• Sonuç bulunamadı

İttihat ve Terakki’nin İmtiyazlara Bakışı ve Hükümet Programlarında İmtiyazlar 151

D. Şirket Görevlileri

1. İttihat ve Terakki’nin İmtiyazlara Bakışı ve Hükümet Programlarında İmtiyazlar 151

II. Abdülhamit’in Meşrutiyet’in ilanını takiben otuz yıldan fazla süren baskı politikası, hak, adalet, özgürlük kavramlarının dile getirilmesini imkânsız kılmışsa da, ülkede anayasa, meşrutiyet, kişi hak ve özgürlükleri hakkındaki fikirler son bulmamış;

aksine güçlenerek ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Kanun-i Esasî’nin toplumda yarattığı olumlu ya da olumsuz tüm tepkiler, sınırlı sayıda aydının değil; giderek artan sayıda insanın anayasa kavramını tanımasına yol açmış; bu gelişim ise, II. Meşrutiyet’i geniş bir tabandan gelen hareketin sonucu olarak doğurmuştur.496

      

495 BOZKURT, (1996b), s. 52; ÖZKORKUT, (2004b), s. 175-184.

496 Recai G. OKANDAN, Amme Hukukumuzda İkinci Meşrutiyet Devri, İÜHF Yayınları, İstanbul, 1947, s. 6; BOZKURT, (1996b), s. 79.

İstibdat döneminde Osmanlı aydınları, Devleti tehdit eden unsurlara karşı yapılması gerekenleri ve ülkenin geleceği ile ilgili düşüncelerini, kurdukları çeşitli gizli derneklerde paylaşmışlardır. Kurulan dernekler içinde en önemli ve etkili olanı “İttihat ve Terakki Cemiyeti”dir.497

1889 yılından itibaren II. Abdülhamit’in istibdat yönetimine karşı mücadele eden ve sonradan “İttihat ve Terakki” adını alacak olan Jön Türkler, Yeni Osmanlılar498 hareketinin temel görüşlerini benimsemişler; Avrupa devletlerinin müdahaleleri ve baskılarına karşı, parçalanmanın Devletin güçlenmesiyle önleneceğine inanmışlardır.

Bu doğrultuda Jön Türkler’in siyasal düşüncelerinin yöneldiği esaslar, mutlakiyet ve baskı rejimine karşı çıkmak, Kanun-i Esasî’nin yürürlüğe konmasını istemek; böylelikle İmparatorluğu bölünme ve dış müdahalelerden korumak, Devleti kurtarmaktır.

Dolayısıyla II. Meşrutiyet’in doğumunu hazırlayan ana etken, II. Abdülhamit rejimine karşı yürütülen muhalefet499 olmakla beraber; başka olaylar da etkilidir.

İttihat ve Terakki’nin 23 Temmuz 1908’de Manastır’da Meşrutiyet’i ilan etmesinin ardından; II. Abdülhamit de, Kanun-i Esasî’nin yeniden yürürlüğe konduğu anlamına gelen Meclis-i Vükela mazbatasını onaylayıp, 23 Temmuz gecesi Meşrutiyet’i resmen ilan etmek zorunda kalmıştır.500

İttihat ve Terakki, XIX. yüzyıl boyunca giderek artan azınlık hareketlerine, İmparatorluğun dağılma sürecine ve Avrupa devletlerinin gerek ekonomik, gerek siyasal müdahale ve denetimine karşı, ülke içinden doğan bir mücadele olarak değerlendirilebilir. Diğer bir açıdan bu hareket, Osmanlı devlet geleneğine başkaldırıyı da simgelemektedir. Yüzyıllardan beri süregelen devlet müdahalesi, narh, tarife, berat vb. ticarî ve iktisadî faaliyetleri kısıtlayıcı yöntemler ile rüşvet, iltimas gibi devlet yönetimindeki yolsuzluklar, liberal devlet özlemini pekiştirmiş; aydın çevrede Osmanlı devlet geleneğinin kısır döngüsü çözülmedikçe, ekonomik yaşamın önemli adımlarının gerçekleşemeyeceği görüşünü giderek yaygınlaştırmıştır. Dolayısıyla ekonomik

      

497 SANDER, s. 326.

498 İlber ORTAYLI, “Bir Aydınlar Grubu: Yeni Osmanlılar”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C. VI, İletişim Yayınları, İstanbul, 1986, s. 1702-1703.

