• Sonuç bulunamadı

3.1. KİMLİK KAZANDIRMA SÜRECİNDE NAMIK KEMAL

3.1.3. Namık Kemal’in Kurgu Kahramanları

3.1.3.1. Halkı Ayaklandıran Bir Tiyatro Eseri: “Vatan yahut Silistre”

3.1.3.1.2. İslâm Bey’in Gölgesi: Zekiye

Zekiye, oyunun birinci bölümünün altı ve yedinci meclislerinde daha çok bir figüran olarak yer alan Hanife hariç tutulursa, Vatan yahut Silistre’nin tek kadın karakteridir. Tanpınar’ın ifadesiyle de Silistre’nin asıl kahramanıdır (Tanpınar, 1998: 234). Çünkü oyun, her ne kadar vatan sevgisini vermek amacını taşısa da temelde İslâm Bey ve Zekiye aşkı üzerine kurgulanmıştır. Özellikle Zekiye’nin, İslâm Bey’e duyduğu aşk sebebiyle erkek kılığına girerek cepheye gitmesi, oyunun kurgusunda önemli bir rol oynamaktadır. Bu yönüyle Zekiye, oyuna renk katan, canlılık getiren kahramandır.

Namık Kemal, Zekiye karakterini oluştururken gerçek bir kişiden esinlenmiştir. Yazar, henüz sekiz yaşındayken annesini kaybetmesi dolayısıyla çocukluğu sırasında dedesi Abdüllâtif Paşa’nın yanında kalmış ve dedesinin görevi icabı memleketin birçok yerini dolaşmıştır (Göçgün, 2009: 2-3). Dedesinin görev yaptığı yerlerden biri de Mart 1853’te atandığı Kars Kaymakamlığı’dır.106 Kars’ta

kaldıkları bir buçuk yıla yakın bu sürede, nişanlısının peşinden cepheye giderek şehit olmuş bir genç kızın cenazesini görür. Bu olayı, Abdülhak Hâmid’e gönderdiği 30 Mart 1879 tarihli mektubunda; “… Kırım muhârebesinde, Kara Fatma’yı falanı bir tarafa bırakalım. Bir kürt kızı, nişanlısının arkasına düşerek, gönüllü nefer yazılmış, Kars’a kadar gelmiş. Bir taburun tranpeteciliğinde bulunduğu hâlde şehit olmuştu. Cenâzesini gözümle gördüm; çünkü o zaman, Kars’ta idim.” (Tansel, 2013b: 423) cümleleriyle aktarır.107 Yine aynı mektupta, Halid b. Velid (Yermük Muhârebesi) ve

106 Dedesiyle birlikte İstanbul’dan Kars’a giden Namık Kemal, bu yolculuk sırasında Anadolu’yu

görmüş olur. Oğlu Ali Ekrem’in ifadesine göre, Namık Kemal’deki vatan aşkı işte bu sıralarda inkişaf eder. Bu sıralarda henüz on, on bir yaşlarında olan Namık Kemal, kitap okumanın haricindeki zamanlarını vatanın ne kadar güzel fakat ne kadar perişan olduğunu düşünmeyle geçirir. Tanzimat’la birlikte medeniyet yolunda yapıldığı söylenen atılım ve kanunların, Anadolu’ya uğramadığını görür (Ali Ekrem, 1998: 23-24).

107 Namık Kemal’in çocukluğunda şahit olduğu bu olayın yanı sıra, Silistre Kalesi’nin savunmasında

gerçekten genç bir kızın da görev almış olması ihtimaller arasındadır. Çünkü Silistre Savunmasında bizzat bulunmuş ve oyun kahramanlarından Abdullah Çavuş’u kurgularken yazara ilham kaynağı olmuş olan Mustafa Çavuş’la yapılan 1 Eylül 1909 tarihli bir mülakatta, İslâm Bey ve Zekiye’yi

