• Sonuç bulunamadı

II. Surhay Şamhal’ın İktidarının Son On Yılı

BÖLÜM 2: TARKU ŞAMHALLIĞI’NIN YÜKSELİŞİ

2.6. II. Surhay Şamhal Dönemi

2.6.4. II. Surhay Şamhal’ın İktidarının Son On Yılı

Ruslar, XVII. yüzyılın başlarında başlayan Kalmuk istilasını askeri tedbirlerle engellemeye çalıştılarsa da başarılı olamadılar. Rus yönetimi 1650’lerde

Kalmukların Kırım Hanlığı’na karşı kullanılabileceğini anlayarak Kalmuklarla anlaşma yoluna gitti; onların Volga civarında dolaşmalarına ve Rus kasabalarında ticaret yapmalarına izin verildi (Alpargu, 2007:111). Kırım Hanı, Çar’a bir mektup göndererek, Kalmukların Kırım ve Kafkasya topraklarında verdiği zarardan bahsederek bu uzlaşmayı şiddetli bir şekilde eleştirdi (Velyaminov-Zernov, 2009:421-425). Ruslar Kırım Hanının uyarısını dikkate almadıkları gibi 1660’da Kalmuklarla birlikte Kırım Hanlığı üzerine yürüdüler. Bu sırada yaklaşık 2.000 kadar Kalmuk da Tarku ve Endirey civarına gönderildi. Bunların Dağıstan’da önemli ölçüde tahribatta bulundukları II. Surhay Şamhal’ın Kalmuklara karşı bir sefer düzenlemek istemesinden anlaşılmaktadır (Şmelyev, http://kumukia.ru/modules.php?name=Pages&pa=showpage&pid=9060, Erişim Tarihi 15.05.2010.).

Kumuklar, Kalmuk tehdidine karşı Kırım Hanlığı ve Kabardeylerle birlikte hareket ettiler. Onların, Kalmuklar üzerine ortak bir seferi kayıtlara geçmese de Evliya Çelebinin Şadkirman Kalesi hakkında verdiği bilgiler, bu birlikteliği doğrulamaktadır. Evliya Çelebi, Şadkirman Kalesinin Kabardeyleri Kalmuklardan korumak için Kırım Hanı Mehmed Giray tarafından inşa ettirildiğini; kalenin yönetiminin Kabardeyi Beyi Müşevviş Bey’in, kaledeki askeri işlerin Kırımlı Macar Mehmed Ağa’nın, adli işlerin ise Kumuklu Hacı Tohtar Ali’nin elinde olduğunu; kalede Kırım ve yüz kadar Kumuk askerinin bulunduğunu yazmaktadır (Evliya Çelebi, 2003:288). Yine Kabardeylerin Kümi Nehri yakınlarındaki pişkövünde1

hutbenin önce Osmanlı Padişahı, sonra sırasıyla Kırım Hanı, Şamhal ve Kabardey Beyi adına okunduğundan bahsetmektedir (Evliya Çelebi, 2003:289).

Evliya Çelebi’nin Kafkasyaya geldiği 1666 yılında Kalmuklarla mücadelenin büyük bir kısmı Kabardey topraklarında geçti. Kalmukların Kabardey topraklarına düzenledikleri akınlar başarısızlıkla sonuçlandı. Hatta bir savaşta Kalmuk Şefi hayatını kaybetti. Kalmuk Şefi’nin oğlu Kabardeylerle bir anlaşma yaparak babasının savaş meydanında kalan cesedini geri almayı başardı ve çok geçmeden Şadkirman Kalesine saldırdı. Kalede bulunan askerler Kalmuklarla giriştikleri mücadeleyi kaleye bir saatlik mesafede bulunan Mehmed Giray’ın yardıma

1 Evliya Çelebi (2003:272) bu kavramı Kabardey beylerinin oturdukları taht merkezi olarak açıklamaktadır.

gelmesiyle kazandılar. Kaleye saldıran Kalmuk şeflerinden Punçuk güçlükle hayatını kurtarabildi (Evliya Çelebi, 2003:289-290).

