• Sonuç bulunamadı

İzleyici Araştırmalarının Sorgulanışı: Eleştiriler, Yanıtlar, Alternatifler

I. BÖLÜM: İLETİŞİM ÇALIŞMALARINDA VE SİNEMADA İZLEYİCİ

1.4. İzleyici Araştırmalarının Sorgulanışı: Eleştiriler, Yanıtlar, Alternatifler

Arild Fetveit’e göre iletişim alanında alımlama çalışmalarının popüler olmasının temel nedenlerinden birisi, bu çalışmaların postmodern özcülük karşıtlığıyla pek çok düzeyde birleşmesinde bulunabilir. Morley’nin erken dönem alımlama çalışmalarının kuramsal temelini oluşturan Hall’un “Kodlama, Kodaçımlama” makalesi etki çalışmalarının davranışçılığına ve pozitivizmine güçlü bir saldırıydı. Özcülük karşıtı bir hakikat çizgisiyle Morley, ideoloji kuramlarının ileri sürdüğü gibi televizyon izleyicilerinin pasif kültürel budalalar değil, aktif bireyler olduklarında ısrarcıydı.

Özetle alımlama çalışmaları pozitivizmin ve davranışçılığın eleştirisi üzerine kuruluydu. Ayrıca bu araştırmalar, işçiler, kadınlar, televizyon izleyicileri gibi marjinalize edilmiş Ötekilerin sesini işin içine katmak çabasındaydı. Farklı insanların

66 farklı yorumlamalarına yönelik ilgi araştırmacıları, değerler ve hakikatlerin postmodern çoğulculuğuyla buluşturdu. Böylece alımlama araştırmaları, zamanın özcülük karşıtlığı nosyonundan önemli bir ivme kazandı. 1980’lerde gerçekleştirilen araştırmalar, gündelik hayat çalışmalarına önemli bir katkı sağlamakla birlikte, aynı zamanda okuyucunun özgürlüğüne aşırı değer biçme eğilimini de ortaya çıkardı. Bunun en tartışmalı örneği belki de John Fiske tarafından ortaya atılan “semiyotik demokrasi” kavrayışıydı (Fetveit, 2001, s. 176-177).

Kültürel Çalışmaların izleyici araştırmaları, izleyiciye yönelik olarak “olumlamacı” ve “iyimser” olmaktan (Budd, Entman ve Steinman, 1990), “yeni revizyonizme” (Curran, 1999), “anlamsız popülizmden” (Seaman, 1992), geleneksel edebiyat ve sanat çalışmalarının arsız elitizmine karşı, “arsız bir popülizmi” onaylamaya (Gitlin, 1997, s. 31) ve ekonomik kerteler ile makro yapıları ihmal ederek mikroya odaklanmaya (Murdock, 1989; Garnham, 2008 [1995]; Hagen ve Wasko, 2000) uzanan bir dizi eleştiriye uğradı.

İletişim çalışmaları içindeki eleştirel yaklaşımlardan olan ekonomi politikte, birincil olarak ve çoğunlukla makro yapılara odaklanılır ve izleyiciler tüketim sürecinin bir parçası olarak görülür. Bu yaklaşıma göre ekonomik bağlam alımlamanın/tüketimin sınırlarını ve limitlerini oluşturur; buna göre analize ekonomik bağlamın anlaşılmasıyla başlamak gerekir. Ekonomi-politiğin temel eleştirilerinden biri de birçok alımlama çalışmasının, her zaman daha geniş kültürel ve politik çerçevelerle ilişkilendirmeden tüketim tarafındaki mikro düzeylere odaklanmasıdır (Hagen ve Wasko, 2000, s. 22).

Budd, Entman ve Steinman’a göre (1990, s. 170) özellikle Fiske ve Grossberg’in düşüncesinde “İnsanların günde saatlerce televizyon izlemesi, onun

67 imgelerini, reklamlarını ve değerlerini tüketmesi hakkında endişelenmemize gerek yoktur. İnsanlar medya tarafından manipüle edilen kültürel budalalar değil, hâlihazırda eleştirel, aktif izleyiciler ve dinleyicilerdir.” Amerikan Kültürel Çalışmalarının izleyiciye yönelik olumlayıcı ve iyimser bir tonu bulunduğunu kaydeden yazarlar, bu pozisyonun iki önemli sonucundan söz eder: Birincisi bu bakış, monolitik endüstriyel pratikleri, alternatif ya da karşıt olanlardan ayırma olanağı sağlayan medya endüstrilerinin ve metinlerinin analizini uygun bulmaz. Alımlama, politik olarak tek zeminmiş gibi görüldüğünden, metinsel ve endüstriyel kurumlar ihmal edilir. İkincisi, Amerikan Kültürel Çalışmaları metinlerin en ince ayrıntısına kadar araştırmasını yapsalar bile, bu metinlerin alımlanması tartışmaları, bilişsel teoriden siyaset bilimine uzanan farklı disiplinler tarafından üretilmiş eleştirel bilginin önemli bir bölümünü görmezden gelerek, var olan teorinin sınırlı ve çarpıtılmış bir çalışma alanını devam ettirir.

