• Sonuç bulunamadı

Sanat birçok alanı içerisine aldığı için üzerinde en çok tanımlama yapılan kavramlardan da birisidir. Her düşünür, yazar, edebiyatçı, ressam vs. kendi çapında bir sanat tanımı yapmıştır. Sanat ilk çağ düşünürlerinden Platon’a göre, bilgidir; ama aklın sağladığı, doğruluğu içeren bir bilgi olmayıp, aldatıcı, belirsiz, duyusal bir bilgidir (Tunalı, 1989: 31). Sanatın bu aldatıcı, belirsiz ve duyusal yapısı, Platon’un ideal devlet anlayışının dışına atılmasına neden olmuştur. Çünkü Platon sanatın, insanları hayal alemine götürüp gerçeklerden uzaklaştırdığı için değersiz olduğunu ileri sürmüştür. Dönemin diğer ünlü filozofu Aristotales’in sanat tanımında ise sanatın gerçeği olduğu gibi, mümkün olanı da tasvir etmesi onu önemli bir konuma getirmiştir.

Tunalı’ya (1989: 83) göre; sanat, bir tesadüfi realiteye katılma biçimidir. Bu realite aslında, sanat alanında özel bir gerçekliğe dönüşür. Bu teoriye göre gerçeklik önde gelir, onun yansıması, onun taklidi ise bundan sonra (Tunalı, 1989: 192). Sanat kimi zaman düzen arayışının sonucunda ortaya çıkan bir olgu olarak değerlendirilmiştir. Nitekim Boydaş (2004: 6) bunu şu şekilde açıklamaktadır: Sanat düzensiz olana düzeni getirmekle bilim ve felsefenin de temeli olmuştur. Artistik yaratmanın etkisiyle, daha önce düzensiz, dağınık görünen bir evren, seçme, ayıklama ve toplama yardımıyla, organize, düzenli bir mikrokosmoza dönüştürülür.

Eflatun ve Aristo’ya göre bir imitasyon, G. Flaubert, Walter Pater ile bir takım empresyonist okullar için kendinden başka gayesi olmayan, Tolstoy, H. İbsen ve B. Shaw’a göre ahlaki birtakım amaçlar gütmediği sürece eksik, güdük kabul edilen, M. İkbal’e göre hayat ve toplumla ilişkisi olan, Santayana’ya göre objektivasyon yoluyla zevk veren, Freud’a göre hem sanatçıyı hem de izleyiciyi geriliminden kurtarmayı amaçlayan bir olgudur.

Sanatın her dönemde geçerliliğini koruyan en önemli tanımlamalarından birisi kuşkusuz onun bir yansıtma, benzetme ya da taklid olarak görülmesidir. Bu da

Platon’un mimessis olarak ortaya koyduğu yapıdır. Buna göre sanat eserinde gördüğümüz, doğadır, insandır, hayattır ve sanatçı eserinde bize bunları yansıtır, bir ayna tutar (Moran, 1991: 15). Aristoteles sanatı -burada zanaat (tekhice)- doğru bir akıl yürütmeye dayanan ve insanın bir yaratış ortaya koymasını sağlayabilen bir yetenek olarak görmektedir.

Aydınlanma filozofları Kant ve Hegel’in konu ile ilgili yaklaşımları kuşkusuz ayrı bir önem taşımaktadır. Kant’a göre “Bir insan becerisi olarak sanat, bilimden, pratik yeti kuramsal yetiden ne denli farklıysa, o denli farklıdır...” Sanat, zanaattan da farklıdır. Çünkü sanatın özgür, zanaatın paraya bağlı olduğunu söyler. Hegel ise sanatı, dünyada dışlaşan Tin’in ilk uğrağı olarak ele almış ve sanat bilgisinin, duygusal bilgi ile tinsel bilgi arasında bulunduğunu öne sürmüştür (Bozkurt, 1995: 18).

