• Sonuç bulunamadı

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Yurtdışı Basın ve Örgütlenme

Bursa’da maarif müdürü olan Ahmet Rıza Bey48, 1889’da uluslararası bir sergiyi görmek için Paris’e gitmiş ve geri dönmemişti. Orada türlü sergüzeştler

45 M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türkler, İletişim Yay., İstanbul, 1985, s.175.

46 İbrahim Temo, a.g.e., s.30.

47 Ahmed Bedevi Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve İttihat ve Terakki, Tan Matbaası, İstanbul, 1948, s.93.

48 “… Cemiyet’in ilk fikri kökleri arandığında Askerî Tıbbiye’de 19. yüzyıl biyolojik materyalizminin etkisini görmekteyiz. Bu açıdan Paris’te pozitivizmin kendisine tılsımlı bir kalkınma anahtarı temin ettiğine inanan Ahmet Rıza Bey’in, İttihat ve Terakki’nin ilk liderlerinden olması bir tesadüf sayılamaz.” Bkz. Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi, Der: Mümtaz’er Türköne, Tuncay Önder, İletişim Yay., 21. Baskı, İstanbul, 2012, s.98. Ayrıca Bkz. “1890’larda II. Abdülhamit ile mücadele

15 içinde sıkıntılarla karşılaşmış, ancak Avrupa’da muhalefetin bayrağı olmuştu. O yıllarda [1894 ve 1895] Ermeni patırtıları artmış ve bunun Avrupa’da doğurduğu tepkiler, büyük devletlerin Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmasına ve ağır baskılara maruz kalmasına sebep olmuştu. Yine bu yıllarda Girit’teki ayaklanmalar neticesinde büyük devletlerin baskısıyla Ada’ya Hıristiyan vali atanması gibi Osmanlı Devleti’nin onurunu kıran olaylar yaşanmaktaydı. Birkaç yıldan beri hükümetin [muhalif] aydınlara karşı giriştiği ezici yaptırımlar birtakım sert tepkilere yol açmış49 ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ilk hürriyetçileri50 Türkiye’de basının sansüre uğramasından dolayı faaliyetlerini duyurmak için Paris’te “Meşveret” adında bir gazete çıkarmaya başlamışlardı.51

Ahmet Rıza Bey, Meşveret adlı gazetesini [1 Aralık 1895] on beş günde bir çıkarmak üzere Fransızca olarak yayımlamaya başladı.52 Bununla birlikte 1895 yılında ilk tutuklamalar olmuş ve Cemiyet, yurtdışına ilk üyelerini kaçırmaya başlamıştı.53İlk mensuplar Ahmet Rıza Bey’in liderliği istikametinde yol almaya pek de istekli değillerdi. Bunun nedeni Ahmet Rıza Bey’in inançlı[!] bir pozitivist haline gelmiş olması ve dinî yönelimlerin reddinde birçok Jön Türk’ün kabul etmeyeceği derecede aşırılığa kaçmasıydı. Ahmet Rıza Bey’in liderliğine ilk büyük meydan okuma [Mizancı] Murat Bey’in 1896’da Paris’e gelişiyle olmuştu.54

Mizan adlı gazetesi çok önceleri kapatılmış ve Mülkiye Mektebi’ndeki dersinden alıkonmuş olan [Mizancı] Murat Bey, Padişah’a bir ıslâhat layihası verdikten sonra Mısır’a kaçmıştı. O devirde Murat Bey, genç kuşak içerisinde sevilen eden Genç Tükler kuşağı pozitivizme -ve sonra da ondan ilham alan tesanütçülüğüne- dört elle sarıldılar. Bürokrasiyi modernleştirmek üzere kurulan devlet okullarında öğrenim gören, fakat aynı zamanda devleti koruma ülküsüyle yetişen bu genç adamlar, Comte’un toplumsal mühendislik görüşlerinde seçkinci görüşlerinin temellendiğini gördüler. Bilim, destek için dayandıkları kaya oldu.” Şerif Mardin, Din ve İdeoloji, İletişim Yayınları, 19. Baskı, İstanbul, 2010, s.135. Ayrıca bkz.

“Bilim ile bir milletin kurtuluşunun nasıl mümkün olabileceği gibi bir sorunsalı, Jön Türklerin iki şekilde işlediklerini görmekteyiz. Bunlardan birincisi kuşkusuz kendilerine çok uygun düşen bir fikir sistemi ile toplumun açıklanmaya çalışılmasıdır. Bu da kendilerine istedikleri doğrultuda bir çerçeve çizen ‘Sosyal Darwinism’den başka bir düşünce değildir. Genel olarak Darwinism’in tıbbiyeliler aracılığıyla, Türk aydınlar arasında hızla yayıldığını biliyoruz. Biyolojik materyalistlerin, Tıbbiye’ye giren dindar öğrencilere, inançlarını değiştirmek için ilk elde Darwin’in kitaplarını okutmaları bu durumu teyit etmektedir.” M. Şükrü Hanioğlu, a.g.e.,, s.51.