Budd, Entman ve Steinman’a göre Kültürel Çalışmalar, haklı olarak disiplinlerarası çalışmayı vurgulasa da (sosyoloji, etnografi ve metin analizleri) eleştirel ve geniş kapsamlı bir anlama için gerekli olan diğer öğeleri ihmal eder. Sıklıkla ideoloji, söylem ve anlama soyut bir şekilde odaklanarak onun ekonomik süreçlerle ilişkisini kurmaz. Sosyo-ekonomik analizler her şeyi açıklamasalar da birçok şeyi açıklar ve izleyiciyi bir meta olarak görmek, izleyicinin özgürlüğü üzerindeki baskıları ve sınırları betimlemeye yardım eder. Buna karşın kültürel çalışmalar, pratikte birbirinin içine geçmiş olan ekonomi ile ideoloji, altyapı-üstyapı alanlarını çoğunlukla birbirinden ayırır; böylece medya izleyicilerinin tüketici rolünü üstlendiği bütünleşik pazar sistemini es geçer (1990, s. 172, 173).

68 Murdock’a göre de iletişim sistemi içinde ideolojinin nasıl işlediğinin bütüncül bir şekilde anlaşılabilmesi için medya üretiminde çeşitliliğin sağlanmasına ya da engellenmesine neden olan dinamikler açıklanmalıdır. Bunun için iletişimin eleştirel ekonomi politiğine ihtiyaç vardır ancak kültürel çalışmalar bu gelenekle ilgilenmeyi ısrarla reddetmektedir (Murdock, 1989, s. 439). Murdock ve Golding’in düşüncesinde metinlerin taşıdığı anlamlarla, okuyucuların onlara getirdiği anlamların karşı karşıya geldiği mübadele anına odaklanmak, “kültürel çalışmalarının yeni popülistlerini”, ‘serbest Pazar’ın liberal savunucularıyla ortaklaştırır. Her iki çözümleme biçiminde de karşılaşma daha geniş bağlamlardan uzaklaştırılmakta ve tüketici egemenliğinin bir örneği olarak savunulmaktadır. Fiske’nin yaptığı gibi “yıkıcı tüketimin romantik kutlaması”, kültürel çalışmaların, kitle iletişim araçlarının mevcut tahakküm ilişkilerini sürdürmek ve desteklemek için ideolojik olarak işleme biçimine ilişkin geçmişten beri süregelen ilgisi ile açıkça çelişmektedir. Ancak bu daha geniş bakış açısından bazı düzeltmeler yapılsa bile, kültürel çalışmaların sunduğu kültürel endüstrilerin işleme biçimlerinin analizinin, bunların fiilen endüstri olarak nasıl işledikleri ve ekonomik örgütlenmelerinin anlam üretim ve dolaşımına nasıl nüfuz ettiği konusunda hiçbir şey söylememesi ya da çok az şey söylemesi gibi bir sorun bulunmaktadır. Özetle ve bir diğer deyişle kültürel çalışmalar insanların tüketim tercihlerinin daha geniş ekonomik bağlam tarafından yapılandırılma biçimleri ile ilgilenmez, eleştirel ekonomi politik ise birincil hedef olarak bu dinamikleri araştırır (Murdock ve Golding, 2002, s. 63-64).

Janice Peck’e göre “eleştirel medya soruşturmasının iki yakasını buluşturma yakarışı” (2008, s. 173) olan, ancak kültürel çalışmaları, ekonomi politik yardımıyla “düzeltme” girişimi olarak da görülebilecek yazısında Garnham, “tüketim ile

69 alımlamaya ve yorum anına odaklanmakla”, kültürel çalışmaların tüketim özgürlüğü ve gündelik yaşamı (2008, s. 120) abartmakta olduğunu öne sürer. Onun düşüncesinde “Nedeni ne olursa olsun, her popüler kültür pratiğine, elitizme bulaşmaktan kaçınmak arzusuyla, bir direniş olarak değer atfetmek kültürel çalışmaların kendi politik mücadelesine geniş ölçüde” zarar vermektedir (Garhnam, 2008, s. 126). Radway ve Ang’inki gibi kimi feminist araştırmaların bulguladığı aşk romanlarını okuyan ya da pembe dizi izleyen kadınların, fanteziler aracılığıyla kendilerini ifade etmekte özerk bir alan buluyor olmaları durumu da Garhnam’ın eleştiri oklarının hedefi olur:

