• Sonuç bulunamadı

1 3 İTALYA’DA UYGULANAN TEMEL SİNEMA POLİTİKALAR

Bu bölümde, 1895-1960 yılları arasında İtalya’da sinema endüstrisinin gelişimi ve uygulanan politikalar, bu politikaların bir sonucu olarak ortaya çıkan İtalyan Yeni Gerçekçilik akımı, sinema filmlerinin kontrolü ve sansür konuları ele alınacaktır.

1. 3. 1. Sinema Endüstrisinin Gelişimi ve Uygulanan Politikalar (1895-1960)

Bu kısımda, söz konusu yıllar içerisinde sinema endüstrisinin gelişimi ve siyasal iktidarların uyguladığı sinema politikaları; 1895-1922 Yılları Arası, Mussolini Dönemi

(1922-1945) ve İkinci Dünya Savaşı Sonrası Dönem olmak üzere üç başlık altında

incelenecektir.

1. 3. 1. 1. 1895-1922 Yılları Arası

11 Kasım 1895 tarihinde Filoteo Alberini (1865-1937) Kinetografo Alberini adını verdiği sinema aygıtının patentini alır (Yıldırım, 2010: 5). Bu aygıt hem çekim yapmakta, hem filmi banyo etmekte, hem de oynatmaktadır. Lumiére Kardeşler’in icadı olan sinematografın yaygınlık kazanması Alberini’nin icadının ilgi görmesini engellese de Alberini, Roma'nın San Giovanni Kapısı dışında bir stüdyo kurarak, ortağı Dante Santoni ile birlikte üretim yapmaya başlar (Teksoy, 2009: 50).

İlk yıllarda diğer birçok ülkede olduğu gibi İtalya’da da sinema alanına Lumiére Kardeşler egemendir (Pearson, 2008a: 47). Lumiére Kardeşlerin filmlerinin yanı sıra 1896 ile 1905 yılların arasında İtalyan kameramanlar da gündelik yaşamı resmeden çekimler yaparlar (Usai, 2003: 154). Daha çok bir geçiş dönemini andıran bu yıllarda sinema, kitleleri gezici karnavallara çekmek için kullanılan bir eğlence aracıdır. Sinemanın bir sanat olarak ciddiye alınması için sinema endüstrisinin gelişmesi gerekmektedir. Bu da ancak 1905’ten sonra gerçekleşecektir (Çoban, 2009: 57-58).

İtalya’da ilk gösterim salonu 1896 Şubat’ında Torino’da açılır. Aynı yılın Nisan ayında Milano’daki Teatro Milanese film de göstermeye başlar. 1897'de Napoli'de

Recanati salonu açılır, Roma'da Mortaro Sokağı'nda da canlı fotoğraf gösterileri

düzenlenir (Teksoy, 2009: 50). Toplu ilk film gösterimi ise, 1898 yılında gerçekleşir (Arslan, 2010: 38). İtalya’da sinema, diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi 1895’lerde başlasa da 1905’e kadar önemli bir atılım yapamaz (Abisel, 2003: 91).

İtalya’da sinemanın ilk yıllarının önemli isimleri arasında yer alan Filoteo Alberini, daha sonra Cines yapımevine dönüşecek olan kendi çekim stüdyosunu kurar (Arslan, 2010: 38). İtalyan aristokratlar Marki Ernesto Pacelli ve Baron Alberto Fassini tarafından kurulan Cines Company, 1905’te İtalya’nın ilk büyük stüdyosunu inşa eder ve İtalyan sessiz sinema döneminin en önemli yapımcılarından biri olurlar.

Cines, 1905 yılında ilk kostümlü İtalyan filmi olan Romanın Fethi’ni20 (Yön: Filoteo Alberini, 1905) çekerek sinema endüstrisine önemli bir ivme kazandırır (Pearson, 2008a: 47). Filmin gösteriminden sonra pek çok yatırımcı kâr amacı güden bu yeni alana el atar. Roma, Milano, Napoli ve Torino gibi kentlerde yeni film şirketleri açılmaya başlar (Çoban, 2009: 58). Roma’nın Fethi, İtalyan sinemasının ilk öykülü filmi kabul edilir (Usai, 2008: 154).

