• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM: 12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ VE 12 EYLÜL FİLMLERİ

2.2. Türkiye Sinemasında 12 Eylül Filmleri ve Politik Sinema

2.2.2. Politik Sinema

2.2.2.3. Eve Dönüş

Vizontele Tuuba ile Babam ve Oğlum’dan farklı olarak Eve Dönüş filminde

darbe sonrası yaşananlar, özellikle işkence boyutuyla anlatının odak noktasında yer almaktadır. Filmi kendisinden önceki 12 Eylül filmlerinden ayıran önemli bir özelliği, hikâyenin ana kahramanın politik mücadele içerisinde yer almayan, hatta bilinçli olarak “bu işlere bulaşmayan” bir karakter oluşudur.

Filmin başında bir grup devrimci genç duvara afiş asmakta ve “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi” gibi sloganlar yazmaktadır. Bu arada bir mahalle

161 bekçisinin tabancasına el koymuşlardır. Babacan görünümlü bekçi, devrimcilerden tabancasını geri vermelerini ister, onlar da işleri bitince vereceklerini söylerler. Bu arada bir polis minibüsü gelir, devrimci grup kaçmaya başlar, polisler araçtan iner ve bir tanesi havaya ateş açar. Devrimciler de bir yandan saklanmaya çalışırken bir yandan da ateşe karşılık verir. Bekçinin başının yanmaması için tabancasını ona doğru fırlatmaya çalışırken içlerinden biri yaralanır. O sırada evde uyumakta olan Mustafa (Mehmet Ali Alabora) silah seslerine uyanır, televizyonu ve ışığı kapatıp dışarıda olan biteni izlemeye başlar. Çatışma hemen evinin yakınındadır ve Mustafa korku içinde uzaklaşmalarını bekler. Sesler kesilince rahat bir nefes alır ve eşi Esma’nın (Sibel Kekilli) onun için bıraktığı nota cevap yazar.

Mustafa ve Esma aldıkları renkli televizyon yüzünden epeyce bir borçlanmışlardır, maddi güçlükleri aşmak için fazla mesaiye kalmaktadırlar. Vardiyaları çakışmadığı için birbirlerini pek göremezler, bu yüzden de karşılıklı not yazarak haberleşirler. Bu arada kızlarına da anneannesi bakmaktadır. Özetle Mustafa ve Esma’nın birbirlerini ve kızlarını doğru dürüst görememek ve ev sahibinin (Can Kolukısa) evden çıkmaları yönündeki baskısına rağmen sıradan ve mutlu bir hayatları vardır.

Mustafa fabrika önünde dağıtılan bildiride yazan “İşçiler birleşin, birleşin ve direnin” ifadesini arkadaşına okur ve alaycı bir şekilde “emrin olur” der. Onları sendikadaki toplantıya davet eden temsilcinin (Necmettin Çobanoğlu) haklarını aramaları gerektiğine ilişkin sözleri karşısında da Mustafa’nın arkadaşı Cahit (Cengiz Küçükayvaz), alaycı sözler söyler ve onunla tartışır. Mustafa ile ikisi faşistler tarafından vurularak yaşamını yitiren sendika sekreteri için yapılan saygı duruşunun ardından, devletin desteklediği teröre ilişkin sözleri dinlemek yerine şakalaşmayı

162 tercih ederler. Boş vakitlerini kahvede okey oynayarak geçiren bu lümpen grup için devrimci mücadele uzak durulması gereken boş ve tehlikeli bir iştir.

