• Sonuç bulunamadı

İzmir Suikast Girişimi Davası’nın Ankara Yargılamaları

3.3. İZMİR SUİKAST GİRİŞİMİ SONRASI İTTİHATÇILAR

3.3.1. İzmir Suikast Girişimi Davası’nın Ankara Yargılamaları

İzmir Suikast girişimi yargılamalarının ilk evresi olan İzmir yargılamaları bitmiş, cezaların infazı ve beraat kararları uygulanmıştı. 17 Temmuz 1926’da Ankara’ya ulaşan İstiklal Mahkemesi Heyeti, Eski Meclis Encümeni binasında çalışmalarına süratle başlamıştı. İzmir’deki suikast tertibiyle ilişkisi olduğu düşünülen eski İttihatçılar hakkında İstanbul, Ankara, İzmir ve Eskişehir’de yoğunluklu olmak üzere yurt çapında ilk soruşturma yapılmıştı. Bahusus eski İttihatçıların sık sık toplantılar yaptığı İstanbul’da, İstanbul Valisi Süleyman Sami Bey ve Emniyet Müdürü Ekrem Bey tarafından yürütülen titiz bir soruşturma yapılmıştı. Sanık, şahit, muhbir ve olası şüpheliler olmak üzere binlerce insanın ifadesi alınmış, soruşturma kapsamında yapılan baskınlarda binlerce bilgi notu ve belgeye de ulaşılmıştı. Soruşturma daha çok İttihat ve Terakki’nin ‘Küçük Efendi’si Kara Kemal’in İaşe Nazırlığı döneminde kurulan şirketler üzerindeki finansal yapıya yoğunlaşmıştı. Kara Kemal’in nazırlığı dönemindeki yolsuzluk iddiaları dava kapsamına alınmış, bu doğrultuda ilk kez, Mahkeme Savcısı Necip Ali (Küçüka) Bey tarafından ‘Kara Çete Davası’ olarak nitelendirilmişti.482

İzmir’deki yargılama sonunda, davalar ayrılarak Ankara’da yargılanmalarına karar verilen sanıklar, Ulus’taki Çukur Han’da tutulmaya başlanmıştı. Sanıklar hakkında davanın Ankara evresinin ilk soruşturması 31 Temmuz 1926’da

481Cemal Avcı, “İzmir Suikastı”, T.C. Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, (Erişim), http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-28/izmir-suikasti-2, 01.02.2016.

482 Yaşar Şahin Anıl, a.g.e., s.182.

139 sonuçlanmış, son soruşturma ise bundan iki gün sonra 2 Ağustos’ta başlamıştı.

Mahkeme’nin temel olarak işaret ettiği nokta ise; İttihat ve Terakki’yi geçmişte olduğu gibi yeniden iktidara kavuşturmak ve İttihatçılığı canlandırmak olduğu, ancak bunun kanun ve hukuk dışı yöntemlerle gerçekleştirileceğiydi. Mahkeme savcısı Necip Ali (Küçüka) Bey, İzmir’deki iddianameyi daha da detaylandırarak, Talat, Enver ve Cemal Beyler’in en çok güvendiği isim olan Kara Kemal’in başkanı olduğu Milli Mahsulat, Milli Kantariye ve Milli Emekçiler gibi şirketlerin yahut Milli İktisat Bankası gibi finansal kuruluşların yönetimini yeniden ele geçirdiğini iddia etmişti.

Bu ekonomik güç ile büyük bir etkinliğe kavuştuğunu, sahip olduğu olanaklara güvenerek İstiklal Harbi sonrasında Mustafa Kemal Bey ile İzmit’te iktidar pazarlığına kalkıştığını da iddialarına eklemişti.483

Dr. Nazım, Hüseyin Cahit (Yalçın), Küçük Talat, Cavit, Hilmi, Nail ve Ebüzziya Beyler sorgularında özetle suikast tertibiyle bir ilgilerinin olmadığını, bunun kendilerine karşı kurgulanmış bir kumpas olduğunu ve bununla birlikte Mustafa Kemal’e olan muhalifliklerinin suikast tertibi ile ilişkilendirilemeyeceğini ifade etmişlerdi. Sorgularda dikkat çeken bir durumu ifade etmekte fayda var. Çünkü Mahkeme’nin olgusal olarak bir kanaate varmaktan çok kişisel kanaatlere göre karar verdiğinin itirafı gibidir. Cavit Bey’in sorgusu sırasında Mahkeme Başkanı Ali (Çetinkaya) Bey’in; “Cavit Bey, şunu iyi bilin ki; İstiklal Mahkemesi kişisel kanısına göre kararını verir. Sizin bu ifadeleriniz bizim için doyurucu olmamıştır.” ifadesi mahkemenin analitik bir kurguyla, hukukî bir yargılama yapmadığının itirafı gibidir.484

