• Sonuç bulunamadı

Çok kısa anlamı ile müze zamanda ve mekanda dağınık bir takım objeleri, kolaylık olsun diye, bir tek çatı altında toplamak ve bu objeleri inceleme, etüt etme ve zevk almak amacıyla yetiştirmek için düşünülmüş bir binadır (Allan, 1963: 5). Bu bina ayrıca bireylerde gözlem, mantık, yaratıcılık hayal gücü ve beğeni duygusunun oluşmasına ve gelişmesine katkıda bulunabilecek, bu değerleri toplumun yararına kullandırarak insanların ders çıkarmalarına vesile olacak başlıca yaygın eğitim kurumlarıdır (Buyurgan ve Mercin, 2005: 30).

Kültür varlığı dendiğinde kuşkusuz ilk akla gelen kavramlardan bir tanesi müzelerdir. Çünkü müzeler insanlığın kültürel değerlerinin toplandığı mekanlardır. En basit anlamıyla müze, eşya koleksiyonlarını inceleme, etüt etme ve zevk alma amacıyla yerleştirmek için düşünülmüş bir binadır.

Müze sözcüğü Grekçe “Mouseion” kelimesinden türemiş olup, Yunan Mitolojisinde Musa’lar (İlham Perileri) adı verilen tanrıçalara adanan tapınak ve Atina’da Musa’lara ayrılan tepe anlamına gelmektedir. Latinceye “Museum” şeklinde geçen kelime diğer dünya uluslarının dillerine geçmiştir. İlk defa bilimsel bir amaca hizmet edecek bir saha teşkil etmekten ziyade, insanların güzel sanatlara ruhen bağlı olmalarından ve bu bağlılığın bir şekilde sergilenme, başkalarıyla paylaşma ve takdir görme tezahürüne istinaden doğmuştur (Buyurgan ve Mercin, 2005: 29).

İnsanlar doğası icabı değer verdiği şeyleri tarihin her döneminde saklama gereği duymuşlardır. Diğer canlılardan farklı olarak önemli gördüğü nesneleri biriktirmeye özen göstermesi bu saklama güdüsünün ilk çağlardan itibaren insanda var olduğunu göstermektedir. Müzelerin ortaya çıkış nedenlerinden birisi de insanoğlunun değerli ve ender bulunan objeleri toplama, biriktirme ve saklama gayreti ve tutkusudur.

İnsanlar, hem doğaya karşı üstünlüğünü ve mücadelesini hem de bilinmeyen güçler karşısındaki korkusunu ve saygısını ortaya koyan, kendi yaratıcı güçlerini gün yüzüne çıkaran ve kanıtlayan eserleri korumaya devamlı özen göstermişlerdir. Tarihin her döneminde insanlar tarafından bu tür eserler ortaya konulmuştur. Dinsel açıdan önemli saydıkları, tapınaklara ve dinsel törenlerle ilgili kutsal mekanlara hediye amacıyla bırakılan ve adak olarak kabul edilen çeşitli objeler, daha sonra oluşacak olan koleksiyonculuğun ve müzeciliğin temelini oluşturmaktadır. Tapınaklarda toplanan, insanların ürettikleri koleksiyonların ilk örneklerini Mezopotamya, Anadolu, Mısır ve Yunanistan’da görmekteyiz (Gerçek, 1999: 3).

Müze, insanın dünyanın bütün bölümlerindeki tarihi bizim için canlandırmak, insanın, içinde yaşadığı çevreyi tanımakta nasıl ilerlediğini, aile hayatını nasıl teşkilatlandırdığını, sanatların, tekniklerin, kültürün ve uygarlığın nasıl geliştiğini gösteren halka açık, çalışma, eğitim ve eğlendirme amacıyla koruyan, araştıran, bildiren ve sunan, kâr amacı gütmeyen, halkın ve halkın gelişiminin hizmetinde olan kurumlar olarak bir yönüyle tüm insanlığa uygarlık tarihini kronolojik olarak açıklayan bir etüt merkezidir (Allan, 1963: 5). Müzeyi, geçmişi “geçmiş” haline getiren, daha doğrusu

belli bir geçmişin “geçmiş” olarak seçilip algılanmasını sağlayan bir mekan olarak düşünebiliriz.

