• Sonuç bulunamadı

İki Cennet Arasında Kalan Kahraman: Akif Bey

3.1. KİMLİK KAZANDIRMA SÜRECİNDE NAMIK KEMAL

3.1.3. Namık Kemal’in Kurgu Kahramanları

3.1.3.2. Vatan Sevgisinden Aile Dramına: Akif Bey

3.1.3.2.1. İki Cennet Arasında Kalan Kahraman: Akif Bey

Akif Bey, Vatan yahut Silistre’nin kahramanı İslâm Bey’e benzemektedir. Daha oyunun ilk perdesinde Akif Bey’in vatan ile sevgili arasında ikilemde kalması, İslâm Bey’in hâlini çağrıştırır. Fakat o da aynen İslâm Bey gibi, eşini/sevgilisini ne kadar çok severse sevsin, kendi hayatından fedakârlık yapar ve vatanı savunmak amacıyla seve seve cepheye koşar. Namık Kemal, bu fedakârlığın kıymetini arttırabilmek için oyuna Akif Bey’in eşinden ayrılırken ne kadar zorlandığını hissettiren bir bölümle başlar. Akif Bey’in çok samimi arkadaşı Şahin Bey, onu düşünceli ve mahzun hâlinden dolayı, gurbete çıkmak üzere ana kucağından yeni ayrılan “lala kucağında büyümüş bir şehrî hoppası”na (Namık Kemal, 1972: 29) benzetir. Şahin Bey’in, Akif Bey’e hitaben yaptığı bireysel konuşma, “Ah, acaba bir kere buraları fetheden ecdadımız mezarlarından kalksalar da bizi bu hâlde görseler ne derlerdi?” (Namık Kemal, 1972: 29) sorusuyla bir anda çoğula döner. Yazar, böylece seyircinin bu soruyu kendi üzerine alınmasını ve düşünmesini arzular. Şahin Bey, bu çoğul hitapla Akif Bey’i ölümden korkmakla, ecdadına layık bir nesil olamamakla ve

107

kendisine bu kadar nimeti sunan devleti için birkaç ay evinden ayrılamamakla suçlar. Şahin Bey’in bu suçlamalarına, Akif Bey bir hatip edasında:

Bey, sen lakırdıya hiç ehemmiyet vermeyerek başlıyorsun da insana âdeta hakaret ediyorsun. Kavgadan kim korkuyor? Fahrolmasın, ben gerçekten o söylediğin kahramanların ahlâkına vâris olan evlâdındanım. Hiç insan vatanının uğruna ölmekten çekinir mi? Hiç ben bugün için doğduğumu, bugün için asker olduğumu bilmez miyim? Hiç ben devletimden can mı sakınırım? Akif'i yeni mi öğreneceksin? Nazarımda dünyanın ne kadar kıy- metsiz olduğunu bilmez misin? Geçenki hücumda sizinle birlikte bulunmak benim vazifem miydi? Değildi ya. Öyleyken yine o kanlı, şanlı bayrağımızı düşmanın tabyasına iptida diken ben değil miydim? Sen şimdi ne hakla bana korkak diyorsun? Ama buradan ayrılırken biraz mahzun oluyormuşum, ne yapayım? Vatanımı ne kadar seversem, haremimi de ona yakın seviyorum, ayıp mı? Haremimden ayrılırken kederle ayrılırım, yine devletim için ölürken meserretle ölürüm. Vatanını seven adam, dünyada başka hiç bir şey sevmemek mi lazım gelir? (Namık Kemal, 1972: 30).

cümleleriyle karşılık verir. Kendi ifadeleriyle Akif Bey, dünyaya değer vermeyen, vatanı uğruna ölmekten asla çekinmeyen, vazifesi olmadığı hâlde vatan savunmasına gönüllü olarak katılan ve savaşlarda büyük kahramanlıklar gösteren biridir. Oyunda, “Muhabbet için yaratılan ve askerlik için terbiye olan” (Namık Kemal, 1972: 109) sözleriyle nitelenen Akif Bey, uğruna her şeyini feda edebileceği vatanın yanında aynı derecede eşini seven bir âşıktır.