499 Sina AKŞİN, “Jön Türkler”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C. III, İletişim Yayınları, İstanbul, 1986, s. 832; Feroz AHMAD, İttihat ve Terakki 1908-1914, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007, s. 33; TANÖR, s. 167-169.

500 AKŞİN, (1986), s. 840; TANÖR, s. 176.

gelişmenin öneminin kavrandığı; ancak bunun gerektirdiği atılımların neler olduğunun öngörülemediği söylenebilir.501

Diğer taraftan, içinde bulunulan dönemde, emperyalizmin Osmanlı Devleti’ni parçalama ve paylaşma kararlılığı devam etmektedir. Bir başka deyişle, gerçekleştirilebilecek ekonomik gelişmelerin karşısına çıkan en büyük engel, emperyalizmin Osmanlı Devleti’ni kuşatmış olmasıdır. Nitekim söz konusu dönemde Osmanlı Devleti’ndeki adlî, idarî ve malî sorunların, büyük ölçüde yabancılarla doğrudan ilişkili ya da onların dolaylı kontrolü altında olması da, bu durumun bir sonucudur.502

Yabancı devletlerin ekonomik ve malî kuşatmasının yanında, ülke yönetimi de, ticaret ve sanayinin gelişimine destek olmamıştır. Aksine II. Abdülhamit döneminde birkaç kişinin biraraya gelip şirket kurması, gizli komite oluşturdukları gerekçesiyle yasaklanmış; tüccarın yabancı ülkelere seyahatleri ise, Avrupa’da Jön Türk komitelerine katılacakları korkusuyla engellenmiştir. Girişimciler, bürokraside her türlü zorlukla karşılaşmış; imtiyaz, berat ya da ruhsat elde edinceye değin, sermayelerinin önemli bir kısmını rüşvete yatırmak zorunda kalmışlardır. Diğer taraftan, 1850 tarihli Ticaret Kanunnamesi de, ticaretin gelişmesine ve şirketleşmeye istenen düzeyde olanak sağlamamıştır.503

Bu açılardan, II. Meşrutiyet’in ilanı, uluslaşma sürecindeki bir toplumun sermaye birikimi sorununa çözüm arayış yıllarının da başlangıcını oluşturur. Yeni dönemde, II.

Abdülhamit yönetiminin getirdiği özel teşebbüs kısıtlamalarının çoğu kaldırılmıştır.

Gerek ülke içinde, gerek Avrupa devletlerinde, artık Osmanlı Devleti’nin büyük bir sınaî ve iktisadî atılım faaliyetinin eşiğinde olduğu fikri hâkimdir.504

Gerçekten İttihat ve Terakki, hukukî düzenlemeler, tedbir ve teşviklerle, ülkede kapitalizmin gelişimini hızlandırmaya; aynı zamanda İmparatorluktaki Müslüman-Türk unsurun ticarete atılıp, sermaye sahibi olmasına çalışmıştır. Ticarî, ekonomik ve sanatsal faaliyetlerin, dine ters düşmediği vurgulanmış; böylelikle Müslümanların da,

      

501 SANDER, s. 327; TOPRAK, s. 18; TANÖR, s. 169.

502 AKŞİN, (2009), s. 373; Tevfik ÇAVDAR, Türkiye Ekonomisinin Tarihi 1900-1960, İmge Kitabevi, Ankara, 2002, s. 82; EARLE, s. 23.