Bir süre sonra ayrıcalıklı sınıflara mensup İtalyanlar film yapımı gibi itibarlı bir hobiye sahip olmak için muazzam kaynakları devreye sokar. Fakat bu kişilerin katkıları sadece ekonomik değildir. Büyük bölümü hala okuryazar olmayan bir ulusun

ahlaki ve kültürel eğitimi için bir araç olarak sinemanın taşıdığı potansiyeli ısrarla

vurgulayarak, belli bir hamilik ve hayırseverlik içgüdüsüyle hareket ederler. Bu destekleyicilerin didaktik misyonundan alınan güç sayesinde, uzun metrajlı filmler İtalya’da diğer ülkelerden daha önce ortaya çıkar (Usai, 2008: 156).

İtalya’da ilk yılların dağınık sinema şirketleri 1905’ten sonra bu düşüncelerin de etkisiyle daha sağlam yapılı şirketler olarak belirmeye başlar. Roma’da adını 1906’da

20 Cines’in Roma’da kurduğu stüdyosunda çekilen bu film, görkemli tarihi filmlerin de başlangıcı olur. O yıllarda İtalya’da sinemanın merkezi Roma değil Torino’dur (Abisel, 2003: 91). Cines ilk yıllarında büyük ölçüde komedilere, çağdaş melodramlara ve haber filmlerine yoğunlaşır. 1906’da 60 öykülü film ve 30 haber filmi üretir (Pearson, 2008a: 47).

Cines olarak değiştiren Alberini ve Santoni Stüdyosu (1905); Milano’da Adolfo Croce

ile Luca Comerio’nun sahip olduğu şirketler (Comerio’nun şirketi 1908’de SAFFI- Comerio, 1909’un sonunda Milano Films olur); oluşum döneminde İtalyan sinemasının gerçek başkenti olan Torino’da Ambrosio (1905), Camillo Ottolenghi tarafından kurulan Aquila Film (1907), Pasquail ve Tempo (1909), 1907’de kurulan ve bir yıl sonra Giovanni Pastrone ve Carlo Sciamengo’nun isteği üzerine adı Itala

Film olarak değiştirilen Carlo Rossi&Co. vardır (Usai, 2008: 155). Tüm bu yapım

şirketleri hem İtalya’da sinemanın endüstri haline gelmesinde önemli roller üstlenirler hem de bütün Avrupa pazarına hükmeden Fransız şirketleriyle mücadele ederler. Özellikle Cines; ABD, Almanya, İngiltere ve Rusya gibi ülkelerde şubeler açarak uluslararası bir kuruluş haline gelir (Çoban, 2009: 58).

İtalyan sinema endüstrisi 1907 yılında önemli bir atılım yapar ve hem yapım hem de gösterim alanlarında önemli gelişmeler yaşanır. O yıl ülkede toplam 18 milyon liretlik hasılat elde eden 500 sinema vardır (Pearson, 2008a: 47). 1908’e gelindiğinde İtalyan sinema endüstrisi uluslararası pazarda Fransa ve ABD ile rekabet edebilecek güce ulaşır. Bunda İtalyan stüdyolarının yaptığı tarihi filmlerin rolü büyüktür.

Roma’nın Fethi’yle açılan tarihi filmler kapısından Luigi Maggi’nin yönettiği Pompeii’nin Son Günleri (1908) gibi yapımlar girer. Bu filmler çoğu Roma tarihini ele

alan ya da İtalyan edebiyatının başyapıtlarını uyarlayan kostümlü drama modasını başlatır. Tarihi yapımlar o kadar başarılı olur ki İtalyan rekabetinden kaygılanan Pathé, kendi kostümlü filmlerini yapmak üzere Film d’Arte İtaliano’yu kurar. Bu şirket 1909’ta Othello gibi filmler yapmak için, İtalyan Rönesans mimarisinin harikaları arasında çekim yapmanın avantajından yararlanacaktır (Pearson, 2008a: 47). İtalya’da sinema endüstrisi 1910’lara; büyük bütçeli tarihi filmler çekerek, 1000-1500 kişilik lüks sinema salonları açarak, gösteriye refakat eden piyanoların yerine 80 kişilik dev orkestralar koyarak, sinema endüstrisinin yapısını oluşturarak girer (Arslan, 2010: 38- 39; Abisel, 2003: 91).

