• Sonuç bulunamadı

Resim 257: Samia Halaby “ Niihau from Palestine” adlı tablosu ,

2. ORTADOĞU COĞRAFYA, FELSEFE, KÜLTÜR VE SANAT: KISA BİR ARKA PLAN KISA BİR ARKA PLAN

2.5 İslam Sanatında Tasvir Yasağı

Yunanca’dan gelen ‘mimesis’ sözcüğünün anlamı; doğa ve insan davranışının sanatta ve edebiyatta taklide dayanan temsilidir.

Bu konuda Ayvazoğlu, mimesis konusu hakkında şunları belirtir:

“İslam Dünyasında Aristotales’in eserleriyle asırlarca haşır neşir olunmasına rağmen mimesis teorisinin benimsendiğine, hatta anlaşıldığına dair bir ipucu bulmak zordur. “Taklit insan tabiatı için esastır” önermesi, Müslüman aydınlar tarafından tamamıyla farklı anlaşılmış… Hâlbuki Aristoteles’in görüşleri Batı’da Rönesans’la beraber hâkim görüş haline gelmeye başlamıştır. Mimesis teorisinin Aristoteles’i Avrupa’ya öğretenler, yani Müslümanlar tarafından anlaşılmaması, antik sanatlara ilgi duyulmaması yüzündendir”. 26

Resim 10: El Biruni’nin El-Asar ’il Bakiye an’il Kuruni’i Haliye kitabının 13.yy.daki bir kopyası için çizilmiş Hz. Muhammed’i veda hutbesinde gösteren bir İran minyatürü. Orjinali Edinburgh Üniversitesinin kütüphanesindedir.

(www.bonpurloryan.com).

“Kuran’da tasviri, Tevrat’ta olduğu gibi açıkça yasaklayan bir buyrukla karşılaşmıyoruz. Kur’an’ın bu konuyla ilgili ayetlerinde, sadece Cahiliye devrinin gelenek ve göreneklerine, bunların arasında da puta tapmaya değinilmektedir. (Sure 4, 116; Sure5, 92; Sure 39, 17). Fakat İslamlığın doğduğu tarihlerde resim puttu ve put anlamına gelmeyecek bir resim yoktu. Bu nedenle Kur ’anda putlar için söylenilenler, resim için de geçerli sayılmış ve sonradan Hadis’te, canlı varlıkların resimlerini yapanlardan Kıyamet Günü hesap sorulacağı ve bunların cezalanacağı açıklanmıştır”.27

26 Bkz. (12), Ayvazoğlu, 15.

27

Resim 11: Peygamber Hıra Dağında(190x175mm Topkapı Müzesi Kitaplığı, Hazine 1222,s.223b. ), Siyer ün Nebevi, XVI. yüzyıl, İstanbul,(www.hurriyet.com.tr).

“Canlı varlıkların resmi yasaklanmakla, İslam dünyasında tabiatçılık ya da mimesis yolu resme kapanmış oluyordu. “Ruhu” olmayan varlıklar; (bitki vb)” soyut nakış olarak resme girebiliyorlardı. Kur’an dilinde yaratma ve biçim verme aynı anlama geldiği için, yaratılan varlıkların benzerini tasvir, Allah’ı taklit sayılıyor ve benzetmecilik yoluna gidiliyordu.”28

Platon’un idealar teorisin’ den yola çıkan İpşiroğlu’na göre Dünya’nın tanrısal bir görüntü olarak tanımlanması, duyular dünyasına kapalı kalan tasvirciliğin, idealar ve iç görüler dünyasına açılmasını sağlıyor, böylece İslam dininin temelleri üzerinde tasvir yasağıyla çelişkiye düşmeyen bir ‘kavram ressamlığı’ doğuyordu. Bu kavram ressamlığı, Hristiyan resim sanatından çok başka, hatta ona karşıt bir görüşten doğmuştu. Hristiyanlara göre Tanrı, insanlara olan sevgisinden Mesih’in suretine girerek yeryüzüne iner, insanlar arasında yaşar ve çarmıhta can verir. En soyut düşünceyi en somut gerçekle uzlaştıran bu Tanrı anlayışı sanatçıya en yüksek olanı elle tutulur, gözle görülür hale sokma olanağını sağlar. Hristiyan sanatı bu yolda adım adım ilerlemiştir. Oysaki Tanrı, İslam inancına göre suret almaz. Manevi varlığı ‘Tanrısal Söz’ (Tanrı Buyruğu) de belirir. Bu yüzden İslam sanatçısına yüksek değerlerin somutlaştırılması yolu kapatılmıştır. Tam aksine o, madde dünyasından sıyrılma çabası içinde bu dünyayı tanrısal bir görüntü olarak vermeğe çalışır. İpşiroğlu;

28

“İslam sanatçısının yolu soyutlama yoludur, gerçeği gerçek olarak tanımlayan ne varsa resimlerinde ortadan kalkar, gölge-ışık, perspektif gibi, nesnelere rölyef kazandıran ve onları mekân da göstermek için uygulanan tüm anlatım araçları silinir; sadece renkler Ve şemalar kalır. Resim burada nakış ve sembol oluyor, bir yandan da bu dünyanın gölge ve görüntü (zill- ü hayal) olduğuna işaret ediyor, öte yandan değişmeyen “Hakikati” Allah’ı bize düşündürüyor”. 29

demektedir.