Müze, tarih ya da bilim kitaplarında yer alan bilgilerin, nesneler aracılığıyla canlandırıldığı mekanlardır (Shaw, 2004: 7). Halil Edhem Bey müzeyi şöyle tanımlar: “İlim, fen ve sanatların her şubesine mahsus eserler ve eşyadan oluşan koleksiyonların teşhir ve muhafaza edildiği binalara müze denir.” Uluslararası Müzecilik Konseyi (ICOM)’nin Brezilya’nın başkenti Rio De Janerio’da 1958 yılında yaptığı müze tanımına göre: “Kültürel değerler taşıyan öğelerden kurulu bir bütünü korumak, değerlendirmek, halkın, özellikle gençliğin eğitimi, öğretimi, eğlenmesi, dünya görüşünün yenilenmesi, yapıcı ve yaratıcı yeteneklerin işlenmesi, özgeci ve insancıl duyguların beslenip güçlenmesi için çeşitli belgelerle daimi sergileme yapan ve çoğunluğun yararına yönetilen kuruluşlara müze denir.” (Gerçek, 1999: 10). Müze alanında yaşanan değişikliklere paralel olarak müze tanımlamalarında da değişiklikler yaşanmıştır. Nitekim Uluslararası Müzecilik Konseyi (ICOM) en son 2002 yılında yaptığı müze tanımında: “Müzenin; ticari amaçlar dışında kurulmuş, toplum hizmetinde olan ve toplumun gelişmesine katkıda bulunan, halka açık, insanların çevresindeki maddi olguları eğitim ve eğlence, araştırma ve eğlence amaçlı olarak toplayan, muhafaza eden, sergileyen ve açıklayan kuruluş” olduğunu belirtmiştir. Bunun yanı sıra aşağıdaki kuruluşlar da müze kategorisine dahil edilmiştir.

Doğal, arkeolojik ve etnografik abideler, çevreler ve tarihsel anıtlar,

Canlı türlerinden bitki ve hayvanların canlı olarak sergilendiği koleksiyonları barındıran kuruluşlar,

Bilimsel merkezler ve astronomi merkezleri,

Ticari amaç dışında kurulmuş, sanat eserlerinin sergilendiği galeriler, Doğal koruma alanları,

Koruma, araştırma, eğitim ve yetiştirme yanında, belge toplama ve müzecilik ile ilgili diğer faaliyetler içinde bulunan, ticari amaca yönelik olmayan kuruluş ve organizasyonlar,

Somut ve somut olmayan kültürel kaynakları yöneten, devamlılığını sağlayan ve koruma imkanlarına sahip kültür merkezleri ve diğer kuruluşlar (Ekici, 2004: 60).

Müze bireylerdeki zevki geliştirmek, tarih bilincini oluşturmak, bilgi üretip yaymak, farklı sosyal sınıflar için ortak alışkanlıklar yaratmak, farklı grupları aynı ideoloji çerçevesinde toplamak vs. gibi bir işlevselliğin yanında toplum için sadece sınırlı ve yerel öneme sahip kuruluşlar değil, özellikle dünyada yaşanan hızlı değişimin de yansıması olarak küresel bütünleşmeye katkıda bulunan öğelerden biridir (Nalçakan ve Kandemir, 2005: 25).

Madran’a göre (1999: 6) toplum ve gelişiminin hizmetinde olan, halka açık, insana ve yaşadığı çevreye dair tanıklık eden, malzemelerin üzerinde araştırma yapan, toplayan, koruyan, bilgiyi paylaşan ve sonunda inceleme, eğitim ve zevk alma doğrultusunda sergileyen, kör düşüncesinden bağımsız, sürekliliği olan bir kurumdur müze.