Üretim oranının hızla artmasıyla İtalyan sinema endüstrisi Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki dört yılda dünya sinemasının önemli güçlerinden biri haline gelir. 1905-1931 döneminde her ne kadar pek çoğu kısa ömürlü ve küçük olsa da beş yüzden

fazla yapım şirketi tarafından yaklaşık 10 bin film dağıtıma verilir (Usai, 2008: 154). İtalyan sineması daha başlangıç yıllarında bile Fransız sinemasına karşın, hem sokaktaki adama, hem de aydın ve seçkinlere seslenebilir bir niteliktedir (Onaran, 1994: 45). Bu başarıda istikrarlı bir üretim sisteminin temellerini atan öncülerin rolünü kısmen devralan, kökleri büyük finans ve iş dünyasına ya da aristokrasiye dayanan yeni kuşak girişimcilerin desteğinin de büyük payı vardır (Usai, 2008: 156).

1910’dan itibaren İtalyan sineması hızla büyür (Robb, 2013: 125). İtalyan sineması bu dönemde dünya sinemasının en üretken sineması, İtalyan filmleri ise dış pazarların en gözde filmleridir. 1909 yılında 200 film çekilirken, bir yıl sonra bu sayı her biri ortalama beş yüz metre uzunlukta 400 filme ulaşır (Teksoy, 2009: 54).

İtalya’da konusunu tarihten alan dönem filmlerinin başarısı, Itala Film’in yapımcılığını üstlendiği, Giovanni Pastrone ve L. Boregnetto’nun yönettiği Truva’nın

Yıkılışı (1911), filmiyle daha da pekişir. Film, Avrupa ve Amerika’da olağanüstü bir

ilgiyle karşılanır (Usai, 2008: 156). 1912 'de Enrico Guazzoni'nin Nereye (Quo Vadis?) adlı filmiyle İtalyan sineması büyük bir çıkış yapar. Cines yapımı film, 2250 metre uzunluktadır. Kalabalık sahneler için 2000 figüran kullanılır. Film, İtalya dışında da büyük ilgi uyandırır ve New York, Paris, Berlin, Londra gibi büyük kentlerde gösterilir. Yarım milyon lirete çıktığı söylenen Nereye, masraflarının on katı kadar gelir getirir (Teksoy, 2009: 51). Sessiz sinema dönemi İtalya’sının bir başka önemli ve görkemli filme ise 1914 yılında gösterime giren ve Giovanni Pastrone tarafından yönetilen Cabiria’dır (Onaran, 1994: 50). Film, harcanan paranın ve zamanın karşılığını fazlasıyla öder. Gösterildiği her yerde büyük bir ilgi toplayarak dönemin en büyük hasılatını elde etmeyi başarır (Abisel, 2003: 93). Ayrıca Cabiria, Amerikan sinemasını da derinden etkiler (Özön, 1985: 163). Filmdeki bazı sahne ve setlerin öncü Amerikalı sinemacı D. W. Griffith’e epik klasiği Hoşgörüsüzlük (1916) setleri için ilham verdiği söylenir. Bu tarihsel filmler vatansever anlamlarının ötesinde İtalyan film endüstrisinin göz alıcı setler ve özel efektler yaratmaktan hoşlandığının ve İtalyan sinemasının film tasarımı alanında uluslararası bir başarı kazandığının da delili olur (Nochimson, 2013: 152-153).

Uzun metrajlı birçok görkemli filmin ortaya çıkışı İtalyan film endüstrisini de dönüştürür. Gösterimciler daha az sayıda film gösteriminden kâr elde edebilmek için salonlarını genişletirler. Bilet fiyatlarıyla birlikte yönetmenlerin değeri de artar. Sinema, büyük ölçüde işçi sınıfı için tasarlanan popüler bir seyirlikten orta sınıfın eğlence biçimi haline gelir. Bu yeni durum, sayıları 1915’ten sonra aşırı ölçüde artan, üretim merkezini Torino ve Milano’dan Roma ve Napoli’ye kaydıran, büyük şirketlerin tekeline meydan okuyan şirketler arasında rekabeti arttırır ve yeni kurulan üretim temelinin daha fazla pekişmesine engel olur. Böylece 1910’lu yılların doğum aşamasındaki stüdyo sisteminin yerini, endüstrinin giderek artan bölünmesi alır (Usai, 2008: 158).

Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte (1914-1918) Avrupa sinema sektörü Amerikan sinemasının gücü karşısında geriler. İtalya da bu durumdan olumsuz etkilenen ülkelerden biri olur. Savaş ekonomisi ilginin başka faaliyetlere kaymasına neden olur. Üretim merkezlerinin coğrafi ve mali dağınıklığı, gösterim ağlarında eşgüdüm yokluğu ve sistemin kendine özgü düzensizliği, endüstrinin ilk zorluk işaretleri karşısında diz çökmesi anlamına gelir. Savaşın İtalyan sinema endüstrisi açısından olumsuz etkisi savaştan sonraki yıllarda daha iyi anlaşılacaktır. 1912’de günde ortalama üç filmi gösterime sunan İtalyan sinema endüstrisi (çoğu kısa toplam 1127 film); 1931’de ise yıl boyunca sadece iki uzun metrajlı filmi gösterime sokabilecektir (Usai, 2008: 154-159).

1919’da savaş bittikten sonra bir grup banker ve yapımcı, iki güçlü mali kurumun desteğiyle ülkedeki en büyük 11 yapım şirketini çatısı altında toplayan

İtalyan Sinema Birliği’ni (UCI: The Unione Cinematografica Italiana) kurarak son bir

kurtuluş girişiminde bulunur. Fakat bu girişim faydadan çok zarar getirir. Pazarı kontrol etmek için üretim tekeli yaratma çabası tüm rekabeti yok eder. Aralık 1921’de önemli destekçilerden birisi olan Banca Italiana di Sconto’nun batması, konsorsiyumu ciddi biçimde sarsar. 1923’ten itibaren konsorsiyumu oluşturan şirketler birer birer ölümcül bir krizin içine girerler. Bu andan itibaren gelir oranları hızla düşer ve İtalyan sineması, sessiz dönemin sona ermesine kadar içinden çıkamayacağı bir batağa saplanır (Usai, 2008: 159).

1. 3. 1. 2. Mussolini Dönemi (1922-1945)

İtalyan sinemasının 1918-1929 yılları arası bunalımlı yıllar olarak tanımlanır. Bu tanımlamanın nedeni, sinema sektöründe Birinci Dünya Savaşı ile ortaya çıkan krizin 1930’lu yıllara dek sürmesidir (Yıldırım, 2010: 6-7).

İlk yıllardan itibaren parlak bir gelişme gösteren, görkemli tarihsel filmleriyle uluslararası alanda büyük ilgi gören, yıldız sistemini gündeme getiren İtalyan sineması, diğer birçok Avrupa sineması gibi Birinci Dünya Savaşı’nın ardından duraklama dönemine girer. Bu duraklamanın siyasal, sosyal ve ekonomik birçok nedeni vardır. Ancak en önemli etken Avrupa piyasasını egemenliği altına alan Amerikan filmleri olur. Daha düzgün, özenli ve çarpıcı Hollywood filmleri, benzer konuları işleyen İtalyan filmlerine oranla seyirciyle daha kolay iletişim kurar, Amerikan sinemasının yıldızları daha fazla merak uyandırır. Öyle ki, İtalyan sinemasını desteklemek amacıyla kurulan "dünyanın en güçlü sinema kuruluşu" olmakla övünen UCI (İtalyan Sinema Birliği) bile kısa sürede iflas edecektir. Sinema sektöründe işsizlik baş gösterir. Gazetelerde kimi kadın yıldızların mücevherlerini sattığı haberleri çıkmaya, stüdyo çalışanları yabancı ülkelere göç etmeye başlar. 1920'de 60 olan çevrilen film sayısı, dört yıl sonra 20’ye düşecektir. Dönemin İtalyan filmleri, Amerikan sinemasının dinamik örnekleriyle ya da Alman ve Fransız sinemalarının biçem araştırmalarıyla boy ölçüşebilecek değerde değildir. Sinema bu ülkelerde atılım yaparken, İtalya'da tam bir durgunluk dönemi yaşanır. İtalyan seyircisi, dar bütçeli İsveç ve Fransız filmlerini, Chaplin'in bastonunu, Douglas Fairbanks'ın serüvenlerini, Mary Pickford'un gözlerini kendi üstün yapımlarına ya da melodramlarına tercih eder. Sezar'lar, Kleopatra'lar, Neron'lar ya da yapay tutkuların ağır bastığı melodramlar artık ilgi çekmez olur (Teksoy, 2009: 190-191).

