• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM : YUNANİSTAN KRALLIĞI İLE OSMANLI DEVLETİ ARASINDAKİ

2.1. BAĞIMSIZ YUNAN ULUS DEVLETİ

2.1.2. İlişkilerin Başlaması ve Temel Problemlerin Analizi

Osmanlı Devleti, Edirne ve Londra Protokolleri gereğince bağımsız bir Yunan Devleti’nin varlığını kabul etmiştir. Ancak üç büyük gücün İstanbul’da bulunan temsilcileri aracılığıyla kendisine bazı teminatlar verilmesini talep etmiştir.

Öncelikle bu yeni devletin sadece kendisini koruyabilecek miktarda askeri güç bulundurması ve Osmanlı Devleti’nin savaş halinde bulunduğu devlete karşı tarafsız kalmasını istemiştir. Ancak bu istekler ne Yunan Devleti tarafından ne de garantör devletler tarafından kabul edilmemiştir. Bu nedenle bağımsızlık sonrası iki devlet arasında ihtilaflı durumlar başlamıştır. (Karal, 2011, s. 81).

Yunanlar ve Osmanlılar arasında Yunanistan’a bağımsızlık getiren kanlı mücadelelerden sonra iki ülke arasındaki ilişkiler tamamen kesilmiştir. Ancak bağımsızlığın yansımaları Osmanlı Devleti’ne ait bölgelerde özellikle de adalarda devam etmiştir. Bunlar arasında en kritik yerlerden biri Ege Denizi’nin güneydoğusundaki Rodos, Midilli ve Sakız’dan sonra dördüncü büyük ada olan Sisam adası olmuştur.51 Yunan hareketinin başarıya ulaşmasından sonra Osmanlı yetkilileri adada isyana benzer bir havanın oluşması ve adanın gemici halkının benzer politik eylemi planlaması nedeniyle birtakım önlemler almak durumunda kalmıştır. Bu nedenle Sisam’a 1832 senesinde bir imtiyaz fermanı verilerek adanın özerkliği kabul edilmiştir. (Ortaylı, 2004, s. 354). Yunan Devleti’nin kurulmasından sonra garantör olan devletler tarafından yeni devlete katılmayan Sisam Adasına daha sonra Atina’ya elçi olarak gönderilecek olan Musurus Paşa, yönetici olarak atanmış ve paşa adayı yaklaşık beş yıl boyunca sorunsuz yönetmiştir.52 (Kunuralp, 1970, s. 427).

51 Ç.N. Samos Adası.

52Ada, 1479 senesinde II. Mehmed tarafından fethedilmiştir. Rivayete göre Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa adayı özel mülkiyet şeklinde kendisine hibe ettirmiştir. Ancak 1570- 1587 seneleri arasında adada iskân başlayınca bu mülkiyet vakfa dönüşmüştür. Sisam Adası, 18. Yüzyılda Ege Denizi’ndeki ticari ilişkiler ağına dahil olmuştur. 1850’li yıllarda adanın iç nizamını düzenleme hakkı bir fermanla 37 üyeden oluşan bir meclise bırakılmış ve ada Ortodoks bir vali tarafından dış işlerinde Osmanlı Devleti’ne bağlı bir şekilde yönetilmiştir. Ada, Balkan Savaşlarından sonra 11 Kasım 1912 senesinde Yunanistan ile birleşmiştir; bu konuda bkz. (Balta, 2009, s. 272- 274).

Dolayısıyla Sisam örneğinde olduğu gibi Osmanlı Devleti öncelikle Yunan hareketinin yansımalarının izlendiği yerlerde gevşek bir politika takip ederek o yerlerin de elinden çıkmasını önlemeye çalışmıştır. Bağımsızlık sonrası yaşanan ilk önemli problem aşağıda da görüleceği üzere iki ülke sınırlarının belirlenmesi ve Müslümanların Yunanistan’da kalan emlak ve topraklarının durumu hususunda yaşanmıştır. Bununla ilgili olarak 3 Şubat ve 16 Haziran 1830 protokolleri ile 21 Temmuz 1832 protokolü bu sorunun çözümü için temel prensipleri ortaya koymuştur. (Akyay, 2010, s. 73).

Sınırların belirlenmesi çalışmalarına başlanabilmesi için öncelikle Yunanistan’a bırakılan yerlerde tahliye çalışmalarına başlanmıştır. Bunun için ilk olarak Müslümanların yaşadığı Eğriboz, Atina gibi yerler ile Sisam, Girit ve diğer adaların durumu olağanüstü yapılan bir mecliste görüşülmüş ve Müslüman halkın tepkisini önlemek adına tahliyeler için şeyhülislamdan alınan fetvanın yanı sıra padişah emri ile durum bölgede yaşayanlara anlatılmaya çalışılmıştır.

Yapılan protokollere göre Yunanistan’da kalan vakıf adı altındaki mülkler herhangi bir hak iddia edilmeksizin Yunan Devleti’ne ait olmuştur. Halen Türklerin idaresinde bulunan vakıflar ise Müslüman sahipleri tarafından tasarruf edilecek ancak bu kişilerin göç etmek istemeleri halinde ise bu vakıflar bir yıl içerisinde satışa çıkartılacaktır. Ayrıca sınırların belirlenmesinden itibaren bir yıl içerisinde göç etme hakkı ve özel mülk satışının olması gerektiğine karar verilmiştir. (Akyay, 2010, ss.40-43).