Müze, geçmişe bakarak insanların kurumsallaşmış bir nostalji yaşamasını sağlayarak, tarihsel hafıza içerisinde iç görüye varılarak ve öz kimliği buldurarak geçmiş, bugün ve gelecekle ilgili düşünsel tasavvurlar yetisi oluşmasına katkı sağlar (De’Haan, 2000: 159). İnsanın bir ayağının geçmişte bir ayağının ise gelecekte olmasını sağlar. Bu da geçmişin tecrübesinden yola çıkarak geleceği şekillendirmesine kaynaklık etmektedir.

Atagök’e (1999a: 71) göre müzeler, kültürel birikimi korumakla başlayan temel amaçlarının, toplumun eğitim ve öğreniminin artırılması, güzel duyu görgüsünün yerleşmesi, geçmişin, bulunduğumuz anın ve giderek geleceğin açıklanması, yorumlanması, belgelenmesi, yaratıcılığın desteklenmesine dönüşmesi ile günümüzde kültürel altyapının gelişiminde rol oynayan etkin kurumlardır.

Müzeler, ortak amaçları olan toplama, koruma, belgeleme, sergileme ve eğitimin yanında bireyleri eğlendirme gibi bir misyona da sahiptir. Ancak günümüzde müzeler yalnızca bir ulusa ait sanat ve kültürel değerlerin korunduğu mekanların dışında, kendini çağa uydurmaya çalışan, gelişmeleri yakından takip eden, geçmişi tanımanın yanında geleceği de şekillendirme kaygısı taşıyan birey ve toplumun modernleşmesinin bir aracı haline gelmiştir (Buyurgan ve Mercin, 2005: 55).

Bir taraftan eserlerin bu tür doğal ve yapay durumlara (aydınlatma) rağmen korunmalarının sağlanması diğer taraftan koleksiyonundaki eserlerin hem kolayca bulunabilmeleri, hem de kaybolmamalarını sağlamak için yapmış olduğu belgeleme işlerinin sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Özellikle esrelerin

belgelenmesi, bu yapıları tarih bilimine yaklaştırma açısından ayrı bir öneme sahiptir (Buyurgan ve Mercin, 2005: 58). Müzenin toplumun hem kültürel hem de doğal mirasını koruyan, depolayan kuruluşlar olarak kalmayıp, çağdaş müzeciliğin işlevleri ile donatılmış birer kültürel eğitim kurumu olduğu bugün kabul görmüş bir tanımlamadır. Çünkü müzelerin, geçmişe ait değerlerin korunmasının yanında geleceğe değer katmaları, geleceği şekillendirme açısından yaptığı katkılar göz önüne alındığında, bir ayağının geçmişte ve bir ayağının gelecekte olduğu görülmektedir (Özkasım, 1999: 46). Hatta günümüzde geleceği şekillendirme ve yorumlamada daha fazla ilgi gördüklerini gözlemlemek mümkündür.

Artık müzeler günümüzde huşu ile gezilen mekanlardan, eğitimin zevkle eğlenceyle verildiği yaygın eğitim, açık üniversite, kültür ve eğlence merkezlerine dönüşmüştür. Artık toplama, koruma, belgeleme ve sergileme gibi görevlerinin yanında toplumu eğlendirerek eğitmeyi de hedefleyerek, koleksiyonları topluma ilgi çekici kılmaya özen gösteren müzeler, edilgen bir anlayıştan etkin bir müze işletmeciliğine geçişte, koleksiyonlarındaki yapılara olan sorumluluklarının yanı sıra insana ve topluma karşı da sorumluluklar yüklendiler. Bu sorumluluk çerçevesinde çokta haberdar olmayan toplumla müzeler arasındaki ilişkiyi sıklaştırmayı sergiler, sergileme anlayışları ve tasarımlarıyla artırmayı amaçladılar (Atagök, 1999a: 72). İnsanların bu mekanlardan yararlanmalrı ve eğitimsel yönlerinin gelişmesi amaçlandı.