Tasvir korkusunun (ikonofobinin) başka yönleri olduğu konusunda Grabar;

“Erken İslam sanatının simgesel belirleyicisi olan yazılar konusundaki tutumu farklıdır. İslam’ın kendine model aldığı imgelerin çoğu, hükümdarları ya da din görevlileri veya saray mensupları tarafından desteklenmiş, korunmuş imgelerdir. Bu koruyuculuk imgelere refaha, güce, zenginliğe ve tanıklığa ilişkin ek anlamlar da kazandırmıştır. Diğer yandan, görsel simgelerin sürekli olarak büyülü anlam taşımalarına daha çok popüler halk sanatı düzeyinde rastlanmaktaydı. Yani sonradan dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayıp imgeleri büyülü olarak gören sonradan Müslüman olmuş halk kültürleri yer almaktaydı. Bu kültürler doğal olarak Yakın Doğu’nun İslam öncesi geçmişiyle bağlarını koparmamışlardı. Öteki uçta ise halifeler, halife aileleri ve yüksek rütbeli memurlar ve âlimlerden oluşan ve imgeleri refah belirleyicileri olarak algılayan, daha eski Yakındoğu geleneklerinden özellikle hükümdarlığa ilişkin formları bilinçli olarak alıp kullanan soylu kültürler yer alıyordu”.30

Resim 12: Yunus Güneş, 2007, ağaç baskı,30x42 cm (Fotoğraf eserin orijinal baskısından çekilmiştir).

29

A.g.k., 10

30

3. İSLAM SANATINDA SOYUTLAMA

Daha önceki Vahdet-i Vücud bölümünde İslam Felsefesinde soyutlama anlayışına değinilmiştir. Aşağıdaki bölümlerde ise bir kavram olarak soyutlama nedir, Batı’daki algılanışı ve modern sanata yansıması nasıl olmuştur konularına değinildikten sonra İslam geleneksel sanatlarından mimari, minyatür, hat, tezhip hakkında kronolojik gelişim, teknik bilgi ve üslupların yanı sıra soyutlama fikrinin yansımaları irdelenmeye çalışılmıştır.

Soyut, sözlük anlamı ile ‘beş duyu organından biriyle algılanmayan, maddesi olmayan, varlıkların inanç ve his ile bildiği kavram ve varlıklara denir’. Başka bir deyişle ‘bütünün niteliğini dile getiren somutun zıddı olarak soyutlanmış olanın, niteliğini ifade eder’. Psikoloji ve felsefe penceresinden sanatı değerlendiren Wilhelm Worringer, ‘Soyutlama ve Özdeşleyim’ adlı kitabında bu iki içtepi üzerinde durmuştur. Worringer’e göre özdeşleyim, natüralist üsluplarda bulunurken, soyutlama tüm soyut sanat üsluplarında bulunmaktadır. Ayrıca özdeşleyim içtepisi güzelliği, organik olan şeylerde yani dış dünyada, soyutlama içtepisi ise yaşamı reddeden inorganik şeylerde soyut kanunlarda ve zorunluluklarda bulur. Özdeşleyim kavramını kısaca açıklamak gerekirsek, duygusal bir varlık olan insan bu yapısıyla nesnelerle ilişkide bulunmaktadır ve hayatı ile kurduğu bağdaki bazı nitelikleri nesnelere aktarır. İşte özdeşleyim, insanların nesneleri bir duygusallık içinde yaşaması ve hayatın her alanında bir güzellik bulma olayıdır. Worringer’a göre özdeşleyim kavramı natüralist sanat yaratmalarında uygulanabileceğinden anti- natüralist sanat anlayışları özdeşleyim kavramı ile açıklanamaz. Bahsettiğimiz anti- natüralist sanat anlayışları soyut kavramı altında toplanır. Bu saptama ile birlikte soyut sanat kavramı özdeşleyim ile açıklanamadığına göre bir başka kavrama gereksinim duyulmuştur. Bu kavramı Worringer ‘soyutlama’ içtepisi olarak açıklamıştır. Soyutlama içtepisi, özdeşleyimin natüralist üslupları açıklamasına karşılık olarak soyut sanat üsluplarını açıklayacaktır.