503 Fransa, bu süre içinde yasanın birçok maddesini yaklaşık on kez değiştirme gereği duymuştur.

TOPRAK, s. 41-47.

504 TOPRAK, s. 67; EARLE, s. 255.

tek başlarına ya da şirketler kurarak ticarete katılmaları sağlanmıştır. Buna rağmen Müslümanlar, Birinci Dünya Savaşı’na kadar, önemli sermaye birikimi gerektiren alanlarda varlık gösterememişlerdir. II. Meşrutiyet’in ilk yıllarındaki liberal ortamdan, gayrimüslimler faydalanmış; bu dönemde şirketler, çoğunlukla gayrimüslimler ile yabancı sermayenin ortaklığında kurulmuştur. Dolayısıyla II. Meşrutiyet liberalizmi, sermaye birikiminden yoksun Müslüman unsuru, anonim şirket kurmaya yöneltememiştir. Sonuçta İttihat ve Terakki ise, birikim sorununa çözüm bulunmadan Müslümanları ekonomik hayatta etkin kılmanın olanaksızlığını görmüştür.505

1908-1914 döneminde sermaye birikimi beklentisinin sonuç vermemesi, liberalizmin terk edilerek, “millî iktisat” ilkesinin benimsenmesi sonucunu doğurmuştur. Aynı zamanda İttihat ve Terakki, ekonomik egemenliğe sahip olmadıkça, millî egemenliğin tam anlamıyla gerçekleşemeyeceğini anlamıştır. Ekonomik egemenlik için yabancı boyunduruğundan kurtulmak yeterli değildir; Devletin desteğiyle kurulan ve geliştirilen bir millî ekonomi de gereklidir.506

1913 yılına gelindiğinde, Balkan Savaşı tecrübesiyle İttihat ve Terakki, Avrupa devletlerinin ekonomik kimliklerini ilk kez keşfetmemekle beraber; buna karşı mücadeleyi 1913 Kongresi’nde kabul edilen siyasî programında açık bir şekilde

“mukaddes gaye” olarak nitelendirecek kadar bilinçlenmiştir: “2. Madde: – İttihat ve Terakki Fırkası, siyaset-i iktisadiye-i milliyenin istiklalini müşkülata koyan ve ecnebilere taalluk eden imtiyazat ve istisnaat-ı maliye ve iktisadiyeyi ref’e çalışacağı gibi, alelûmum kapitülasyonların dahi kaldırılması esbabını istikmal etmeyi en mukaddes gaye addeder”. Bu madde, Osmanlı Devleti’ni sömüren emperyalizme karşı başkaldırma kararının ilk kez resmî bir belgede dile getirilmesidir.507

1914’te patlak veren Birinci Dünya Savaşı ise, İttihat ve Terakki’ye beklediği koşulların oluşması için gerekli ortamı sağlamıştır. Bu dönemde, yeni kurulan şirketlerin büyük çoğunluğunda artık yerli ya da o günkü deyimiyle “millî” sermaye egemendir. Savaş yılları olmasına karşın 1914-1918 dönemi, Osmanlı toplumunda şirketleşme açısından o güne dek görülmeyen bir canlılık göstermiştir. Dolayısıyla 1908-1918 yılları arasında, modern anlamda şirketleşmenin sağlanması ve Türklerin       

505 TOPRAK, s. 52-55.

506 TOPRAK, s. 56; AHMAD, s. 191.

507 Tarık Zafer TUNAYA, Türkiye’de Siyasî Partiler 1859-1952, Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul, 1952, s. 214; AKŞİN, (2009), s. 268, 269.

ekonomik faaliyetlere katılması yönünden önemli bir dönüşüm yaşanmıştır.508 Fakat söz konusu hareketlilik ve dönüşüm, sermaye gerektiren kamu hizmeti yatırımları konusunda imtiyazlar elde edilirken, Türklerin varlık göstermesini sağlayamamıştır.

