’ÂN ADLI ESERİ

2.2. ESERİN KUR’ÂN VE KUR’ÂN TARİHİ AÇISINDAN TAHLİLİ

2.2.6. Kıraat İlmi ve Kıraat İmamları

Bir önceki bölümde işlendiği üzere Subhi es-Sâlih, yedi harften maksadın yedi kıraat olduğu görüşünün bir vehm olduğunu söyler.308

Bu vehimde en büyük pay, H. 3. asrın başlarında Haremeyn, Irak ve Şam'da meşhur kurrânın kıraatlerini toplayan, İbn Mucahid diye şöhret bulan büyük İmam Ebu Bekir Ahmed b. Musa b. el-Abbas'ındır (ö. 324/936). Subhi es-Sâlih, onun kıraatleri yedi olarak toplamasının bir tesadüf ve tevafuktan başka bir şey olmadığını zira tespit ettiği kurrâdan daha değerli, sayıları küçümsenmeyecek kadar çok kıraat imamlarının var olduğunu söylemiştir.309 Çünkü daha âlimler kıraatle ilgili eserler vermeye başladıklarında İslâm âleminde yedi kıraat ifadesi bilinmiyordu. Bu alanda ilk eser verenlerden olan Ebu Ubeyd el-Kasım b. Sellâm (ö. 224/838), Ebu Cafer et-Taberî (ö. 310/923) ve Ebu Hatim es-Sicistanî (ö. 255/869) eserlerinde bu kıraatlerden çok daha fazlasını almışlardır. Ona göre yedi kıraat ifadesinin şöhret bulması iki yüz yıllarının başlarında halkın bazı kıraat imamlarının kıraatlerine yönelip diğerlerine rağbet göstermemelerinden doğmuştur.

Subhi es-Sâlih, İslam toplumunda o dönemde meşhur olan kurraların adlarını vermiştir. Buna göre Mekke'de Abdullah b. Kesir ed-Dârî (ö. 120/738), Medine’de Nâfi’ b. Abdirrahman b. Ebî Nu’aym (ö. 169/785), Şam'da İbn Âmir olarak şöhret bulan Abdullah el-Yahsubî (ö. 118/736), Basra'da Ebu Amr (ö. 154/771) ile Ya’kub (ö. 205/820), Kûfe'de ise Hamza (ö. 156/773) ile Asım'ın (ö. 127/745) kıraatleri şöhret bulmuştur. Bu kıraat imamlarının kıraatlerinin hangi sahabilere dayandığına da yer

306

Bkz. Subhi es-Sâlih, Mebâhis, s. 116. 307

Bkz. Subhi es-Sâlih, Mebâhis, s. 116. 308

Ebu Şâme’nin (ö. 665/1267) el-Murşidu'l-Vecîz ilâ Ulûmin Teteallaku bi'l-Kur’âni'l-Azîz adlı eserinde, “Bir cemaatin zannına göre, hadisten maksat, şu anda mevcud yedi kıraattir.” dediğini aktaran Subhi es-Sâlih, ancak câhil kimselerin böyle bir vehme kapılabileceğini ve bunun bütün ilim ehlinin icmaına muhalif olduğunu belirtmektedir. Bkz. Subhi es-Sâlih, Mebâhis, s.247.

309

Nitekim Ebu’l-Abbas b. Ammar (ö. 440/1048-49 [?]), şöyle diyerek İbn Mücahid'i ağır ifadelerle kınamaktadır: “Bu yedi kıraati tespit eden, olmaması gereken bir şey yaptı. Onun bu davranışı, dar görüşlü kimselerin, bu kıraatlerin hadiste zikredilen yedi harf olduğunu sanmalarına sebep oldu. Bu şüpheyi izale etmek için keşke yediden daha az veya daha fazla kıraat tespit etmiş olsaydı.” Bkz. Subhi es-Sâlih, Mebâhis, s. 248.

93

veren Subhi es-Sâlih, Arap asıllı kurranın azlığı ile mevâlî kurrânın çokluğunun göze çarptığını, özellikle İran asıllı olanların daha çok olduğunu, sayılanların arasından sadece İbn Âmir ve Ebu Amr’ın Arap asıllı olduğunu ayrıca belirtir.310

Subhi es-Sâlih, bu yedi kurraya üç isim daha ekleyerek sayıyı ona tamamlar. Ebu Cafer olarak şöhret bulan Yezid b. el-Ka'ka'nın (ö. 130/748) kıraati ile Basra’da Ya’kub ve Halef b. Haşim (ö. 229/843) kıraatini zikreder. Ayrıca Hasan el-Basrî (ö. 110 /728), İbn Muhays olarak bilinen Muhammed b. Abdurrahman (ö. 123/741), Yahya b. el-Mübarek el-Yezîdî (ö. 202/817) ve Ebu'l-Ferec Muhammed b. Ahmed eş-Şenbûzî (ö. 388/998) kıraatlerinin de eklendiği on dörtlü tasnife de yer verir.311