1832 tarihli anlaşmaya göre Atina, Eğriboz53 ve İstefe’de yaşayan Müslüman nüfus 18 ay içerisinde yaşadıkları yerleri terk etme ve mallarını satma hakkına

53Günümüzde Khalkis adını taşıyan Eğriboz (Evvoia), Osmanlı egemenliğine girdikten sonra sancak merkezi haline getirilmiştir. Buraya Atina, İstefe, İzdin (Lamia) bağlanmıştır. Yunan bağımsızlık hareketi boyunca yoğun çatışmaların görüldüğü bu yer 1831 senesinde Yunanistan’a verilmiştir. Bu nedenle bölgedeki Müslüman nüfusun çoğunluğu göç etmeyi tercih etmiştir. Bu nedenle Fallmerayer, 1842 senesinde Eğriboz’u “hayalet şehir” olarak nitelendirmiştir. Buranın Yunanistan’a geçmesi sonrasında ismi, antik dönemde geçtiği gibi Khalkis olarak çevrilmiştir; bu konuda bkz. (Kiel, 1994, ss. 491- 493).

sahip olmuştur. İzdin54 ve Badracık55 kazaları Osmanlı Devleti’ne verildiği takdirde Osmanlı Hükümeti 40 milyon kuruş, bu yerler Yunan Hükümetine verilirse Yunanistan, Osmanlı Hükümetine 30 milyon kuruş tazminat ödeyecektir. Ancak Yunanistan tazminatı ödemeye yanaşmamıştır. Osmanlı Devleti tazminatı alabilmek için Yunanistan’a memurlar göndermesine rağmen mallarını 12 sene önce satmış ve tazminat parasını alamamış olan Müslümanlara 1840 senesine gelindiğinde dahi ödeme yapılmamıştır. Bu problem için öncelikle Londra Antlaşmasına taraf olan ülkelerin temsilcilerine başvurulmuş ve Müslümanlara ait emlakın ya iade edilmesi ya da tazminatın ödenmesi istenmiştir. Bu konu ancak 1844 senesinde Atina Sefiri Kostaki Paşa’nın girişimleri ile çözülebilmiştir.(Şafak, 2006, ss. 50-51; Kunuralp,1970, s.428).

Müslüman mallarının durumu ile ilgili varılan anlaşma, Eğriboz, İstefe, İzdin ve Badracık’ta 11 seneden beri Yunan Hükümetinin elinde bulunan emlak ve vakıfları kapsamakta olup Yunanistan’ın tasarruf ettiği yerler için sahiplerine ödemeyi kabul ettiği tazminat miktarı 8. 796.100 kuruş olarak belirlenmiştir.

İstefa emlakı için ise Yunanistan’ın 1832’den beri elde ettiği gelirleri ödememesi şartı ile anlaşmaya varılmıştır. Eğriboz, ve İzdin için yapılan görüşmelerde de İzdin civarında bulunan iki köyün emlak bedellerinin %8 faiz ile ödenmesi kararlaştırılmıştır. Böylelikle Yunanistan, Müslümanlara ait malları geri vermeyi hem de el koyduğu tarihten itibaren geçmiş yıllara ait tazminatları %8 faizle ödemeyi kabul etmiştir. Böylelikle uzun yıllar devam eden bu sorun çözüme kavuşmuştur. (Akyay, 2010, s. 116- 117, 122).

54Bugün, Orta Yunanistan’da Lamia adlı şehirdir. Osmanlı döneminde Eğriboz sancağına bağlı kazanın merkezidir.1832 senesinde burası Yunan devletine geçtikten sonra bölgede bulunan nüfus göç etmiştir.

İzdin, ismi 1832 senesinde Lamia adını almıştır; Bu konuda bkz. (Kiel, 2001, ss. 505- 506).

55Yrate kasabasının Osmanlı dönemindeki adıdır. İzdin’in (Lamia) 18 km batısında yer almaktadır.

Osmanlı döneminde burada çoğunluğu Türkçe konuşan Müslüman bir nüfus yaşamaktadır. Yunan bağımsızlığı sonrası, mahalli idari merkezi Lamia’ya taşınmıştır; bu konuda bkz. (Kiel, 1991, s. 421).

Garantör devletler, Yunanistan’a bırakılan yerlerin tahliyesinde acele etmelerine rağmen iki ülke sınırlarının belirlenmesinde daha gevşek bir politika izlemişlerdir. Çünkü Yunan sınırlarının genişletilmesi konusunda aralarında bir anlaşmaya vardıkları için bu yeni sınır hattını Osmanlı Devletine kabul ettirebilmek için İngiliz elçi Canning’i görevlendirmişlerdir. Ancak yapılan görüşmelerde Osmanlı tarafında Canning’in ileri sürdüğü haritada verimli arazileri Yunanistan’a bırakmak maksadıyla bilinçli çizildiği fikri uyanmıştır. Bu nedenle Osmanlı Devleti, bölgeye yeni memurlar göndererek sınır hattının yeniden değerlendirilmesi kararını almıştır. Ancak yeni Yunan hattının kabul ettirilmesi için Canning, Osmanlı Devletine mükafât-ı nakdiyye adı altında bir para teklif etmiştir. Buradaki amacı zayıf bir Yunan devletini korumak için sınır boyunca uzunan dağları sınır olarak kabul ettirmektir. Bu anlaşmada daha önce hiç düşünülmeyen yerler Yunanistan’a bırakılmıştır. Osmanlı Devleti, yapılan görüşmeler sonunda 40 milyon sterlin para karşılığında Yunanistan sınırını Rumeli yönünde genişleten 1832 tarihli İstanbul Antlaşmasını kabul etmiştir.

(Akyay, 2010, ss. 50, 57). Ancak bu antlaşmaya rağmen iki ülke arasında sınır ihlalleri yaşanmaya devam etmiştir. Sonraki yıllarda bu konu ile ilgili pek çok sorun iki ülke ilişkilerinde ve bu bölgelerde yaşayan halk arasında gerilimlere yol açacaktır.