• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: HAC UMRE KAVRAMLARI VE TURİZM İLE İLİŞKİSİ

2.2. Dinlere Göre Hac İbadeti

2.2.3. İslam Dininde Umre

Bir sufî her müslüman gibi haccın İslam’ın beş şartından biri olduğunu vurgular, büyük meşakkatlere katlanarak bu görevi yerine getirir, hac yapmamak için mazeret üretmez, bir bahane ileri sürmez. Sufîlere göre hac ve umre’de Kâbe ve Ravza-ı Mutahhara’yı ziyaret son derece önemlidir. Bu ziyaretler hiçbir şekilde hafife alınmaz. Bir sufî Allah Teâlâ’nın Hz. İbrahim’e hitaben “Hac için insanları çağır.” (Hac,22/27) sözünü dikkate alır, bu çağrıya uyup yollara düşer. İbrahimî çağrı, hac ve umre ibadetinde manevî mekânları ziyaret amacına dönüşür. Manevî mekânları ziyaret ise aslında manevî dönüşüm ve gelişim için gerekli bir ön şarttır (Uludağ, 2006: 65).

Manevî mekân ve makamları ziyaret, mutluluk ehlinin dünya hayatında kalpleri ve amelleriyle; ahirette ise zatları ve varlıklarıyla Allah’ı ziyaret etmeleridir. İki ziyaret arasında ise ziyaret edenler ile cennet ehli arasında bir takım engeller vardır. Bu nedenle dünya hayatında hac ve umre sayesinde manevî makamları hakkıyla ziyaret edenler için ahiret âleminde Allah’ı zatlarıyla ziyaret söz konusudur. Ziyaretlerin en güzeli de budur. Manevî gelişim sürecinde en önemli ibadet olan hac ve umreyi yerine getirme sırasında Gazâlî hac ve umre yapan kişinin Kâbe’ye göstereceği saygıyı şöyle ifade etmiştir: “Mekke’de bulunan kişi umre ve tavafı çok yapmalı, sık sık Kâbe’ye bakmalıdır. Kâbe’nin içine girerse faziletli olan iki direk arasında iki rek’at namaz kılmalıdır. Kâbe’ye girerken ayakkabılarını çıkarmalı ve saygı ile girmelidir (Tümer, 1986:306). Cemâlullahın simgesine; Kâbe’ye bakan kişi, orada yürürken Kâbe’de manevî âlemlere dair bir yürüyüşle haddini bilir ve Allaha karşı boyun eğer. Haddini biliş ve boyun eğiş yoksa o kişi Kâbe’ye karşı olması gereken saygıyı kalbinde taşımıyor demektir. Kâbe’den sonra manevî mekân ve makamların ikincisi Medine-i Münevvere olduğu için Hz Muhammed (S.A.V.) Medine’nin üstünlüğü hususunda şöyle buyurmuştur:

“Eğer ümmetimden bir kimse, Medine’nin sıkıntısına katlanırsa, kıyamet gününde ben ona şefaatçi olurum.” Dihlevî bu hadisteki sırrı şöyle açıklar: Medine’nin imarı, dinin nişanelerinin yüceltilmesi demektir. Öbür taraftan Medine’ye gitmek, İslam’ın oluşum dönemlerindeki olayların geçtiği yerleri görmek Mescid-i Nebevî’ye girmektir. Medine’ye giden kişi Rasûlullah’ın ve ashabının yaşadıklarını hatırlar, onların hatıralarının yâdedilmesini sağlar. Bu ise bizzat mükellefin kendisine yönelik bir faydadır.” Medine’yi ziyaret eden kişi, zaman içerisinde bir yolculuk yapar.

Müslümanlara göre manevî mekânları ziyaret, manevî mekân ve makamlardan feyz almak içindir. Özellikle insanlığı cehalet karanlığından nura çıkarmak üzere ilk gelen vahyin indiği Hira Nur Dağı; cinlerin iman etmek üzere Hz. Muhammed (S.A.V.)’e geldikleri yerde inşa edilen Cin Mescidi; Hz. Peygamber (S.A.V.)’in Hz. Ebu Bekir’le birlikte müşriklerin takibinden kurtulmak ve bir stratejiyi de bize öğretmek üzere belirli bir müddet şereflendirdiği Sevr Mağarası; Hz. Hatice’nin ve Ebu Talib’in kabirlerinin de bulunduğu Mekke kabristanı bir sufînin feyz alacağı manevîyatını tekraren inşa edeceği manevî mekânlardır (Yağmur, 2006: 61).

