• Sonuç bulunamadı

3. KÜRESELLEŞME

3.3. Küreselleşmeye Yaklaşımlar

Küreselleşme konusunda son birkaç yılda alevlenen tartışmalarda farklı düşünceler, birbirine tamamen zıt görüşler benimsenmiştir. Küreselleşmeye yönelik yaklaşımları “ radikaller” , “ kuşkucular” ve “dönüşümcüler” şeklinde üçe ayırabiliriz:

Aşırı Küreselleşmeciler (Radikaller) : Radikaller küreselleşmenin tamamen gerçek olduğunu savunmakla yetiniyor, sonuçlarının istisnasız her yerde hissedilebileceğini de iddia ediyorlar. Global çarşı 1960’lı ve 1970’li yıllara kıyasla bile çok daha gelişkin durumda ve ulusal sınırları yıkıp geçiriyor. Uluslar eskiden sahip oldukları egemenliğin, siyasetçiler de olayları etkileme yeteneklerinin önemli bir bölümünü kaybettiler. Ulusal devlet çağı sonra erdi. İş ve işletme kanunlarında yazan Japon Kenichi Ohmoe’nin ifade ettiği gibi uluslar artık basit birer kurgu düzeyinde kaldı. Ohmoe gibi yazarlar 1998 Asya krizinin ekonomik sıkıntılarının, küreselleşme gereğini ortaya çıkardığını düşünüyorlar (Giddens, 2000: 21 ) .

Radikallere göre, endüstri uygarlığının bir ürünü olan ulus devlet, küreselleşme sürecine paralel olarak önemini yitirmiştir. Ayrıca küresel piyasa,

politikalarının yerini almaktadır, çünkü piyasa mekanizması hükümetlerden daha rasyonel çalışmaktadır. Politikalar yerel ya da ulusal ölçekte hala etkili olsalar bile, küresel ekonominin hareketlerini etkileyebilecek güce sahip değildir. Bu manada dünya ülkelerinin çoğunda, vatandaşların politikayla daha az ilgilenmeleri ya da politikaların vatandaşlar üzerinde daha fazla hayal kırıklığı yaratıyor olmaları küreselleşmenin bir sonucudur. Yani radikallere göre, piyasalar artık devletlerden daha güçlüdür. Radikal aşırı küreselleşmeciler dünya toplumunun, geleneksel ulus devletinin yerini almakta olduğunu ya da alacağını ve yeni toplumsal örgütleşme biçimlerinin belirlemeye başladığı düşüncesindedirler. Ancak bu grupta yer alanlar heterojen bir görünüm arz etmektedirler. Örneğin neo- liberaller, devlet gücü üzerinde piyasanın ve bireysel otonominin başarısını memnuniyetle karşılanırken, aynı grup içinde yer alan neo-marksistler, çağdaş küreselleşmeyi, baskıcı küresel kapitalizmin temsilcisi olarak görmektedirler. Fakat bu ideolojik yaklaşımlardaki farklılıklara rağmen, bugün giderek artan bir şekilde küresel bir ekonominin varlığına ilişkin düşünceyi de paylaşmaktadırlar (Bozkurt, 2000: 19) .

Aşırı küreselleşmeciler, bu sürecin küresel ekonomide kaybedenler kadar kazananları da yarattığını benimsiyorlar. Küreselleşme, kazanan ve kaybeden arasındaki kutuplaşmayı ekonomik düzen içinde birbirine bağlayabilir. Neo-liberal harekete göre küresel ekonomik rekabetin “sıfır toplamlı” üretimde bulunması söz konusu değildir. Ekonomi içinde belli grupların durumu küresel rekabet sonunda kötüleşse bile, hemen hemen bütün ülkelerin belli mallarının üretiminde karşılaştırılması avantajı söz konusudur. Neo- marksistler ve radikallere göre ise böyle bir iyimser yaklaşım doğru değildir. Onlara göre küresel kapitalizm, hem uluslar arasında hem de ulusların kendi içinde eşitsizlik oluşturmaktadır. Ancak sosyal kavramda geleneksel refah devleti yolunun devamının zorlaştığı ve giderek eskidiği konusunda neo-liberaller ile hemfikirdirler ( Bozkurt, 2000: 20 ) .