Subhi es-Sâlih’e göre kıraatlerin kârîlerden birinden diğerine bir silsile takip etmesinde muhaddislerin senetlerinin büyük etkisi vardır. Yine kurrâdan birinin kıraatinin kabul edilebilmesi için senedinin müşafehe ve sema yoluyla Allah Resulünden Kur’ân'ı direkt olarak dinleyen bir sahabiye ulaşması gereklidir. Kurrânın senedinde mevcut olan bu isnad zinciri, kıraatlerin tevkifî olmakla nitelenmesine zemin hazırlamış ve Zemahşerî’nin (ö. 538/1144) “kıraatlerin ihtiyari olduğu ve fesahat ehlinin tercihleri ve belagat ehlinin içtihadı olduğu” ifadesindeki gibi zan ifadeleri kabul edilmemiştir. Buna göre Arap dili kurallarına ve Kur’ân'ın resmine uysa bile güvenilir muhaddislerin isnadı gibi sahih bir isnatla gelmemiş olan kıraatler reddedilir.312 Nitekim nakle yahut Kur’ân'ın resmine aykırı olsa bile kendisince Arap dili bakımından daha doğru bulduğu kıraati tercih eden Ebu Bekir b. Miksem'e (ö. 354/965) karşı âlimler, onu bundan men etmeye ittifakla karar alıp tavır takınmışlar, aynı şekilde Übey b. Ka'b ile İbn Mes’ud'un kıraati üzere Kur’ân yazan İbn Şenbuz'un (ö. 328/940) tevbe etmesi için de başka bir oturum düzenlemişlerdir. Her iki meclis de yedi kıraati ilk olarak derleyen İbn

310

Subhi es-Sâlih, Mebâhis, s. 249. İbn Mücahid, yedi kurra arasında Ya’kub'un yerine Kisaî'yi (Ali b. Hamza, ö.189/805) sayar. Subhi es-Sâlih, Kisaî’nin, Kûfeli, Ya’kub’un ise Basralı olduğunu, İbn Mücahid’in Basra'nın bir kıraatini vermekle yetinip, Kûfelilerden Hamza, Asım ve Kisaî’yi zikrettiğini söyleyerek bu durumu eleştirir. Bkz. Subhi es-Sâlih, Mebâhis, s. 249. Nitekim Cerrahoğlu ve Demirci, yedi kurrâ’yi verirken Subhi es-Sâlih’in belirttiği gibi yedinci kişi olarak Yakub'un yerine Kisaî'yi almışlardır. Bkz. Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s.111; Demirci, Tefsir

Usûlü, s. 122. Subhi es-Sâlih’de bu görüşte olacak ki yedi kıraate ilave ettiği üç kıraat imamı arasında Ya’kûb’u da

zikreder. Buradan onun, yedi kıraat arasında Kisâî’yi kabul ettiği anlaşılır. Şu halde Ya’kûb’un hem yedi kıraat arasında, hem de üç kıraat arasında zikredilmesi bir sehv eseri olmalıdır.

311

Subhi es-Sâlih, Mebâhis, s. 250. 312

Subhi es-Sâlih, bazı nahivcilerin, bazı kıraatleri reddettiklerini ama bu redlerinin nazar-ı itibara alınmadığı belirtmiştir. Bu konuda örnekler için bkz. Subhi es-Sâlih, Mebâhis, s.251.

94

Mücahid'in emriyle meydana gelmiştir. Subhi es-Sâlih’e göre bunda şaşılacak bir durum yoktur.313

Subhi es-Sâlih, bazı dilcilerin şâz kıraatleri tesbit etmeye yöneldiklerini, buna dair eserlerin yazıldığını belirtir.314

Ayrıca bazı âlimlerin şâz kıraatlerin, âyetlerin doğru bir şekilde yorumlanmasında yardımcı olacağını belirttiklerini aktarır. Buna İbn Mesud ve Sa’d b. Ebi Vakkâs’ın müdrec kabilinden kıraatlerini örnek gösterir.315

Ez-Zerkeşî, “bu ve benzeri kıraatlerin Kur’ân'ı tefsir edip açıkladığını, tefsir konusunda tabiînden de buna benzer rivâyetlerin olduğunu ve bunun hoş karşılandığını belirtmiş, sahabenin büyüklerinden rivâyet olunan ve bizzat kıraatin içinde olan bu tür harflerin nasıl hoş karşılanmayacağını söylemiştir.316