Sorgulamalar tamamlandıktan sonra Savcı Necip Ali (Küçüka) Bey’in, esas hakkındaki iddia ve mütalaası; İttihat ve Terakki’nin halkı soyan bir parti olduğunu, Anadolu’dan ucuza getirilen gıda maddelerinin fahiş fiyatlarla halka satıldığını ve böylece elde edilen gelirin, partinin kurduğu vakıflara verilmek suretiyle İttihatçı elitlerin zenginleştiğini söyledi. Bundan sonra ise, beceriksiz bir yönetimle ülkeyi idare ettikleri ve nihayetinde ülkeyi terk ettikleri ve eski iktidarlarına yeniden kavuşmak arzusuyla Mustafa Kemal’e suikast ve Hükümet’e darbe girişiminde bulunduklarını ve bu yüzden Dr. Nazım, Cavit, Nail ve Hilmi Beyler’in idamını istedi. Savcı; Ali İhsan, Ethem, Hüsnü, Vehbi, Hamdi, Rauf ve Rahmi Beyler’in

483 Anıl, a.e., s.183-184.

484 Yaşar Şahin Anıl, a.g.e., s.189; ve aynı eserde bkz. ss.185-190.

140 hapis cezasıyla cezalandırılmalarını ve suça iştirak ettikleri tespit edilemeyen diğer sanıklar hakkında da beraat talep etti.485

Savcı Necip Ali (Küçüka) Bey’in, Mahkeme Heyeti’ne sunduğu mütalaasına, konu bütünlüğünü de çok fazla dağıtmadan bir itirazda bulunmak yerinde olacaktır.

İttihat ve Terakki elitlerinin haksız bir şekilde zenginleştiğini iddia eden Savcı’nın ifadelerine, yine İttihat ve Terakki’nin katib-i umumîsi [genel sekreter] Mithat Şükrü (Bleda) Bey’in hatıratında yer alan bir pasaj ile cevap verilebilir:

Talât Paşa Berlin’e gelip yerleştiği günden itibaren daima para darlığı çekerdi. Şahsi serveti olmadığından buraya gelirken getirdikleri ile geçinmek hayli güç, hatta imkânsızdı. Talât Paşa’nın Almanya’daki hayatını yakından bilenler onun Sultan Reşat tarafından hediye edilen otomobil, birkaç kıymetli eşya ve elmaslı saati satarak geçindiğini hatırlayacaklardır.486 [Vurgu bana aittir. E.Ç.]

Bu kısa derkenardan sonra tekrardan Ankara yargılamasına dönebiliriz. 26 Ağustos 1926 tarihinde sanıkların savunmaları dinlendi. Sanıkların birçoğu sorgularında kendilerine isnat edilen suçlamaları reddettikleri gibi savunmalarında da bunu tekrarladılar. Ancak Cavit Bey ve Dr. Nazım’ın dikkate değer ifadeleri oldu.

Cavit Bey, savunmasının son sözünü şu şekilde bitirdi: “Vereceğiniz karar, mutlu dönemlerinizde bir soru işareti ve bir soru şeklinde vicdanlarınızı rahatsız etmesin.”

Dr. Nazım ise; Mondros Ateşkes’inden sonra Talât Bey’in başkanlığında ‘İslâm İhtilalleri Cemiyeti’ altında kurulan derneklerle Anadolu Hareketi’ni desteklediklerini ve Mustafa Kemal Paşa’nın emirlerine aykırı hiçbir girişimde bulunmadıklarını söyledi. Savunmaların dinlenmesinden bir gün sonra 26 Ağustos 1926 günü saat 14.00’da hüküm açıklandı. Başkâtibin okumaya başladığı karar özetle şu şekildeydi: Toplanan delillerin karara varılması için yeterli olduğunun altını çizerek, ülkeyi nedensiz yere Cihan Harbi’ne sokan ve yeteneksizlikleri nedeniyle bu savaşı kaybeden ve bu kapsamda yurdu felakete sürükleyen ve bununla da yetinmeyip iktidarı yeniden ele geçirmek için Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’e suikastı dahi göze alan, eski kötü alışkanlıklarından vaz geçmediği anlaşılan İttihat ve Terakki Fırkası ileri gelenlerinin cezalandırılmasına hükmetti. Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun 55, 56 ve 95. maddelerine dayanılarak, Cavit, Dr. Nazım, Nail ve Hilmi Beyler’in idamlarına; Ali Osman ve Salih Kâhyaların 10’ar yıl mâhkumiyetlerine;

