• Sonuç bulunamadı

3. KÜRESELLEŞME

3.5. Küreselleşme ve Kapitalizm

Bir dünya sistemi olarak kapitalizm ulus devletlerden oluşan hiyerarşik bir biçimde örgütlenmiş bir siyasi ve ekonomik ilişkiler sistemidir. Bu sistemin ayırt edici yönü, devletlerin ulusal düzeydeki politik inşası ve sermaye birikiminin küresel niteliğidir. Uluslar arası para ve ticaret sisteminin düzenlenişi ile bu düzenlemelere imkân veren uluslar arası kurumsal yapılar ve hukuk devletlerinin toplumsal düzeydeki hâkimiyetleri üzerine etki yapmaktadır. Kapitalist dünya sisteminin bu özelliği para ve hukuk üzerine kurulan ulusal devletlerin, dünya ölçeğindeki sermaye birikiminin kurallarına yani dünya parasına ve uluslar arası hukukun sınırlarına dâhil olması anlamına gelir ( Köse; Öncü, 2003: 110, 111 ) .

Küreselleşme süreci, kapitalizmin doğası, özellikle de politik ve sosyal alanlarla ilişkisinden ayrı düşünülemez. Küreselleşme dinamiğinin kapitalist sistemin gelişme sürecinden bağımsız olmadığını ve kapitalist sistemin çekirdeğini de sermaye birikim rejiminin oluşturduğunu varsayarak bir dünya sistemi olarak kapitalizmin sermaye birikim rejiminin belirli bir gelişme düzeyinde küreselleşme sürecine ulaştığını düşünmek tutarlı bir yaklaşım olacaktır. Sermaye açısından optimal çözümlemeye uygun bir alan oluşturan küreselleşme, kapitalist toplum dinamiklerinin gelişimi ile sermaye ekseninde güçlü bir ilişki ağı içinde paralellik göstermektedir ( Alada; Sayıta Usta; Temelli, 2002: 236 ) .

1960’ların sonu ve 1970’lerin başında yaşanan kriz süreci ve bu süreci izleyen arz şokları yeni bir üretim organizasyonunun hâkim ilişkiler sistemini belirleyeceği izlenimini dünya ölçeğinde göstermiştir. Yeni birikim rejiminin üretim organizasyonu olan esnek üretim biçimi yenidünya düzeninin esnekliğini de sağlayacak bir sistem olarak yaşamın tüm alanlarını hızlı bir biçimde değişim sürecine itmiştir. Yenidünya düzeni sloganıyla sistemin hâkim alanlarında hızlı bir biçimde yaşama geçen küreselleşme tüm dünyayı da kapitalizmin biçimi çevresinde etkisi altına almış ve küreselleşme ile uyumlu politikaların yaşama geçmesi için gerekli dönüşüm işlevlerini göstermiştir. Bu dönüşümün yaygın bir şekilde desteklenmesi hâkim kapitalist merkezin dünya ölçeğinde daha önce görülmemiş bir etki merkezi olmasıyla da açıklanabilir. İkinci büyük savaştan 1960’ların sonuna kadar gözlenen süreç kapitalizm ve merkez ülkeler için oldukça iyi gelişmelerin olduğu bir dönemdir ( Alada; Usta Sayıta; Temelli, 2002: 236, 237 ) .

Kapitalizm, küreselleşmenin yönlendirdiği bir dünya öngörmektedir; serbest piyasa, serbest rekabet, serbest uluslararası ticaret, serbest faktör (emek ve sermaye) hareketliliği bütün bunlar kapitalizmin doğal unsurlarıdır. Saf haliyle küreselleşme, olumlu ve olumsuz yanlarıyla kapitalizmin “ideal” bir dünyasıdır. Gelecekte küreselleşme süreci, kapitalizmin alacağı yöne göre ya yumuşayacak yada “vahşi” rekabeti artıracaktır. Dünyadaki silahlı çatışmalar güç dengelerinin değişmesini, ABD ve Japonya’nın geleceği, Çin, Hindistan gibi ülkelerin gelişme dereceleri ve ABD’nin bütün bunlara karşı tavrı, kapitalizmin yönü ve küreselleşmenin çizgisini belirleyecektir ( İyibozkurt, 1999: 108, 109 ) .