94

Târık b. Ziyâd gibi komutanların yönettiği İslâm ordularında pek çok kadının da bulunduğundan bahseder. Savaşa katılan bu kadınlardan hareketle, şehit düşen genç kızdan esinlenerek kurguladığı Zekiye’yi, sevdiğinin peşinden cepheye göndermekte bir mahzur görmez. Fakat kaç-göçün yaşandığı o dönem itibariyle kadınların cepheye erkeklerin arasına gitmeleri söz konusu değildir. Aslında Namık Kemal’in tarihteki bu olaylardan bahsetmesi de eserine bu yönde eleştiri geleceğini tahmin etmesinden kaynaklanmaktadır.108 Bu durumun farkında olan yazar, çözüm olarak Zekiye’yi erkek kılığında cepheye gönderir. Ama bu çözüm, kendisi için bile yeterli değildir ve yaşadığı bu çelişkinin izleri oyun içerisinde görülür. Örneğin, Âdem ismiyle ve erkek kılığında kaleye giden Zekiye bir erkek gibi hareket eder, diğer kişilerle gayet rahat konuşur, onların yanında bulunur. İslâm Bey’in onu tanıması neticesinde ise Zekiye kadın kimliğine döner ve kendisine namahrem olan Sıtkı Bey’in yanına dahi çıkmaz. İslâm Bey’le Sıtkı Bey’in konuşması sırasında, Sıtkı Bey’in Zekiye’nin yıllardır haber alamadığı babası yani mahremi olduğu anlaşılınca ve ancak İslâm Bey’in çağırmasıyla o ortama girer. Bu durum, her ne kadar İslâm tarihinden örnekler verse de Namık Kemal’in sosyal tepkiden çekindiğini ve dönemin anlayışı için kusur sayılan bu hususu yumuşatmaya çalıştığını göstermektedir.

Namık Kemal, aynen İslâm Bey’i tanıtırken yaptığı gibi, Zekiye’nin de fiziki özelliklerine pek yer vermez. Oyundaki diyaloglardan Zekiye’nin on yedi yaşlarında genç bir kız olduğu anlaşılır. Zekiye’nin gençliği oyun içerisinde defalarca vurgulanır. Kılık değiştirerek gittiği kalede herkes ona “çocuk” diye hitap eder. Özellikle Sıtkı Bey’in; “Sen daha silah kullanamazsın.” ve “…ağzında ninesinin sütü kokan biçare…”

tanıyıp tanımadığı sorusuna Mustafa Çavuş şöyle cevap vermiştir: “İslâm Bey’i tanırım, diyor. Genç, güzel, zengin ve arslan yürekli bir Arnavud Beyi idi. Orduya yüz yirmi Arnavudla beraber gönüllü gelmişdi. Fakat Zekiye’yi tanımam. Yaralılara bakan bir genç çocuk vardı. Bunun kız olduğuna dair bir tevatür zuhur etmişdi amma sahih olub olmadığını bilmem” (Kaplan, 1948: 161).

108 Namık Kemal’in bu tedirginliği boşuna değildir. 1888 yılında Mizan gazetesinde “Üdebâmızın

Nümune-i İmtisalleri” başlıklı bir yazı yayımlayan Mizancı Mehmed Murad, Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre” piyesindeki kahramanları ahlakî ve edebî yönlerden eleştirir. Oyundaki bütün kahramanların hakkında değerlendirmelerin yer aldığı bu yazıda Zekiye’ye yöneltilen eleştirilerden biri, “kaç-göç, mahremlik, mesturiyet hakkındaki ahkâm-ı şer’iye” kurallarına mugayir olarak cepheye erkeklerin arasına gitmesidir. Mizancı Murad, Zekiye’nin bu hareketiyle hem adap kurallarına uymadığını hem de bütün genç kızlara kötü örnek olacağını düşünmektedir (YTEA III, 1979: 391-394).

95

(Namık Kemal, 1965: 47,78) ifadeleri, Zekiye’nin zayıf ve çelimsiz biri olarak kurgulandığını gösterir.

Zekiye, bütün gençliğine rağmen, annesi tarafından okutulmuş, iyi eğitim almış bir genç kızdır. Daha oyun başlarken Zekiye’nin aldığı bu eğitimin izleri sahneye yansır. Namık Kemal, birinci bölümün başında “Perde açılınca kenarı sokağa nazır bir oda görünür. Zekiye Arnavutluğa mahsus muntazam bir kadın elbisesiyle mindere uzanmış. Elinde bir kitap. Önünde bir mum. İslâm Bey de sokakta gezinir.” (Namık Kemal, 1965: 23) cümleleriyle sahne hakkında bilgi verirken, görüldüğü üzere Zekiye’yi okuyucunun karşısına elinde kitapla çıkarır. Bu sahne, kızların eğitimi hususunda Namık Kemal’in düşüncesini yansıtması bakımından önemlidir. Çünkü yazarın “kendi ideal insan tiplerini canlandırdığı” (Enginün, 1993: 19) bu oyunda, ciddi anlamda bahsedilen tek kadın kahraman Zekiye’dir. Bu açıdan Zekiye, Namık Kemal’in ideallerindeki kadın tipini temsil etmektedir.