49 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, Cilt - I Kısım - I, TTK Basımevi, Ankara, 1991, s.246.

50 Leskovikli Mehmet Rauf, İttihât ve Terakki Ne İdi?, Alfa Yay., İstanbul, 2013, s.28.

51 Ernest Edmondson Ramsour, a.g.e., s.36.

52 Yusuf Hikmet Bayur, a.g.e., s. 247.

53 Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasî Fikirleri 1895-1908, İletişim Yay., 18. Baskı, İstanbul, 2012, s.78.

54 Eric Jan Zürcher, Modernleşen…, s.137.

16 bir kimseydi. Onun yeniden çıkardığı Mizan’ına gerek padişah gerekse muhalefet, Ahmet Rıza Bey’in Meşveret’inden daha büyük bir önem veriyordu.55 1886-1909 arasında, aralıklarla İstanbul, Kahire, Paris ve Cenevre’de çıkarılan Mizan, haber gazeteciliğinden çok siyasal, ideolojik yaklaşımlarla muhalif çizgide yayın hayatına devam etti. Ziya Şakir, Son Posta Gazetesi’nde çıkan tefrikalarında bu durumu şöyle özetlemektedir:

Murat Bey Mısır’a kaçtıktan sonra yalnız Mizan Gazetesi’ni neşretmekle kalmamış, ağzından baklayı da çıkarmıştı. Neşriyatı arasında Osmanlı Devleti’nin mahvu inkıraza [mahvolup çökmeye] doğru yürüdüğünü söylerken, devleti bu tehlikeden kurtaracak yegâne kuvvetin Cemiyet olduğunu da zikrediyor, gerek dost ve düşman nazarlarını bu gizli kuvvet üzerine celbediyordu.

Saray, İstanbul’da teşekkül eden bu kuvveti meydana çıkarabilmek için var kuvvetiyle çalışadursun, Murat Bey’de Anavatan’ın haricinde bulunan vatandaşları bir araya toplamak [ve] hepsini de bu nam altında Cemiyete bağlamayı düşünüyordu. Paris’tekilerin de fikri aşağı yukarı bu merkezde idi.56

Sultan II. Abdülhamid’in devr-i iktidarında aydınlar üzerinde ağır baskılarda bulunulması nedeniyle, muhalefetin içeride ve dışarıda teşkilatlanması ile uğraşmak, bu yapılanmayı ortaya çıkarmak, Saray’ın esaslı vazifeleri arasındaydı. Sultan’ın emriyle Avrupa’ya [1897] gönderilen başhafiye [serhafiye] Ahmet Celâlettin Paşa, muhalefete karşı Saray’ın ‘yumuşak yüzü’nü göstermek için birtakım girişimlerde bulunmuştu. Paşa, Genç Türkler’in bulundukları başlıca merkezleri gezerek Padişah’ın affı ve engin ihsanları vaadiyle muhalif gençler üzerinde ‘caydırıcı’ bir tesir yaratmaya çalışmıştı. Nitekim bir dönem İttihat ve Terakki’nin Paris şube başkanlığını da yapan Murat Bey ve beraberindeki bazı gençler, siyasal anlamda genel af ve azıcık da olsa özgür bir yönetim vaadiyle gazetelerini kapatıp yurda dönmeye razı olmuşlardı. İstanbul’a gelen Murat Bey57, otuz lira (altın) aylıkla Şura-yı Devlet [Danıştay] üyeliğini ve birtakım ihsanları kabul etmekle aydınların

55 Yusuf Hikmet Bayur, a.g.e., Cilt - I Kısım - I, s.247.

56 Ziya Şakir, a.g.e., Cilt I, s. 73.

57 “… Genel olarak, Türk basınının 1880’lerde siyasî bakımdan muhafazakâr olması ve bu itibarla siyasî tahlillere girişmesi, Murat Bey’in 1886’da Mizan’ı çıkardığı sırada, birkaç cüretkar tahlille siyasî şöhret sahibi olmasını mümkün kılmıştı.” Şerif Mardin, Jön Türkler…, s.65. Ayrıca Bkz.

[Mizancı] Murat Bey, Eski Mülkiye [tarih ve coğrafya] hocası, Kafkas kökenli. Eric Jan Zürcher, Modernleşen…, 20 s.137. Ayrıca Bkz. “… Murat Bey İstanbul’a dönünce Padişah önce ona bir tür hafiyelik önerdi. Murat, öneriyi kabul etmeyince de Şura-yı Devlet Maliye Dairesi’ne tayin ettirildi.

1908 yılına kadar az çok karanlıklara gömüldü. Yalnız hayatının pek kolay olmadığını anlıyoruz.”

Şerif Mardin, Jön Türkler…, s.113.

