• Sonuç bulunamadı

Kürtçe ve Kürtçe’nin (BDP etkisinde) Siyasileştirilmesi

Türkiye’deki demografik yapının incelenmesine yönelik yakın dönemli çalışmalar, çocukların okula başlamadan önce içinde bulunduğu ortam ile duyduğu ve bildiği diller açısından yol göstericidir. KONDA Araştırma ve Danışmanlık’ın Milliyet Gazetesi için 2006’da yaptıkları “Biz Kimiz?” adlı toplumsal yapı araştırmasına göre Türkiye’deki belli başlı etnik kimlikler şunlardır: Türk % 78,1; yerel kimlikler % 1,5; Asya Türkü % 0,1; Kafkas kökenli % 0,3; Balkan kökenli % 0,2; göçmen % 0,4; Kürt % 13,4; Arap % 0,7; Roman % 0,1; diğer ülkelerden % 0,07. Ayrıca bu kişilerin konuştukları anadillerinin oranları şöyledir: Türkçe % 84,54; Kürtçe/Kurmanci % 11,97; Zazaca % 1,01; Arapça % 1,38; Ermenice % 0,07; Rumca % 0,06; İbranice % 0,01; Lazca % 0,12; Çerkezce % 0,11; Kıptice % 0,01 (Ceyhan-Kocabaş, 2009: 7). Ayrıca Buran ve Çak’a göre (Buran-Çak, 2012: 243) Türkiye’de yaklaşık 2.219.502 kişi Kürtçe konuşmaktadır. Bu oran 1995 yılında elde edilen bir veridir, şuan itibariyle bu oranın 5 milyondan fazla olduğu tahmin edilebilir. Yine 1995 yılı verilerine göre en çok Kürtçe konuşulan ilk on il barındırdığı nüfusa oran sırasıyla Mardin, Diyarbakır, Siirt, Urfa, Ağrı, Van, Kars, Adıyaman, Bitlis ve Muş’tur (Buran-Çak, 2012: 277). Özellikle Kürtçe üzerinde duracak olursak Ceyhan da Kürtçe oranı %11.97 olarak vermiştir (Ceyhan, 2012: 232).

Kürtçenin tek bir çeşitliliği de mevcut değildir. Kurmanci olarak bilinen Türkiye Kürtçesi üzerinde Sorani, Gorani ve Zazaki dillerinin de etkisi vardır. Faik Bulut’un aktardığına göre “M. Ö. 3. yüzyılda Kürdistanı istila eden Pers halkı, Kürtleri kendi dillerini konuşmaya zorladılar. Bu dil Farsça’dan türemiş olan Pehlevice idi. Bu zorlama sonucunda, Perslere yakın olan Kürtler arasında, Hint Sanskritçesi’ne benzeyen bir lehçe oluşmaya başladı. Kürdistan’ın batı kesimlerinde oturup da Perslerden uzak kalan Kürtler arasında kullanılan dil ise Ermenice’ye

yakın bir lehçeydi. O zamandan beri Kürtler arasında üç ayrı lehçe oluşmaya başlamıştı: Kurmanci, Babani, Zazaki (Dımılî)” (Bulut: 2006: 263). Bulut, aynı sayfalarda MS 935 yılında doğan (EL Hemedani) Baba Tahir’den bahseder. Baba Tahir kaside ve şiirlerini Gorani lehçesiyle yazmıştır fakat kendisi Hemedan adıyla anılır, çünkü Medlerin başkenti Agmatan idi (Hemedan). Ayrıca Baba Tahir’in dışında, Ali Tırmaxi (Miladi 1600-1700), İbn-ül Hac (1176), Maruf El Nuhdi ve Mustafa Beg Sabıhkaran gibi şairlerin isimlerini de verir. Bunlardan hemen sonra ise Heci Kadır Koyi (1815-1892) ve Şeyh Rıza Talabani isimlerini de ekler (Bulut: 2006: 271-273). Bulut Kürtçe lehçeleri ise üç başlık altında gruplandırır (Bulut, 2006: 273-289):

a) Kurmanci: Bu grubun iki ana kolu bulunur. Biri Bahdinani (kuzey Kurmanci) diğeri ise Soranice’dir (güney Kurmanci). Bir de Kurmanci grup içinde Pehlewani grubu mevcuttur. Bu da iki çeşittir, ilki Dımili (Zazaca) diğeri ise Gorani’den meydana gelir. Türkiye’de en çok kullanılan Kürtçe ise Kurmanci olarak bilinir ve özellikle Diyarbakır, Mardin, Botan, Behdinan, Hakkari, Erzurum gibi şehirlerde konuşulur.