Zekiye’nin annesi ise eşi Ahmed (Sıtkı) Bey tarafından eğitilmiştir. Namık Kemal, oyundaki bu eğitim kurgusu ile gerçek hayatta savunmuş olduğu, “Biz erkekler kadınları terbiye ederiz. Kadınlar da çocuklarımızı terbiye eder.” (Tansel, 2013a: 434) tezinin uygulamasını yapmış gibidir. Çünkü ona göre, “Bir milletin terakkisi çocukların hâlinde teayyün eder; çünkü çocukların terbiyesi, vâlide ve pederlerinin terbiyesinden hâsıl” (Tansel, 2013a: 435)109 olmaktadır. Yani millet olarak

ilerleyebilmek, öncelikle çocukları yetiştirecek olan anne ve babaların eğitiminden geçmektedir. Özellikle çocukla çok daha yakından ilgilenecek olan annelerin eğitilmesi gerekmektedir. Namık Kemal, Eylül 1865’te Leskofçalı Galib’e gönderdiği mektubunda, “(…) çocuk, en evvel vâlide elinde kaldığından, kadın terbiyesiz olur ise ânı nasıl terbiye edebilir? Bundan başka, okumak bilen kadın, okumanın meziyyetini dahi bileceğinden, elbette evlâdının ta’limine ziyâde himmet gösterir.” (Tansel, 2013a: 21) ifadeleriyle çocuk eğitiminde annenin fonksiyonunu açıklar. Buna göre, eğitim görmüş bir anne evladının daha iyi olması için gayret eder. Böylece hem evladının hem de vatanın ilerlemesine hizmet etmiş olur. Yazar, bu düşüncesini oyun içerisinde

109 Namık Kemal, 21 Şubat 1876 tarihinde Abdülhak Hâmid’e gönderdiği mektubunda, yine Abdülhak

Hâmid’in “Bir milletin terakkisi kadınların hâlinde belli olur.” (Tansel, 2013a: 434-435) hükmünü eksik bulmuş ve yukarıda verilen hükmün daha doğru olacağını ifade etmiştir.

96

İslâm Bey’e de söyletir. Zekiye’ye, “İşte kibir say, gurur say, delilik say, her ne sayarsan say; ben vatanı sana bana muhtaç görüyorum.” (Namık Kemal, 1965: 33) diye seslenen İslâm Bey, kendisi gibi vatana adanmış kahraman evlatların ancak Zekiye gibi valideler tarafından yetiştirilebileceğini ifade eder. Bu yüzden Namık Kemal, Zekiye’yi eğitimli biri olarak kurgular.

Namık Kemal’in eserlerindeki diğer kadın kahramanlar gibi (Kaplan, 1948: 163),110 Zekiye her ne kadar eğitimli olsa da vatan bilincinden yoksundur. Onun bu şuuru kazanması ise İslâm Bey’e olan aşkı neticesinde gerçekleşir. Oyunun ilk bölümlerinde Zekiye için vatan, sokakta bir kere görmekle âşık olduğu İslâm Bey’dir. Kendini bırakarak cepheye giden İslâm Bey’in arkasından; “Beyim! Sen beni vatanın için terk ettin. Ben seni kimin için terk edeyim? Benim vatanım da sen idin, canım da sen idin” (Namık Kemal, 1965: 35) şeklinde seslenir. O güne kadar vatan sözünü işitmiştir, fakat bu söze bir anlam yüklememiştir. Bu sebeple de İslâm Bey’in vatandan bahsetmesine karşılık, vatanı sahiplenecek ifadeler kullanmaz. Aksine, “Vatanın için gideceksin, değil mi? Beni de unut, dünyayı da unut.” (Namık Kemal, 1965: 30) veya “Onun vatanı var, vatanına hizmet edecek... Vatanını benden ziyade sevmeseydi gitmezdi...” (Namık Kemal, 1965: 35) cümlelerinde görüldüğü gibi vatandan bahsederken, “vatanım” veya “vatanımız” gibi birinci tekil şahıs veya birinci çoğul şahıs iyelik ekleri yerine, ikinci ve üçüncü tekil şahıs iyelik eklerini kullanır. Vatanı, sadece İslâm Bey’e aitmiş gibi görür ve sanki sevdiğini elinden alan bir rakip olarak algılar. O anda onun için vatan, İslâm Bey’den ibarettir.