Kalmuklar 1667’de Volga boyunda Stenka Razin’in önderliğinde başlayan isyana destek verdiklerinde Kafkasya’ya düzenledikleri akınları bir süreliğine durdu. Stenka Razin, İdil boyunda yaşayan ve Rus Çarı Aleksey döneminin kötü politikaları sonucunda yoksullaşan Kazaklardan biri idi. O, etrafına topladığı bir grup Kazakla 1668’de Hazar Denizi’ne açılmış, Derbend’den başlayarak Hazar kıyısındaki Safevi şehirlerini yağmalamıştı. Elde ettiği ganimetlerle İdil boyuna döndüğünde etrafındaki kalabalık giderek büyüdü. Rus köylüleri, 1652’de kilisede uygulanan reformlardan rahatsız olan Ruhban sınıfı, devletten maaşını alamayan strelestler, Volga boyundaki Türkler, Astrahan civarındaki bazı Nogaylar ve Kalmuklar isyana destek verdiler. Stenka Razin 1669’da Astrahan’ı ve takip eden birkaç yıl içinde İdil boyundaki önemli Rus şehirlerini ele geçirip Moskova’yı tehdit etmeye başladı. Rus yönetimi isyanı bastırmak için bölgeye büyük bir kuvvet sevk etti. Stenka Razin, bu kuvvetlerle girdiği savaşı kaybetmişse de savaştan sağ kurtulmayı başardı. İdil’in güneyine çekilen Stenka Razin, burada Rus yönetiminden çıkar sağlamak isteyen Kazaklar tarafından yakalanarak Moskova’ya gönderildi (Kurat 1999:223-225; Acar, 2004:113; Vernadsky, 2009:175; Lamb, 1955:259 vd.).

Stenka Razin isyanının Dağıstan açısından önemi Kalmukların bu isyana destek vererek Kafkasya’ya yönelik akınlarına bir süreliğine son vermeleri olmuştur. Stenka Razin’in Hazar kıyısındaki yağma harekâtını Dağıstan şehirlerine yöneltmemesi ise meselenin bir başka boyutudur. Asıl amacı Moskova’yı ele geçirmek olan Stenka Razin kendisine destek veren Türklerin Kumuklarla bağlarını göz ardı etmemiş ya da Moskova’ya yöneldiğinde güneyini güvence altına almak istemiş olabilir. Sebebi her ne olursa olsun Stenka Razin isyanı Tarku Şamhallığı’na rahat bir nefes aldırmıştır.

II. Surhay Şamhal, 1668’de yetmiş yaşında öldü. O, Tarku Şamhallığını Kafkasya’nın en güçlü devletlerinden birisi haline getirdi. Başlangıçta Safevilere ve Rusya’ya bağlı gibi görünse de bu devletlere karşı bağımsızlığını elde etti. Evliya Çelebi, II. Surhay Şamhal’ın kendi adına hutbe okuttuğunu ve hiç kimseye tabi olmadığını anlatmaktadır (Evliya Çelebi, 2003:294). II. Surhay Şamhal uluslar

arası gelişmeleri iyi değerlendiren ve bu gelişmeleri Şamhallık lehine çevirmeyi başarabilen iyi bir siyasetçi idi. Bunun yanı sıra Çolpan Şamhal döneminde olduğu gibi Dağıstan’ın tamamını kendi hâkimiyeti altında toplayabilmiştir.

II. Surhay Şamhal dönemini Tarku Şamhallığı için olgunluk çağı olarak yorumlamak mümkün gibi görünmektedir. 1666’da II. Surhay Şamhal’ın1 sarayına konuk olan Evliya Çelebi, Şamhal’ın bir tarafında dört mezhebin temsilcisi Şeyhülislam’ın diğer tarafında Kazaskerin, karşısında ise seyyid ve şeriflerle ilgili işlere bakan nakîbü’l-eşrâfın oturduğunu, veziri Tâkî Han’ın ise “karşusunda ayak üzre hizmetde” durduğunu yazmaktadır. Mecliste Tâki Han’dan sonra gelen kişi Karabudak Hanı idi. Onu Kaytak Usumisi Uluğ Bey, Ali Bey, Kasım Bey, Endirey beyi Kazanalp Bey, Mehmed Bey, Elkas Bey, Levardı Bey, Halil Bey ve Çoban Bey takip ediyordu (Evliya Çelebi, 2003:298-299). Yasama ve yargı makamlarını temsil eden Şeyhülislam ve Kazaskerin protokolde vezirden önce gelmesi hukuka verilen önemi gösteriyordu. Adalet ülkenin çeşitli bölgelerine gönderilen kadılar aracılığı ile yerine getiriliyordu. Nakîbü’l-eşrâf’a gösterilen saygı Peygambere duyulan bağlılıktan ileri geliyordu.