b) Zaza (Kırdki/Kırmancki) Lehçesi: Bu dil grubunda dört görüş mevcuttur. Eski Farsça’dan kopan bir dil; Kürtçe lehçesi, Deylemiler’in dili ve Dımılî dili olarak kabul edilir.

c) Lur/Lor Lehçesi: Luristan bölgesinde etkili olan bir dildir. Burada Lurlar ve Baxtiyar’lar bulunmaktadır. Günümüzde Lurlar Kirmanşah dolaylarındaki Ab-ı Diz ırmağının kuzeyinde otururken, Baxtiyarlar aynı nehrin güneydoğusunda kalmaktadırlar.

Demir ise Kürt dilinin lehçelere ayrılışını şöyle belirtmiştir: “Kurmanci bugün itibariyle Kürdistan’ın en çok konuşulan lehçesidir. Bu lehçelerin tarihsel açıdan oluşumunu şöyle özetleyebiliriz. Eski Kürtçe günümüzden yaklaşık 2500 yıl önce miladi döneme kadar Kurmanci ve Pehlewani şeklinde ayrıma uğramış. Kurmanci günümüzden yaklaşık 1500 yıl önce Kurmanciıya Jorin (yukarı Kürtçe, yani bugün kullanılan Kürtçe) ve Kurmanciya Jerin (aşağı Kürtçe, yani bugün kullanılan Sorani) biçiminden kendi arasında ikiye ayrılır. Pehlewani de benzer bir şekilde Gorani ve Dımılî/Zazaki olmak üzere kendi arasında ikiye ayrılıyordu. Eserleri açısından önemli olan kişiler ise Elî Herîrî (1425-1490), Mela Ehmedê

BateyÎ (1414-1495), Melayê CizirÎ (1570-1640), Feqîyê Teyran (1590-1660) ve Ehmedê Xanî (1651-1707) olarak sıralamıştır. Demir’e göre Kürtçe:

a) Kurmancî: Kürtçenin en yaygın konuşulan lehçesidir. Irak ve Iran’ın kuzey kesiminde, Suriye ve Asya Kürtleri arasında da konuşulur. Güney Kürdistan’ın Behdinan bölgesinde konuşulan Behdinani, Kuzey Kürdistan’ın Hakkari bölgesinde konuşulan Hakkari, Botan bölgesinde konuşulan Botani, Aşîtayî ve Ağrı/Doğubeyazıt çevresinde konuşulan Beyazîdî bu dildendir. Kurmanci’yi yaklaşık 15 milyon kişi konuşmaktadır.

b) Soranî: Kurmanci’den sonra en çok kullanılan lehçedir. Kerkük, Erbil, Süleymaniye, Haneqin yörelerinde ve Mahabat, Senandaj gibi bölgelerde konuşulmaktadır. Sornice’yi yaklaşık 6 milyon kişi konuşmaktadır.

c) Goranî: Özellikle İran ve İran’ın güney kesiminde konuşulmaktadır. Halepçe, Merivan ve Pawe bölgelerinde konuşulmaktadır.

d) Zazakî: Dumilî/Dimilî/Zazakî gibi adlarla anılan bu lehçe özellikle Dersim, Bingöl, Elazığ ve Diyarbakır’ın bazı ilçelerinde konuşulmaktadır. Muş ve Bitlis illerinin bir kısmı da Dimilî konuşmaktadır. Yaklaşık 4,5 milyon kişi bu lehçeyi kullanmaktadır” (Demir, 2005: 91-94).