Subhi es-Sâlih, bu durumdaki kıraatlerin tefsirden daha güçlü olduğunu, en azından tevilin sıhhati konusunda bunlardan istifade edilebileceğini söyler. Bu yüzden âlimler arasında şöhret bulan “Kıraat ihtilafları, ahkâm ihtilaflarını izhar eder” darb-ı meselini de nakleder.317

Subhi es-Sâlih, burada İslam âlimlerinin bu tür müdrec kıraatlerin ahkâm âyetlerinde olumlu yönlerini belirtmekle birlikte bazı âlimlerin aşırıya gittiklerini ve garip teviller çıkarmak için şâz kıraatleri yorumlamakla uğraştıklarını zikretmekte ve bunu bir nevi ilmî israf olarak nitelemektedir. O, aynı eleştiriyi Kur’ân âyetlerinin sayısı, en uzun ve en kısa kelimeyi tespit etme, harekeli harflerden Kur’ân'da en çok bulunanlar hangileri (Havassu’l-Kur’ân) gibi çok az fayda sağlayan konulara âlimlerin meyletmelerine de yöneltmektedir. Ona göre, İslâm âlimlerinin pek az faydası olabilen bu ve benzeri

313

Subhi es-Sâlih, İbn Mücahid’in, kıraati İbn Şazân er-Râzî'den aldığını, İbn Miksem ile İbn Şenbuz’un da aynı şeyhten kıraat aldıklarını belirtir. Bu durum İbn Mücahid'in aynı hocadan ders aldığı iki arkadaşına karşı sert tavır almasına engel olmamıştır. Subhi es-Sâlih, Blachere’in buna işaret ettiğini, ama mantıki bir neden bulamadığını söylemekle beraber ona göre şüphesiz bunun sebebi bu gibi konularda sahih rivâyete olan itimattır. Bkz. Subhi es-Sâlih, Mebâhis, s.252.

314

İbn Haleveyh’in (ö. 370/980) el-Muhtasar fî şevâzzi'l-kıraât, İbn Cinnî’nin (ö. 392/1002) el-Muhteseb fî

tevcihi'l-kıraâtiş-şâzze ve Ebu'l-Beka el-‘Ukberî’nin (ö. 616/1219) daha geniş ve şümullü olan İmlâu mâ menne bihi'r-Rahmanu min vücuhi'l-i'râbi ve'l-kıraâti fî cemîi'l-Kur’ân adlı eserleri. Bkz. Subhi es-Sâlih, Mebâhis, s. 252.

315

İbn Mes’ud’un “امهيديأ” yerine “امهناميأ اوعطقاف ةقراسلاو قراسلاو” (Mâide, 5/38) kıraatinin hırsızın hangi elinin kesileceğine dair tespitte, Sa’d b. Ebi Vakkâs’ın “ لكلف مأ نم خأ وا تخأ هل و” kıraatinde “مأ نم” ile mirasla ilgili teşrii meselede kardeşlerin nev’ini açıklamada yardımcı olmuştur. Bkz. Subhi es-Sâlih, Mebâhis, s. 252-253.

316

Ez-Zerkeşi, el-Burhân, I, 377. 317

95

meselelerle uğraşları, sadece araştırma alanını genişletmek için olmuş, şâz kıraatler hakkında çatışmalara da bu yüzden meyletmişlerdir. 318

Subhi es-Sâlih’in şâz kıraatler hakkındaki görüşü Nevevî’den (ö. 676/1277) naklettiği şu sözlerde özetlenmektedir: “Şâz kıraati ne namazda ne de başka zaman okumak caizdir. Zira o, Kur’ân değildir. Hem Kur’ân, ancak tevatür ile sabit olur. Şâz kıraat ise, tevatür derecesine ulaşmamıştır. Bunun dışında bir söz söyleyen ya yanılmıştır veya cahildir. Şâyet muhalefet eder de şâz kıraatle gerek namazda gerek başka zamanlarda okumuş olursa okuyuşu reddedilir.” Bu konuda Bağdat fakihlerinin şâz kıraatle okuyanın tövbe etmesi gerektiği hususunda ittifak ettiklerini; İbn Abdilber’den, Kur’ân’ın şâz kıraatle okunamayacağına dair icmaın bulunduğunu ve şâz kıraatle okuyanın peşinde namaz kılınamayacağını; yine İmam Malik’in, Mushaf'a aykırı düşen İbn Mes’ud'un ve sahabeden başkasının kıraati ile okuyanın peşinde namaz kılınamayacağını da nakletmiştir.319

Ancak Subhi es-Sâlih, âlimlerin İbn Mes’ud'un kıraatine karşı takındıkları tavrın, Muavvizateyn ve Fatiha sûrelerinin Kur’ân'dan olduğunu reddetmesi hususunda yaygınlaşan haber sebebiyle olabileceğini belirtmiştir.320

