• Sonuç bulunamadı

1.6. BAĞIMSIZLIK HAREKETİNE YÖN VEREN İÇ VE DIŞ

1.6.2. İstanbul Ortodoks Patrikhanesi

Bizans İmparatorluğu döneminde İstanbul’un başkent ilan edilmesine kadar geçen süreçte İstanbul’da yalnızca piskoposluk bulunmaktadır. Ancak İstanbul’un başkent olması sonrasında burada bulunan piskopos, patrik ünvanı alarak yarı bağımısız hale gelmiştir. 6. yüzyıla gelindiğinde ise Roma ile İstanbul

arasında ortaya çıkan ayrılık inanç düzeyinde yaşanmıştır.22 11. Yüzyılda da İstanbul patriği, Papa’yı bütün Hıristiyanların başı kabul etmeyerek Roma’dan kesin olarak ayrılmak istemiştir. Yaşanan anlaşmazlıklar neticesinde 16 Temmuz 1054 tarihinde İstanbul Patrikhanesi ile Roma Katolik Kilisesi resmen birbirinden ayrılmıştır (Büyük Shizma).23 İstanbul Ortodoks Patrikhanesi, 1204 senesindeki IV. Haçlı Seferi sırasında Latinlerin İstanbul’u ele geçirmesi üzerine bir dönem İznik’ e taşınmış ve bu durum Bizans İmparatorlarının 1261 senesinde İstanbul’u Latinlerden geri almasına kadar devam etmiştir. (Ercan, 2001, ss.103- 104). Başka bir deyişle iki kilise arasındaki anlaşmazlığın çok derinlere giden siyasi ve dini nedenleri bulunmaktadır.24

Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u fethi sonrası Ortodoks patrikliğinin hiyerarşik yapısını koruyarak patriklik makamına ismini daha önce zikrettiğimiz Giorgos Skolarios’i yani Gennadios’u muazzam yetkilerle patrik tayin etmiştir.25 Babinger’e göre (2002), Roma’ya düşmanlığı ile tanınan Gennadios’un patrik seçilmesinin nedeni kiliselerin birleşmesi fikrinin uyanmasını engellemektir.

Çünkü Bizans İmparatoru, Kasım 1452’de Türk tehdidi karşısında Doğu ve Batı kiliselerinin birleştirilmesi teklifini kabul etmek zorunda kalmıştır. Bu karar, o zaman için gerek halkta gerekse alt düzey din adamlarında büyük tepki uyandırmıştır. Ancak Fatih, bu kurumu yerinde bırakarak kendi çıkarları adına kullanmayı ümit etmiştir. Böylelikle sadece Bizans değil, bütün Doğu Hıristiyan dünyası ve en üst düzey ruhani yetkilisi yeni düzeni tamamen kabul etmiş

22Bizans İmparatoru Konstantinos, Herakleia Metropolitliği’ne bağlı Byzantion Piskoposluğu’nu Konstantinopolis adıyla yeniden oluşturarak Mayıs 330 tarihinde başpiskoposluğa yükseltmiştir.

Hiristiyanlığın 380 senesinde bütün imparatorluğun dini olmasından sonra 381 senesinde İstanbul’da toplanan bir konsül ile Roma piskoposu olan Papa ile Yeni Roma olarak kabul edilen İstanbul piskoposu patrik eşit kabul edilmiştir. Ardından bu durum Kadıköy konsülünde kabul edilince Papalık oluşan yeni durumu aforoz etme tehdidiyle karşı çıkmıştır. Patriğin buna karşılık vermesi ile iki dini güç arasında dini ve siyasi bir rekabet başlamıştır. İmparator Justinianos (527- 565) döneminde ise statüleri tespit edilen beş patriklik (Roma, İstanbul, İskenderiye, Antakya ve Kudüs) 692 senesinde Trullo konsilinde onaylanmıştır. Ancak bu dönemde İskenderiye, Antakya ve Kudüs’ün Müslümanların elinde olması İstanbul Patrikliğinin gücünü arttırmıştır; bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. (Atalay, 2001, s. 1).