Bireysel açıdan duyguların, düşüncelerin, hayallerin, yaratıcı çabaların ve insanın kendini gerçekleştirmesinin kendi iç cevherini keşfetmesinin bir aracı; toplumları yüceltmede ve kaynaştırmada, bütünleyici yönü ile önemli bir toplumsal kültür dinamiğidir (MEB, 2006d: 4). Tolstoy’a göre (1996: 5) sıkıntı sürecinde olgunlaşan, düşünceyle yoğunlaşan, emekle hazırlanan ve en iyiyi vermeyi amaçlayan faaliyete sanat denir.

Sanat, küçük yaştan beri alınan sanat eğitiminin kazandırdığı estetik duyarlılık süzgecinden geçerek, yaşam biçimimizde, bireysel ve toplumsal ilişkilerimizde, olaylara bakışımızdaki tutum ve davranışlarımızda somutlaşır (Abacı, 2000: 7). İlk insanların ataları için söyledikleri ilk şarkılardan, kutlamalarda yaptıkları danslardan, ölüm ve doğum törenlerinde yapmış oldukları ayinlerden, avladıkları avlarının resimlerini mağara duvarlarına resimlemelerinden; anne ve babaların çocukları için ilk kahramanlık hikayelerini anlatmaya başlamalarından bu yana sanat, insan yaşamının betimlenmesini, anlatılmasını ve kökleştirilmesini sağlamıştır (Özsoy, 2003: 19).

Yansıtmacı Kurama göre; sanatı sanat yapan özellikler, eserin dış dünya ile olan ilişkilerinde yatar. Sanat eseri, insanı, yaşamı, toplumu, gerçekliği yansıtan bir aynadır.

Anlatımcı Kurama göre; sanatın sırrı sanatçıdadır. Sanat duyguların anlatımıdır. Duygusal Etki Kuramına göre; bir sanat olayında ön planda olan öğe, sanat tüketicisidir. Sanatın özü, tüketicide uyanan estetik beğeni ya da coşkuda aranmalıdır.

Biçimci Kurama göre; sanatın özü, doğrudan doğruya sanat ürününün kendinde aranmalıdır. Sanat eserini diğer başka yapıtlardan ayıran özellik, sanat eserine özgü yapılarıdır (San, 2004: 38).

Herbert Read’e göre sanatın en basit anlamı hoşa giden biçimler yaratma çabasıdır. Yaratılmaya çalışılan bu biçimler bizim güzellik duygumuzu okşar ve bizlere haz verir. Verilen bu hazın yanında sanat aynı zamanda bir bilgi tarzıdır ve sanat dünyası, bilim ya da felsefe dünyasındaki bilgiler kadar önemli ve değerli olmasının yanında bunlara kaynaklık yapmaktadır (Akt., Buyurgan ve Buyurgan, 2007: 16). Herbert Read “Sanatın Anlamı” adlı yapıtında sanat kelimesini dar anlamıyla daha çok “plastik” veya “görsel” dediğimiz sanatlara bağlayarak, edebiyat ve musikî sanatlarının da içine alınması gerektiğini belirtmiş; sanatta güzelliğin olması şartının yanlışlığını; Benedetto Croce’ye dayanan bir estetik teori ile onun sezgiye dayandığını ifade ederek sanatı aynı zamanda sanatçının plastik bir biçim verebildiği herhangi bir idealin ifadesi olarak belirtmiştir (Read, 1960: 27). Sanatların başlıca özelliği onların soyut olmaları olarak değerlendirilmiş ve sanat bir kaostan kaçış, sayılarla ifade edilen bir hareket, ölçüyle sınırlanan kütle ve hayatın ahengini arayan bir madde kararsızlığı olarak gösterilmiştir (Read, 1960: 46).

Sanatın esas yapısı, yalnızca güncel gereksinimlere yarayan eşya üretimi ya da dini, felsefi ülkülerde ifadesini bulmamaktadır. Sanat, diyalektik bir aktivitedir, bu tanımlama ise tek yönlü bir teze karşıdır. Bu nedenledir ki, sanat, antiteziyle birlikte oluşan bir imajinasyondur (Read, 1981: 2).