Anadil sorunu olarak Kürtçe, Türkiye Kürtleri için en önemli sorunlardan biri olmaya devam etmektedir. Türkçe, ilkokula başlayan çocukların yaşlarından dolayı, bir süre sonra Kürtçeyi pasifize edebilmektedir. Özellikle Van, Hakkâri, Şırnak ve Diyarbakır gibi Doğu ve Güneydoğu illerinin ücra köylerinde öğrencilerin dil eğitiminde sıkıntı yaşadıkları ortadadır. Bu illerde görüştüğüm bazı köy öğretmenlerinin yaşadığı en önemli sıkıntı dil problemidir, köy öğretmenleri ilk birkaç yılın “sadece Türkçeyi öğretmekle geçtiğini” belirtmişlerdir164. Türkçe bu köy çocuklarına yabancı dil gibi durmaktadır. Çocuklar ise Türkçe gerçekliğine Türkçeyi iyi kullanmadan adapte olamamaktadırlar. Bu durum her ne kadar eskisi kadar sık görülmese dahi hala etkin bir biçimde devam ettiği yerler mevcuttur. Örneğin Van’ın Bahçesaray ilçesindeki merkezde bulunan hemen her evde internet bağlantısı

mevcutken, bazı köylerde (Yaylakonak, Çömlekçi, Akyayla, vb.) bu sıkıntılar hala devam edebilmektedir. Bu durum sadece Van ve ilçeleri için geçerli değildir, özellikle Doğu ve G. Doğu illerinin köy ve köye bağlı mezralarında bu tür durumlar görülmektedir.

BDP’nin eğitim politikasının Kürtçeleştirilmesi talebi Türkçe’de yapıldığı gibi gizli müfredat aracılı ile yaygınlaştırılabilir. BDP milletvekili Adil Kurt bu konuda şunları talep etmiştir: “Anadolu’da, Mezopotamya’da kullanılan dilleri, lehçeleri bir bir sıraladım. Yani buradaki sıraladıklarımız, burada konuştuklarımız, halkın sokakta konuştuğu dilin adının resmiyette konulmasının ne sakıncası olabilir? Müfredata konulmasının ne sakıncası olabilir? Bir eğitimci değilim ama eğitimcilerin tespitlerine göre şöyle bir durum söz konusudur: Bakın, Hakkâri’deki herhangi bir öğrenci, ana dili Kürtçe olan bir öğrenci Ankara’daki ana dili Türkçe olan bir öğrenciye göre beş yıl dezavantajlı eğitime başlıyor çünkü ilkokul beşinci sınıfa kadar ancak Türkçe öğreniyor. Siz beş yıl başka bir dili öğrenmek çabasıyla eğitimini tamamlayan bir insanla evinden anadiliyle eğitime başlayan bir öğrenciyi bir yarışın içerisine koyuyorsunuz. Her yıl Hakkâri üniversite sınavlarında son sırada yer alır, banko isimdir. Herkes son sıradaki şehri bilir. Hakkâri değilse Muş’tur, Muş değilse Şırnak’tır. Bu illerden bir tanesi son sırada her zaman yer alır. Hiç kimse sorgulamaz. O bölgelerde yaşayan çocuklar, doğup dünyaya gelen çocuklar geri zekâlılar mı? Hayır, hiç de öyle değil. Tersine, ben şöyle bir iddiada bulunabilirim: Hakkâri’de bu şartlarda doğup beş yıl dezavantajlı eğitime başlayan bir öğrenci eğer bugünkü eğitim şartlarında üniversiteyi kazanabiliyorsa süper zekâlıdır demektir. Ancak bir süper zekalı öğrenci bu kadar açığı, zaman açığını kapatabilir. Böyle bir yarışa, haksız yarışa öğrencilerini… Bu nedenle “Ana dilde eğitim şart diyoruz. Ana dilde eğitim Türkiye’de artık bir tabu olmaktan çıkarılmalıdır, çıkmalıdır”165. Unutulmamalıdır ki BDP’nin istekleri, bir ulusun nasıl kurulacağına dair ilk adımların sesleridir. Kürtler, bir millet olarak BDP’den önce de vardılar. Fakat BDP ile birlikte Türkiye Kürtleri uluslaşmaya başlamışlardır.