485 Anıl, a.e., s.190-191.

486 Mithat Şükrü Bleda, a.g.e., s.150.

141 Vehbi, Hüsnü, İbrahim, Rahmi, Rauf, Ali Osman ve Salih Beyler’in kalebent yani sürgün ve hapis cezasıyla cezalandırılmalarına karar verildi. Son olarak ise İaşe işleriyle ilgili vakfiyelerin feshi, şirketlerin tasfiyesi ve bunlara ait taşınır ve yahut taşınmaz mal varlıklarının Devlet hazinesine devrine ve diğer sanıkların beraatlarına karar verildi. Gelinen nokta itibariyle, İzmir Suikastı Davası’nın ikinci evresi olan Ankara İstiklal Mahkemesi’nin Ankara yargılamaları bitmiş ve dava neticelenmiş oluyordu.487

İstiklal Mahkemesi kararlarının kesin ve nihai olması -bir başka ifadeyle temyiz merciinin bulunmaması- dolayısıyla, infazların derhal yerine getirilmesi gerekiyordu. İngiltere ve Fransa gibi yabancı hükümetlerin, Cumhuriyet Hükümeti’nden sanıkların affını talep etmeleri sonuçsuz kalmıştı. İdam kararlarına karşı Fransız Hükümeti’nin en son girişimine ise Mustafa Kemal şu cevabı vermişti:

Evet adalet kılıcı bazen masumları da öldürür ama, tarih kılıcı daima zayıfları vurur. Ben bunlardan değilim. Bu adamlar yaşamıma kastetmek istediler, bu o kadar önemli değildir. Yaşamımı yüzlerce kez savaş alanlarında ölüme karşı bıraktım. Ve gerekirse yeniden öyle hareket ederim. Fakat onlar, Türk’ün geleceğine kastettiler. Bunu affetmeye hakkım yoktur.488

Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği cevapta, ‘adaletin kılıcı bazen masumları da öldürür’ ifadesi düşündürücüdür.

İzmir Suikastı Davası’nın son infazları 27 Ağustos 1926 günü sabaha karşı Ankara’nın Cebeci semtindeki Umumî Hapishane önünde yerine getirildi. Diğer hükümlüler de aldıkları cezaların infazı için uygulama alanına götürüldü ve beraat kararı alanlar da derhal salıverildi. Ankara’daki yargılamalarda idam hükmü giyenlerin, ilmekli ipler boyunlarındayken söyledikleri son sözler dikkate değerdi.

Cavit Bey, son söz olarak; “Hüseyin Cahit Bey’e selamımı söyleyiniz. Çocuklarıma ve refikama baksın.” dedi. Dr. Nazım; “Bu işte hiçbir alakam yok bana yazık oldu.”

dedi. Nail Bey; “Millet sağ olsun, vatanımız yaşasın.” dedi. Hilmi Bey ise; “İpin ilmiği arkaya gelsin.” demişti ve böylelikle, Ankara yargılamasının idamlık mahkûmları son sözlerini söylemişti.489

487 Yaşar Şahin Anıl, a.g.e., ss.191-198.

488 Yaşar Şahin Anıl, a.g.e., s.198.

489 Samih Nafiz Tansu, İttihat Terakki İçinde Dönen…, s.412-413; Yaşar Şahin Anıl, a.g.e., s.198

142 Gelinen noktada Ankara İstiklal Mahkemesi’nin İzmir Suikastı Davası kapanmıştı. Bahusus Ankara yargılamalarının suikast tertibinden çok bir İttihat ve Terakki yargılamasına döndüğünü görmekteyiz. Ardında bıraktığı onlarca hukuk skandalına rağmen bu Mahkeme’yi meşrulaştırmak ve yaptığı yargılamaları yerinde bulmak, en hafif tabirle; akademik terbiyeden nasipsiz olanların dile getirebileceği bir husus olarak karşımızdadır.

Zürcher, Ankara yargılamasının, İzmir’dekiyle karşılaştırıldığında daha da göstermelik bir dava olduğuna dikkat çektikten sonra, bu değerlendirmesinin altını, İttihat ve Terakki’nin, iktidardayken uyguladığı politikalara ve daha sonrasında TpCF etrafında toparlanan eski İttihatçılar’ın Mustafa Kemal’e olan muhalefetlerinden kaynaklandığına dikkat çekerek doldurmaktadır.490 Ahmad ise;

Mustafa Kemal’in, ordu menşeili bir tepkiden çekindiği için TpCF’ye mensup paşalara [Kazım, Refet, Ali Fuat ve Cafer Tayyar Paşalar] karşı ılımlı davrandığını ancak eski ve sabık İttihatçılar’a karşı da bir o kadar sert önlemler aldığına dikkat çekmiştir. Netice itibariyle verilen cezalar, Mustafa Kemal’in idaresine karşı açık muhalefete son verdi. Yeni rejim artık daha da güvendeydi.491

3.3.2. İttihat ve Terakki’nin Türk Siyasal Hayatı’na Bıraktığı Miras