23 1054 tarihindeki Büyük Shizma için ayrıntılı bilgi bkz. (Ostrogorsky, 1991, ss. 310-315) Ayrıca I. Konsil ve II. Konsil için bkz. (Ostrogorsky, 1991, ss.44-46, 55).

24 Ayrıntılı bilgi için bkz. (Ortaylı, 2000, s. 271-277).

25 II. Mehmed’in Patrik Gennadios’u sunduğu ayrıcalıklar için bkz. (Eryılmaz, 1990, ss. 21- 34; Üçok, 1986, ss.191- 192).

olacaktır. Böylelikle Türkler, Bizans üstündeki egemenliğinin daha başlangıcında yeni kullarının ve vergi mükelleflerinin direniş gösterme ihtimalini ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. (ss.85, 105, 372-373).

16. Yüzyılın sonlarından itibaren Ortodoks topluluklar üzerindeki gücü ve yetkisi artan bu kurum, hem Osmanlı Devleti’nin idari bir mekanizması sayılmış hem de patriğe de “millet başı” rolü verilmiştir. (Anagnostopolu, 2011, ss. 5-6). Çünkü Osmanlı Devleti’nde Ortodoks Hıristiyanlar, Yahudiler ve Ermeniler farklı biçimlerde imparatorluğa dahil edilmişlerdir. Bu süreçteki başlıca benzerlik bu cemaatlerin her birinin, devletle ilişkilerini idare eden aracıların tahsis edilmiş olmasıdır. (Barkey, 2011, s. 156). Bu sistemde patriklere dini otorite olmak dışında yöneticilik sıfatı da kazandırdığından Patrikhane ve patrikler, Osmanlı devrinde Bizans döneminden çok daha güçlü bir konum elde etmişlerdir.

(Macar, 2003, ss. 22, 40).

Burada sorulacak soru, Bizans döneminden çok daha güçlü bir konum elde ederek Osmanlı Devleti’ne dahil olan tüm Ortodoks Rum milletlerin temsilcisi konumundaki Patrikhane, Yunan hareketinin neresinde yer almıştır? Aslında bu soruya tatminkar bir cevap vermek zor görünmektedir. Fakat o dönemin Osmanlı yetkilileri, Osmanlı’ya karşı ayrılıkçı bu hareketin Patrikhane ile ilişkili olduğunu düşünmüşlerdir. Öyle ki Patrik, Paskalya Günü’ne denk gelen 22 Nisan 1821 tarihinde Sadrazam tarafından Babıali’ye çağrılmış ve kendisine bu olaylar ile ilgisi sorulmuştur. Patriğin, yaşananlardan habersiz olduğunu belirtmesi karşısında Sadzarazam’ın yanıt şu şekilde olmuştur: “Bir avradın ettiği zinayı bilen sizlerin milletçe böyle önemli bir olaydan haberim yoktu demenize itimat olunabilir mi?” Patriğin, olaylardan haberinin olmadığını yinelemesi üzerine sadrazam, kocabaşıların ve papazların bildiği bir olayı patriğin bilmemesinin olanaksız olduğunu söyleyerek ona inanmadığını belirtmiştir. (Özkaya, 1986, ss.121- 122). Bu nedenle isyan ile ilişkilendirilen ve olayları kontrol altına almadığı gerekçesiyle Patrik Grigorios ile Efes, İzmit,

Derki (Terkos), Edirne ve Selanik metropolitleri suçlu bulunarak idam edilmiştir.

(Macar, 2003, s. 45). Dolayısıyla Türk tarih yazımında genel görüş Patrikhane’nin de bu olaylarla ilişkili olduğu şeklindedir. (Ercan, 1986, s.203).