Esma ve Mustafa izin günlerinde piknik yapmak niyetindedirler. Onları radyoda Hasan Mutlucan, sokakta “ihtilal” olduğu haberini veren askerler, televizyonda Kenan Evren karşılayacaktır. Pikniğin iptal olmasına ve darbenin tatil gününe denk gelmesine üzülürler. Esma ev kiralarının artmasından endişe eder. Ülkedeki politik mücadeleden uzak olan bu çiftin, darbenin olası siyasi ve toplumsal sonuçlarından haberi yoktur. Sokaklara asker hâkimdir, Milli Güvenlik Konseyi emir ve bildiriler yayınlamakta; Esma ile Mustafa’nın çevresinde durmadan tutuklamalar olmaktadır. Esma, Mustafa’ya Güler isimli bir arkadaşlarının da içeri alındığını söyler. Mustafa da ona “karışmasaymış bu işlere” diye cevap verir, üstelik ona göre sendika işleri bir kadına göre değildir. Esma çalıştığı bölümde müdürler dışında erkek olmadığını, Güler olmasa başka birinin temsilcilik görevini üstleneceğini, üstelik de Güler’in bu görevi uzun bir süre önce bıraktığını söyler. Mustafa açıklamadan tatmin olmaz, o zaman başka bir bağlantısı olduğunu, “bu işlere” karışmasa tıpkı kendileri gibi içeri alınmayacağını söyler.

Bir başka sahnede Esma ve Mustafa, Esma’nın anne (Perihan Savaş) ve babasının (Savaş Ay) evinde yemektedirler. Esma’nın babası Sacit Bey, “ihtilal” durumundan son derece memnundur: “Orduyla şaka olur mu be, Türk ordusu deyince durup bir düşüneceksin… İki dölsüz politikacının bu vatanın evlatlarını birbirine kırdırmasına asker hiç izin verir mi be ha? Ortalığı komünistlere bıraktılar, sicilli komünistleri üniversitelere hoca yaptılar! Ulan biz bu komünistlerin kökünü kazımak için taa Korelere kadar gidip vurduk, vurulduk be! (…..) Hem bu politikacıların başını boş bırakmayacaksın. Şöyle on yılda on beş yılda bir masaya

163 vurup ordu burada diyeceksin! Hadi bakalım damat artık gözümüz arkada kalmaz vatan kurtuldu, biz de mideleri kurtaralım” diyerek Mustafa ile rakı kadehini tokuşturur.

Esma ve Mustafa yemeğin ardından evlerine dönmüş uyumaktadırlar. Kapının çalınma sesine uyanırlar. Sürekli onlara evden çıkmaları için baskı yapan ev sahibinin geldiğini düşünürler. Oysa gelen polislerdir. Esma ile kızlarının çığlıkları ve gözyaşları arasında Mustafa’yı alıp götürürler. Mustafa, “Örnektepe Halk Komitesi Başkanı Şehmuz kod adlı” örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklanmıştır. 22 gün boyunca ağır bir işkenceye maruz kalır. Şehmuz olmadığını defalarca söylemesine ve polislere yalvarmasına rağmen işkence devam eder. Üstelik asıl adı Nurettin olan ve “Hoca” (Altan Erkekli) olarak anılan gözaltındaki bir başka kişi de gördüğü çok ağır işkenceye rağmen, onun Şehmuz olmadığını teyit etmiştir. Mustafa bir süre sonra acıya dayanamayarak polisler her ne derse kabul edecek duruma gelir. Hoca ona mutlaka dayanmasını ve suçlamaları kabul etmemesini öğütler. Sorgu, hakaret ve işkenceye maruz kalmadıkları çok küçük zamanlarda, Hoca ile Mustafa sohbet edip yakınlaşırlar. Gözaltındaki bir başka kişi olan Niyazi ise yaşananlara daha fazla dayanamayarak “Turist” kod adlı Aydın Gün isimli bir kişinin adını verir, Mustafa’nın da Şehmuz olduğunu söyler. Aydın Gün yargı süreci devam etmesine rağmen, Metris Cezaevinden alınarak siyasi şubeye getirilir ve gelir gelmez de işkenceye maruz kalır. O da Niyazi gibi Mustafa’nın Şehmuz olduğunu kabul eder ve Hocaya polisler sahtesiyle uğraşırken, gerçek Şehmuz’un yurt dışına kaçabileceğini söyler. Ona göre bu yolla Mustafa, zorunlu olarak devrimci mücadeleye katkıda bulunacaktır. Hoca yaptığının kötü bir şey olduğunu söyler ve bu davranışı onaylamaz.