Avrupa’da bu kurumların toplum için yararının kavranmasına bizden çok daha öncelerde başlandı. 18. yüzyıl Avrupa’sında Aydınlanma Dönemi’nin bilgi kaynağı olarak önemli kurumlar arasında kabul edilen müzeler, dönemin en önemli gelişmelerinden biri olan araştırmayı destekleyen kurumların kurulması hareketinin içinde yer almışlardır. Nitekim Caspar F. Neickel tarafından yazılan 1727 tarihli “Museographia” adlı eserde müzenin ilk kez önemli bir eğitim aracı olarak tanımlandığı görülmektedir (Tezcan ve Ödekan, 2006: 49). İnsanlar artık gezilip çıkalan bir mekan olmakdan ziyade, adeta bir derslik gibi eğitim ve öğretim amaçlı kullanmaya başlamışlardır. Bunun adına okulda denebilir, dersanede fark etmez.

19. yüzyılın başlarında yönetimlerin gücü ve varlıklarının başlıca göstergeleri olarak birçok yeni müze açılmaya başlamıştır. Özellikle fethedilen topraklardan elde edilen egzotik materyaller ve değerli hazineler Avrupa’ya kolonilerden akmaya başladı ve bu eşyaların teşhir sorunu da müzelerin açılmasına kaynaklık eder. Louvre’deki Napolyon müzesi bunların en önemlilerinden birisi olarak değerlendirilebilir. –

Günümüzde Louvre müzesi 7 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerden üç tanesi Doğu Sanatları, Mısır Sanatları ve Yunan Sanatları bölümleridir- Yalnız Avrupa değil aynı zamanda Kuzey Amerika’da da uluslararası yağlıboya koleksiyonlar ve doğal tarihsel mekanların toplandığı yerler oluşturulmuştur. Dünyanın sayılı müzelerinde birisi olan Metropolitan Müzesi’nin içerisinde Amerikan dekoratif sanatları, yağlıboyalar ve heykellerin yanında Antik Yakındoğu Sanatına, Asya Sanatına, Mısır Sanatına, Avrupa Sanatına, Yunan ve Roma Sanatına, İslam Sanatına ve Afrika- Okyanusya Sanatına ait eserler de sergilenmektedir.-

Halka karşı görev ve sorumlulukları olduğunun farkında olan müzeler, adeta bir eğitim kurumu gibi ziyaretçilere birçok yeni kavram ve yaklaşımlar öğretmektedir. Bunu yaparken de ziyaretçilerin çok da bilinçli olarak gelmeleri gerekmemektedir. İnsanın, dünyanın bütün bölümlerindeki tarihini izleyicileri için canlandıran; insanın içinde yaşadığı çevreyi tanımakta nasıl ilerlediğini, aile hayatının nasıl teşkilatlandırıldığını, sanatların, tekniklerin, kültürlerin, uygarlıkların ve toplumlar arasındaki değer farklılıklarının nasıl geliştiğini sergileyerek, birbirlerinden ayrılan unsurların neler olduğu ve gelecekte de nasıl bir seyir alacağı konusunda yol göstericileridir: müzeler (Allan, 1963: 5).

Batı toplumlarında sanayileşme devri ve sonrasında kendini gösteren kentsel çevrelerdeki hızlı değişimin sonucu olarak, gelecek kuşakların anlayabilmesi için geçmişi “kurtarmak” düşüncesi etrafındaki oluşum müzeciliğin en temel dayanağı olmuştur. Bu yaklaşımın sonunda müzeler genelde edilgen bir topluma tek parça katı bir geçmişi dayatan otoriter kuruluşlar olmaktan sıyrılıp farklı kesimlerin ihtiyaçlarına duyarlı, toplumlarla ilişki kuran, bazen de zor ve tartışmalı konuları gün yüzüne çıkaran, toplumların yararlanması için onların hizmetine sunan kurumlar haline getirilmiştir. Bunun sonucunda da müzeler artık insanların girmekten çekindiği, korktuğu, kendisi ile arasına mesafe koyduğu tapınak olmaktan çıkarılarak; onların çok rahat, bir heves ve şevkle gittikleri cazibe merkezi kurumlar olmuştur (Merriman, 2000: 70).