Bağımsız bir faaliyet olarak sanatın siyasetle, dinle ve bizim insan kaderimizde karşımıza çıkan bütün öteki olaylarla kaçınılmaz ilişkileri vardır. İcrası, değerlendirilmesi bireysel olarak sanat; bireyin yalnız başına yaptığı bir faaliyet olarak; uygarlık ya da kültür adını verdiğimiz bir bütünleşme süreci içinde bir reaksiyon biçimi olarak kendine göre farklılığı ve ağırlığı olan bir yapıdır (Read, 1981: 3). Ernest Boyer’e göre de sanat, insanların çok mükemmel, çok evrensel dilidir (Hurtwizh ve Day, 1995: 37). Aynı konuda değişik düşünür ve yazarların farklı görüşleri vardır. İnsanların zihninde oluşan düşüncelerin somutlaşmış hali olarak yazı, nasıl vazgeçilmez bir önem taşıyorsa sanat biçimleri de düşünceyi tüm ruhsal ve duyarlıksal içerikleri ile somutlaştırmaktadır (Tansuğ, 1988: 14).

Sanat herkes için yararları dokunan ve her bireyin hakkında bilgi sahibi olması gereken bir anlatım aracıdır. O halde bu anlatım aracının yaygın ve örgün eğitim kanalıyla bireylere aktarılması gerekmektedir. Bu sanatın disiplinli bir şekilde kişilere anlatılması genel anlamda “sanat eğitimi” kanalıyla gerçekleşir.

Sanat eğitimi, bir çerçeve içerisinde, bireylerin yeteneklerinin işletilip, yaratıcı, kendine güvenli, üretken, estetik duyguları geliştirilmiş bireyler olmalarını amaçlarken,

genelde aynı niteliklere sahip, uygar bir toplum yaratma düşünü de gerçekleştireceği gerçeğini bilmemiz gerekmektedir. Özellikle günümüzde monotonlaşan bir yaşam şekli ve bunun devamında ortaya çıkan hızlı hayat biçimi, insanların yerine makinelerin egemenliğinin hakim olduğu ve insanların onların esiri olduğu, bireylerin ruhsal açıdan boşalma imkanları bulamadığı v.b. gibi nedenlerle, modern toplumlarda sanat eğitiminin öneminin daha da arttığını görmemiz mümkündür (Türkdoğan, 1984: 16). Sanat eğitiminin artan bu önemini belki de en iyi şekilde ortaya koyan ünlü düşünür Fisher’in şu sözüdür: “İnsanın ilk toplu yaşama dönemlerinde doğanın gizli gücüne karşı gene insanın en büyük yardımcısı ve silahı sanat olmuştur “ (Akt., Türkdoğan, 1984: 17).

Bir çocuğun gelişiminde matematik ve fen bilimlerinin önemi kadar sanat eğitimi de aynı oranda değer taşımaktadır. Son zamanlarda tıp alanında yapılan araştırmalar vücudun en önemli organlarında birisi olan beynin biraz daha tanınmasına imkan hazırlamış ve beynin sağ ve sol yarımkürelerinin çeşitli özellikler taşıdıkları ortaya konmuştur. Buna göre beynin sol yarımküresi sözel, çözümsel, sayısal doğrusal, mantıksal, akılcı, soyut, simgesel düşünme biçimlerini geliştirirken; sağ yarımküre sözel olmayan, somut, geçici olmayan, benzer, uzaysal, sezgisel, bütüncül düşünme biçimlerine yöneliktir.

Bu bilgiler doğrultusunda bakıldığında hazırlanan bir eğitim programı tek yönlü oluşturulursa çocuğun gelişimi yarım kalacaktır. Çocuk hangi alana yönelirse yönelsin her şekilde çocuğun beyninin sağ yarımküresinin gelişmesine yönelik dersler olması gerekir. Beynin her iki yarımküresinin bütünsel oluşu da zaten bunu zorunlu kılmaktadır. Eğitim sistemi içerisinde çocuğun alacağı nitelikli bir sanat eğitimi, hangi alanda olursa olsun gelişimine artılar katacaktır (Buyurgan ve Buyurgan, 2007: 17).