Fakat son dönemlerde Patrikliğin bu harekete kuşku ile yaklaştığı ve desteklemediği yönünde eğilimler mevcuttur. Bu eğilimi destekleyen şey daha önce de sözünü ettiğimiz 1798 senesinde Kudüs Patriği Anthimos imzasıyla yayımlanan Pederler Öğretisi adlı metindir. Bu metin kimilerine göre daha sonra idam edilecek olan İstanbul patriği V. Grigorios tarafından kaleme alınmıştır.

Söz konusu bu belgede Fransız Devrimi’nin yaymış olduğu fikirler eleştirilmektedir. Bu risale dışında yine Patrikhane tarafından yayımlanan Hıristiyan Savunma adlı risale de benzer görüşleri içermektedir. (Macar, 2003, s. 45). Bu risalalelere karşı ideolog Korais, Patrikhane’nin yayınladığı açıkça Osmanlı yönetimininin meşruiyetini savunan Pederler Öğretisi26 risalesine karşı Kardeşler Öğretisi adlı risaleyi kaleme almıştır. Patrik ise buna karşı kendi imzası ile bir afarozname yayınlayarak bunu cemaatin tüm ileri gelenlerine yollamıştır. Ancak buna rağmen asılmaktan kurtulamayan Patrik için Korais: “Ah şu aptal Sultan, kendi dostlarını asmaktadır. Oysa onlara kaftan giydirmeliydi”

diye yazacaktır. (Milas, 1999, ss.134, 148). Dolayısıyla görüldüğü üzere Yunan hareketinin fikir insanlarının, Patrikhane’ye karşı mesafeli bir tavır takındığını söylemek mümkün görünmektedir. Ancak bilindiği üzere Mora’daki hareket Patra metropoliti Germanos’un liderliğinde başlamıştır. Ancak Ortaylı’nın da (2013), belirtiği gibi Ortodoks kilisesinin başında bulunanların, Fransız Devrimi düşüncesini taşıyan ve benzer sloganları kullananlara kuşkuyla baktığını söylemek mümkün görünmektedir. Ancak Mora’nın fakir manastırları ile köylerdeki fakir ve cahil rahipler ile birkaç piskoposun yani başka deyişle düşük mertebedekilerin bu ihtilale katılmakta tereddüt etmediği de görülmektedir.

(ss.57-58, 87). Dolayısıyla da Patrikhane’nin bu pasif tutumu, Mora’daki düşük kademedeki papazlar tarafından suçlanmalarına neden olmuştur. (Ortaylı, 2004, ss.353- 354). Buna en iyi örnek Papaflessas adıyla tanınan Grigorios Dikaios isimli düşük rütbeli bir ruhbandır. Sözü edilen bu kişi, başkaldıran

26 Kudüs Patriği Anthimos’un, risalesi için bkz. (Grigoriadis, 2014, s. 42).

bölgelerdeki köylü nüfusun seferber edilmesinde önemli rol oynayan alt ruhban sınıfını temsil etmiştir.(Grigoriadis, 2014, s.45).

Kanaatimizce Ortaylı’nın da belirttiği gibi Yunan bağımsızlık hareketininin, ilk başlarda oluşturulan dernekler, çeteler kadar yurtdışındaki örgütlenmeler ve onlardan gelen destekle başladığı açıktır. (Ortaylı, 2013, s. 87). Nitekim burada devletin çıkarları ile patrikhanenin çıkarlarının örtüşmesi söz konusudur. Milas’a göre (1993), ise Yunan devrimine karşı çıkan kesim genelde Patrikhanenin ve Fenerliler olarak bilinen cemaatin ileri gelenleri ile imparatorluk içinde yaşayan çeşitli konumlarda bulunan Rumlardır. Ancak tüm Fenerlileri ya da dinsel çevreyi bu hareketin karşısında saymak da yanlış bir tutum gibi görünmektedir.

Çünkü bu bir değişim ve dönüşüm dönemidir. Bu nedenle farklı görüş ve yaklaşımlar birbiriyle çatışsa bile Yunan Devleti kurulduktan sonra ulusçu bir çözüme ve bütünleşmeye varılmıştır. (s.115).