Atagök’e (1999b: 138) göre müzelerin topluma kazandırdığı değerler şöyledir: Müzeler insanlığın doğal gelişimini belgeler, sürecin tanınmasına katkı sağlar, bilgi verir.

Müzeler geçmişi sunar, insana insanlığın heyecanını verirken onun yaratıcılığına katkıda bulunur, yaratıcı gücü ve düşünceyi kamçılar.

Müzeler geleceği yönlendiren-yönlendirebilecek değerlerin yerleşmesini sağlar. Müzeler yeni toplumsal değerlerin oluşmasını sağlar.

Müzeler insani değerleri geliştirerek bireylerin toplum içerisinde kaynaşmalarını sağlar.

Müzeler bugünün teknolojik toplumundaki insana insani değerleri sunarak, yalnızlığınızı giderir, sosyalleştirir, topluma dahil eder, eğlendirir.

Müzeler, toplumun bilimsel ve sanatsal gelişimine katkıda bulunur, insanları gelişmelerden haberdar eder.

Müzeler, insanın içinde yaşadığı kendi toplumunu tanımasına ve toplumunun geçmiş değerlerini öğrenmesini sağlar.

Müzeler, toplumların birbirlerini tanımalarına bu tanıma sonrasında da kültürlerin birbirine yaklaşmasına neden olur.

Çağdaş anlayışla müze, bireye, koleksiyonunda barındırdığı nesnelerin anlamını, yararını ve değerini kavratarak; bilgisini geliştirme yollarını öğreten bir eğitim kurumu işlevini üstlenmiştir. Bu bağlamda müze, geçmişten geleceğe aktarılacak nesnelerin toplanıp, saklanıp, korunup, sergilenmelerinin yanı sıra, onların işlevsel ve sanatsal açıdan öğrenilmesi ile tarihsel ve toplumsal açıdan değerlendirilmesini sağlayan çok yönlü bir kurum olarak değerlendirilebilir (Yavuzoğlu-Atasoy, 1999: 147).

Müzeler geçmişin gelecek için korunduğu kurumlar olarak hem bilimsel kurumlar, hem de bilgi, iletişim, belgeleme ve eğitim merkezleridir. “Amerika Sanat Müzeleri Birliği Müzesi” eğitsel ya da estetik amaçla profesyonel uzman kadro ile nesneleri toplayan, koruyan, yorumlayan ve topluma düzenli bir programla sergileyen kurumlar olarak tanımlanmaktadır (Atagök, 1999c: 144). Bu kurumların sunmuş oldukları hizmetlerin toplama, araştırma ve belgeleme ile koruma işlevleri kültür varlıklarına yönelik; sergileme ve eğitim işlevi ise insana yöneliktir (Atagök, 1999b: 141).

Bu Kurumlar bulundukları çevrenin başından geçen olaylara dair eser ve hatıraları muhafaza etmekle; konuların işlenmesine ve çevre tarihinin incelenmesine- öğretilmesine ve gelecek kuşakların onun hakkında yorum yapmasına yardım ederler (Uluçay, 1958: 7). Özellikle teknolojik gelişmelerle birlikte müzelerde bulunan tabloların, el yapımı eserlerin ve belgelerden alıntıların sıradan sunumu yerine, birçok