İlk bölümde Şahin Bey’e vasiyetini bırakan Akif Bey, Dilrüba’ya veda edeceği sahne öncesinde tek başına kalır. Bu bölüm, Akif Bey’in ömrü boyunca vatan ve millet sevdasıyla yaşadığının vesikası gibidir. O, bu anlar için mektepte on yıl eğitim görmüş bir subaydır. Her gece vatanın ikbaline dair hayaller kurmakta; Barbaros Hayreddin Paşa, Mehmet Piyale Paşa veya Kılıç Ali Paşa gibi vatanına büyük hizmetler etmeyi arzulamaktadır. Fedakâr vatan evlatları sayesinde Viyana Ovalarından Tebriz Sahralarına, Hint Denizinden İspanya sahillerine kadar şanla dalgalanan Osmanlı bayrağının yere inmemesi için, vatanın şanlı bir parçası gördüğü gemisini kullanarak düşmanla çarpışmayı istemektedir. Hatta mağlubiyet anında, kendisinin de öleceğini bile bile geminin cephanesini ateşlemeyi göze almaktadır. Onun tek derdi, geride bıraktığı eşidir. Fakat vatanının menfaati uğruna eşini de bırakır. Çünkü kendi deyimiyle o, bir Osmanlıdır ve vatanın selameti için Dilrüba’dan da canından da vazgeçer (Namık Kemal, 1972: 34-36). “Aklım ileride, gönlüm arkada

108

olacak. İki yanımda da bir safa bulunacak, iki cennet arasında kalacağım.” (Namık Kemal, 1972: 38) sözleriyle askerlik görevini yapmak üzere gemisine gider.

Namık Kemal, Akif Bey’i konuşturduğu bu sahneyle, kaybedecek bir şeyleri veya geride bekleyenleri olmayanların cepheye çok rahat gidebileceklerini, asıl büyüklüğün ise böyle fedakârlıklarda olduğu mesajını verir. Yani Akif Bey, çoğu insan gibi normal bir hayatı ve hayalleri olan biridir. Onun kendi kendine sorduğu, “Vatan için fedakârlık etmeyecek miyiz?” şeklindeki çoğul soruya, yine kendisinin “O yolda sevgilimden ayrılmalıyım ki adam olduğumu anlayabileyim. Yoksa, can vermekten ne olur?” (Namık Kemal, 1972: 36) biçimde cevap vermesi, cephede ölenlerin de bir hayatlarının ve hayallerinin olduğunu seyirciye hatırlatma çabası gibidir. Bir anlamda yazar, seyircinin kendini Akif Bey’le özdeşleştirmesini hedeflemektedir. Özellikle “adam olma” vurgusu, seyirciyi harekete geçirme teşebbüsüdür. Yine Akif Bey’in, arkasından gözyaşı dökmemesi için Dilrüba’yı uyardığı bölümde geçen, “Beyim insandır, beyim milletine hizmet ediyor, beyim vatanının düşmanlarına karşı duruyor, diye sevineceksin.” (Namık Kemal, 1972: 45) cümlesi, seyircide vatanı savunmanın bir insanlık vazifesi olduğu bilincini oluşturma gayretidir.

Akif Bey’in gemisini havaya uçurup denizle boğuşmasının ve ardından kurtuluşunun anlatıldığı sahneler bir kahramanlık destanı gibidir. Mağlup olacağını anlayan Akif Bey, vatanın namusu olarak gördüğü geminin düşman eline geçmemesi için, hiç düşünmeden cephaneyi ateşler. Patlamanın şiddetinden bayılan Akif Bey, ayıldığında kendini denizde bulur. Yazar bu sahneyi anlatırken, “Yanıma dakikada bir gülle düşerdi de, sanki eli kılıçlı bir Türk’e rastgelmiş düşman gibi çekine çekine etrafımda dolaşırdı.” (Namık Kemal, 1972: 87) cümlesiyle, cephede düşmanın bir Türk’ten nasıl çekindiğine vurgu yaparak Türk milletini yüceltir. Yine Akif Bey’i denizden çıkarmak için kendini feda eden delikanlıdan bahsederken, “«Eski Osmanlılarda başka mürüvvet, başka fedakârlık vardı. Şimdi dünyada o mertler kalmadı» derdiniz a, iş öyle değil. Babacığım, şimdiki Osmanlılar da onların halis evlâdıymış. Fırsat düşerse hakikat anlaşılıyor.” (Namık Kemal, 1972: 87) cümleleriyle Osmanlılık ruhunun hâlâ var olduğunu ima eder. Bu ifadeler, Vatan yahut Silistre’de İslâm Bey’in cephede savaşan Osmanlı askerlerini anlattığı bölümü anımsatır. Bu iki

109

oyunundaki iki ana kahramanın anlatıları, aslında Namık Kemal’in görmek istediği Osmanlı insan tipinin tasviri gibidir.

Akif Bey; sevdasıyla, hatalarıyla, intikam hırsıyla, sızacak kadar içki içmesiyle sıradan bir insandır. Fakat konu vatan olduğunda, gözü hiçbir şeyi görmeyen bir kahramana dönüşen bir Osmanlıdır. Oyunda, Osmanlılık vurgusunu yapan sadece Akif Bey değildir. Şahin Bey, Süleyman Kaptan ve Esat Bey gibi kahramanlar da Osmanlılık duygusuyla hareket eden ve bunu dile getiren kişilerdir.