Diğer yandan bu dönemin, siyaset bilimi ve kamu hukuku açısından da üç önemli sonuç doğurduğu söylenebilir: – Çıkarılan yeni yasalarla (örneğin Sanayii Teşvik Kanunu) bir “ekonomik kamu hukuku mevzuatı”nın oluşması, – Canlanan yerli ekonomik faaliyetlerin beraberlerinde ekonomik bağımsızlık, “millî iktisat” fikrini ve siyasetini de sürüklemiş olması, – Oluşmaya başlayan millî (orta) sınıfın gelecekteki

“millî devlet” için potansiyel güç ve toplumsal temel olma vaadini ifade etmesi.509 Görüldüğü gibi Osmanlı Devleti, 1908’den itibaren İttihat ve Terakki’nin önderliğinde bir değişim içine girmiştir. Bu durum, kamu hizmeti imtiyazları açısından da, yeni bir dönemin açılmasına neden olmuştur. Ancak II. Meşrutiyet, Osmanlı Devleti’nin kurtuluşunun öncelikle anayasa, parlamento ve hürriyet kavramlarının hayata geçirilmesine bağlı olduğu fikriyle doğduğu için; iktidar elde edildiğinde, imtiyazlar ve yabancı sermaye konusunda belirli bir politika oluşturulmadığı da ortaya çıkmıştır.510

İttihat ve Terakki, imtiyaz olarak verilen kamu hizmetlerinin, önemli sermaye ve işgücü gerektirdiğini; bu yönde yabancı sermayeye ihtiyaç duyulduğunu farketmiştir.

Ancak bunun için yabancı sermayenin ülkeye girişinin teşvik edilmesi savunulmakla birlikte; teşvikin teslimiyete dönüşmemesi gerektiği, ülke açısından stratejik önemi olan alanların yabancı sermayeye terk edilmemesi özellikle ileri sürülmüştür. Böylece İttihat ve Terakki, bir yandan varolan duruma ilişkin gerçekleri kabullenirken, diğer yandan yerli sermayenin oluşumu ve millî bir burjuvazinin ortaya çıkması için gerekli olan ortamı da hazırlamaya çalışmıştır. Yabancı sermaye, büyük yatırım gerektiren alanlarda yerli sermaye ve işgücü ile ortaklığa girmeye teşvik edilmiştir. Bu ortaklığın

      

508 Daha önce de belirtildiği gibi, 1908’e kadar Osmanlı ülkesinde kurulan ya da esas faaliyeti Osmanlı topraklarında olan anonim şirket sayısı, 86’ydı. Bu rakam, II. Meşrutiyet ile birlikte büyük ölçüde artmış;

1908-1918 döneminde toplam 236 şirket kurulmuştu. TOPRAK, s. 37, 57; TANÖR, s. 215.

509 TANÖR, s. 215.

510 CAN, s. 123; Mustafa MALHUT, Meclis-i Mebusan’da İmtiyazlar Sorunu ve Tartışmaları (1908-1914), (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir, 2009, s. 222.

nedenlerinden biri, yabancı sermayeye duyulan ihtiyaçken; diğeri, yabancı sermayenin ülkede denetimsiz bırakılmak istenmemesidir.511

İttihat ve Terakki, imtiyaz konusuna önemle eğilmişse de; bu dönemde özellikle demiryolu imtiyaz taleplerinin, kesin bir dille olumsuz cevap verilmeyerek, sürüncemede bırakıldığı bilinmektedir. Bunun altında başlıca iki nedenin yattığı düşünülebilir: Biri, Devletin karar mekanizmalarının, farklı iç ve/veya dış güçlerin etkisi altında olmasından dolayı ortaya çıkan çatışma ortamıdır. Diğeri ise, Devletin, söz konusu güçleri oyalama taktiği ile birbirine karşı kullanarak ayakta kalma çabasıdır.