Eski kötü günlerde biz bunu kaçış olarak adlandırıyorduk; o zevklerden uzak, püriten, sosyalist günlerde kaçış kötü bir şeydi. Bugün belki bu, kısıtlayıcı toplumsal koşullara anlaşılabilir bir tepki olmasına, ne açık bir manipülasyon ne de bütünüyle pasiflik olmasına ve bu toplumsal öznelere başka bir seçenek sunulmamasına rağmen, bana, öznelerin kendilerini içinde buldukları tahakküm yapılarına direnebilmek için kaçışın pek bir yararı olmaz gibi geliyor (2008, s. 126).

Garnham’ın eleştirilerine yanıt olarak kaleme aldığı yazısında Grossberg, ekonomi politikçilerin kültürel çalışmalara yönelttiği temel eleştirileri şu şekilde özetler: “Kültürel çalışmaların kültürel üretim kurumlarını göz ardı ettiği, popüler kültürü övdüğü ve her tür muhalif yoldan vazgeçtiği” eleştirisi ve “kültürel çalışmaların ekonomiyi göz ardı ettiği ve çağdaş dünyada gerçek iktidar, tahakküm ve baskı yapılarını anlamaya muktedir” olmadığı eleştirisi. “… Kültürel çalışmalar içinde yerel ve özgün olana bağlılık adına, kültüre fazla kutlayıcı yaklaşan belli konumların varlığının, her tür eşitsiz iktidar ilişkisinin daha geniş toplumsal bağlamlarına ilişkin duyguları çok fazla gölgelediğini” ve “Kültürel çalışmaların bir kısmında, yeniden indirgemeci modellere düşme korkusuyla, ekonomiye ayrıntılı bir dikkat sarf etmekten kaçınan eğilimin olduğunu” kabul eden Grossberg, “bu

70 gelişmeler ve onların kültürel çalışmaların daha geniş varsayımsal ve politik temellerinin yanındaki yeri”nin dikkatle analiz edilmesi gerekliliğine vurgu yapar (2008, s. 131-132).

Alımlamaya ilişkin kültürel çalışmalar, tüketimin karmaşık ve çelişkili doğasına eğilseler de sıklıkla tüketimin çeşitli hazları üretebileceği sonucuna varır. Ancak bu hazzın bazı bakımlardan güçlendirici olabileceğini söylemek, pazarın sömürücü, manipüle edici ve baskıcı yönlerini inkâr etmek demek değildir. Yerel pratikleri, iktidarın toplumsal yapılarının daha geniş bağlamları içinde konumlandırmaya ve aynı zamanda iktidarın toplumsal yapılarının yerel olarak nasıl deneyimlendiğini anlamaya çalışan çalışmalarla, haz üreten herhangi bir tüketim eğiliminin, özünde bir direniş pratiği olduğunu öne süren çalışmaların her ikisi de kültürel çalışmalar içinde bulunmakla birlikte, bunların bir ve aynı şey olmadıkları göz önüne alınmalıdır (Grossberg, 2008, s. 133-134).

“Kültürel çalışmalar her tür hazzın iyi olduğunu veya politik olarak ilerici olduğunu varsaymaz; tam tersine, sıklıkla hazzın baskıcı iktidar biçimleri ve varolan eşitsiz yapıları tarafından maniple edilebileceğini veya en azından bunlara eklemlenebileceğini kabul eder” ve ayrıca

Kültürel çalışmalar mevcut iktidar yapılarına meydan okunacaksa iktidarla suç ortaklığının, iktidara katılımın nasıl inşa edildiği ve yaşandığının anlaşılması gerektiğine inanır. Bu da yalnızca insanların bu gibi pratikler aracılığıyla ne kazandıklarına değil fakat bu pratikleri, belli iktidar yapılarından kaçmaya, onlara direnmeye ve hatta karşı koymaya eklemlenme olanaklarına bakmaktır (Grossberg, 2008, s. 137).