Zekiye’de gerçek vatan bilincinin oluşmaya başlaması ancak İslâm Bey’in ardından cepheye gitmesiyle gerçekleşir. Hatta daha ilk anda, kendini vatan yolunda can vermeye gelmiş bir kurban olarak tanıtır. Aslında bu çabası, kalede İslâm Bey’in yanında kalabilmek içindir. Zekiye’nin gerçek vatan bilincine ulaşması ise bir saldırı sırasında yaralanarak yatağa düşen İslâm Bey’in sayıklamaları sonrasında görülür.

110 Mehmet Kaplan, Namık Kemal’in kadın kahramanlarının vatanperverlikleriyle ilgili şu tespitlerde

bulunur: “Namık Kemal’in hiçbir eserinde doğrudan doğruya vatanperver olan kadına rastlamayız. Onlar iyi hareketler yapıyorlarsa vatanperverlik hissi ile değil, başka hislerle yapıyorlardır. Bu acaba onun kadınlık tâbiatini bilmesinden midir?” (Kaplan, 1948: 163).

97

İslâm Bey, yaralı olduğu için bir türlü karşısına çıkamadığı düşmana karşı nutuklar atar. Bu nutuklar düşmana ulaşmasa da Zekiye’ye tesir eder:

Zekiye: Ah, sen vatanını düşündükçe ne kadar büyüyorsun ben de seni düşündükçe gönlümde o kadar büyüklük görüyorum... Söyle! Bana böyle lâkırdılar söyle! Sanki işittikçe hayatım artıyor, artıyor da vücudumdan taşacak gibi oluyor. Gönlümde güller açılıyor. Fikrimde güneşler doğuyor. Bu sözlerinin sayesinde ben de erkek oldum. Hem gönlüm esvabımdan erkektir. Yarın kavgaya çık. Sen elbette herkesin önünde bulunacaksın a! Ben de elbette sana herkesten yakın bulunurum. Her fedakârlığı göze alırım. Belki seninle ölümü paylaşamayız… Yine büyüklük sende... Yine kahramanlık sende... Sen vatanın için çalışıyorsun, ben senin için! Sen kendi sayende yetişmişsin, ben senin sayende yetişiyorum (Namık Kemal, 1965: 63). Aslında Zekiye’nin, İslâm Bey’in söyledikleriyle vatan sevgisi kazanmaya başlaması bir anlamda, Namık Kemal’in daha önce de bahsedilen, “Biz erkekler kadınları terbiye ederiz. Kadınlar da çocuklarımızı terbiye eder.” (Tansel, 2013b: 434) anlayışını yansıtmaktadır. Özellikle repliğin sonunda yer alan “Sen kendi sayende yetişmişsin, ben senin sayende yetişiyorum.” cümlesi, yazarın bu düşünceyle hareket ettiğinin en somut göstergesidir. Yazar, oyunun ilerleyen bölümlerinde buna benzer ifadeleri Zekiye’ye tekrar söyletir. İslâm Bey’le birlikte düşman ordusunun içine sızarak cephanesini yok etme görevi alan Zekiye, göreve çıkmadan önce İslâm Bey’e hitaben:

(…) Seni görünceye kadar, gönlüm her vakit gaibler arasında, her vakit mezarlar içinde gezerdi. Seni gördüm; sanki başka bir dünyaya geldim. O zaman hayat ne demek olduğunu anladım. O zaman insan ne demek olduğunu anlamağa başladım. Evvel yaşamak nedir bilmezdim; yine yaşamayı herkesten ziyade severdim. Şimdi hayatımın kaderini iyice biliyorum. Yine senin için ölmeyi yaşamaya tercih ediyorum (Namık Kemal, 1965: 72-73). cümlelerini söyler. Zekiye, İslâm Bey sayesinde insanlığın ne demek olduğunu öğrenmiş, yaşamanın farkına varmış ve vatan şuuruna erişmiştir. O, bu hâliyle artık Namık Kemal’in inşa etmeye çalıştığı yeni kadın tipinin temsilcisidir. İslâm Bey’in Zekiye’ye âşık olması da zaten vatan sevgi ve şuurunun uyandığı kadın tipine dikkat çekmek içindir (Enginün, 2004: 30). Ayrıca Zekiye, “zekâ sahibi, anlayışlı, kavrayışlı” (Dilçin, 2014: 426) anlamlarına gelen ismine uygun olarak, oyun içerisinde vatanın ne demek olduğunu kavramıştır. Onun gösterdiği bu gelişim, yazarın İslâm Bey’in isminde yaptığı gibi, Zekiye’nin ismini seçerken de bilinçli hareket ettiğinin ve kahramanların kişilikleriyle isimleri arasındaki bağlantıya önem verdiğinin işaretidir.