Anadilde eğitim, geleceğe Kürtçe ile hazırlanmak, Kürtçe okumak, Kürtçe düşünmek ve Kürtçe yazmak, daha doğrusu anadil ile bir gelecek kurma kurgusu, modern dönemin getirileri arasında yer almaktadır. Kürtler, Türkiye ile boşanmadan evliliğini sürdürmek ama ev içi işlerine karışılmamasını istemektedir. Evdeki

odalardan birine yerleşmek isteyen Kürtlerin, ev sahibi tarafından nasıl konumlandırılacağı da büyük ihtimalle, BDP’nin izlediği siyaset sonucu olacaktır BDP’nin bütün çabası özetle bu şekilde yorumlanabilir. Barış ve Demokrasi Partisi Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın bu açıdan dil konusunda bazı açıklamaları da bulunmaktadır. Taraf gazetesinde verdiği bir röportajda Neşe Düzel’in sorduğu “Nasıl tedbir alacaksınız?” sorusuna şu cevabı vermektedir: “Ortak resmi dilimiz Türkçe olsun. Kürtçe eğitim alan çocuğa da mutlaka Türkçe öğrenme zorunluluğu konulsun. Ben bundan gocunmam ki. Tam tersine, ben bu ülkenin vatandaşıysam ve vergi veriyorsam bu benim hakkımdır. Ama özerk bölgede, okulda ve kamusal alanda iki resmi dil olabilir” (Taraf, Neşe Düzel, 9 Nisan 2012). Benzer ifadeleri yaptığımız görüşme de Ahmet Türk de dile getirmiştir. Türk, anadil ve Kürt eğitim konusundaki konuşmamızda “devletin sadece ekonomik kalkınmanın üzerinde durmamasını bunun yanında okullarda Kürtçe eğitime izin vermesi” gerektiğini ifade etmiştir166.

Hasip Kaplan’da meclisteki bir konuşmasında benzer bir biçimde şunları ifade etmiştir: “Şimdi burada çok farklı talepler var, arkadaşlar dile getirdiler. Özellikle Sakarya Üniversitesinin bir arsa olayı. 327 bin atama bekleyen sözleşmeli öğretmenler. Ben bunları zaman kaybı olmasın diye şey etmiyorum, kısa bir süre kaldı, buradan hemen YÖK’e geçmek istiyorum. Arkadaşlarımız sordu, haklılar. Ben de merak ediyorum. Sayın YÖK Başkanı geçen gün bir açıklama yaptı, dedi ki: “Kürtçe, yüzde 75’i; Farsça, yüzde 25’i; Arapça yüzde 5’i de” dedi “Türkçedir.” Yani yüzde 105 yaptı. Kürtçe bir dil yok anlamında bir dil kullandı. Bir de Yaşayan Diller Enstitüsü kuruluyor. Bu nasıl bir anlayıştır? YÖK’ün başında sorumlu birisi bunu söylüyor. Ya ona yanlış bilgi veriyorlar ya kendisi bilgisiz durumda. Kürt dili Hint-Avrupa dil grubundan Kırmanci, Zaza, Sorani, Borani lehçeleri olan ama Türkiye’de de yoğun olarak Kırmanci ile Zazaca konuşulan diller. Dohuk’taki, Süleymaniye’deki, Erbil’deki, Kerkük’teki üniversiteler Kürtçe eğitim yapmıyor mu? Yapıyor. Üniversite mezunları var. Bizim öğrencilerimiz oraya gidiyor. Şimdi böyle bir durumda bugün dil sayısı 6 bin, devlet sayısı 197. Tabii ki çok kültürlülük gereği adımlar atmak, sorunu çözmek üniter devlet yapısıyla çelişmemektedir. Siyasi idari mekanizmalarla, modellerle kültürel haklar konusu iki apayrı alandır. TRT’de Kürtçe yayın başlaması, kurslar, radyo-TV konusu, atılan adımlar, Avrupa Birliği reformu

çabaları da gösteriyor ki ülkeyi bölünmeye götürecek bir korku yaşamanın gereği yok. Bunlar birbirinin önüne konulacak argümanlar da değil”167.