Etnografik çalışmaların mikro düzeylere odaklandıkları ve makro yapılarla olan ilişkiyi kuramadıkları yönündeki eleştirilere karşın Morley, Marcus ve Fichler’in gözlemlerini aktarır: Yazarlara göre etnografik çalışmaların değeri, bazı

71 yapısal fenomenleri (örneğin kapitalist dünya sistemi) anlamakta kullandığımız egemen makro çerçevelerimizi yeniden şekillendirebilmelerinde yatar. Böylece teorik çerçevelerimizin genel terimlerle açıklamaya çalıştığı, güncel çeşitliliği ve yerel durumların karmaşıklığını daha iyi anlayabiliriz. Morley’ye göre amacımız analizin bir düzeyinin diğerini ikame etmesi değil, (makro ya da mikronun) daha geniş ideoloji, iktidar ve politika sorunlarının analizi ile bütünleşmesi olmalıdır (Morley, 1997, s. 127).

Medya-izleyici ilişkilerinde etnografik yaklaşım, “teorik yetersizlik”, “popüler kültürün mistifiye edilmesi ve eleştirel olmayan bir şekilde kutsanması”, “araştırmacının pozisyonunun mesele edilmemesi”nin yanında “metinsel belirlenim”den kaçınırken Tessa Perkins’in kavramıyla (2000, s. 83) bir tür “izleyici belirlenimi”nin söz konusu olması noktalarında eleştirilmiştir. Ancak Kaya Mutlu’nun da belirttiği gibi etnografik çalışmalar yalnızca “izleyiciyi bilebilme” motivasyonundan hareket etmez. Bu araştırmalar daha çok izleyicinin metinle baş başa olmadığını, “diğer” sosyal ve tarihsel yapı ve söylemler ile sosyal ilişkilerin sürekli izleyici-metin karşılaşmasında devrede olduğunu göstermeye çalışır. Bu açından bu araştırmaları “izleyici temelli” yerine “bağlam temelli” olarak betimlemek mümkündür (Kaya Mutlu, 2002, s. 12).

Araştırmacının pozisyonu meselesine değinirsek, ilk olarak bütün izleyici araştırmalarının çeşitli sorunlar barındırdığını söyleyerek başlayabiliriz. Örneğin izleyiciler izlenimlerini sözcüklere dökmek zorundadırlar ve bu sözcüklerin de yorumlanması gerekir. İnsanların medya deneyimlerini ancak gözlem ya da doğrudan sorgulama ile bilebiliriz; fakat bu sorgulamanın kendisi önceden yorumlanmıştır ve araştırmacı verilen yanıtları da yorumlayacaktır. Argümantasyonumuzu kuramda ya

72 da felsefede temellendirirken, araştırmamızın içkin öznelliğini yok edemeyiz (Nightingale, 2006, s. 176). Başka deyişle izleyici araştırması, (tüm diğer araştırmalar gibi) araştırmacının öznelliğinden azade değildir.

Elbette ki etnografik yollarla bilgi toplamak, izleyicilerin deneyimlerini dolayımsız bir şekilde anlamak ve anlatmak demek değildir. Bir temsil sistemi olarak dilin kendisinin dolayımlama aracı oluşunun yanında, görüşmelerin belirli bir araştırma bağlamında yapılıyor olması da, görüşmecilerin kendilerini ifade ederken bütünüyle “doğal” davranmasını engelleyebilmektedir. Araştırmacının veriyi inceleme materyaline dönüştürmesi, kategorilere ayırması ve belirli kavramlarla ilişkilendirmesi de dolayımın bir başka boyutudur.

Etnografik teknikler kullanılarak gerçekleştirilen alımlama çalışmalarını, metin incelemeleriyle tam bir ikili karşıtlık üzerinden açıklamak yerine, bu çalışmada etnografik verinin kendisinin de bir metin olduğu göz önüne alınmıştır. Dolayısıyla iddia edilen, “dolayımsız ve hakiki” bilgi üretmek değil, metnin inşa ettiği özne konumları yerine, gerçek izleyicilerin sözlerini “metin” olarak incelemektir. İzleyicinin aktif olduğunu söylemek ve “gerçek insanların” yorumlarını incelemek, kendiliğinden politik direniş ve özgürleşim imkânından söz etmek demek değildir. Aksine bu tezde böyle bir olanak/olanaksızlık üzerine düşünmek üzere, tarihsel öznelerin anlamları sorgulanmıştır.