Birçok neo-liberal için küreselleşme, gerçek küresel uygarlığın habercisi olarak görülmektedir. Aşrı küreselleşmeci görüşe göre, küresel ekonominin yükselişi, radikal yenidünya düzeninin bir delili olarak yorumlanabilecek, küresel düzeyde kültürel karışım, küresel yayılım ve küresel yönetişim kurumlarının doğuşu, köklü bir şekilde yenidünya düzeninin delilleri ve ulusal devletin ölümü olarak değerlendirilmektedir. Artık ulus devletin sınırlarının kontrolünde güçlük çekilmektedir. Küresel ve bölgesel hükümetler daha büyük roller talep ederken,

devletin otonomisi ve egemenliği de daha fazla aşınmaktadır. Bunun yanı sıra, ülkeler arasında uluslar arası işbirliğini kolaylaştırmıştır; artan küresel iletişim alt yapısı sonucunda değişik ülkelerin hakları, ortak çıkarlarının daha fazla farkına varmakta ve bunun sonucunda küresel bir uygarlığın doğuşu için ortak bir zemin oluştuğunu savunmaktadırlar ( Bozkurt, 2000: 21 ) .

Küreselleşme Karşıtları ( Şüpheciler ) : Şüphecilere göre küreselleşme konusunda söylenen sözlerin hepsi kuru gürültüden ibarettir. Küresel ekonomi, sağladığı faydalar, kazandırdığı deneyimler ve getirdiği musibetler ne olursa olsun, önceki dönemlerde varolan ekonomiden farklı bir şey değildir. Yani dünya büyük ölçüde eskisi gibi dönüyor ( Giddens, 2000: 20 ) .

Şüpheciler, çoğu ülkenin gelirinin ancak küçük bir miktarını dış ticaretten elde ettiğini iddia ediyorlar. Ekonomik alışverişin önemli bir bölümü gerçekten dünya çapında olmaktan ziyade yakın bölgeler arasında gerçekleşiyor. Örneğin, Avrupa Birliği ülkeleri genellikle kendi aralarında ticaret yapıyorlar. Aynı durum, Asya- Pasifik ya da kuzey Amerika bölgeleri içinde geçerli ( Giddens, 2000: 20, 21 ) .

Şüpheciler, Giddens’in deyimiyle küreselleşmeye her konuda kuşkuyla yaklaşmaktadırlar. Yaşadığımız dünyada hiçbir şeyin yeni olmadığını savunmaktadırlar. Şüpheciler, küreselleşmenin geçmişine ( 19. yy’a ) bakarak, o dönemde de önemli oranda para ve mal hareketinin oluşmuş olduğunu belirtmektedirler. Günümüzde hala birçok ülkenin oldukça katı bir şekilde uyguladıkları ulusal sınır kontrollerine 19.yy’da insanların pasaport dahi kullanamadıklarını iddia ediyorlar. Ayrıca, dünya ekonomisinin de duvarlarının kaldırılması yönünde günümüzde yaşanan gelişmelerin, 100 yıl öncesine benzer bir duruma geri dönüşten başka bir şey olmadığını savunuyorlar. Kısacası, küreselleşmenin yeni bir süreç olmadığını savunuyorlar. Küreselleşme terimiyle bu kadar ilgili olunmasını zamanın ideolojisi haline gelmesine bağlıyor. Onlara göre küreselleşme, refah devletini yok edecek minimal devlet ve hükümetleri amaçlayan çevrelerin sık sık kullandığı basit bir kelimedir ( Bozkurt, 2000: 21 ) .

Bu grubun bazı üyeleri, küreselleşmeyi, kapitalizmin savaşçı olmayan yeni işleyiş mantığı ya da jeo- ekonomik emperyalizm olarak nitelerken, Chomsky gibi düşünürler ise, kar peşinde koşan mega- işletmelerin, totaliter kurumların tiranlığı olarak belirtilmiştir ( Bozkurt, 2000: 21 ) .