Kaplan’ın, Türk’ün ve Demirtaş’ın açıklamaları dil ile alakalı alınmış kararların dışa yansımasıdır, çünkü BDP hemen her yıl “Anadil” günü ile alakalı açıklamalar yapmaktadır, son ‘Anadil Günü’ ile alakalı olarak yaptığı açıklamasında kullandığı ifadeler ise şöyledir: “21 Şubat, 2000 yılından bu yana Birleşmiş Milletler’in kararıyla bütün dünyada Dünya Anadil Günü olarak kutlanmaktadır. Dili yasaklanarak baskı ve zulme uğramış bütün halklar için bugünün tarihsel anlamı oldukça büyüktür. Bu kararın alınmasında, Bangladeş halkının anadili için verdiği mücadele önemli rol oynamıştır. 21 Şubat 1952’de Bangladeş Dil Eylemleri Komitesi’nin çağrısına uyan Dakka Üniversitesi gençliğinin yaptığı eylemler, insanlığın bilincinde yer etmiş ve bu mücadeleyi anmak amacıyla UNESCO bugünü “Dünya Anadil Günü” olarak kabul etmiştir.

Anadilini öğrenme ve toplumsal yaşamın her alanında onu kullanabilme, her insanın toplumsal olarak sahip olduğu bir haktır. Bunu Selahttin Demirtaş şöyle ifade etmiştir: “Bizim niyetimiz Kürtler ve Türkler birbirini anlamasın niyeti değil. Kürtler artık bundan sonra hiç Türkçe konuşmasın, Türkçe öğrenmesin derdinde de değiliz. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı her Kürt ana dilinde eğitim yaptığı bir okul olursa, birinci sınıftan üniversiteye kadar her sınıfta zorunlu olarak Türkçe öğrensin. Vatandaşı olduğu ülkenin dilini en iyi şekilde öğrensin. Kendi ana diliyle Kürtçe eğitim yapıyorsa bile… Zaten bu ülkede Türkçe resmi dil, en yaygın dil, medyanın dili, eğitimin dili… Siz bir çocuğa Türkçe öğrenme de deseniz o öğrenecektir bu ülkenin vatandaşı olarak. Bir Türk Almanya’ya gittiğinde çocukları Almanca öğrenmiyor mu? İstediğin kadar engellemeye çalış, o ülkenin resmi, yaygın dilini öğrenir. Ama kendi ana dilinde eğitimle birlikte bunu yaparsa hem kendi dilini, kültürünü korumuş olur, hem de eğitimde ve kamusal alanda daha başarılı olur… Başka bir dilde eğitimi zorla ona dayatırsanız hem asimile etmiş, kültürel kıyım yapmış olursunuz, hem de o insan asla başarılı olamaz”168. Başarılı olamama, alınan eğitimin niteliğine bağlıdır lakin anlaşılması zorlanan bir dilde alınan eğitim için Demirtaş’ın sözlerinin haklı olduğu söylenebilir. Anadilde eğitim kavramı da, işte bu yüzden ülkemizde Kürtçe eğitim ile özdeşleşmiştir, Sırrı Süreyya Önder’in şu tasviri bu ifadeye iyi bir örnek olabilir: “Anadilde eğitim, dolayısıyla anayasa değişikliği

sürecin kilit noktalarından. Öte yandan ‘kırmızı çizgiler’in korunacağı ve komisyonda bir uzlaşı çıkmayacağı artık herkesin kabulü. Önce anadil meselesini ele alalım. Siz komisyona anadilin 19 ülkede nasıl hayata geçirildiğine ilişkin bir dosya sundunuz, bir de tıkanmayı aşacak bir formül önerdiniz. Neydi o formül? Hükümetin anadil konusunda kendisine dönük baskılara karşı geliştirdiği temel bir argüman var; ‘Türklerin hassasiyeti bana oy kaybı olarak yansıyor. Bana kalsa yapacağım ama böyle böyle bir hassasiyetle boğuşuyorum’ şeklinde. Ben de onu gerçek hayattan izole edecek, bu kaygılar gerçek değilse de bu söylemi teşhir edecek bir formül olarak düşündüm. ‘Siz Türk’ün böyle bir endişesi varsa, ilgili madeninin birinci fıkrasında bunu teminat altına alabilirsiniz, ikinci fıkrada da Kürtlerin yükselen ve artık geriye döndürülmesi mümkün olmayan taleplerine bir güvence oluşturursunuz. Bu da birbirini tekzip etmeyen bütünlüklü içerik şeklinde yapılabilir. Böyle yapan ülke anayasaları var’ diyerek, diğer ülke anayasalarından bir derleme yaptık. Bunlar kamuoyunda yeterince dillendirildiği zaman MHP’yi bile etkileyeceğini düşünüyorum. Çünkü tutarlılık denen bir şey gözetmek zorunda insanlar. Sen Bulgaristan’da asimilasyona uğratılmaya çalışılan Türkler için vaktiyle haklar talep etmişsin. Bulgaristan’da Türkler için talep ettiğini, buradaki Kürtlere de layık görmelisin. Kamuoyunda karşılık buldu ama fazlaca sürdürülmedi bu tartışma. Bence biraz kanaat odaklarının, sivil toplumun ve değişik temsiliyetlerin meseleyi buradan tartışmasına ihtiyaç var”169.