Ona göre âlimler makbul kıraatleri şazlardan ayırmak için üç şartlı bir ölçü tespit etmişler, bununla sahabenin tefsir kabilinden müdrec kıraatleri sahih kıraatlerden ayrıştırılmıştır. Bu şartlardan birincisi, kıraatin, takdîren bile olsa Osmanî Mushaflardan birinin resmine/hattına uymasıdır. İkincisi, bir vecihle bile olsa Arap diline uygun olmasıdır. Üçüncüsü ise, meşhur yedi veya on kurrânın kıraatinden başka bir okuyuş bile olsa senedinin sıhhatli olmasıdır. Subhi es-Sâlih, ‘isnadın sıhhati’ şartının ‘tevatür’ ifadesiyle değiştirilmesi gerektiğini belirtir. Çünkü Kur’ân ancak mütevatir isnadla sabit olur. On üzere ilave edilen dört kıraatin, sened bakımından sahih olmakla birlikte âhâd haberlere dayandığını belirten Subhi es-Sâlih, bunlarla ibadet edilemeyeceğini, namazda okunamayacağını ve Kur’ân olmadığını, zira mütevatir

318

Subhi es-Sâlih, Mebâhis, s. 254. 319

Bkz. Subhi es-Sâlih, Mebâhis, s. 254. 320

İbn Mesud'un Mushaf’ına Muavvizateyn ve Fatiha sûrelerini almaması ve Übey b. Ka'b'ın kıraatinin de şâz olma hususundaki izahlar için bkz. Subhi es-Sâlih, Mebâhis, s. 255.

96

seviyesine ulaşmadığını belirtir. Zaten ümmet tarafından kabul gören ve tevatür derecesine ulaşan kıraatlar, on kıraattir ve bunların dışında mütevatir kıraat de yoktur.321

Subhi es-Sâlih, kıraatlerin çeşidinin altı olduğunu belirtip onları şöyle sıralar.322

1. Mütevâtir kıraat: Yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayan bir topluluk tarafından

başkasına aktarılarak rivâyet edilen kıraatlerdir.

2. Meşhur kıraat: İster yedi imamdan, ister on imamdan veya bunların dışında kalan

makbul imamların birinden olsun, âdil bir raviden, diğerine aktarılarak sahih senetle gelen, Osmanî Mushaflardan birine uyan ve kurrâ nezdinde şöhret bulup yanlış ve şâz olarak görülmeyen, ancak tevatür derecesine ulaşmayan kıraatlerdir.323

3. Ahad Kıraat: Senedi sahih olmakla beraber Mushaf’ın resmine, Arap diline uyan ya

da yukarıda zikredilen grubun şöhretine ulaşmayan kısımdır. Bu çeşit kıraatle Kur’ân okunamayacağı gibi ona inanmak da vacip değildir.324

4. Şâz Kıraat: Senedi sahih olmayan kıraattir.

5. Mevzu kıraat: Aslı olmaksızın birine nisbet edilen kıraattır. Subhi es-Sâlih, buna

örnek olarak Muhammed b. Cafer el-Huzâ’î'nin derleyip Ebu Hanife'ye (ö. 150/767) nisbet ettiği kıraati verir.325

6. Hadisteki müdrec’e benzeyen açıklama kabilinden olan kıraatlerdir.326

Subhi es-Sâlih, bir kimsenin on veya on dört kıraatin tamamını ezberlese bile ‘kurrâ'dan sayılamayacağını, ‘kurrâ'dan sayılabilmesi için bu ilme tam hâkim olması ve onu sema ve müşafehe ile almış olmasının şart olduğunu belirtir. Ayrıca Kur’ân yedi harf üzerine indiğine göre bunu ancak tevatür derecesine ulaşmış kıraatlerde araştırmamız gerekir.

321

Subhi es-Sâlih, Mebâhis, s. 256.

322 Subhi es-Sâlih, bu bilgileri es-Suyûtî’den naklen, İbnu'l-Cezerî’den özetleyerek ve biraz da ilave yaparak aldığını belirtmiştir. Bkz. Subhi es-Sâlih, Mebâhis, s. 256.

323

Subhi es-Sâlih, bu iki kıraatle Kur’ân okunabileceğini ve onlara inanmanın vacip olup, onlardan bir şeyi inkâr etmenin caiz olmadığını belirtmiştir. Bkz. Subhi es-Sâlih, Mebâhis, s. 257.

324

Örnek için bkz. Subhi es-Sâlih, Mebâhis, s. 257. Ayrıca bkz. es-Suyûtî, İtkân, I, 242. 325

Subhi es-Sâlih, Mebâhis, s. 257. 326

97

Bu hususta sahih dayanağımızın, nakil olup Arap dili kuralları olamayacağını, Arap dili kurallarının Kur’ân’a hakem değil, Kur’ân’ın bu kurallara hakem olduğunu söyler.327