164 Şehmuz isimli devrimci gencin polis tarafından vurularak öldürülmesi sonucu Mustafa serbest kalır. Ancak bundan sonra Mustafa için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Eşinden bir türlü haber alamayan, hiçbir sebep gösterilmeden işten çıkarılan, ev sahibi tarafından kapıya konulan ve çok acı günler geçiren Esma, baba evine yerleşmek zorunda kalmıştır. Mustafa da bu eve gelmek durumundadır. Tekrar fabrikaya dönmek ister ancak içeriye girmiş olduğu gerekçesiyle işe geri alınmaz. Bu arada kulaklarında işkence altında Hoca’nın attığı çığlıklar çınlamaktadır. Birden onun verdiği adresi hatırlar. Ancak bir türlü o eve gitmeye ya da gittiği halde evin kapısını çalmaya cesaret edemez. Kâbuslar, halüsinasyonlar görür. İşkencenin yarattığı travmayı atlatamaz ve Hoca’yı aklından çıkaramaz. Sonunda bir gazetede Hoca’nın çatışmada öldürüldüğü haberini okur, oysa onu en son gördüğünde siyasi şubede vücuduna elektrik verilmiştir ve ölmek üzeredir. Hocanın verdiği adrese gitmeye ve evdekilere haber vermeye karar verir. Eve varır, kapıyı birkaç kez çalar ama kapı bir süre açılmaz. Tam içeride kimse olmadığını düşünüp kendi üzerine düşeni yaptığı için vicdanen rahatlayacakken, ayak seslerini duyar ve korkuyla oradan uzaklaşır. İçeridekiler Hoca’nın annesi ve kız kardeşidir. Yolda siyasi şubeden polisler Mustafa’yı durdurur ve içeri alıp öldürmekle tehdit ederler. Bu sırada onu örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle ihbar eden kişinin ev sahibi olduğu ortaya çıkar.

Mustafa bir hışımla kahveye gelir, ev sahibi oradadır. Ev sahibine bakar, dudakları titrer, gözleri dolar, söyleyecek hiçbir şey bulamaz, öylece kalakalır. Ev sahibi onu masasına oturtur, çay ısmarlar, Mustafa’nın ağzından tek bir söz bile çıkamaz. Bu arada diğer bir masada okey oynamakta olan kişiler onun hakkında konuşmaya başlarlar. Birisi sessiz görünmekle birlikte “azılı komünist” çıktığını

165 söyler, bir başkası ise yanlışlık olduğunu anlatır. Diğeri mutlaka bir ilgisi olduğunu ilgisi olmasa içeri alınmayacağını söyler ve “seni beni neden almıyorlar” diye sorar. Tam bu sırada polisler içeri girer, tarifteki eşkâle uydukları gerekçesiyle bu ikisini götürürler. Adamlar şaşkın vaziyette götürülürken, kamera duvarda asılı duran Kenan Evren ve MGK fotoğrafını gösterir.54

Fotoğrafın arkasına siyah bir fon gelir ve 12 Eylül Darbesinin bilançosu, darbecilerin yargılanmamış olduğu ve ülkenin halen 12 Eylül Anayasası ile yönetilmekte olduğu yazılarla perdeye yansır.

Örneklem alınan filmler içinde en sert, meselesini en doğrudan ortaya koyan ve 12 Eylül’ü anlatıda en merkezi konuma yerleştiren film Eve Dönüş’tür. Filmi sinemanın görsel dilini ve imge yaratma gücünü kullanmak açısından çok başarılı bulmasak da, Z. Tül Akbal Süalp’in (2008, s. 48) söylediği gibi “12 Eylül’ü açıkça konuşabilmesi, insanların başına gelenlerden bir kısmını gösterebilmesi açısından ve yönetmenin kendi içinden geçtiği tarihe, o tarihi paylaştıklarına borcunu ödemesi açısından” önemsenmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Mesut Kara da filmin, “12 Eylül’le hesaplaşmaya giren ender filmlerden” olduğunu düşünmekte, ancak festival jürilerinde yaşanan tartışmaları örnek göstererek filme mesafeli yaklaşıldığını, Eve

Dönüş’ün görmezden gelindiğini kaydetmektedir (Makal, Kara, Soner, vd., 2007, s.