Ancak Kürtçe dışındaki anadillerin de eğitim, öğrenim ve basın yayın alanında kullanılma hakkı aynı yasaklara tabidir. Ülkemizde halen Lazca’dan Çerkezce’ye, Arapça’dan Süryanice’ye kadar hiçbir dilin resmi statüde özgürlüğü yoktur. Türkiye’de, hala Türkçü ve tekçi anlayışla hareket eden resmi devlet ideolojisi, tek dilli bir toplum yaratmak adına Kürtçe başta olmak üzere farklı dilleri yok sayarak, yasaklayarak bu ülkeye büyük zararlar vermişlerdir/vermektedirler. Öyle ki, halen Kürtçe ve diğer dillerin varlığını ve kullanımını yasal güvence altına alıp geliştirmekten söz etmek bir yana, yasaklayıcı hükümler varlığını anayasa ve yasalarda korumaktadır. “BDP milletvekilleri, belediye başkanları ve yöneticileri Kürtçe konuştukları için cezalandırılmaktadır170. Kürtçe günlük yayın yapan Azadiya Welat Gazetesi hakkında sayısız davalar açılıyor, sorumlu yazı işleri müdürü 166 yıl hapis cezasıyla cezalandırılıyor. Mahkemelerde göstermelik olarak ücretli ve sınırlı

‘anadilde savunma olanağı’ tanınıyor. Üstelik bizzat başbakan çıkıp bunun bir hak olmadığını, yeterince Türkçe bilmeyenler için verilmiş bir imkân olduğunu söylüyor. Sadece yargısal alanda değil, tekçi zihniyet siyasal alanda da kendisini gösteriyor. Hükümet yetkilileri çıkıp anadilde eğitim olmayacağını söylüyor, göstermelik seçmeli ders düzenlemeleri yapıyor. Aynı zihniyet “asimilasyonun insanlık suçu” olduğunu kabul ediyor ancak asimilasyonu bizzat kendi ülkesinde uyguluyor. Cumhuriyetin kuruluşundan buyana süren yasakçı-tekçi-asimilasyoncu zihniyetin bugünkü temsilciliğini AKP hükümeti yapıyor. Aynı tekçi zihniyet bugün AKP eliyle sürdürülüyor. Ancak onların tekçi zihniyeti bizim anadil mücadelemizi engelleyemeyecektir. 80 yıldır engelleyemediler, bu halkı kendi anadilinden vazgeçiremediler, bundan sonra da başaramayacaklar. Çünkü anadil bir insanın onurudur ve kimse onurundan asla vazgeçmez. Bugün vesilesiyle şunu belirtmek istiyoruz: Türkiye çağdaş demokratik ülkeler sıralamasında yerini almak istiyorsa bu çağdışı yasakları, asimilasyoncu politikaları bir an önce terk etmek zorundadır. Anadil yasağı bir insanlık suçudur. İnsanlık tarihi adına bir utanç tablosudur. Türkiye bu ayıbından, bu utancından sıyrılmak istiyorsa yasakları kaldırmalı, anadillerin özgürce kullanımının önünü açmalıdır.

— Yerel yönetimler, eğitim, kültür-sanat, basın-yayın kurumları ve kamusal alanın tamamında anadillerin kullanımı önündeki bütün yasaklar kalkmalı, bu dillerin geliştirilmesi ve teşvik edilmesi anayasal-yasal güvence altına alınmalıdır.

— Çağdaş, evrensel, toplumu kucaklayıcı, etnik ve dilsel farklılıklara birçok alanda özgürlük tanıyan yeni demokratik bir anayasa hazırlanmalıdır.