Umre; Kâbe’nin ve Mescid-i Nebevî’nin ruhunu hissedilme imkânını kişiye sunar. Hac ve umre’ye giden kişi Kâbe’yi gördüğünde adeta Allahı görüyormuşçasına saygı göstermelidir. Kâbe’ye her gidişte abdestli bulunmak, sükûnet ve huşû içerisinde Kur’an tilaveti, dua, istiğfar, tesbih, tehlil ve tekbirle meşgul olmak, mümkün mertebe konuşmamak, başkalarını rahatsız etmemek, geçiş yerlerinde oturarak veya namaz kılarak izdihama sebep olmamak, Kâbe’yi doya doya gözyaşları içerisinde temaşa etmek tavsiye edilen adap arasındadır. Mescid-i Nebevî işlenen günahlardan dolayı pişmanlık, tevbe, istiğfar, mahviyet, ihlâs, samimiyet ve manen arınma duygusunun yaşandığı manevî bir mekândır. Hac ve umreye giden kişi, Hz.Muhammed (S.A.V.)’in dönemine yetişememişse de O’nun mekânına ulaştığını, O’nun civarında bulunduğunu, O’na birkaç günlüğüne de olsa komşu olduğunu tecrübe eder. Medine’yi yaşayan bu kişi O’nun civarında takınılması gereken edebi, olgunluğu ve ahlakı elde etmeye çalışır.

İşte ifade edilen bu ahlakî gelişim ve olgunlaşma takınılması gereken edep ve manevî bir takım hassasiyetlerle mümkün olabilir (www.erolkara.net).

Umre Beytullah’ın ve Mescid-i Nebevî’nin kapısına kişilerin gönül kapısını açarak girmektir. Huzura kapıdan girildiği gibi, ilâhi huzura da Beytullah’ın hareminin

kapılarından girilir. Hak yoluna girenin de elbette dünyanın geçici zinetlerinden yüz çevirip uzaklaşması gerekir. Harem-i Şerif ve Kâbe’nin tamamı Makam-ı İbrahimdir. Mescid-i Nebevî ise Hz Muhammed (S.A.V.)’in makamıdır (Akkaya, 2006: 166). Gönül kapılarını Kâbe ve Mescid-i Nebevî’ye açan kişi kendi gerçeğiyle karşılaşır. Çünkü umre ya da hac ucu kaçmış bir ip yumağındaki gibi, kişinin de kendi ucunu bulup çözmesidir. Bu düğüm tek bir “inkılâbî niyet” ile açılır, ufukta belirir, yola koyulur. Dümdüz bir hatta yol alarak sonsuzluğa doğru, başka bir yöne doğru, O’nun yönüne doğru göç eder. O’nun yönüne doğru göç eden kişi kendi gerçeğini manevî bir inkılâpla hakiki kulluğa çevirebilir.

Umre ve hac, ibadetlerin manevî yönlerini kişiye tecrübe ettiren bir mana taşır. Özellikle umre ve hac esnasında namazın manevî ve ruhanî yönü Hz Muhammed (S.A.V.)’in imamlığında namaz kılarmışçasına kişiyi etkiler. Meriç (2001) , hac ve umrenin bu manevî halini şöyle ifade eder: “Ben Umre’de ya da Hac’da namaz kılarken kendimi o çok ruhanî kıraatlerine rağmen, Kâbe imamlarının değil, Hz. Peygamberin imametinde namaz kılmış gibi hissettim. Allah’ın huzuruna, O’nun Rasûlü’nün arkasında namaza durmuş gibi çıkmak istedim. Bence evimizin bir köşesinde de kılsak imamımız her zaman Allah’ın sevgilisidir, Allah’ın sevgilisi olmalıdır. Namaz, bu dikkatle kılınmalıdır.” Hiç şüphesiz namaz Allah Rasûlü’nün manevî imametinde kılınırsa hac da hakiki hac sevabına kişiyi ulaştırır.