Ancak her şekilde, Devlet içindeki çokbaşlılık artmıştır.512

Nitekim II. Meşrutiyet’in ilanından sonra, bayındırlık işlerinde beklenen adımların atılamamış olması eleştiri konusu yapılmış; Cavid Bey de, bir makalesinde bu konuya değinmiştir:

Cavid Bey, 3 Mayıs 1909 tarihinde “Ulum-ı İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası”nda yayımlanan makalesinde, İngiliz Ticaret Odası Gazetesi’ndeki “Islahat-ı Mübreme (acele yapılması gereken yenilikler)” başlıklı yazıda, Osmanlılarda teşebbüs ve cesaret fikri olmadığı halde, yabancıları bayındırlık işlerine karıştırmama gibi millî bir eylem içinde oldukları; ama yabancı sermaye olmadan hiçbir işin yapılamayacağının ifade edildiğini aktarmaktadır: “Bir milletin otuz seneden beri bozulmuş olan çarh-ı idaresi birkaç ay içinde şüphesiz ki düzelemez, memleketin daima tahrib edilegelen alat ve vesait-i iktisadiyesi de yine birkaç ay zarfında şüphesiz ki teşkil ve tesis olunamaz.

Fakat bir inkılâbı takip eden ilk dokuz ayda yapılabilecek pek çok şeyler vardı ki, biz bunları yapmadık ve yapmadığımız için Avrupa’da aleyhimize bir cereyan husule (meydana) gelmesine sebep olduk”.513

Cavid Bey, bu konuda Hükümet tarafından icraata başlanılmadığı gibi; imtiyaz taleplerine de olumlu bakılmadığını vurgulamıştır. Ama İngiliz Ticaret Odası Gazetesi’ndeki makalede yer alan, Osmanlıların yabancıları bayındırlık işlerine karıştırmama gibi millî bir eylem içinde oldukları fikrine katılmamaktadır. Söz konusu durumun, ancak küçük işlerde geçerli olabileceğine, bayındırlık konusunda ise imtiyaz vermenin kaçınılmaz olduğuna değinen Cavid Bey, özellikle Meclis-i Mebusan’daki       

511 AKYILDIZ, (2001), s. 82.

512 CAN, s. 125, 126.

513 Mehmet Cavid, “Neşriyat ve Vekayi-i İktisadiye 4”, Ulum-ı İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası, C. II, S: 5, 1 Mayıs 1325, s. 126-127. Aktaran MALHUT, s. 189.

tartışmalarla ilişkilendirilebilecek olan şu satırları yazmıştır: “Umur-ı nafıa’ya gelince:

Buradaki tehir de, en ziyade teessüfü mucib olan bir haldir. Memleketimizin ne kadar şedid ihtiyaçları var! Bu ihtiyacat karşısında ise, biz kollarımızı bağlamış duruyoruz.

On ay zarfında bir tek imtiyaz bile verilmedi, verilecek imtiyazat hakkında tedkikat icra etmek, memleketimizin zararına bir muamele yapmamak için düşünmek lazım. Doğru.

Fakat bu düşünmeler ne kadar zaman devam edecek? Bu zamanların boş geçmesindense verilecek imtiyazlarda beş on lira aldanılması bin kerre faidelidir…

Teşebbüsat-ı mühimme-i nafia ise, ancak ecnebi sermayesiyle vücuda gelebilir. Bundan mahrumiyet alat ve vesait-i iktisadiyeden ilelebed mahrumiyet demektir. Medeniyete yeni açılacak olan memleketler, yalnız kendi kuvvetleriyle tarik-i hayatta ilerlemek isteyecek olurlarsa herhal sendelerler ve düşerler. Asrımızın icabat-ı zaruriyesinden olan sürat-i hareket için o kuvvet kifayet etmez”.514