Çocuğun gelişmesinde tek yönlü eğitime ağırlık verilmesi kısa vadede başarıları belki getirebilir, ama uzun vadede birçok eksikliklere hatta telafi edilemeyecek kayıplara yol açar. İyi bir sanat eğitimi almış bir bireyin sanatsal, estetiksel ve toplumsal açıdan vatana ve millete çok daha fazla faydası dokunacaktır. Özellikle eğitimcilerin bunu dikkate alarak bir tavır geliştirmeleri gerekmektedir. Buyurgan ve Buyurgan (2007: 18) bunun önemini şu şekilde ifade etmektedir: “Görsel sanatlarla ilgi deneyimler, çoğunlukla beyinde sağ yarım kürede olduğundan bu tür deneyimler büyümede, yetişmede, gelişimde ve bireyin eğitiminde bir dengeyi sağlamakta, bunlara okul müfredat programında oldukça fazla ihtiyaç duyulmaktadır”.

Bireyin sanat yoluyla eğitimi olan yani bir yerde bireyin estetiksel açıdan eğitimini sağlayan sanat eğitimi yalnızca yeteneklilerin eğitimi için bir lüks değil, genelde kişilerin algı, kavrama, ifade edebilme, yorum getirebilme, yaratabilme ve bunların sonucunda da bir kişilik kazanabilme eğitimidir. Çocuğun gelişmesini geniş anlamda içeren bu eğitimde çocuk kendi temposu paralelinde, doğal eğilimlerini ortaya koyarak, kendi deneyimlerini uygular. Çevresini algılayıp onu biçimlendirmeye yönelik olarak kişilerin görmesini, işitmesini, dokunmasını, tat almasını öğreterek sanat eğitimi, yalnızca bakmayı değil, “görmeyi”, yalnızca duymayı değil “işitmeyi”, yalnızca elle yoklamayı değil “dokunulanı duymayı” ve yaratıcılığı gerçekleştirmek için gerekli ilk aşamadır. Sanat eğitimi ile birlikte çocuk ile çevresi arasındaki yani kültürü ile çocuk arasındaki değerler bütünleşmesi, daha güçlü bir iletişimin oluşmasını sağlayacaktır.

Sanat eğitimi, temelde sanatsal etkinlikler yoluyla bireylerin ve toplumun içinde yetişmiş oldukları çevreye karşı daha duyarlı olmalarını sağlamaya, çevresi ile sağlıklı ve yararlı iletişim içerisine girebilmelerine, bireyin günlük yaşam içerisinde karşılaşmış olduğu estetiksel ihtiyaçlarını karşılamaya, ürün ortaya koyabilme ve yorumlama güdülerini doyurmaya, yaşantılarını daha anlamlı hale getirebilmelerine imkan vermeye yönelik düşüncededir (Buyurgan ve Buyurgan, 2007: 22). Sanat eğitiminin temelleri; eğitimin temellerini ve araştırmalarını taşımak için, toplumun değerlerini, yetişkin ve çocukların öğrenmelerini kavratmaktır (Hurtwizh ve Day, 1995: 3).

Hangi sanat formu olursa olsun yaratma eylemi anlatılmak isteneni izleyiciye iletme, birileriyle paylaşma amacını güder (Buyurgan ve Buyurgan, 2007: 22). Zira üzerinde yorum yapılmayan, hiç kimseye bir şey vermeyen edebi bir eser kağıt yığını; bir heykel taş yığını olarak kalacaktır. Sanat eğitimi çocukların çok yönlü yetişmelerini sağlamanın yanında, birçok alan hakkında bilgi sahibi olarak, olaylara farklı bakış açılarından bakmalarına imkan vererek bireylerin yaşam içerisinde kendi bildiklerinin ve sevdiklerinin yetersizliğini öğretmeyi de amaçlar. Bunu yaparken de yaratıcı süreç içerisinde çocuğun özgür düşünmesine fırsat vererek onu özgür çalışmaya yöneltir. Üreten, seçen, beğenen ve kendini ifade eden çocuk yaşadığı toplumun sağlıklı bir üyesi ve aynı zamanda geleceğin nitelikli bir temsilcisi olur. Buyurgan ve Buyurgan’a (2007: 23) göre :