— Anadilde eğitim talepleri kültürel ve siyasal çoğulculuğun gerekleri olarak algılanıp insan hakları ve demokrasi kapsamında yaklaşılmalı ve ilköğretimden üniversiteye anadilde eğitim olanakları geliştirilmelidir.

— Milli Eğitim Temel Kanunu, Yüksek Öğretim Kanunu ile Radyo ve Televizyon Kanunu, Türkiye’nin çok dilli ve çok kültürlü toplum gerçeği dikkate alınarak yeniden düzenlenmelidir.

— Tek etnik ulus, tek dil ve kültür yaklaşımı terk edilmelidir. Bu noktada, farklı Anadolu dillerinde kültür-sanat etkinliklerinin hazırlanması ve sunumu, idari ve mali olarak desteklenmelidir.

— Mahalli İdareler Yasası gözden geçirilmeli, yerel hizmetlerden halkın daha fazla istifade edebilmesi için “Çok Dilli Yerel Yönetimcilik” önündeki engeller kaldırılmalıdır.

Anadiller üzerindeki yasakçı uygulamaların son bulacağına olan inancımızla, bütün dünya halklarının Dünya Anadil Günü’nü kutluyoruz.

21 Şubat 2013

BDP Genel Merkezi”171.

BDP’nin yukarıdaki açıklamasına bakıldığı takdirde “Arapça” gibi örnekleri yasaklı olarak vermesi de düşündürücü görünmektedir, çünkü Arapça için ilahiyat fakültelerinde dersler verilmektedir, ayrıca “Dili yasaklanarak baskı ve zulme uğramış bütün halklar için bugünün tarihsel anlamı oldukça büyüktür” ifadesi, Kürtlerin şu an itibariyle bile böylesine bir zulüm altında olduklarını izah etmeye çabalamaktır. İki dilli yaşam tartışmalarını değerlendiren Nalçaoğlu da, Türkiye'nin tarihi boyunca çok ciddi ezberlerle büyüdüğünü ve bu ezberlerin Kürtler tarafından bozulmasıyla bazı kesimlerin adeta elektrik çarpmışa döndüğünü söylemiştir. Türkiye'nin bir çok bölgesinde zaten tarihten bu yana çift dilli bir yaşamın hakim olduğunu kaydeden Nalçaoğlu, şehirlerin, köylerin isimlerinin değiştirilmesi172 (Coşkun ve diğ., 2010: 33) ile toplumsal şuurun değiştiğinin zannedildiğini fakat durumun bunun tam aksine geliştiğini kaydetmiştir. Bugüne kadar Türkçe dışında diğer dillere karşı uygulanan politikaları devekuşu mantığına benzeten Nalçaoğlu; “Siz şehirlerin köylerin tabela adlarını değiştirince toplumsal şuurda da bunun değiştiğini zannetmemelisiniz. Türkiye'de Kürt erkek nüfus Türkçeyi askerde öğreniyor. Bence bu geçmişten buyana uygulanan deve kuşu politikasının kalıntısıdır. Bir an önce kurtulmak gerekir. Türkiye'de iki dillilik zaten vardır. Resmi dil konusunda ise bambaşka bir tartışma yürüyor. Resmi dil konusunda da oturup teknik düşünülmesi gerekir” demiştir (Er, 2006). Evet, söylenenler söylenenlerin zaten herhangi bir gerçekliği yanlışladığı yok, zaten Bitlis’in Güroymak ilçesi, o yörelerde Nurşin olarak bilinmektedir. İsmin resmiyetteki söylemi halk tarafından pek de bilinmemektedir. Yolcular yahut dışarıdan gelen vatandaşlar, Güroymak dedikleri zaman muavin “tamam sizi Nurşin’de indiririm” diye cevap vermektedir. Nüfusu daha küçük toplumlarda ise, metropol dili her zaman baskın çıkıp yerli dilin yerini alır (Fischer, 2013: 201).

Türkçe’nin, Kürtçe’nin yerini almasını istemek gibi bir gaye içinde tabi ki de olunmamalıdır, postmodern zamanın içinde yerel dillerin varlığı, o toplumların kültürel açıdan çeşitliliğine de bir işarettir. Bülent Arınç’ın Kürtçe için kullandığı “medeniyet dili” ifadesi de bu açıdan yeniden tartışılabilir fakat Arınç’ın kullandığı