duyuya hitap eden bir dizi multimedya sergisine dayalı çok zengin bir düzen ve sunum şeklinin de kullanılmaya başlandığı görülmektedir. Ayrıca etkileşimli öğrenme fırsatlarının yanı sıra kurgusal mekânlar, slayt gösterileri, bilgisayar terminalleri, film, müzik ve ses kayıtları da sunulmaktadır. Etkileşimli yaklaşım ve müzeyi birden çok farklı yöntemle ve yöntemler arasında kurulan entegrasyonla gezmek hem tek başına, hem de grup halinde öğrenmeyi kolaylaştırmaktadır (Stradling, 2003: 43). Öğrenciler eski elbiselerin ve silahların reprodüksiyonunu giyebilir, ilkel aletleri kullanabilirler. 18. yy’a ait bir kıyafetin kopyasını giyen ve o dönemin mobilyaları arasında gezen bir öğrenci, iki yüz yıl öncesinin yaşayışının nasıl olduğunu hissedebilir ve geçmişe yönelik empati kurabilir (Ata, 2002; 103). Bu da yazılı bir materyal ile gerçekleştirilen öğrenmeden çok daha fazla kalıcı bir öğrenme sağlar.

Baltacıoğlu’na göre müzelerin dikkate değer en önemli özelliği, herhangi bitki, hayvan gösterilirse gösterilsin; koparıldığı vatanın çevresine bağlı kalmasıdır. Müze içerisindeki eserler tabii ki çevrenin izlerini taşıyacaktır. Uygarlığa ve insanlığa ait birçok değerlerin belgesel ürünlerini bulunduran müzeler, toplumun içerisinde şekillendiği kültür kurumları arasında, yaşamla bağını her zaman canlı ve diri tutmak zorunda olanların başında gelir. Onun için müzeleri olmayan bir kültür düşünülemeyeceği gibi, müzesiz kültürün de ayakları yere basmaz, müze birikimleriyle varlığını dışa vurmayan kültür, evrensel olma hakkını da en baştan kaybetmiş demektir (Bostancı, 2002: 28).

Uygarlığın gücü, etkisi, sınırları, içeriği ve değerlerinin evrensel karakteri müzelerin varlığını zorunlu kılmaktadır (Özsezgin, 2002: 48). Müzelerin oluşturulmasını halkın düşüncesinde bir dünya ile ilgili değişme elde edilmesi için en önemli etken olarak gören çağdaş Türk eğitiminin önemli şahsiyetlerinden İ. H. Baltacıoğlu müzelerin önemine 20. yüzyılın başında şöyle dikkat çekmektedir:

Müzeler; akıl ve düşünce sahiplerine ziraata, ticarete, sanata… ait şeylere, şekiller verir… Müzede birbirine zıt eşya vardır. Bir tarafta ölmüş incir diğer tarafta ham incir görülür. Müzede gelişme ile gerileme, olumlu ile olumsuz vardır. Bir adamın oraya gidip de yenileşme hakkında bir düşünce almaması imkansızdır. İnsan müzeye alçak ve adi düşünceleriyle girer, fakat büyük bir yetenek ve emel ile çıkar. İlerlemiş memleketlerde müzeler, halkın tutuculuğunu, gelenekçiliğini süzen süzgeçlerdir: Müzeler; nesillerin tarihi okulları, tarihi evleridir! Müzelerde aynı hayvanın, aynı bitkinin gelişme tarihi, dönüşme tarihi vardır. İnsan, müzeye girince, her şeyin her varlığın sürekli sabit olmayıp hareket etmiş ve gelişmiş olduğunu görür anlar, gelişme, dönüşme düşüncesi alır ki biz Türkler bu düşüncelerden çok mahrumuz! Müze en adi bir

organdan, bir tohumdan en yüksek bir binanın, bir organın ortaya çıkmasını gösterir (Akt., Bostancı, 2002: 26).

Müzeyi ziyaret eden kişi, müze içerisindeki nesneleri tanıma ve onlar hakkında yeterli bilgiye sahip olmanın yanında, belki de bundan çok daha önemlisi olarak, toplumun dayattığı doğruları ve kimliği içselleştirir, özümseyerek kavrar ve toplumsal ritüeller aracılığıyla bunları fiziksel olarak yaşar (Shaw, 2004: 15). Bunun için de müzelerin, sergileme esnasında kullanılacak olan mekan, mekan rengi, ses düzeni, hangi sıraya göre gezileceği, vitrin veya platformlar, dil, bilgi panoları, görsel-işitsel ön tanıtım, dinleme mekanları, ışık vb. gibi ziyaretçilerin rahat algılamalarını sağlayan unsurlara çok dikkat etmeleri gerekmektedir (Buyurgan ve Mercin, 2005: 60).