Şüphecilere göre küreselleşme, beklenilmeyen birey değildir; sadece aşırı küreselleşmeciler tarafından abartılarak bir efsane haline getirilmiştir. Dünya ekonomisi geçmişte olduğundan daha az bütünleşmiştir. Bunun yanı sıra ulusal devletler, uluslar arasılaşmanın edilgen mağdurları değildir. Ayrıca küreselleşme sürecinin karşısında gelişen bölgeselleşme, küreselleşmenin bir ara istasyonu değil aksine alternatifidir. Dünya küresel bir uygarlık yerine, yeni anlayışlar ekseninde bölünmeye doğru gitmektedir. Küreselleşme süreci, bir bütünleşmeyi değil farklı kültürler, farklı uygarlıklar ya da bölgeler arasında yeni çatışmaları beraberinde getirecektir. Şüpheciler, ayrıca dünya ekonomisi içindeki eşitsizliğe dikkat çekiyor ve bunun dünyada neo- liberallerin de belirttiği gibi, küresel bir uygarlığın doğuşundan ziyade, köktendinciliğin veya saldırgan milliyetçiliğin doğuşuna neden olacağını iddia ediyorlar. Ayrıca küreselleşme sürecinin ekonomik ya da teknolojik gelişmelerin sonunda ortaya çıkan bir olgu olmaktan ziyade bir ideolojik tutum olduğunu savunuyorlar ( Bozkurt, 2000: 22 ) .

Şüpheciler daha çok siyasal solda özellikle eski solda yer alıyorlar. Şüphecilere göre, hükümetler ekonomik yaşamı hala denetimlerinde tutabiliyorlar ve refah devleti varlığını sürdürüyor. Onlara göre, küreselleşme nosyonu, refah sistemini yok etmek ve devlet harcamalarında kısıntı yapmak isteyen serbest piyasacıların ortaya attığı ideolojik bir tutumdur. Gördükleriniz ise yüzyıl önceki dünyanın tekrarından ibarettir ( Giddens, 2000: 21 ) .

Dönüşümcüler: Giddens’in da içinde bulunduğu bu grup, küreselleşmeyi, modern toplumları ve dünya düzenini yeniden şekillendiren hızlı sosyal, siyasal ve ekonomik değişimlerin arkasındaki ana siyasal güç olarak görmektedir. Artık dış ya da uluslar arası ile iç işler arasında açık bir ayrım yoktur. Ekonomik açıdan 30–40 yıl öncesinden dahi çok farklı bir dönemde yaşıyoruz. Önceki pazardan çok daha fazla bütünleşmiş yeni bir küresel pazar oluşmuştur. Karşılıklı alınıp satılan malların miktarı 19. yy. ile karşılaştırılamayacak kadar fazladır. Daha da önemlisi, ekonominin artan bir şekilde hizmet sektörüne bağlı hale gelmesidir. Bilgi, eğlence, iletişim ve en önemlisi ekonomik ve finans ekonomisi içeren hizmetler en önemli sektör haline geliyor. İletişim devrimiyle birlikte anında haberleşme imkânına kavuştuğumuzdan beri, eski yapılar yıkılmaya, eski alışkanlıklar unutulmaya ve kültürlerde diğer kültürlerde karşılıklı etkileşime girmeye başlamıştır (Bozkurt, 2000: 23 ) .

Dönüşümcüler ulusal hükümetin otoritesini ve güçlerini yeniden yapılandırdığını benimsediği halde, hem aşırı küreselleşmenin “egemen ulus “devletin sonunun geldiği” iddialarının, hem de küreselleşme karşıtı kuşakların “hiçbir şey değişmedi” iddiasını kabul etmemektedirler. Evrenselci Aydınlanma düşüncesi ile modernlerin bir türevi olarak ifade edilen küreselleşme süreci, ulusal hükümetlerin gücünü yeniden yapılandırıyor. Dönüşümcüler, küreselleşme konusunda, kuşkuculardan daha ziyade, radikallere yakındırlar ( Bozkurt, 2000: 23 ) . Bu grup içinde yer alan Giddens ise, modernliğin sonucu olarak gördüğü küreselleşmeyi, uzak yerleşimlerin birbiriyle ilişkilendirildiği yerel oluşumların millerce ötesindeki olaylarla biçimlendirildiği dünya çapındaki toplumsal ilişkinin yoğunlaşması olarak tanımlanmaktadır. Ona göre, içinde yaşadığımız dönem, genç modernlik kuşkuları ile tanımlanmaktadır. Genç modernliği açıklayan mekanizmalar ise aynı zamanda küreselleşme mekanizmalarını oluşturmaktadır ( Aslanoğlu, 1998: 130, 131 ) .