Bir başka makalesinde ise Cavid Bey, yol, demiryolu, liman, rıhtım yapımı, telgraf döşenmesi, nehirlerin ulaşım ve taşımacılığa açılması, kentlerin aydınlatılması gibi büyük yatırımların ancak yabancı sermayeyle sağlanabileceğini; bu nedenle, yabancı sermayeyi Osmanlı topraklarına çekecek özendirici önlemlere başvurulması gerektiğini vurgulamıştır. Cavid Bey’e göre Babıâli, şirketlerin kuruluşunu “gayet serbest”

bırakmalı; ülkenin her yerinde “emniyet ve selamet”i sağlayarak, kargaşaya son vermelidir.515

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin merkez yayın organı “İttihat ve Terakki Gazetesi”

de, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik şartlar nedeniyle, ihtiyaç duyulan bayındırlık hizmetlerinden küçük bir kısmının bile yerli sermaye ile gerçekleştirilmesinin olanaksız olduğunu; çünkü “idare-i muhrîbe” diye nitelediği otuz yıl süren II. Abdülhamit döneminin tüm servet kaynaklarını kuruttuğunu, halkta “fikr-i teşebbüs” cesaret adına birşey bırakmadığını ifade etmiştir. Ayrıca Osmanlı madenlerini işletmek, demiryolu, tramvay hattı döşemek, kentlere elektrik sağlamak, fabrika açmak için yabancı sermayeye başvurmaktan başka bir çözüm bulunamayacağını da ekleyerek,

“kapularımızın hal-i hazırda, ecnebi sermayelerine o sermayelerle teşekkül edecek Osmanlı şirketlerine genişçe” açılmasını tavsiye etmiştir.516

      

514 MALHUT, s. 189, 190.

515 TOPRAK, s. 84.

516 “İmtiyazlar”, İttihat ve Terakki, S: 8, 23 Ağustos 1908, s. 4. Aktaran TOPRAK, s. 84.

Görüldüğü gibi İttihat ve Terakki, yabancı sermayeye kapılarını açık tutmuştur.

Ancak bu durum, ülkenin kalkınmasını ve yerli sermayenin gelişmesini sağlayacak ölçüde, millî menfaatlere aykırı olmamak şartıyla kabul edilmiştir.

Diğer yandan, İttihat ve Terakki’nin imtiyazlara yaklaşımı incelenirken, dönemin Hükümetleri ile hükümet programlarına da değinmek gereklidir.

II. Meşrutiyet’in ilanından kısa bir süre önce kurulmuş olan Sait Paşa Hükümeti’ne sıcak bakmayan İttihat ve Terakki, Kamil Paşa Hükümeti’ni desteklemiştir. Yeni hükümet, iktidarda kaldığı sürece izleyeceği politikanın temel ilkelerini belirleyen bir hükümet programı hazırlamış ve kamuoyuna sunmuştur.

Program, Osmanlı Devleti’ni çağdaş merkezî bir devlete dönüştürmek gibi iddialı bir niyetin ifadesi kabul edilebilir. Maliye örgütü, Nezaretler ve ordu yeniden düzenlenecek; vergi sistemi gözden geçirilecek; ticaret, sanayi, bayındırlık, tarım ve eğitimde gelişme sağlamak için düzenlemeler yapılacaktır. Böylece siyasal iktidarın değerlendirilmesinde önemli bir belge niteliğinde olan hükümet programı, Türk siyasî yaşamına girmiştir.517

Kamil Paşa Hükümeti açısından önemli bir nokta, Gabriel Noradounghian’ın Nazırlığı döneminde Ticaret ve Nafıa Nezareti tarafından 14 Aralık 1908 tarihli bir

“Umur-ı Nafıa Programı” hazırlanmış olmasıdır.