Kapitalizmin sermaye birikimi ve tekelleşme eğilimleri, küreselleşme sürecindeki serbest piyasa ve serbest uluslar arası ticaret uygulamalarına rağmen varlığını korumaktadır. En son otomotiv alanında yaşananlar bu durumu belgelemektedir. Örneğin, İngilizlerin ünlü Roll Royce’u Alman BMW’ ye satılarak bir dev firma, başka bir dev firma içinde kaybolacaktır. Aynı şekilde Almanya’nın Mercedes üreten daimler- Benz firması ABD’nin Chrysler ile birleşti. Böylece şimdiye kadar yapılan en büyük birleşmeden biri daha gerçekleşmiş oldu. Birleşmeler, küreselleşme sürecinin getirdiği rekabet sonucudur. Firmaların uluslararası boyutlarda birleşmeleri, ulusçuluk yerine çok uluslu ortakların artmasına neden olmaktadır. Böylece küreselleşme, ulusçuluk kavramını aşarak rekabet yerine tekelleşmeyi ön plana çıkartmaktadır ( İyibozkurt, 1999: 109 ) .

Kapitalist sistemin belirgin bir şekilde 16.yüzyılda temelleri atılmıştır. Dolayısıyla dünyanın tümünü işgal etmeye başlayan batılı güçlerin amacı, dünyanın batı dışı alanlarını batı için kullanmak ve sömürmek olmuştur. Bu nedenle, çeşitli uygarlıklar yok edilmiş, milyonlarca insan ya katledilmiş ya da köle haline getirilerek ham madde kaynaklarının işlenmesi sırasında çalıştırılmıştır. İşte 16.yy’dan itibaren temelleri atılan kapitalist sistem, küreselleşmenin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Çünkü 16.yy’da da her şey pazar ve batının refahı için yapılıyordu. Kökleri oldukça eskiye dayanan küreselleşme, yeni bir kavrammış gibi gündeme getirilmek istenmektedir. Oysa küreselleşme, kapitalist sistemin sadece yeni bir aşamasıdır. Batılı ülkeler kapitalizmin ortaya çıkışından itibaren dünyayı sadece kendi çıkarları için işleyen bir pazar haline getirmek için çalışmaktadırlar ( Kaçmazoğlu, 2002: 218, 219 ) . Batının 19.yy’da dünyanın egemenliğini kesin bir şekilde ele geçirmesiyle küreselleşme ve batı sömürü sistemi günümüze yaklaştıkça dozunu artırarak sürmüştür.

Küreselleşme, kapitalizmin daha geniş bir coğrafyayı, daha gelişmiş yöntemlerle içine alarak yeniden yapılandığı bir süreçtir. Dolayısıyla kaba sömürü yöntemlerine göre daha bir cilalanmış, boyalanmış, göze batan yanları giderilmiş bir aşamadır. Küreselleşme kapitalist batı sisteminin teknoloji, ulaşım, haberleşme alanlarındaki gelişmelere bağlı olarak çağa ve zaman göre aldığı yeni bir isimdir. Küreselleşme, batının doğu ile ilişkileri sonucu geçen, ortaçağ döneminde şekillenmeye başlayan ve zamanla kolonist- kapitalist sömürgeci sistemin çeşitli süreçlerinden geçerek geldiği yeni bir yapılanma sürecinden başka bir şey değildir ( Kaçmazoğlu, 2002: 219, 220 ) .

Gerek küresel, gerek toplumsal düzeyde yaşanan eşitsizliklerin ve yoksullukların, kapitalizmin eşitsizlikler üzerine kurulu yapısıyla ilgili olduğu açıktır. Büyük sermaye birikiminin ancak tekelci üretim ve ticaret, özellikle uluslar arası ticaret ve yasa dışı yolların sağladığı aşırı karlarla gerçekleştiği ortadadır.1980’li yıllar sonrası kapitalizmin egemenlik alanı, hem de ucuz emek kullanım olanağını artıran etkisiyle küresel kapitalizmin önünü daha da açmış ve görülen aşırı zenginliğin oluşmasını sağlaşmıştır ( Koray; Alev, 2002: 451, 452 ) .

Küreselleşme, batı kapitalizminin kendi sistemini yaygınlaştırmak için ürettiği moderinite, postmoderinite ve yenidünya düzeni gibi kavramların devamı ve en son modeli olarak piyasaya sürülmüştür. Küreselleşmenin 1980’lerin ikinci yarısından itibaren yoğun bir şekilde ele alınmasının nedeni, batı kapitalist sisteminin yeni bir kriz içerisine girmesi ve bu krizden küreselleşme ile çıkılmak istenmesidir ( Kaçmazoğlu, 2002: 220 ) .