1922’de İtalya’da faşistlerin iktidara gelmesinden kısa bir süre sonra Benito Mussolini (1883-1945) “sinema en güçlü silahtır” derken Lenin’i çağrıştırır (Nowell- Smith, 2008: 386). İtalyan sineması bu çöküşten Mussolini’nin başında olduğu faşist rejimin iktidarı döneminde çıkacaktır. Bunun nedeni elbette Mussolini’nin sanat aşkı değildir. Mussolini’nin sinemaya vereceği desteğin arkasında bir düş yatmaktadır:

“İtalya'yı dünyanın en güçlü ülkelerinden biri yapmak.” Sinema ise bu amacı

gerçekleştirme yolunda merkezi bir role sahiptir. Mussolini, sinema aracılığıyla Sovyetler Birliği ve Amerika’nın yaptığı gibi, İtalyan ulusunun gücünü ve üstünlüğünü tüm dünyaya tanıtmayı hedeflemektedir. Bu hedef doğrultusunda Mussolini, sinemaya başka hiçbir alanda tanımadığı hoşgörüyü tanıyacaktır. Birinci Dünya Savaşı'nın ardından sinema sektöründe yaşanan kriz, işte bu amaç doğrultusunda aşılmaya başlanır. Faşist ideolojiyi yayabilmek amacıyla okullara ve kırsal yerleşim bölgelerine

gezici projeksiyon araçları gönderilir. Her okul ve eve radyo dağıtılır. Bütün radyo

istasyonlarının ve haber kanallarının yayınları hükümete bağlı hale getirilir. Sinema sektörünün gelişmesi adına da oldukça büyük mali yatırımlar yapılır (Yalçın, 2015: 172).

Mussolini iktidara gelince, bir komisyon kurdurarak sinemayla ilgili bir rapor hazırlatır. Bu rapora göre, İtalya’da bu tarihte 3227 sinema salonu bulunmakta ve bu salonlarda daha çok yabancı filmler gösterilmektedir. Bunun üzerine hükümet yerli yapımları desteklemeyi sağlamak amacıyla bir kanun çıkartır. Yönetim bir yandan yasal düzenlemelerle uğraşırken diğer yandan film yapım işine girişir. Alman UFA stüdyolarıyla ortak çalışmalar yapılır (Scognamillo, 1997: 104).

1924 yılında, amacı propaganda, belgesel ve eğitim filmleri çekmek olan Sinema

ve Eğitim Birliği Ulusal Kurumu (LUCE: L’Unione Cinematografica Educativa)

kurulur. LUCE, sinema tekniğinin geliştirilmesi ve dünya sineması hakkında bilgi edinilmesi için gerekli bilgi ve belgeleri sağlayarak sinemanın gelişmesinde önemli bir rol üstlenir. Genç yönetmenler bu dönemde sanatsal yaklaşımların filizlenmeye başlayacağı Perde (1924) dergisini kurar. Blasetti'nin öncülüğünü yaptığı bu dergide sanat her yönüyle tartışılmaya başlanır. Güçlü bir İtalyan sineması ve İtalyan'ın gücünü tüm dünyaya anlatacak büyük yapımlar yapmak hayali kuran Mussolini de bu çalışmaları destekler. Bu yönetmenlerin Amerika, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerde film çekim tekniklerini öğrenebilmeleri için bu ülkelere gitmelerine izin verilir. Çektikleri filmlere mali destek sağlanır (Yalçın, 2015: 172-174; Arslan, 2010: 39; Usai, 2008: 161-162). Hükümet bu yatırımıyla ilk kez sinema alanına müdahale eder ve kendisine bir sinematografik enformasyon tekeli yaratır. Belgeseller ve haber

filmleri üretir, haber filmlerinin gösterilmesini zorunlu kılar (Morandini, 2008: 406). 1924’te Mussolini Hükümeti, İtalya’da yapılan tüm filmleri değerlendirmek üzere bir

Sansür Kurulu oluşturur (Nochimson, 2013: 154).