Hac ve umreye giden bir kişi için ziyaret edilen bütün mekân ve makamlar canlı bir organizma gibi etkili ve manevî yapıları canlıdır. İbn Arabî’nin gözünde tıpkı kâinattaki diğer her şey gibi Kâbe de yaşayan, konuşan ve işiten bir varlıktır (Addas,2003:218). Bu açıdan bakıldığında kişi hakiki hac makamına ulaşmak istiyorsa, ziyaret edilen manevî mekân ve makamları kendisi için canlı bir organizma gibi canlı ve manalı kılmak gayretinde olmalıdır (Selvi,1997:437).

Umre’nin farz oluşu hususunda alimler, ihtilafa düşmüşlerdir. İmam Şafii ve İmam Ahmed’e göre umre, hac gibi ömürde bir sefer farzdır. Buna delil olarak da, Kur’an’da “Haccı ve Umreyi Allah için tamamlayın “ emir şeklinde gelmiş olmasıdır demişlerdir Bir hadis-i şerifte: “Haccı ve umreyi peşi peşine yapınız. Bu ikisi körüğün; demir altın ve gümüşün pasını yok ettiği gibi fakirliği ve günahları yok eder“ (Tirmizi, 1981: 6).

Hadisi şerifte öncelikle haccın ifa edilmesini ve ondan hemen sonra yani peşi peşine umrenin yapılması emredilmiştir (Gazzali, 1971: 93).

İmam Ebu Hanife ve İmam Malik’e göre ise, umre yapmak sünnettir. Hz. Peygamber (S.A.V.)’den rivayet edilen meşhur “İslam beş esas üzere bina edilmiştir” hadisinde hac zikredilirken umre zikredilmemiştir. Başka bir hadiste ise “Hac vaciptir, umre ise tatavvu’dur.” Yani sünnettir, buyruldu. Bu ihtilafın sebebi görüldüğü gibi rivayet edilen çeşitli hadislere dayanmaktadır.

Hacca veya umreye gidenler birden fazla umre yapabilirler. Ancak bazıları gece gündüz demeden onlarca defa umre yapmaktadırlar, bu konuda biraz aşırı gitmektedirler. Hâlbuki daha çok tavaf edilmesi tavsiye edilmiştir, Her Mescid’l-Harama’a girişte imkân varsa namaz vakitlerinin dışında tavaf yapılması sünnettir. Çünkü Kâbe’yi selamlama, Kâbe’yi tavaf etmedir. Hacca gidenler mutlaka umre görevini de yerine getirerek dönerler, önemli olan husususun bu görevin şeklen yerine getirilmesi değildir, içerdiği mana önemlidir. Çünkü hem hac ve hem de umrenin vecibeleri, tamamıyla sembolik bir takım fiillerden oluşmaktadır (www.diyanet.gov.tr).

Umre, ikinci bir umreye kadar olan günahlara kefarettir. Mebrûr haccın karşılığı ise ancak cennettir" Mebrûr hac; kendisine hiçbir günah karışmayan, eksiksiz olarak ifa edilen makbul hac, anlamına gelir. Hac ve umre ile her yıl Kâbe’nin ihyası gerçekleşir. Umre'yi bir yılın veya ömrün herhangi bir gününde ifa imkânı vardır. Umre, belirli günlerde yapılabilen hac ibadetinden daha kolaydır. Hac küçük günahlara kefaret olur ve ruhu ma'siyet kirlerinden temizler. Hatta bazı Hanefi bilginlerine göre, büyük günahları da örter. Mebrûr hac yapanın cennete gireceğini bildiren hadisle, yine Hz. Peygamber'in şu hadisleri bu konuda önemli delil teşkil eder. " Kim hac yapar, bu esnada cinsî temastan korunur, çirkin söz ve davranışlardan uzak durursa, annesinden doğduğu gündeki gibi günahlarından kurtulur. Hac ve Umre yapanlar Allah'ın misafirleridir. O'ndan birşey isterlerse, onlara cevap verir. Af isterlerse, onları affeder (Ateş, 1983:201-220).