60).

Eve Dönüş’te özellikle işkence ve devlet eliyle cinayet işlenmesi durumu açık

biçimde gösterilmektedir. Film, siyasi şubedeki polislerin “devleti komünistlerden ve anarşistlerden korumak görevini” ifa etmek için nasıl insanlık dışı yöntemlere başvurduklarını açıkça gösterirken, özellikle Cihan Canova’nın çok başarılı oyunculuğu sayesinde Yeşilçam’ın nedensiz kötülerine benzemeyen “gerçek bir

54 Darbe öncesinde bu fotoğrafların yerinde üzerinde “Kıbrıs Fatihi Ecevit” yazan Ecevit fotoğrafı ve Kıbrıs haritası bulunmaktadır.

166 kötülük” temsili ortaya çıkmaktadır. Ayrıca yalnızca solcuların değil, ülkücülerin de işkence ve kötü muameleye tabi tutuldukları, telsizde ve siyasi şubede duyulan bazı sesler aracılığıyla verilir. Ancak bunlar fark edilmesi pek kolay olmayan belli belirsiz ifadelerdir.

Oğuz Makal’a göre Eve Dönüş’te şiddet-işkence ön plana çıkarken, filmin temel olarak anlatmadığı, bir anlamda filmin fonunu oluşturan “ilgisizlik/politika dışı olma/ ve kaçtığı politik dünyanın zaten içinde olma” gibi temalar aslında daha önemlidir (Makal, Kara, Soner, vd.,, 2007, s. 60). Mustafa ve onun dahil olduğu politikadan uzak, sınıf bilinci olmayan lümpen proletarya “fonda” da olsa filmde eleştirilmektedir. Ancak asıl sorunun bu eleştirinin geride kalmasından çok, biraz kitabi ve “göze batacak” diyaloglarla verilerek anlatıyı basit bir çerçeveye sokması olduğu söylenebilir.

Örnek vermek gerekirse daha önce de değinildiği gibi filmin başlarında sendika temsilcisi Nuri, Mustafa ve arkadaşlarını toplantıya çağırır, onlara ekonomik, demokratik ve sosyal haklarını aramaları gerektiğini söyler. “İşçi sınıfının mücadelesi sizlerin…” diye başlayan cümle Cahit’in sözünü kesmesiyle yarım kalır. Cahit “Bırak bu işleri fırçala dişleri Nuri Ağabey. Karı bırakıp kaçtı gitti, takım Pazar günü fark yedi, altılı yattı, okeyde zaten şansım yok sen de karşımıza geçmiş, ekonomik, demokratik, atıp tutuyorsun tıraş yapıyorsun ha” der. Nuri’nin cevabı ise şöyledir: “Senin gibi lümpenle bunları konuşanda kabahat. Zaten işçi sınıfının başı senin gibiler yüzünden boktan kurtulmuyor” Cahit “Ne sınıfı lan okul mu burası asıl senin gibi kılavuzlar yüzünden işçilerin burnu boktan çıkmıyor” diye çıkışır. Ardından Mustafa ile Cahit arasında son derece eril bir dille cinsellik temelli bir muhabbet-şakalaşma başlar. Politik bilinci olan sendika temsilcisi işçi ile lümpen

167 işçiler arasındaki karşıtlık ve filmin bu konudaki eleştirel mesajı, anlatıya yedirilmek yerine, basit bir biçimde verilmiştir.

Benzer bir diyalog siyasi şubede Mustafa ile Hoca arasında geçer. Mustafa sağla da solla da ilgisi olmayan basit bir işçi parçası olduğunu ve bu işlere aklının hiç ermediğini anlatır. Hoca ise “Sen ve senin gibilerin bu işlere aklı erseydi ne sen burada olurdun şimdi ne de ben” diye yanıt verir. Yönetmen, filmin politik bilinçten yoksunlukla ilgili söylemini karakterlerin ağzından diyaloglar aracılığı ile aktarmayı tercih eder. Ancak sonuç olarak filmin Mustafa gibi “olaylara karışmayan”, “bu işlerle ve anarşiyle bir ilgisi olmayan” ve hatta devrimci mücadele içindeki insanları eleştirenlerin de şu ya da bu biçimde darbenin ağırlığı altında ezildiklerini vurgulaması ve “masum” olanların da bir bedel ödemek zorunda kalacaklarını göstermesi önemlidir. Yönetmen Ömer Uğur, Mesut Kara ile yaptığı söyleşide, annesinin cezaevinde yattığı sırada kendisine söylediği “Bu işlere karışmasan başına bunlar gelmezdi” sözüne karşılık olarak “Bu işlere karışmasan da başına bunlar gelir” filmini yapmış olduğunu belirtir (Kara, 2007, s. 118).