1925 yılında boş zamanları değerlendirmek amacıyla hükümetin denetiminde

Ulusal Eser Çalışma Grupları (OND - Opera Nazionale Doloavoro) kurulur. Kırsal

kesimlere gezici projeksiyon araçlarının götürülmesi bu grup sayesinde olur (Yalçın, 2015: 173). 1926’da hükümet, haber ve belgesel film üretimini ulusallaştırıp devletin propaganda amaçlarının bir kolu haline getirir (Nowell-Smith, 2008: 386). 1923’te resmen onaylanan sansür 1929’a kadar bir dizi değişiklikle daha da keskinleştirilir. Sessiz sinemanın ilk yirmi yılında sinema endüstrisi Torino, Milano, Roma ve Napoli’ye yayılmıştır. Kuzey Amerika sinemasının ilk dönem tarihini New York’tan Los Angeles’a, yani doğudan batıya hareket karakterize ederken, İtalya’da sinema siyasal ve bürokratik gücün merkezine çekilir (Morandini, 2008: 406-407).

Sinema alanındaki bütün bu yatırımlara rağmen İtalyan sineması 1930’da kötü durumdadır. 1919-1930 arasında yapılan 1750 film arasında minimum düzeyde uluslararası başarıya ulaşmış birini seçmek zordur (Morandini, 2008: 406). İtalya’da faşist hükümet önce kısa propaganda ve haber filmleri üretmekle yetinir. Hollywood filmlerinin basit bir taklidi olma özelliği taşıyan ve beyaz telefon olarak adlandırılan sıradan filmler üreten İtalyan sineması ile faşist hükümet arasındaki tek ilişki, hükümetin İtalyan kahramanlığını ve faşist dönemi yücelten filmlere maddi destek sağlamasıdır. İtalyan sineması ile faşist hükümet arasındaki bu ilişki 1930’lu yılların ortalarına kadar devam eder. İlişkinin değişmeye başlaması Mussolini’nin yükselişine rastlar. Bu yıllarda sinema, İtalyan İmparatorluğu’nu genişletme ve güçlü kılma ülküsünün bir aracı olarak konumlandırılır (Çelikcan, 2005: 85).

Totaliter bir devlet yaratma iddialarına karşın faşistler, hem kültürel hem de siyasal bakımdan önemsiz gördükleri eğlence sinemasına fazla müdahale etmezler. Hükümet müdahalesi başlangıçta kültürel olmaktan çok ekonomiktir. Yıkılmak üzere olan bir endüstriye destek sağlamayı ve gişelerde Hollywood ile rekabet edebilecek filmlerin yapılmasını teşvik etmeyi amaçlamaktadır. Faşist müdahalelerin kültürel

sonuçları esas itibariyle olumsuzdur; ulusallık karşıtı düşüncelerin engellenmesi ve sansür giderek yoğunlaşır (Nowell-Smith, 2008: 386-387).

1930’lardan itibaren hükümet sinema alanında bir dizi yeni kararlar alır. Mevcut stüdyolar, parasal destek sağlanarak denetim altına alınır. Daha önce yalnızca propaganda filmlerine sağlanan destek, diğer türlerdeki filmlere de verilmeye başlanır. Bütün bu önlemler doğal olarak yerli film üretimini canlandırır. Ayrıca Amerikan filmlerinin yasaklanması ve yabancı filmlere İtalyanca dublaj yapma zorunluluğunun getirilmesi yerli sinema endüstrisini güçlendiren düzenlemeler olur (Çelikcan, 2005: 85).

İtalya’da sinema endüstrisine ilk yasal destek 18 Haziran 1931’de çıkarılan 918. Yasa ile gelir. Yasaya göre; gişe gelirlerinin yüzde 10’u “sinema endüstrisinin tüm

sektörlerine yardıma, özellikle halkın zevklerine seslenme yeteneklerini kanıtlayanları ödüllendirmeye” ayrılır. Diğer alanlarda olduğu gibi, faşist rejim ve endüstri tam bir

işbirliği içindedir. Daha kültürel bir vurguyla, 6 Ağustos 1932’de başlayan 18. Figüratif Sanatlar Sergisi ‘Venedik Bineali’, resmen Birinci Uluslararası

Sinematografik Sanat Sergisi olarak tasarlanır ve dünyanın ilk sinema festivali olur.