Altı bölümden oluşan ve bölümlerinden biri demiryollarına ilişkin olan Programın hazırlanma amacı, Nezaretin bütçeleri ve imtiyaz sözleşmeleri Meclis-i Mebusan’da görüşülürken, mebusların bilgi sahibi olmalarını sağlamak olarak belirtilmiştir. Ancak

      

517 “...Şimdiye kadar Devletin umuru nafia icraatında bir meslek-i muttarid takip etmemesi ve ticaret ve sanayide mani-i terakki birtakım esbab-ı asliye ve müteferrianın vücudu bu cihetlerce husulü tekemmülata hail olduğundan bi-mennihil kerim mülk-i Osmanî’ye giren fikr-i terakkinin ve sunuf-ı muhtelife-i ahali arasında müsavat-ı kâmile-i hukuk ve vezaife müsteniden takarrüre başlayan ittihadın semerat-ı nafiası, hem devlet hem de ahalice iktitaf olunmak üzere, gerek ticaret-i berriye ve bahriye ve sanayi ve umur-ı nafiaca ve gerek memlekette sanainin şuabat-ı muhtelifesiyle temin-i terakkisi hususunca bi’lkuülliye başka bir tarik-i salime girilmek üzere icabat-ı bâlâ taraf-ı tetkik ve tezekkür ve icra ve levayihi mukteziye-i Meclis-i Mebusan’a tevdi edilecektir…”. İhsan GÜNEŞ, “II. Meşrutiyet Dönemi Hükümet Programları”, A.Ü. OTAM Dergisi, Yıl: 1, S: 1, Haziran 1990, s. 178, 179, 199;

AKŞİN, (2009), s. 148.

programın aynı zamanda Fransızca da hazırlanması, dışa dönük bir amacının da bulunduğunu göstermektedir.518

Programın demiryollarına ilişkin bölümünden, ayrıntılı projelerin biraraya getirilmesiyle değil; daha çok diğer ülkelerle yapılan karşılaştırmalardan varılan genel eğilimlere dayanarak hazırlanan bir çalışma olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca program, demiryolu hizmetlerinin kamu malı olma niteliği yanında, tekelci niteliğine de dikkat çekmiştir.519

Programda demiryolunun yapılması ve işletilmesinde ortaya konulan farklı seçeneklerden birincisi, devlettin kendisinin inşa ettirmesi ve işletmesi; ikincisi, demiryolunun gerekiyorsa bir teminat karşılığında imtiyazla bir şirkete yaptırılması;

üçüncüsü ise hattı devletin yaptırması, işletmesini gelire ortak olmak koşuluyla bir şirkete bırakmasıdır. En uygun yolun, “edevat-ı müteharrike” hariç olmak üzere demiryolu inşası için gerekli paranın tahvil ihraç edilerek Devletçe sağlanması olduğu sonucuna varılmıştır. Şirket, işletmede başarılı olamazsa ve işletmeyi durdurursa, Devlet bu hareketli araçları satın alarak kendisi işletebilmelidir.520

Ancak bu arada Kamil Paşa ile İttihat ve Terakki’nin arası açılmış; parlamentonun Hükümet üzerindeki siyasal denetim örnekleri görülmeye başlanmıştır. Kamil Paşa, bir yandan İttihatçıların hükümet işlerine karışmalarına ve kabineye kendi adamlarını yerleştirmelerine engel olmak; öbür yandan da İttihat ve Terakki’yi II. Abdülhamit’e karşı bir koz olarak kullanmak istemiştir. II. Meşrutiyet döneminin ilk gensoru önergesi, İstanbul Mebusu Hüseyin Cahit (Yalçın) Bey tarafından, Kamil Paşa Hükümeti’nin iç ve dış politikası hakkında verilmiştir. Kamil Paşa’nın Meclis’te önergeye cevap niteliğindeki konuşmasının ardından, Osmanlı anayasal hayatında ilk kez bir hükümet mebuslardan güvenoyu almıştır (13 Ocak 1909). Ancak bir süre sonra güvensizlik oyuyla iktidardan indirilmiştir.521

      

518 Tramvay hattı inşası, elektrik üretim ve dağıtımı, su sağlanması gibi yerel kamu hizmetlerine ilişkin altyapılar, Programın kapsamı dışında tutulmuştur. İlhan TEKELİ-Selim İLKİN, “1908 Tarihli Umur-u Nafıa Programı’nın Anlamı Üzerine”, Cumhuriyetin Harcı-Modernitenin Altyapısı Oluşurken, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2004, s. 177, 178.