Müzede ister doğrudan bilime ve bilgiye, ister duygu ve sezgilere yönelsin, her iki yönün de gelişmesine katkı sağlayan yaşantısal zenginlikler mevcuttur. Bu ortam bireye yeni ufuklar açar, yeni algılama alanları sunar ve bütün bunların sonucunda onu duyuşsal ve bilişsel açıdan daha yaratıcı kılar (Buyurgan ve Mercin, 2005: 62).

Modern çağın müze anlayışı ile eskinin müze anlayışı birbirinden farklı boyutlara sahiptir. Eskiden müzelerin birincil amacı yeni eserler elde etmek, var olan eserleri korumak, bazı araştırmalar yaparak bazı sergiler tertip etmekti. Modern çağın müze anlayışında müzeler, büyük halk yığınlarına sergilenen eserlerin anlam ve değerini kavratmak gibi çok daha geniş bir anlama sahiptir.

Müzeler sadece sergilediği eserleri ortaya koymakla yetinmezler, aynı zamanda kitapların ve derslerin açıkça ortaya koyamadığı ya da ortaya koyup da ikna edemediği eşyalar arasındaki mevcut bağları gösterebilmektedir (Harrison, 1963: 109). Toplumların yaşam şekillerine yön veren müzeler; zamanlar üzeri değere ulaşabilecek olan eserlerini, koruma, saklama, en ileri teknolojilerle dokümantasyonu, iletişim ve son sistem sergileme yöntemlerinden faydalanarak sergileme yoluna gitmektedir. Bütün bunları gerçekleştiren çağdaş müze, artık tarihi eser korumacılığından farklı, arşiv ve kütüphane gibi kurumlardan ayrılarak, yeni ve ultra-modern bir nitelik kazanmaktadır (İnel, 2002: 56).

İnsanlar için en inandırıcı şey, onların, duyduklarından ve okuduklarında ziyade gördükleridir. Müzelerdeki nesnelerle kişiler arasında görme ağırlıklı bir iletişim kurulduğundan dolayı beyinlerde hiçbir soru işareti bıraktırmamaktadır. 17. yüzyıl filozofu Bacon şunu söylemektedir: “İnsan doğanın akışını gerçek ya da düşüncede ancak gözlemlediği kadar anlayabilir ve yapabilir. Bunun ötesinde ne bir şey bilir, ne de bir şey yapabilir” (Akt. Calkins, Akt. Greenhill- Hooper, 1999: 46).

Günümüz eğitim sistemi içerisinde oldukça önemli bir yere sahip olan ve modern eğitim-öğretim kuramlarının birçoğunun da temel aldığı “nesneye dayalı eğitim”in temellerinin 19. yüzyıla kadar dayanmasında müzecilik alanında yaşanan gelişmelerin de katkısı olmuştur. Yeni yeni müzelerin ard arda açıldığı 19. yüzyılda nesneyle ders yapmak eğitimin en büyük özelliğiydi. Nesnelerden bizzat öğrenme duyu algılarını geliştirerek, düşünme ve yargı yetenekleriyle birleşerek, çocuğu, var olan bilgi ve yeteneklerine dayanan en uygun etkinliğe yönlendirerek onun yalnızca bilgi edinmesini değil bekli de daha önemlisi olarak bilgi edinme yetilerinin gelişmesi de sağlanmaktadır.

19. yüzyılda Avrupa ve Kuzey Amerika’daki okullarda uygulanan temel bir eğitim yöntemi olan “nesne dersleri” insanların nesneyi ve bağlamını keşfederek, nesneden öğrenebileceği düşüncesi üzerine kurulmuş bir öğretim stratejisiydi. Felsefi bağlamı pozitivizm ve rasyonalist epistemolojiye dayanan eğitim yönteminin temel