Giddens, küreselleşme sürecini modern toplumların gelişmesine bağlamaktadır. Ayrıca, Giddens’a göre, küreselleşmenin ön koşulu zamanın mekândan bağımsız kılınmasıdır. Böylece toplumsal ilişkiler mekana bağımlı olmaktan kurtulmuş, zaman ve mekan yeniden yapılandırılmıştır. Giddens, küreselleşmeyi doğrudan doğruya modernleşmenin sonucu olarak görmektedir. Modernizasyon toplumsal ilişkileri yaygınlaştırmaktadır. Toplumlar arasında küresel ilişki ağları kurulmaktadır, yerel faaliyetler karmaşıklaşırken uzak mesafeler arası ilişkiler gelişmektedir. Küreselleşme ile birlikte yerel bir faaliyet kilometrelerce uzaktaki olayları etkilemektedir ( Eşkinat, 1998: 73, 74 ) .

Robertson’ın ise küreselleşmeye yaklaşımı şöyledir; ona göre küreselleşme, farklı yaşam biçimlerinin karşılaşmasını içine alan bir süreçtir. Bu durumda küreselleşmeyi modernliğin sonucu olarak değerlendiren Giddens’ın görüşlerine katılmamaktadır. Robertson’a göre küreselleşme, batı kökenli bir proje olarak modernitenin sonucu değildir. Artan oranda küreselleşmiş bir dünyada uygarlığın, toplumsallığın, etnik, bireysel kimliklerin, bireysel bilinç artışının etkileri söz konusudur. Bu açıdan Robertson, küreselleşmeyi kültürel olarak homojenleştirici güçlerin diğer kültürler üzerindeki egemenliğinin zaferi olarak gören görüşlere katılmamaktadır. Robertson, küreselleşme yerine süreçlerin önemini, küreselleşmenin

heterojen yönünü vurgulayan küre-yerelleşme kavramını önermektedir ( Aslanoğlu, 1998: 138 ) .

Robertson’un küre-yerelleşme tanımı, süreçlerine ve heterojeniteye önem vermektedir. Bu ise yerellikler arasındaki etkileşime bakmayı gerektirmektedir. Yerellikler küresel süreçlerde oluşturulmaktadır. Yerellikleri küresel süreçlere karşı direnen alanlar olarak gören görüşe, küreselleşmenin modernitenin direk sonucu olarak yaklaşan fikirle ulaşıldığını belirtir. Robertson’a göre, yerel olan küresel olana karşı direnen şeklinde değerlendirilmemelidir. Yerelleşme, küreselleşmenin bir yüzüdür. Robertson’a göre küreselleşme süreci küresel olan ile yerel olanın ya da daha genel olarak evrensel ile tikelin iç içe geçmelerinin bir sonucudur. Küreselleşme bu çerçevede dünyanın bir bütün olarak sıkışması ve yerellikleri birbirine bağlaması ile gerçekleşmektedir ve içinde yerelliğin keşfini taşımaktadır. Yerelliği keşfetme küresel süreçler aracılığıyla gerçekleşir ( Aslanoğlu, 1998: 140, 141 ).

Waters’ın küreselleşmeye yaklaşımı ise şöyledir; Waters için küreselleşme semboller düzeyinde gerçekleşecek bir olgudur ve ulaşılacak olan kültürel küreselleşmedir. Dünyanın küçülmesi ve küreselliği bir bütün olarak algılama bilincinin artmasının kültürel küreselliğin ortamını oluşturması beklenmektedir. Waters’a göre küreselleşme sosyal, ekonomik ve kültürel düzenlemeler içinde mekânın etkisinin giderek azaldığı ve bireylerin bunun farkına varma düzeylerinin arttığı bir süreçtir. Waters’a göre, ayrıca üretime dayalı ekonomik etkinlikler yerelleştirme, siyasi etkinlikler uluslar arasılaştırma, simgesel etkinlikler küreselleştirme eğilimi taşır. Waters, küreselleşmenin itici gücü olarak kapitalizmin ve ulus devletin krizini görmektedir. Kapitalizmin krizi, mekânı yeniden yapılandırarak aşması ile küreselleşme sağlanacaktır ( Aslanoğlu, 1998: 144, 145 ) .

Sonuç olarak küreselleşme, bir yoğunlaşma ve sıkışma duygusunu anlatmaktadır. Ekonomik- siyasal ve kültürel alanda süren küreselleşme, mekânla etkileşim içinde yayılmaktadır ( Aslanoğlu, 1998: 145 ) .