98

Zekiye’nin zihninde, yine İslâm Bey’in etkisiyle değişen düşüncelerden biri de vatanın kurtarılabileceği ve eski ihtişamlı günlerine dönebileceği fikridir. Çünkü oyunun ilk sahnelerinde Zekiye umutsuzdur ve geleceğin güzel olacağı tarzındaki düşünceleri ancak hayal olarak yorumlamaktadır. Cepheye gitmek için kendiyle vedalaşan İslâm Bey’in konuşma sırasında söylediği: “(…) Hem yaşıyacağız, hem vatanın istikbaldeki ikbalini göreceğiz, hem de dünyada vatan yoluna ölmeyi bin yıl yaşamaktan hayırlı bilir çocuklar bırakacağız.” şeklindeki umut dolu sözlerine, “Hayal!.. Hayal!.. Babam da böyle şeyler söylermiş! Babam da böyle ümitlerde bulunurmuş! Ninem her gece naklederdi… Neticesinde ne oldu, hâlâ öldüğü yeri kimse bilmiyor!” (Namık Kemal, 1965: 33) cümleleriyle mukabelede bulunur. Zekiye, bu hâliyle dönem insanının psikolojisini yansıtır. Fakat İslâm Bey’in peşinden cepheye giden Zekiye’nin düşüncesi değişir. Artık o da vatanın kurtulacağına inanır ve bu uğurda en tehlikeli görevleri almaktan çekinmez.

Namık Kemal’in hayal ettiği ideal insan modeline uygun olarak Zekiye, kararlarını kendi alabilen irade sahibi bir karakterdir. Bunun göstergesi, sütninesinin bütün engellemelerine ve ısrarlarına karşın, Zekiye’nin erkek kılığına girerek cepheye gitme kararı alması ve bu düşüncesini gerçekleştirmesidir. Zekiye’nin cepheye gitme hususunda bu kadar rahat karar alabilmesinde etkili bir faktör, sadece sütninesiyle birlikte yaşamasıdır. Yani annesi ve kardeşi vefat ettiği, babası ise yıllardır kayıp olduğu için onun yanında ailesinden kimse bulunmamaktadır. Yazar bu kurguyla, dönem itibariyle çok daha bağlayıcı olan aile etkenini ortadan kaldırmış ve Zekiye’nin daha özgür hareket etmesine zemin hazırlamıştır. Ayrıca, Zekiye’nin yetim olarak tanıtılması, hem seyircinin ona daha içten yaklaşmasını sağlama hem de onun İslâm Bey’e bir anda âşık olmasını ve onun peşinde bilinmeyen bir maceraya sürüklenmesini mazur gösterme çabalarını akla getirmektedir. Zira yaşı itibariyle duygularının çok daha fazla tesirinde kalan ve sevgiye muhtaç durumda olan Zekiye, her ne kadar sütninesi olsa da kendini doğru yönlendirecek bir anneden ve kontrol edecek bir babadan mahrumdur. Bu yönüyle o, doğru veya yanlış kararlarını kendi veren biridir. Zaten bu sebeple de oyun içerisinde, yaşadığı devirde hata olarak kabul edilen bazı davranışlar sergiler. Mesela, İslâm Bey’in örf ve âdetlere mugayir bir şekilde pencereden odasına girmesine tepki göstermez. Sadece, “Biri gördüyse bana ne der?” (Namık Kemal, 1965: 26) cümlesiyle toplumdan çekindiğini belirten küçük bir çıkış

99

yapar. İslâm Bey’in, “Kimsenin görmek ihtimali yoktur. Bu kadar günler, bu kadar gecelerdir kendimi göstermemek için topraklarda yuvarlanıyorum... Sabah açılıyor, gözler hâlâ açılmaya başlamadı. Gece bitiyor, uyku daha yeni başladı. Her gece buraları dolaşıyorum tecrübeme itimat et.” (Namık Kemal, 1965: 26) cevabı sonrasında üzerindeki ufak tedirginliği de atar. Gerek İslâm Bey’in gerekse Zekiye’nin bu davranışları dönemin yaşam tarzına çok terstir. Fakat bu sahne, onların okumuş insanlar olarak, örf ve âdetleri aşıp inançlarının kaynağını ve hareket sebeplerini kendi içlerinde bulduklarını gösterir (Kaplan, 2004b: 168). Bu yönüyle Zekiye, verdiği kararlar doğrultusunda hareket edebilen, sevdiği insan uğruna ölümü göze alabilen, okumuş genç kız tipini temsil etmektedir.