“Çağdaş sanat eğitimi, temelde sanatsal etkinlik ve etkileşimler yoluyla bireylerin ve toplumun içinde yaşadığı çevreye ve ortama olabildiğince duyarlı olmalarını sağlamaya, söz konusu çevre ve ortamlarla çok yönlü, kapsamlı ve yararlı bir etkileşim içine girebilmelerine, estetik gereksinimlerini karşılamaya,

beğenileri geliştirmeye, yaratma ve yorumlama güdülerini doyurmaya, kendilerini sanatsal alanlarda da gerçekleştirmelerini, yaşamlarını daha anlamlı duruma getirme yolunda sanattan en iyi biçimde yararlanmalarını mümkün kılmaya yöneliktir.”

Nelson Goodman’a göre; sanat eğitimi tüm eğitimsel yöntemlerin bütünleşmiş parçaları olarak oldukça gerekli bir faaliyettir (Akt., Hurtwizh ve Day, 1995: 37). Sanat eğitimi ile bireyler algısal, yorumsal, çözümsel yetilerini geliştirerek, sanat eserlerin estetiksel niteliklerini kavrayarak, görsel imgelerle anlam bulmayı öğrenir. Bu anlamlandırma çerçevesinde içinde yaşadığı kültürün önemini kavrar, kültürel değerlerine, geleneğine, sanatına, tarihine ve tarihsel değerlerine saygı duyan, onu koruyan ve gelecek nesillere aktarılması için gayret sarfeden, var olan ve geçmiş kültürün gelecek nesillere taşıyıcıları olurlar.

Kültürel değerlerin korunma ve yaşatılma sorunsalıyla birlikte bilim ve teknikte yoğun gelişmelerin yaşandığı, teknolojinin günlük hayatın her aşamasına girdiği günümüzde çocukların ruhsal açıdan dengeli, paylaşımcı yetişebilmeleri içinde sanat eğitimi zorunluluk arz etmektedir.

Duygu ve düşüncelerini, yeteneklerine uygun bir objektivasyonla gerçekleştiren çocuk, hem içinde bulunduğu gerilimden kurtulur hem de yaratma arzusunu tatmin ederek, kendini özgürce ifade edebildiği bir ortam içerisinde, kişiliğinin gelişmesinde, kendine güvenmesinde sanat eğitiminin faydalarından yararlanır. Aynı zamanda atölye derslerindeki ortam; paylaşma, sorumluluk, düzen, malzemeyi kullanma, sağlıklı iletişim kurma, kişilere karşı saygı ve sevgi paylaşımını kavrama ve birçok konularda bilinçlenerek; özgür, barışçı, insancıl, yaratıcı, toplum ile bütünleşmiş, değişen şartlara göre kendini yetiştirebilen, geleceğin izlerini yansıtan çocukların yetişmesi için vazgeçilmez bir dünyadır.

Sanat eğitimi ile soyut düşünce ve duygularını ifade edebilecek, hem sözel hem de sözel olmayan yöntemleri öğrenen birey, yaratıcı zekasına güvenmeyi, sorun çözmeyi ve bazı problemlerin birçok farklı çözümü olduğunu görerek, olaylara çok yönlü bakmasını öğrenir (Buyurgan ve Buyurgan, 2007: 23).

Gözlem ve görselliğin önem kazandığı durumda kuşkusuz temeli görme üzerine dayalı olan sanat ve sanatın eğitimiyle karşılaşmaktayız. Görselliğin eğitim içerisinde önem kazanması sanat eğitiminin yalnızca sanatın eğitimine değil, Read’ın da belirttiği gibi çocuğun genel eğitimine de katkı sağladığı tartışmasız bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.