1980’li yıllarda, dünyanın ve ulusların egemen kapitalizmlerin dinamiği ile uluslar arasılaşması, çok uluslulaşması, küreselleşmesi; egemenlik altındaki ülkelerdeki, aynı zamanda da egemen ülkelere de karşılıklı bağımlılıkların derinleşmesi, yeni teknolojik değişimler yoluyla kapitalizmin maddi olmayan mal üretiminde genişlemesi süreçleri görülen başlıca eğilimlerdir ( Beaud, 2003: 309 ) .

Kapitalizmin beş yüz yıllık tarihi dört ana hegemonya dönemine (Ceneviz, Hollanda, İngiltere, Amerika) sahne olmuştur. İlk iki hegemonya dönemi (Ceneviz ve Hollanda) birlikte değerlendirildiğinde, bu 15. yy’da “kural dışı kuşatılmış bölgelerde” yaşam alanı bulan kapitalizmin Avrupa siyasal sistemini parçalayıp, iktidar ve sermayesinin birleşmesi ile oluşan yoğunlaşmış teritoryal güç ilişkisine dönüşüm sürecidir. Ulus devletinin oluşumuyla şekillenen bu süreç İngiliz hegemonyasıyla yaygın bir ticaret ve pazar genişlemesinin ürettiği bir dünya sistemine, Amerikan

hegemonyasıyla ise bir dünya üretim sistemine ( dünya kapitalist toplumuna ) doğru bir evrim süreci geçirmiştir ( Köse; Öncü, 2003:112 ) .

Marksist yaklaşıma göre küreselleşme hem yeni bir süreç değildir, hem de bu süreç kapitalizmin mantığı ve işleyişine bağlıdır. Bu yaklaşımda, küreselleşmenin en az 500 yıl önce keşiflerle başladığı ve arkasındaki emperyal gücün desteği ile yeni bir ekonomik sistem kurduğu ileri sürülmektedir. Bu görüşe göre küreselleşme süreci Batı’da kapitalizmin gelişmesiyle hız kazanmakta, örneğin 19. yy’da İngiltere’nin bir dünya imparatorluğu olmasıyla 20. yy’da ABD’nin dünyada kazandığı ekonomik ve siyasal güç aynı mantığı taşımakta, geçmişteki sömürge imparatorluğuyla bugün ABD’nin politik ve ekonomik imparatorluğu arasında sermayenin belirleyici gücü açsından önemli bir fark görülmemektedir. 20. yy’ın sonlarında tekrar hızlanan küreselleşme sürecinin gerisindeki temel distüründe, sınırlı bir dünya ticareti içinde sermaye birikimi konusunda sorun yaşayan kapitalizmin pazarı ve tekelci yapıyı genişletme ihtiyacı olduğu ileri sürülmektedir. Kısacası, kapitalizmin gelişmesiyle yeryüzünde hep ekonomik bir hegemonya söz konusu olmuş, merkez-çevre ayrımı yapılmıştır. Üstelik bu katmanlaşma kapitalizmin gelişmesi için bir şarttır. Örneğin bugün dünyanın %20’lik nüfusu üretimin %85’ine sahiptir ( Koray; Alev, 2002:447 ). Bu bakış açısıyla birlikte küreselleşme bir yandan kapitalizmin genişleme mantığıyla açıklanırken, diğer yandan da kapitalizmin genişlemesinin yarattığı sorunlar ve küresel eşitsizlikler üzerinde de durulmaktadır. Örneğin, küreselleşmenin özellikle emek açısından ortaya çıkardığı sorunlara dikkat çekilmekte ve emeğin statüsünü düşüren, sektörlerin kadınlaşmasına neden olan, eve iş verme sistemini yaygınlaştıran, enformel sektörü büyüten, geçici çalışma, standart dışı çalışma şekillerini yaygınlaştıran ve çevre işgücünü durmadan büyüten gelişmeler ortaya konmaktadır ( Koray; Alev, 2002: 447 ) .

Küreselleşme süreci, batılı ülkelerin ve dev şirketlerin kurdukları kapitalist sistemin oluşturduğu, ekonomik ve siyasal örgütlerden oluşmakta ve bu sistem dünyada yaygınlaşmaktadır. Global kapitalist dünya ekonomisi, güçlü askeri örgütler, silah sanayi, iletişim olanakları ile zengin kaynakları elinde bulundurmakta; dünyayı çeşitli alt sistemlere bölerek güvenliğini sağlamaktadır. Bu sistemi yürüten ve sistemin tepesinde bulunanlar ise batının üst sınıfları ve onların dünyadaki taşeronlarından oluşmaktadır ( Kaçmazoğlu, 2002: 224 ) .