İzleyici araştırmalarına yönelik önemli bir eleştiri noktasını oluşturan “izleyici popülizmi”nden kaçınmak için Timothy Gibson’ın (2000, s. 253) önerisi, eleştirel izleyici araştırmalarının Fredric Jameson tarafından ifade edilen bilişsel haritalandırma projesine katılmasıdır. Bir dizi etkili makalesinde Jameson, kapitalizmin en son aşaması sırasında yaratılan yeni estetik ve sosyal alanların

73 haritalandırılmasındaki yetersizliğinin, etkili ve stratejik bir sosyalist politika şekillendirme olasılığını kötürüm hale getirdiğini yazar ve sonuç olarak “bir bilişsel haritalandırma estetiği” önerir. Jameson’a göre bu projenin başarısı bizim geç kapitalizimin ulusal ve global sosyal organizasyonun makro yapıları ile gündelik yaşam düzeyinde kültürel deneyimi düzenleyen ve yeniden yapılandıran bütünlüğün içinde, bunun işlediği yolları anlama ve haritalandırma becerimize bağlıdır (Gibson, 2000, s. 254).

Gibson, izleyicilerin yorumlama stratejilerinin etnografik incelemelerinin bu proje için yaşamsal önemi olduğu kanısındadır. Çünkü ona göre makro yapılar, gündelik hayat düzeyinde anlam üretimini ve sosyal eylemi sınırladığı ve yönlendirdiği ölçüde başarılıdır. Bu sınırlama ve kısıtlama sürecini anlamak, hem belli bir toplumun bütünlüğü kavrayışına sahip olmayı, hem de bu bütünlüğün gündelik yaşam alanı içindeki örüntülerini, kısıtlamalarını ve yeniden üretilir hale gelmesini anlamayı gerektirir (Gibson, 2000, s. 254).

Gibson’a göre izleyicilerin anlam üretim sürecine odaklanan araştırmacılar, David Morley’yi izleyerek, hem seyircilerin yaratıcı ve farklı anlamlar üretme gücüne, hem de bazı anlamların üretimini sınırlayıp kısıtlarken diğer anlamların üretimine olanak veren ve onları destekleyen daha geniş global ve ulusal belirleyicilere yoğunlaşmalıdırlar. Gibson’ın düşüncesinde bu diyalektik beceriyi kazanabilmek için: (1) Toplumun bütünlüğünü kavramsallaştırmanın bir yoluna (ki bu daha geniş ekonomik, politik, kültürel güç yapılarının belli bir tarihsel momentte nasıl yapılandırıldığı ve düzenlendiğidir) ve (2) medya tüketimi pratiğini de içeren gündelik yaşam pratikleri içinde bu bütünlüğün nasıl yeniden üretildiği ve hatta bu pratikler tarafından nasıl biçim değiştirdiğini anlamaya ihtiyacımız vardır

74 (Gibson, 2000, s. 258). Gibson Morley ve Hall gibi araştırmacıların üç önemli analiz alanı tanımlamış olduklarını belirtir:

(1) Medya metinleri ve onların söylemsel yapıları,

(2) Metinlerin okuyucuları tarafından işgal edilen üstbelirlenmiş sosyal konumlar,

(3) Kullanımın ve yorumlamanın sosyal bağlamı (2000, s. 261).

Bu çalışmada 2000’lerde çekilen 12 Eylül filmlerinin, üniversiteli gençlerin anlam dünyasında nasıl bir karşılığı olduğu irdelenirken, onların hem politik görüşleri ve politikayla ilişkilenme biçimleriyle, hem de duygu ve deneyimleriyle filmleri okuma-yorumlama pratikleri arasındaki bağlantılara odaklanılacaktır. Başka deyişle, filmleri anlamlandıran öznelerin işgal ettiği “üstbelirlenmiş sosyal konumlar”la (gençlerin zihinlerindeki imge ve söylemsel çerçeveler, kişisel deneyim, toplumsal cinsiyet ve politik konum gibi özellikler), alımlamanın sosyal, politik ve tarihsel bağlamı analiz edilecektir. Ayrıca film karakterleri üzerinden yapılan okumalar da incelenecek, bütün bu yorumlar aracılığıyla 2000’lerin 12 Eylül filmlerinin politik anlamı üzerine değerlendirme yapmak da mümkün olacaktır.

Tezin bir sonraki bölümünde 12 Eylül askeri darbesi, 1980 sonrası yaşanan ekonomik, kültürel, sosyal ve politik dönüşümler dolayısıyla günümüz üniversite gençliğinin özne olarak içinde şekillendiği tarihsel ve sosyal bağlam ortaya konulmaya çalışılacaktır. Bunun yanı sıra Türkiye sinemasındaki 12 Eylül filmlerine genel olarak değinilecek, ardından politik sinema kavramı ile örneklem seçilen

Vizontele Tuuba, Babam ve Oğlum ve Eve Dönüş filmlerinin 12 Eylül’ü ve dönemin

75

II. BÖLÜM: 12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ VE 12 EYLÜL