Görsel sanatlar eğitimi, gerek okul öncesinden üniversite düzeyine kadar uygulanan örgün; gerekse boş zamanları değerlendirme, bir hobi alanı olarak yaygın biçimiyle müzelerde, özel ve devlet sanat galerilerinde, ömür boyu sürecek niteliğiyle geçen yüzyılların olduğu gibi yirmi birinci yüzyılın da önemli eğitim alanlarından biri olmaya devam edecektir (Özsoy, 2003a: 15). Özellikle bu yüzyılda görsel sanatlar; ulaşım, iletişim, sosyal kuruluşlar, bilim ve teknolojideki benzer ilerlemeler ve yeniliklerin hızlı değişimlerin baştanbaşa etkilediği ve etkilendiği bir alan haline gelmiştir (Hurwitz - Day, 1995: 3).

Ülkemizde gelinen noktadan bakıldığında, giderek düzeysizleşen kültür ortamı, bütün insanlarda oluşan daha iyi bir çevre özlemi, çocuklarımızın ve gençlerimizin işlenmeyi bekleyen sanatsal zeka ve yaratıcılıkları sanat eğitiminin çok daha önemli ve zorunlu bir hale geldiğini göstermektedir (Kirişoğlu, 1991: 5). Görsel sanatlar nasıl resim, heykel, mimarlık, grafik sanatlar, endüstri tasarımı, uygulamalı sanatlar, moda tasarımı, sinema gibi çok geniş bir alanı kapsıyorsa; görsel sanatlar eğitimi de eğitimbilim olarak sanatın, estetiğin, sanat tarihinin eğitim ve öğretimle ilgili bütün sorunlarını ele alır. Bütün bunların sonucunda şu da bir gerçektir ki; sanat eğitimi yalnızca yeteneklerin eğitimi için “lüks” değil, herkes için gerekli bir kişilik eğitimidir (Buyurgan, 1996: 17). Sanat eğitimiyle öğrenciler yağlıboyalar ve diğer gözlenebilir sanat çalışmaları ile hafıza ve hayal gücünü kullanarak, çevresiyle girmiş olduğu etkileşimler sonucunda yaratıcı çizimler yapmış olacaktır (Hurwitz - Day, 1995: 41).

Yaşantımıza canlılık veren, bizi hassas yapan ve kim olduğumuza ve neye inandığımıza ilgi duymamıza yardımcı olan, bazı zamanlar acı verici de olsa kendimizi ve toplumumuzu aynaya yansıtmamızı sağlayan görsel sanatlar, yapılan araştırma ile birlikte öğrencilerde hem plastiksel ve estetiksel gelişme hem de tarih öğretiminde daha iyi sonuçlar alınmasına büyük katkılar sağlamaktadır.

Görsel sanatlar her bireyin aynı zamanda benzersizliğiyle, özgünlüğüyle, kişilikli birey olmanın yüceliği ile ve yaratıcı hayaller kurmaları ile ilgilenerek onlarda çirkin, düzensiz ve bayağı olana karşı rahatsızlık duyma ve onu değiştirme bilincinin oluşmasına da katkı sağlar (Özsoy, 2003a: 41).

Sanat eğitiminin birey yaşamına en önemli katkılarından birisi, çocuğun çok yönlü düşünmesine ve güzelliği algılama bağlamında kendi bildikleri ve sevdiklerinin yetersiz olduğunun bilincine varmasına katkı sağlamasıdır (Buyurgan, 1996: 3). Sanat eğitimi bu bilincin oluşmasının yanında ortaya konulan çizim ile dünyadaki bütün

çocukları da içerisine dahil eden doğal ve evrensel bir dil oluşturmaktadır (Hurwitz - Day, 1995: 62).