17 gözünden büsbütün düşmüştü. Bu hadiselerin neticesinde Sultan’ın aracı kıldığı Ahmet Celâlettin Paşa ile hiçbir anlaşmaya yanaşmayan Ahmet Rıza Bey ve etrafındaki küçük bir topluluk, muhalefetin neredeyse tek temsilcisi olarak kalacak ve Meşveret’in neşriyatına devam edecekti.58 Ahmet Celâlettin Paşa’nın girişimleri hakkında, sonraları İttihat ve Terakki’nin kâtib-i umumisi [genel sekreter] olacak olan Mithat Şükrü Bleda, anılarında bu hadiseden şu şekilde bahsetmiştir:

Ahmet Celâleddin Paşa’nın telkin ve vaatleri sonucu Paris’te bulunan bazı hürriyet kahramanları birer ikişer İstanbul’un yolunu tuttular. Paşa’nın kandıramadığı, inandıramadığı iki kişi vardı, Ahmet Rıza ve Doktor Nazım…

Kısa süren bir direnişten sonra –kendince kim bilir ne gibi bir sebeple- Murat Bey de Yıldız’a teslim olmaktan çekinmeyince Paris ve Cenevre’de kalan arkadaşları haklı bir endişe almıştı. Murat Bey’in Paris’ten Cenevre’ye gelişini unutamam. Arkadaşlarla ne yapacağımızı tartışırken odaya girmişti. Yüzü sapsarı, sesi titrekti. Şöyle bizleri süzdü ve karşılanışının soğuk havası içinde birkaç adım yürüyüp iskemleye ilişti. Hemen etrafını sarmıştık. Teker teker hepimize hal ve hatır sorduktan sonra ağır ağır konuşmaya başladı:

- Arkadaşlar… Celâleddin Paşa ile yaptığımız temaslar bana şu kanaati verdi; aleyhinde neşriyat yapmakla, Padişahı Kanunu Esasi’yi ilâna zorlamamız imkânsızdır. Bizler saraya karşı yumuşak bir tavır takınıp İstanbul’a dönmeye razı olduk. Sizlerde bizlere katılırsanız Abdülhamid kendiliğinden milletin arzusuna uyacaktır. Celâleddin Paşa bu hususta kat’i [bir] teminat verdi.

Ne yalan söyleyeyim, Murat Bey’in sözleri üzerimizde soğuk bir duş tesiri yapmıştı. İnanamıyorduk kulaklarımıza. Nasıl olurdu da Murat Bey gibi idealist bir kişi böyle konuşurdu… Bütün hayallerimiz bir anda kırılmıştı… Derin bir sessizlik vardı odada ve biz birbirimizin yüzüne bakamıyorduk. Ne cevap verecektik? Nasıl bir karar almalıydık? İşte tam bu hava içinde ve tam bir sessizliğin hüküm sürdüğü sırada Doktor Akil Muhtar bomba gibi patladı ve ayağa fırlayarak Murat Bey’in yakasına yapışıp bağırdı:

- Bu ne sebatsızlık… Bu ne samimiyetsizlik…59

Avrupa’ya kaçan [ilk devir] idarecilerin bir kısmının 1897 yılında padişahla işbirliğini kabul etmesi Cemiyet’i oldukça zayıflatmıştı.60 Ahmet Rıza Bey [ ve

58 Yusuf Hikmet Bayur, a.g.e., Cilt - I Kısım - I, ss. 252-256.

59 Mithat Şükrü Bleda, İmparatorluğun Çöküşü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1979, s.18.

18 grubu61] bir kez daha sürgündeki hareketin lideri olmuş ve fakat hareket Abdülhamit’in girişimleriyle ciddi bir darbe yemişti. Cemiyet, 1897-1899 yıllarında neredeyse hiçbir örgütlü faaliyette bulunamayarak en sönük zamanlarını geçiriyordu.62 Ahmet Celâlettin Paşa’nın uygulamalarına benzer girişimler 1899 yılında [farklı metotlarla] tekrarlanmış, Ahmet Rıza Bey’in çevresinde hemen hemen kimse kalmamıştı.63 Bu durum üzerinde 1897 Türk- Yunan Harbi’nin, Türk tarafının kesin zaferiyle sonuçlanmasının da etkisi vardı. Ahmed Bedevi Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve İttihat ve Terakki adlı eserinde bu etkiye şu satırlarla dikkat çeker:

Yunan Harbi’nden sonra Abdülhamit muhalefeti bir hayli zayıflamıştı.

Çünkü Tesalya64 zaferi halk tabakalarında sevinç ve heyecan uyandırmış ve sultanın kredisi yükselmişti. Bundan biraz sonra Alman İmparatoru’nun İstanbul’a gelişi ve İslâmiyet hâmisi sıfatını takınması, mutaassıp halk tabakalarının padişaha karşı rabıta ve itimatlarını daha ziyade kuvvetlendirdi.65