519 TEKELİ-İLKİN, s. 184-190.

520 TEKELİ-İLKİN, s. 191.

521 TANÖR, s. 185; GÜNEŞ, s. 180-183; Ahmet Ali GAZEL, Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Parlamenter Denetim (1908-1920), Çizgi Kitabevi, Konya, 2007, s. 146; Recai G. OKANDAN, Amme

Kamil Paşa’nın Sadrazamlıktan alınması üzerine, yeni Hükümeti oluşturma görevi Hüseyin Hilmi Paşa’ya verilmiş; hazırlanan hükümet programı Meclis’te okunmuştur.522 Hüseyin Hilmi Paşa Hükümeti, hükümet programını Meclisin güvenine sunan ilk hükümet olması bakımından önemlidir. Ancak 31 Mart isyanının başlaması üzerine Hüseyin Hilmi Paşa istifa etmiş; yerine Tevfik Paşa Sadrazam atanmıştır.

Bununla birlikte Hükümet, uzun ömürlü olmamış; Sadrazam, Meclis’te okuduğu hükümet programını yaşama geçirecek fırsat bulamamıştır.523 Programa bakıldığında ise, imtiyazlarla ilgili bir hususa yer verilmediği görülmektedir.

II. Meşrutiyet’in ilanından 31 Mart Olayı’na kadar geçen süre içinde II.

Abdülhamit, İttihat ve Terakki ile Meclis-i Mebusan arasındaki etkileşime Avrupa devletlerinin de zaman zaman müdahaleleri, kurulan Hükümetlerin imtiyazlar konusunda bir siyaset geliştirmelerine, geliştirilen programların ise uygulanmasına olanak tanımamıştır.

Tevfik Paşa’nın Sadaret’ten istifası üzerine, Hüseyin Hilmi Paşa, ikinci kez hükümeti kurma görevini üstlenmiştir. Hüseyin Hilmi Paşa Hükümeti, programında imtiyazlarla ilgili olarak şu hususlara yer vermiştir: “Meşrutiyetin akvam-ı saireye ne büyük saadetler bahşeylemekte olduğunu görmekte olan Osmanlı milleti umur-ı nafiaya ait tasavvurlarında bir an evvel kuvveden fiile çıkmasına artık sabırsızlıkla intizar ediyor. Talep olunacak imtiyazların menafii memlekete muvafık şerait ile ifasında Hükümetçe tereddüt ve teenni edilmemek ve taleb-i imtiyaz olanların müracaatları teşri olunmak mukarrer ise de imtiyazla yaptırılamayacak ve doğrudan doğruya Hükümetçe

Tevfik Paşa’nın Sadaret’ten istifası üzerine, Hüseyin Hilmi Paşa, ikinci kez hükümeti kurma görevini üstlenmiştir. Hüseyin Hilmi Paşa Hükümeti, programında imtiyazlarla ilgili olarak şu hususlara yer vermiştir: “Meşrutiyetin akvam-ı saireye ne büyük saadetler bahşeylemekte olduğunu görmekte olan Osmanlı milleti umur-ı nafiaya ait tasavvurlarında bir an evvel kuvveden fiile çıkmasına artık sabırsızlıkla intizar ediyor. Talep olunacak imtiyazların menafii memlekete muvafık şerait ile ifasında Hükümetçe tereddüt ve teenni edilmemek ve taleb-i imtiyaz olanların müracaatları teşri olunmak mukarrer ise de imtiyazla yaptırılamayacak ve doğrudan doğruya Hükümetçe