Sanat bize bir şeye dikkatle ve yoğun bir şekilde bakma hareketinin yanı sıra, yaşayış süreci içerisinde kalitenin etkisini, nitel değeri ortaya çıkaran, çevreye, tarihe ve geleceğe karşı kişinin duyarlı olmasını sağlama hareketini hatırlatır. Güzel sanatlar kanalıyla elde edilen deneyim bizlerin nesnelerin kendi aralarındaki ilişkilerini görmeye teşvik eder. Gerek üretim, gerekse takdir etme, destekleme, sahiplenme olarak olsun bir sanat alanında edinilen deneyim, farklı öğelerin bir bütün içindeki karşılıklı ilişkilerine dikkati gerektirir (Özsoy, 2003: 21).

Genel eğitim ve öğretiminin insana dönük, uğraşıları, yöntemleri, amaç ve ilkelerinin özünde, insan ruhunun yüceltilmesi, psikolojik farklılıkların gözetilerek bireylerin ruhsal gereksinimlerinin doyurulması, ruh sağlığı açısından, dengeli bir kişi yaratma çabası güdülür. Bu eylem sürdürülürken, bir yandan da, kişiye zihinsel birikimlerini kendi kendine anlatıp yorumlayarak bir şeyler yapma, yaratma olanağı sağlar ki, birey böylece ruhsal boşalmaya, ruhen mutlu olma düzeyine ulaşacak daha dengeli bir tavır içine girer. Aslında kişiyi bu noktaya getiren uğraşın, bilim dilindeki adı genelde “sanat eğitimidir” (Türkdoğan, 1984: 15).

Sanat eğitimi çocuğun gelişimini içeren güvenilir bir ortam olarak, onu, görmeye, aramaya, sormaya, denemeye ve sonuçlandırmaya alıştırmaktadır. Bütün bunları yaparken onun çok yönlü düşünmesini sağlamayı, kendi bildikleri ve sevdiklerinin güzelliğinin yetersiz olduğunu öğretmeyi de kendine amaç edinmiştir (Buyurgan, 1996: 3). Güzel sanatlarla birlikte koruma yeteneği gelişen birey yalnızca anıtsal olanı değil ayrıca; sıradan bir sonbahar mevsiminde bir yaprağın üzerindeki yağmur damlasını, erken kış sabahının serin griliğini, eski bir tuğla duvarın yakınına uzanmış paslı ve kıvrık telefon direği gibi küçük şeylerle birlikte, yaşantının içsel yönlerini de korumayı geliştirir (Özsoy, 2003: 22). Yani yaşamımızı renklendiren sıradan görüntüler de birey için bir anlama sahip olur. Güzel sanatlar kendi yaşantılarımızı, deneyimlerimizi, kurmaya katkıda bulunur, algılamamızı geliştirir ve ayrıca önceden belirgin olmayan, varlığından haberdar olmadığımız şeylerin farkına varmamızı ve onlardan haz almamızı sağlar.

20. yüzyılın başından bu yana sanat eğitimi kavramı, kaplamsal ve genel anlamda, güzel sanatların ve tüm alanların biçimlerini içine alan, okul içi ve okul dışı yaratıcı sanatsal eğitim olarak tanımlanmaktadır. Dar anlamda ise okullardaki ilgili

bölüm ve sınıflarda bu alana ilişkin olarak verilen dersleri tanımlar (San, 1983: 19). Bütün sanatları ve bu sanatların birbiriyle ilişkisini düşünsel boyutta, sanatçı, izleyici, toplum, kültür ve eğitim bağlamında inceleyen kuramsal çalışmalara “Güzel Sanatlar Eğitimi” denir. Görsel sanatlar; resim, heykel, mimarlık, grafik sanatlar, endüstri tasarımı, uygulamalı sanatlar, sinematografi, fotoğrafi, moda tasarımı, bilgisayar sanatı gibi oldukça geniş bir alanı kapsar. Bu dalların tümüyle ilgili olarak okul öncesinden yüksek öğrenime kadar her aşamadaki sanat eğitimi ve öğretimiyle kuramsal ve uygulamalı çalışmalara görsel sanatlar eğitimi ya da yalnız sanat eğitimi denilmektedir (Kırışoğlu, 1991: 7). Bazı kaynaklara göre plastik ya da görsel sanatlar eğitimi,