1933’te her üç yabancı filme karşılık bir İtalyan filmi göstermek zorunlu kılınır (Morandini, 2008: 407; Erkılıç, 1993: 20).

1934 yılında Ulusal Faşist Partisi’nin (PNF: Partito Nazionale Fascista) eski Propaganda Bakanı olan Luigi Freddi başkanlığında Sinema Genel Müdürlüğü kurulur. Kurum görevini, Basın ve Propaganda Bakanlığı'nın yönetimine bağlı gerçekleştirir. 1937'de ise Propaganda Bakanlığı'nın adı Popüler Kültür Bakanlığı olarak değiştirilir (Yalçın, 2015: 173). Minculpop olarak kısaltılan bakanlığın politikaları yönetmenleri hükümete ve aileye itaati yücelten, kadınları erkek otoritesine karşı itaatkâr olarak tasvir eden, faşizmi destekleyen filmler yapmaya teşvik eder (Nochimson, 2013: 154).

1935’te Luigi Chiarini’nin denetiminde Kültür Bakanlığı’nın film okulu olan

Hükümet destekli bu okuldan yetişecek yeni sinemacılar eliyle Mussolini amaçlarına ulaşmayı hedeflemektedir. Ancak bu kurum tam olarak Mussoli’nin öngördüğü biçimde iş görmez. Aslında bazı eleştirmenler bu okuldaki öğrenciler arasında yayılan eğilimler sayesinde dönemin birçok İtalyan filminin gizli yıkıcı mesajlar içerdiğine inanır. 1935’teki Cines yangınından kurtulan ekipmanları miras alan Cinecitta stüdyoları Nisan 1937’de açılır (Morandini, 2008: 407; Yalçın, 2015: 173; Nochimson, 2013: 154). Devlete bağlı Sinema Sanayi Millî Kuruluşu (ENIC: Ente Nazionale Industrie Cinematografiche) dağıtım örgütü ile sinema salonlarının kontrolü ele geçirilir (Arslan, 2010: 39).

Bu yıllarda İtalya’da gazete ve özel film dergilerinin sayısı da artar (Aktaran: Yalçın, 2015: 175). Alessandro Blasetti, yönettiği Perde ve onun 1935'teki yeni versiyonu olan Sinematografya adlı dergilerde, sinemanın sanatsal özelliklerinin yanı sıra toplumsal ve ekonomik yönlerine de dikkat çekilir. Bu dergilerde, aydınlar, ulusal sinemanın canlandırılmasına yönelik öneriler getirir (Teksoy, 2009: 252). CSC, çalışmalarını koyu bir Marksist olan Luigi Chiarini21 yönetiminde yürütür. Bu

merkezde Roberto Rossellini, Luigi Zampa, Pietro Germi, Giuseppe De Santis ve Michelangelo Antonioni gibi önemli yönetmenler yetişir. Yine bu merkezde Rusya'nın önemli avangard filmleri izletilir, Pudovkin'in yazılarının çevirileri yapılır, Siyah ve

Beyaz (1932) adıyla akademik bir sinema dergisi çıkarılmaya başlanır. Dahası,

Mussolini'nin oğlu Vittorio Mussolini'nin editörlüğünde Sinema dergisi yayımlanmaya başlanır. Dergide Eisenstein, Pudovkin ve Bela Balazs gibi gerçekçi

21 Luigi Chiarini (1900-1975), sinema filmlerinin özellikle sanatsal saygınlığı sorununu ortaya koyan çalışmalar yapmıştır. Chiarini’ye göre sinemanın başlıca üç özelliği vardır: Bunlardan birincisi tekniktir. Yani bir filmin üretilebilmesi için gerekli olan araç gereçler. İkincisi, ticarettir. Bu, dağıtım zincirini ve sinema salonlarını kapsar. Üçüncüsü de bir filmin bir sanat ürünü olarak yaratılması demek olan estetiktir. Chiarini için bu üçüncü özelliği, diğer ikisinden ayırmak çok önemlidir. Çünkü ancak bu şekilde sinemada sanatın varlığını, sanayi karşısında savunmak ve korumak olasıdır. Chiarini’nin bulduğu “Film bir sanattır sinema bir sanayidir” formülü yönetmen sineması savunucuları tarafından