Esma’nın babası olan Kore Gazisi Sacit Bey karakteri önemli bir eleştiri noktasını oluşturmaktadır. Sacit Beyin, Türk silahlı kuvvetlerinin gücüne ve “komünistlerle savaşın” önemine olan inancı, darbeyi sevinçle karşılaması ve Kenan Evren’in televizyonda söylediklerini kayıtsız şartsız kabulü, resmi devlet söylemini bireylerin nasıl yeniden ürettiklerini ve buna sorgusuz sualsiz itaat ettiklerini göstermektedir. Üstelik Sacit Bey Kenan Evren’in söylediklerine inanarak işkencenin varlığını reddederken, Mustafa ve diğerinin siyasi şubede yaşadıkları izleyiciye açık ve net biçimde gösterilmekte, bu ikisi arasındaki karşıtlık böylece vurgulanmış olmaktadır.

168

Eve Dönüş’ün en önemli eksikliğinin silahlı eylemlere katılan, devrimci

mücadele içindeki karakterlerin, neye karşı savaştıklarını, siyasal kamplaşmanın taraflarının kimler olduğunu göstermemesi olduğu söylenebilir. İşkencenin vardığı akıl almaz boyutlara dayanamayarak Mustafa’nın Şehmuz olduğunu söyleyen iki devrimci karaktere karşı, gördüğü tüm işkenceye rağmen onun Şehmuz olmadığını sonuna kadar savunan Hoca’nın konumu yüceltilir. Bu durumda zavallı ve “masum” birinin felaketine yol açan iki devrimci karakter temsili ortaya çıkmaktadır. Teslim oldukları halde polis kurşunuyla öldürülen gerçek Şehmuz ve arkadaşlarının ölümü ise Mustafa’nın Şehmuz olmadığının ortaya çıkacağı beklentisiyle neredeyse izleyicinin üzülmesini ya da durum üzerine düşünmesini engelleyen ve hatta rahatlama sağlayan bir tablo yaratmaktadır.55

Kısacası devrimci mücadele içindeki karakterlerin temsilinde özellikle dönemi ve yaşananları iyi bilmeyen izleyici açısından sorunlu bir durumdan söz etmek mümkündür. “İnsanlar işkence gördüler, fişlendiler, işkence altında öldüler evet ama ne yapmaya çalışıyorlardı ve bunu neden yapıyorlardı?” sorusunun yanıtsız kaldığı söylenebilir.

Çalışmanın IV. Bölümünde örneklem alınan bu üç filmin “bağlamsal söylemler” çerçevesinde nasıl okunup yorumlandığı, ayrıca politik konum ve söylemlerin yanında, duygular ve deneyimler aracılığıyla film karakterleriyle nasıl ilişki kurulduğu ve bu ilişkinin anlamlandırma konusundaki rolünün ne olduğu üzerinde durulacaktır. Bir sonraki bölüm üniversiteli gençlerin anlam dünyalarının belli tema ve kategoriler etrafında betimlenmesine ayrılmıştır.

55 Alan araştırması öncesinde yazılmış bu ifade, alan bulgularıyla da desteklenmiştir. Görüşmecilerden önemli bir bölümü gerçek Şehmuz öldürüldüğünde, Mustafa’nın kurtulacağını düşündüklerini söylemişler, kendisini milliyetçi olarak tarif eden bir görüşmeci, Şehmuz’un öldürülmesine üzülmediğini hatta bundan memnuniyet duyduğunu belirtmiştir.

169